Yeni Üyelik
1.
Bölüm

bölüm I - soytarıların kuklası

@ikmugi

Bir orkide, bir masa ve dayımın demode gömleği. Onlar beni izlerken bakışlarımı kaçırmakla meşgul oluyorum. Bir apartman dairesinde yalnız yaşayan depresif ve suratsız o adam benim. Karşı komşuma nazik davranıp günaydın demiyorum ve akşam olunca perdelerimi kapatmıyorum. Kitapların ilk yirmi beş sayfasındaki sıkıcılığa tahammül edemediğimden tam dört yıldır kitap okumuyorum. Cahil değilimdir ama bilgimle var olduğumu da hatırlamam.

Obsesif hislerimle başa çıkmayı öğrenmeye çalışırken kendimi bu apartman dairesinde buldum. Başa çıkamadığımın, aksine daha beter bir hale geldiğimin kanıtı olan bu evden taşınmama yalnızca üç ay kaldı. Her iki senede bir ev değiştirmek zorunda hissediyorum ve ellerimi günde on yedi kez yıkamam gerekiyor. Bu yüzden gün içinde birden fazla şeyi planlamam gerekiyor. Kahvaltı ve akşam yemeklerinden önce ve sonra birer kez ellerimi yıkarsam ve günün geri kalanında kötü bir sürpriz olmazsa muhtemelen kalan on üç seferi keyfi bir şekilde yalnızca salondan banyoya giderek gerçekleştirebiliyor oluyorum. Zaman içinde yeni taşınacağım her evin bu sayıyla bağlantılı olması en dikkat ettiğim detay olurken hem cep yakmayan hem de kriterlerime uygun bir ev bulabilmem epey zor bir mesele olup çıkıverdi. Bunun yanında telefon numaramın içinde on yedi sayısı geçmediğinden yeni bir hat almam gerekti. Kendimi durdurmak için epey şey yaptım aslında. Hatta bir keresinde arkadaşıma beni bağlaması için yalvaracaktım ama bunu dile getirmeye çekindiğimden gidip yeni bir hat aldım.

Bir sabah uyandığımda midemde tuhaf bir bulantı vardı. O sırada saçma şeyler düşünüyordum. Misal, her birimizin hayatı için birer kitap yazılsa benim kitabım kaç sayfa olurdu? Sanırım bir günde yaptığım her şeyi küçük puntolarla bir sayfaya sığdırabilirlerdi. En sona da "Her gün aynı şeyleri tekrarlayıp durdu. En sonunda henüz yeni taşınmış olduğu köhne bir mahallenin on yedi numaralı apartmanında acı bir şekilde can verdi. Açık pencereden giren bir karga, cesedinin gözlerini oyup da evi terk edene dek epey zaman geçmişti. Belediye tarafından kimsesizler mezarlığına gömülen Şafak Öğüt Aydın'ın ölümü üzerine mahalleli, adamın yirmi sekiz yaşında hayatına bile isteye son verdiğini düşündü. Olay üzerinde durulmadan intihar olarak kayıtlara geçti."

Düşünüyorum da bazen, sahiden çekilmeyecek bir hayatın ana karakteri olmuşum fark etmeden. Bunu bana yapan ben miyim? Yoksa duvarlar da beni mi suçluyor benim onlara yaptığım gibi? Eski evlerim arkamdan ağlamış mıdır hiç ya da kafam kıyakken öptüğüm ama sonradan unuttuğum kadınlardan ağlayanlar var mıdır benim için? Sanmam. Zaten ağlamasın kimse benim için. İstemem. Bugün günlerden cümbür cemaat topa tutulalım günü. Topumu patlatmıştı göbekli Nurten. Epey eskiden. Zar zor hatırlıyorum topumu ve Nurten'i. Seninle bir daha oynayan hanım evladı olsun diyerek yemin etmiştim de sonra oynamamıştım bir daha seninle. Başka arkadaşım da yoktu zaten mahallede. Gebersin demişsin arkamdan. Çok da umurumda olmadı. İki yıl sonra taşındık oradan. Ne Nurten kaldı ne de eski mahallem. Çok üzerine düşünmezdim. Çocukken yani. Şimdi düşünmenin ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Düşünmekten uyuyamamak ama ne düşündüğünü bile bilmemek... Boktan, depresif ve acınası bir herif olmak... Aşktan ve savaşmaktan anlamam ben. Korkarım ve kaçarım. Nefesim tıkanırsa eğer nefesini çalarım. Ömründen çalarım, olmadı ayaklarına kapanır seni canından bezdirene kadar ağlarım ve bu böyledir işte. Bitmez, tükenmez, doğrulanamaz ve sancısı hiç geçmez bir hayat. Dizlerini kanatana dek yerde sürükler seni bir adam. Dizlerini umursamamayı öğrenirsin. Gözlerini oyar, görecek neyim vardı zaten dersin. Sonu gelmez acıların içinde kalırsın da zaten böyle istemiştim dersin.

Mide bulantım içi boş şeyler düşünürken geçti. Bugün ayın on yedisi. Gitmem gereken birkaç yer ve halletmem gereken işler var. Üzerimdeki ağırlığın annemin cesediyle ilgili olduğunu zannediyorum. Bunu ben uydurmuş olabilirim ya da annemin ruhu taşındığım her evde sahiden de peşimden gelip beni rahatsız etmeye çalışıyor. Ardından biraz olsun düşünmeyi bırakabilmek adına kendime kahve yapmak istedim. Zaten iki adım olan evimde mutfağa giderken düşünmeyi bırakabilmem imkânsızdı. Öylesine küçük bir evdi ki bazen duvarlarla fazla samimi hissediyor ve geceleri yatağımı odanın ortasına çekerek aramıza biraz mesafe koyuyordum. Bu tarz saçmalıkları yaparken bana garip gelmese de yaptıklarımın tuhaflığını yazarken yahut daha sonraları okurken açıkça fark edebiliyordum. Bu yazma işine de -üç yıl kadar olmuş olmalı- terapistimin önerisiyle başladım. Yine de yazmak yalnızca yaptığım eylemlerin saçmalık derecesini görmemi sağlıyor fakat bunları yapmaktan alıkoymuyordu. Yine de yazmaktan hiç vazgeçmedim.

