Yeni Üyelik
6.
Bölüm
@ikraelse

"Seçimler, insanların tercihi olmasına rağmen, 'benim seçimim' diye bir şey yoktur. O seçim dediğimiz kavramı bile başka insanlar seçmiş ve kullanıma sunmuşken, gerçekten de kendimiz adına bir seçimimiz var mıdır bu dünyada?"
— Capriceli Aran, Düşünce Atlası’ndan

✨✨✨✨✨✨✨✨

İmparatorluk Yılı 1898,25 Nisan

Silvanor Sarayında bir adım bir adımı takip ediyordu. Hizmetçiler kendilerine verilen emirleri son hızla gerçekleştirmeye çalışırken kahya Alfonzo hazırlığı denetliyordu. Herhangi bir eksiklik olmamalıydı nitekim Avaluna İmparatorluğundan bir saray heyeti geliyordu. Heyetin başında veliaht prensin de olmasından dolayı her şey birçok kere kontrolden geçiyordu.

Alfonzo ve çalışanlar önemli ziyaret için durmak bilmeden çalışırken krallığın üç prensi de bu ziyaret için farklı şeyler düşünüyorlardı. İlk prens Orland Martin Silvanor bu ziyareti varislik savaşlarında konumunu daha da güçlendirmek için paha biçilmez bir şans olarak görüyordu. Veliaht prensi kendi tarafına çekerse hem şans hem de şöhretin ondan yana olacağını düşünüyordu.

Orland'ın dünyası, sadece Orland'dan ibaretti. Adı üstünde, Orland'ın dünyası.

İkinci Prens Jace Otto Silvanor ise ziyarete gelen prens ve prenseslerden bir şeyler öğrenmeyi umuyordu. Hayatta en önem verdiği şeyin sürekli kendini geliştirmesi olduğunu söylemek yanlış olmazdı. Bu sebepten de dolayı Orland hala veliaht prens olamamıştı. Başardıklarıyla akılda hep bir "acaba" sorusu bıraktığından krallığın veliahtı belirlenememişti.

Jace için yeni bilgiler öğrenmek, saygın olmaktan daha öncelikliydi. Kendini geliştirdiği vakit, saygın olmasa da olurdu.

Üçüncü Prens Tobias Russel Silvanor'un tek isteği ise bu ziyaretin sorunsuz geçmesiydi. Rahat bir hayat, onun en büyük isteğiydi. Sırf bu yüzden de taht hakkından vazgeçmişti. Bu hamlesiyle krallık bir süre onu konuşmuş olmasına rağmen, Orland ve Jace'in taht savaşı onlara daha ilginç gelmiş olacak ki bir süre sonra yaptığı unutulmuştu bile.

Tobias, bir prens olmasına rağmen kendi deyimiyle sıradan birisiydi. Sıradan birileri kral olmazdı ve rahat bir yaşamın zevkini sürmek isterlerdi.

Kahya ve diğerleri, durmak bilmeyen çalışmalarının sonuna gelmişlerdi. Artık, son kontroller yapılırken, kahya da durumu bildirmek için kral ve kraliçenin yanına gidiyordu. Alfonzo, kahyalık hayatında birden fazla kez böyle önemli ziyaretleri düzenlemesine rağmen, hiçbirinde Avaluna İmparatorluğu'nun ziyaretlerindeki kadar ip üstünde yürüdüğünü hatırlamıyordu.

Gergin hisseden sadece kahya değildi. Sarayın tüm çalışanlarından krala kadar herkes gergindi. Gerginlikleri normal karşılanabilirdi öyle ki tüm kıtayı fethetmiş bir imparatorluğun heyeti saraylarına adım atacaklardı. Kral Fernando ve kraliçe Celia çalışma odasında heyetle ilgili hazırlıklara ve konuşulacak konulara bakarken kapının arkasından bir ses duyuldu: ”Majesteleri, bendeniz Alonzo. Size heyetle ilgili hazırlıkların son durumunu haber etmeye geldim.”

Kral Fernando tok bir sesle 'Gir.' dedi. Alfonzo odaya girdikten sonra eğilerek “Majesteleri, hazırlıklar sorunsuz bir şekilde tamamlanmıştır.” dediğinde kraliçe Celia “Gayretleriniz için hepinize teşekkür ederim.” ardından eşine bakarak “Umarım ziyaret sorunsuz bir şekilde geçer” dedi.

👑👑👑👑👑👑

Hannes Armand Claire De Luna

Yolculuğa çıkalı tam sekiz gün olmuştu. Yolculuk boyunca aklımda hep bir 'neden' sorusu dönüyordu. Seçilme nedenimi bilmiyordum, belki de bir nedeni bile yoktu. Her zamanki gibi, prens olarak yapmam gereken görevlerde rastgele seçilmiştim.

Ne istediğimi açıkça bilmiyordum. Bir tarafım, sarayda günlerini kitap okuyarak ve ata binerek geçiren Hannes olmak isterken, diğer tarafım, gönderilmeye değer olduğu için gönderilen Hannes olmak istiyordu. Hangi Hannes olmak istediğimi henüz tam olarak bilmiyordum; ancak emin olduğum tek bir şey vardı, o da birileri için gerekli olmak istediğimdi. Birileri çıksın ve 'Bu işi Hannes yapar, ben eminim,' desin istiyordum.

