Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.bölüm (bir çift bal rengi göz)

@ikranur6285

 

Yıllar önce verdiğim bir karar beni nasıl bir insana dönüştürmüştü? Artık bunun cevabını ben bile bilmiyordum...

 

Dönüştüğüm kadın çok güçlü ve acımasızdı. Öyle ki bazen ben bile kendime şaşırıyordum. Yıllarca aldığım eğitim de bir hayli zordu ama buna değmişti. Şu an dönüştüğüm kadını seviyordum

 

“Bunu nasıl yaparsın yonca?” diye bağırdı Müdür’üm düşüncelerimden arındım ve ela rengindeki ki gözlerimi ona diktim. Yıllar onu da değiştirmişti tanıştığımız günün aksine gür siyah saçlarının hepsi beyazlamıştı. Yüzünde oluşan kırışıklıklar her geçen gün artıyordu ama bunlara rağmen hala omuzları dikti ve sesi gürdü.

 

“Bitti mi?” dedim onun aksine sakin bir ses tonu ile. Müdür dişlerini sıktı umursamaz tavrım onu delirtiyordu. Ama bu umursamazlığı bana o öğretmişti. Ellerini sertçe masaya vurdu ve öfkeden kıpkırmızı olan yüzünü yavaş yavaş yüzüme yaklaştı. Şu an ki hali delirmiş bir boğadan farksızdı nefes alışverişini yüzüme çarpıyordu.

 

“Ekip arkadaşlarını yakalata bilirdin herkesi tehlikeye attığının farkında mısın?” dedi bağırarak gür sesi kulaklarıma ulaştığında yüzümde alaycı bir tebessüm oluştu. Bu gülümsemeyi ne zaman yapsam müdürü delirtecek bir şeyler söylerdim ve odadan çıkmamı isterdi. Tahminen yine aynısını olacaktı çünkü pek çenemi kapalı tutabilen biri değildim.

 

“Ama yakalanmadık” dedim rahat bir tavırla bakışlarım Müdür’ün anlında ki kendini ortaya çıkarmaya başlayan damara kaydı. Sinirden köpürüyordu ve bu da benim hoşuma gidiyordu. Elini kaldırdı işaret parmağı ile kapıyı gösterdi.

 

“Çık odadan” diye bağırdığında ayağa kalktım ve yavaş adımlarla kapının önüne geldim. Kapıyı açtığım gibi odadan çıktım. Derin bir nefes verdim. Bu adam yaşlandıkça çekilmez bir hal alıyordu! Aniden başıma giren ağrı ile yüzümü buruşturdum. Sağ elimle anlımı ovdum bu aralar çok sık olan baş ağrıları yüzünden kafayı yiyecektim. Bu seferki çok şiddetliydi ve ilaç ile de geçecek gibi değildi.

 

“Yine olmayan migrenin mi tuttu?” diye alaycı bir ses duyduğumda. Bakışlarım karşımda ki yavşak gülümseme ile duran Can’ı buldu. Üzerine yapışan siyah tişört giymişti bu dar giyimi yüzünden tüm kasları adeta ben buradayım der gibiydi. Altına giydiği siyah eşofman ile rahatlığını gözler önüne sermişti. Neredeyse bir seksen olan uzun boyu, siyah saçları onların tam aksi olan buz mavisi gözleri vardı. Her kızın hayalinde ki bir erkekti tabii boş çenesi olmasaydı daha iyiydi. Can ekip lideriydi ve yıllara dayanan bir arkadaşlığımız vardı. Dik dik bana bakıyordu cevap vermeden arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Oda koşar adımlarla yanıma ulaştı ve adımlarıma ayak uydurmaya çalışarak yanımda yürüdü.

 

“Kesin müdürden bir ton laf yedin” dediğinde yine boş çene çalacağını anladım. Cevap vermedim bunun yerine adımlarımı hızlandırdım. Bir kaç saniye sonra tesisten dışarı çıktım. Temiz hava ciğerlerime dolarken ceketimin cebinden ilacımı çıkardım. İlk geldiğimiz yıllarda profesörlerin verdiği ilaçlardı bunlar. Bize iyi geleceğini söylemişlerdi. Kapsülün içinden iki tane ilacı çıkardım ve direkt ağzıma attım su olmadan tekte yuttum. Bünyem artık alışmıştı buna.