Kahve olması gereken yerde boş tuzlukları görmek beni açıkça sinirlendirdi. Kahveyi nereye koyduğumu hatırlamıyordum. Kahve içmekten vazgeçtim. Zaten ben genelde pek içmezdim. Şimdi de içmesem pek bir şey kaybetmezdim. Ahşap dolap kapağı gıcırtıyla geri kapandı. Mutfaktan çıkıp gideceğim yer için hazırlanmaya başladım. Mavi keten bir gömlek ve ne zaman aldığımı bilmediğim siyah bir kot pantolon giydim. Pantolonumun dizlerinin rengi biraz açılmış olsa da bunu önemsemedim. Gözüme batan saçlarımı sahip olduğum tek lastik tokayla tepemde palmiye ağacını andıracak şekilde bağladım. Belki de onları yakın zamanda kesmeliydim fakat bunun için uğraşmak istemiyordum. Otobüsteki insanların kafamda sahiden de bir palmiye ağacı taşıyormuşum gibi bakıp garipsemelerine alışmıştım. İnsanların çoğu benim için sorun değildi. Fikirleri bir çöp kadar değersizdi ve genellikle yüzlerine de bakmaya değer bulmazdım onları. Bu çok kendini beğenmişçe bir tavır, farkındayım. İnsanlardan uzaklaştıkça böyle hissetmeye başladım ve bunu durdurmak için uğraşmadım. İtiraf etmem gerekirse bir yerden sonra bu bakış açısı hoşuma bile gitmeye başladı. "Yok saydığın hiçbir şey sana zarar veremez." demişti babam bir seferinde. Onu epey geç anladım.

Otobüse bindiğimde limon kolonyası kokusu genzimi yaktı. En arkaya geçip sırtımı sarı bir direğe yasladım. Yanımdaki liseli kızlar kendi nefes alış şekillerine dahi gülerken ifadesizce onları izliyordum. Bir tanesiyle göz göze gelince beni şöyle baştan aşağı süzdü. Gözlerimi devirip başımı camdan dışarı çevirdim.

Cezaevinin tam önünde indiğimde yıllardır hissettiğim o öküz gelip tam kalbime oturdu. Bu hissettiğim ağır duygu belki hala kızgın olduğum o insandan vazgeçememiş olmamdan kaynaklıydı. Annemin katilini her ayın on yedisinde görmeye geliyor olmamı kendime kabul ettiremedim uzun bir süre. Sonra yenildiğimi kabul ettim. Anneme karşı olan ihanetimi kendi içimde affettim. Babamı ise affetmedim ama gözümün önünde olsun istedim. Çoğu şeyi unutmaktan korktum çünkü eğer unutursam sanki anneme olan ihanetim daha da gün yüzüne çıkacak ve kara bir büyü gibi etrafımı saracaktı. Kuruntularım gün geçtikçe büyüdü ve beni tahtımdan edip krallığımı ele geçirdiler. Ben artık asil ve güçlü o kral değil, soytarıların oyuncağı olmuş aciz bir adamdım. Sefalet içinde yaşamaya mahkûm edilmiş -belki de bunu kendisi yapmış- biri olarak yaşamak için bir sebep arıyordum. Derdim yeniden kral olmak değil, yalnızca soytarıların kuklası olmaktan kurtulmaktı. Bunu başardığımda yeniden doğmuş gibi hissetmek ya da en azınsan artık özgür olmak istiyordum. Korkularımın ve acizliğimin esiri olmak hayal ettiğim bir şey değildi. Uzun zamandır dünyayı gezme hayali olan o çocuğu arıyordum ama şimdiye kadar taşındığım hiçbir evde onu bulamadım.

"Oğlum... Hoş geldin."

Babam gözlerimin içine delice bir özlemle bakarken annemin cesedi aramıza giriyordu. Bir türlü bu görüntüyü silip atamıyor ve babamın bakışlarımda aradığı evladı bir türlü kendi içimde bulamıyordum.

"Nasılsın?" dedim kuru, silik bir sesle.

"Eh işte... Sen nasılsın?"

Başımı salladım iyiyim der gibi. "Kilo vermişsin."

"Birkaç kilo... Pek fazla yemek yiyemiyorum hastalığımdan."

Ölecek dedi içimden bir ses. Bu duvarların içinde ölecek. Yoksa ben de babam gibi dört duvarın arasında mı öleceğim?

"Doktora götürdüler mi?"

Başını salladı. "Ne çare... Artık işim bitti. Belki bir dahaki ayı göremem. Haftaya yeniden gelemez misin?"

"İyi bak kendine. Gelebilirsem gelirim ama bekleme, işlerim çok yoğun."

Başını salladı. Öksürdü. Ağlayacağımı düşünmemiştim ama gözlerim doldu. Hemen arkamı dönüp dışarı çıktım. Sisli hava iyice içimi kararttı. Son kez arkamı dönüp babamın mezarlığına baktım.

 

***

 

bölüm sonu.

 

 

Loading...
0%