Kafamdaki düşüncelerle cebelleşmeye o kadar dalmıştım ki vardığımızı fark etmemiştim. Beni kendime getiren şey yanımda oturan Dax abimin beni hafif sarsarak kendisinin sert görünüşüne rağmen hala bana garip gelen naif ve derin sesiyle “Armand, geldik” demesi olmuştu.

Atlı arabadan indiğimizde, bizi mükemmel bir karşılama bekliyordu. En önde Silvanor kraliyet ailesi vardı; onların arkasında ise hizmetçiler, iki tarafta sıralanmış ve eğilmiş bir şekilde duruyorlardı. Bir tarafın en önünde baş hizmetçi, diğer tarafında ise baş kahya bulunuyordu.

Ben etrafı incelerken büyük ağabeyim Alaric, Kral Fernando ile selamlaşmıştı. Kral büyük bir coşkuyla ağabeyimin elini sıkıp "Majesteleri, ülkemize hoş geldiniz. Ziyaretinizden büyük onur duyuyoruz. Umarım heyetinizle birlikte burada keyifli günler geçirirsiniz." dedi. Bunları söylerken yüzündeki gülümseme bir kez bile kaybolmamıştı. Kralı tam anlamıyla tanımadığımdan dolayı bu gülümsemelerin gerçek olup olmadığıyla alakalı bir fikrim yoktu. Belki tamamen içten bir gülümsemeydi belki de hepimiz de olduğu gibi sayısız maskelerinden birini yüzüne geçirmişti.

Heyette toplam beş kişiydik: ben, büyük ağabeylerim Alaric ve Dax, ve ablalarım Nyssa ve Jia. Alaric, Dax ve Jia, konumları dolayısıyla Silvanor kralı ve diğer yetkililerle politik konuları tartışacaklardı. Nyssa ablam daha çok arkeolojiye duyduğu ilgiden ötürü burada olduğuna emindim. Silvanor da birçok harabe bulunmakla beraber önde gelen arkeologların en çok bulunduğu yer burasıydı. Benim içinse söylenecek bir şey yoktu; burada tam anlamıyla rahat hissedemeyecek olsam bile, günümü tekrar kitaplar ve atlarla geçirmeye çalışacaktım.

Silvanor, tarih kitaplarına göre Avaluna henüz küçük bir krallık iken ilk katılan yerdi. Hiçbir şekilde karşı koymadan teslim olmuşlardı. Çoğu kişiye göre bunun sebebi o zamanki Kral Walter'ın pasif bir kişi olmasından kaynaklanıyordu; daha ileriye gidenlerin tabiri ise Walter'ın tam bir korkak olması ve şans sayesinde kral olmasındandı. Gerçekten de Kral Walter, tahtın en gözde varisi olan ağabeyi Austin'in ani ölümü nedeniyle tahta geçebilmişti; başka bir kardeşi de yoktu zaten.

Silvanor, ılıman bir iklime sahipti, ne çok sıcak ne de çok soğuk oluyordu. Bu özellikleri onları asillerin, burjuvaların ve daha çok kimsenin tatil yeri haline getiriyordu. Başlıca gelir kaynaklarının bu olduğunu söyleyebilirdim ve daha önce söylediğim: HARABELER. Arkeologundan tutun da yazarlarına kadar bir çok kesimin gözdeleriydiler. Tabii ki bunlara Nyssa ablam gibi harabe, anıt bu tür şeylerden hoşlanan insanları da ekleyebilirdiniz.

Bizim için hazırlanan ziyafete geçerken hala sarayın ihtişamlı görünüşü gözümün önünden gitmiyordu. Bir tepeye inşa edilmiş, ağaçlarla çevrili olmakla beraber çok katlı ve birbirine bağlı taş binalardan oluşuyordu. Kemerli pencereler dikkat çekiyordu. Saray, huzur verici görüntüsünün yanında ihtişam ve zarafete de sahipti.

Masaya otururken hiç beklemediğim bir olay olmuştu. Başından beri bana soğuk davranan Silvanor krallığının ilk prensi Orland, benim sağ yanımdaki sandalyeyi otururken biraz bana doğru dönerek ve hiç bir duygu barındırmayan gibi gözükse de küçümseme dolu bir sesle, "Senin gibi bir vasfı olmayan bir prensin benim gibi ileride kral olacak birinin yanına oturması oldukça aşağılayıcı bir durum. Yanına oturmamı hayatındaki ilk başarı olarak sayabilirsin." Daha da sessizleşerek, "Ne mutlu senin adına!"diyerek konuşmasını bitirmişti.

Donmuştum. Aklıma cevap olarak bir sürü şey geliyordu ancak tek kelime dahi edemiyordum. Bu durum korktuğumdan değildi. Aklım cevaplar karmaşasına dönmüşken böyle bir şeyle ilk defa karşılaştığımı fark ettim. Asiller ve diğer insanlar elbette bana küçümseyici bakışlarla bakıyorlardı küçüklüğümden beri böyleydi bu ancak hiçbiri bana bu şekilde bir ifade de bulunmaya kalkmamıştı. Ben az önce ilk defa hakarete uğramıştım.

Ben hala aynı pozisyondayken sol tarafımda derin bir nefes alma sesi duydum. Jia ablamın olmalıydı çünkü sol tarafıma da o oturmuştu. Bir an prens Orland'ın bana söylediklerini duydu mu diye düşündüm ancak prens oldukça sessiz söylemişti. Duymasının imkanı yoktu bu nedenle düşüncelerimden vazgeçmiş, sol tarafıma bakma gereği duymadan aklımda hala süregelen karmaşa ile baş başa kalmıştım.

Loading...
0%