 

“Çok fazla dozda ilaç kullanıyorsun biraz azaltman gerekiyor” diye altın öğütte bulundu can. Göz ucu ile ona baktım buz mavisi gözleri ile melül melül bana bakıyordu. Cebimden bir paket sigara çıkardım içinden bir dal alıp dudaklarımın arasına yerleştirdim. Çakmağımı çıkardım ve ucunu alevlendirdim. Derin bir nefes çektim içime zehirli duman akciğerlerimi doldururken sigarayı parmaklarının arasına alarak dumanı havaya üfledim. Duman mavi hava ile karışırken Can’ın sesini duydum

 

“Yuh! Bugün ki kaçıncı sigaran bu senin?” dedi tahammülsüzce nefesimi verdim bu çocuk susmuyordu! Boşta kalan elimin işaret ve orta parmağı ile şakaklarımı ovdum. Bu baş ağrısı migrene bedeldi resmen.

 

“Can biraz daha konuşursan dilini koparırım” dedim ciddi bir ses tonu ile bunu yapacağımı biliyordu. Can’ın sesli şekilde yutkunduğunu duydum. Sigaramı dudaklarımın arasına götürdüm ve içinden derin bir nefes daha çektim.

 

“Esra’nın bu akşam ki düğününe geliyor musun?” dedi bu seferde sıkıntı bir şekilde nefes çektim içime. Bu çocuk sus kelimesinden anlamıyordu gerçekten. Sigaramı dudaklarımın arasından çektim ve dumanı tekrardan mavi gök yüzüne üfledim. Esra ekibin bir üyesiydi bir kaç ay süren bir nişanlılığın sonunda evlenme kararı almıştı.

 

“Bakarız” dedim kısa keserek elimde ki bitmek üzere olan sigarayı yere attım. Ve siyah botlarımla ezdim.

 

“Esra’nın seni orda görmek istediğini biliyorsun” dedi bakışlarımı yerden kaldırdım ve Can’ın buz mavisi gözlerine baktım. Dedikleri doğruydu Esra benim gelmem için bir haftadan başlayan bir savaşı vermişti ve bu savaşa en sonunda yenilmek zorunda kalmıştım. Çünkü peşimden asla ayrılmıyordu ne eğitim de, ne de yemekhane de iken.

 

“Gelirim” dedim düz bir sesle ardından yürümeye başlayarak Can’ı arkamda bıraktım. Yıllar çok çabuk değiştirmişti beni zaten değişmek de istiyordum. Çalıştığım bu tesis’in asıl olayı şuydu. Kaçak iş yapan kişilerin mallarını alıyorduk ve devlete teslim ediyorduk. Şu ana kadar birçok uyuşturucu, silah gibi şeyler ele geçirmiştik.

 

Motoruma bindiğim gibi çalıştırdım ve gaza sonuna kadar basarak hızla tesisin oluşturduğu dört duvarları arasından çıktım. Tesis şehir dışındaydı ve çok iyi şekilde korunuyordu. Diğer ekip üyeleri orda kalmak istedikleri için kalıyordu. Ama ben zaten her gün orda iken bide yedi yirmi dört kalmak istemediğim için şehir’ in sakin bir mahallesinde oturuyordum. İki buçuk saat’ in ardından oturduğum sitenin içine girdim. Park yerine ulaştığımda yavaşça motorumu park ettim.

 

“Yonca!” diye bağıran sinem teyzeyi duyduğumda bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdim. Yine sitede ki tüm kadınları toplamış çardak’ ta yemek yiyorlardı. Zaman yüzünden beyazlamış saçları ve yüzünde çıkan bir çok kırışıklıkları saymazsak oldukça tatlı biriydi. Üzerine giydiği mor çiçekli elbisesi ile her zamanki halinden asla ödün vermiyordu. Renkli bir kişiliğe sahipti ve bunu yansıtıyordu. Motor’umdan indim ve ona elimi kaldırarak selam verdim.

 

“Gelsene kızım bir şeyler ye” dedi hafifçe gülümseyerek kafamı hayır anlımda salladım.

 

“Yok sinem teyze sağ ol” dedim ve apartmana doğru ilerledim. Dış kapının şifresini girdikten sonra içeri girdim. Yavaşça merdivenlerden yukarı çıktım. Beşinci kata ulaştığımda kalp atışlarım çok hızlıydı bu benim için bir alışkanlık olsa da ara ara bu hale gelebiliyordum. Anahtarımı cebimden çıkardım ve yuvasına yerleştirdim çevirdiğim de kapı açıldı içeriye girdim. Kapıyı kapattığım gibi adımlarım yatak odasına doğru ilerledim.

 

Sırf Esra’nın bir haftalık ısrarı yüzünden katılacaktım o düğüne. Yatak odama girdiğimde odanın içinde ki ebeveyn banyosuna girdim. Üzerimde ki kıyafetleri bir çırpıda çıkardım ve kirli sepetinin üzerine fırlattım. Duşa kabine girerek suyu açtım ve bedenimi ılık suyun altında tuttum. Bakışlarım bedenimde ki bazı noktalarda olan kalıcı yaralara değindi. Bazen altında durduğum suyun sanki tüm yaşadıklarımı, izlerimi alıp gideceğini düşünürdüm.

 

Ama bu hep düşünce olarak kalırdı...

 

Kısa bir duşun ardından bedenimi havluya sardım saçlarımı kuruttum ve hemen banyodan çıktım. Boy aynalı ahşap geniş dolabımın önüne geçtiğim de aynadan kendime baktım. Küçük bir kız değil genç bir kadın vardı karşımda. Nefesimi verdim ve dolabımı açtım bakışlarımı bir süre dolabımda gezdirdikten sonra elime bir elbise aldım. Onu giyerek tekrardan aynada ki görüntüme baktım.

 

Siyah askılı göğüs dekoltesi olan belimden sonrasında genişleyen ve baldırıma kadar yırtmacı olan bir elbise giymiştim. Oldukça iyi görünüyordum elbise üzerime tam oturmuştu. Makyaj masama oturdum masanın üzerinde duran tarağı aldım yavaşça saçlarımı taradım. Uzun düz saçlara sahiptim bu da benim için iyiydi iki saat saç şekillendirme gibi bir derdim yoktu. Aynada ki bakışlarım masanın üzerinde ki kırmızı ruju kaydı onu elime aldım ve dudaklarıma sürdüm. Ama bakışlarım yüzümde ki çillere kayana dek keyfim gayet yerindeydi. Sıkıntılı bir nefes verdim.

 

Elimde ki ruju masaya bıraktım ve yüzümde ki çillere dokundum. Oldum olası yüzüm de ki bu çilleri sevmezdim. Bazılarına göre bu bana verilen bir lütuf olsa da bu şeyler benim için bir kabusun biletleriydi. Her zaman kapatırdım onları ve kimsenin haberi bile olmazdı çünkü buna izin vermezdim. Onları yok etmek için işlemler ve bir çok krem vardı fakat kullandığım ilaçlar yüzünden yüzümde ki bu lanet şeyler asla gitmiyordu. Resmen kalıcı bir hal almıştı akıl almaz bir şeydi bu artık!.

 

Derin bir nefes aldım ve masanın üzerinden kapatıcı alarak makyaj süngerin’ in üzerine biraz sürdüm. Ve yüzümde ki bu lanet çillerin üzerine uyguladım. Bir kaç dakika sonra yüzüm onlardan arınmıştı. Tebessüm ederek ayna’ ya baktım böyle daha iyiydi. Yüzüme birazda allık uyguladıktan sonra masadan kalktım. Yanıma küçük siyah çanta aldım ardından makyaj masamın çekmecesinden silah çıkardım. Baldırımın üzerine silahı koymak için kemer bağladım ve oraya yerleştirdim. Tedbirli olmak iyiydi nerde? Ne zaman? Ne olacağını bilemezdik öyle değil mi? Yatak odasından çıktım. Kapının önüne geldiğimde siyah topuklu ayakkabılarımı giyidim. Ve anahtarımı çantama atarak evden çıktım. Asansör ile aşağıya indiğim gibi dışarı çıktım fakat dışarda beklemediğim bir manzara ile karşılaştım.

 

“Senin burada ne işin var?” dedim rüzgar ellerini ceplerinden çıkardı ve bakışlarını bana çevirdi. Oda benim gibi siyah giyinmeyi tercih etmişti. Gömleğin kollarını kıvırmıştı buda mükemmel vücudunu ortaya çıkarmıştı. Koyu kahverengi saçları ve aynı renkte gözlere sahipti. Oda ekibin bir üyesiydi ve beş yıla dayanır bir arkadaşlığımız vardı. Tabii bana göre arkadaşlıktı bu ona göre ise bambaşka bir şeydi.

 

“Seni almaya geldim” dediğinde gözlerimi kıstım. Kim demişti ona gel beni al diye? Nefesimi verdim ne demişler üzümü ye bağını sorma.

 

“Peki” dedim daha fazla sorgulamayarak arabasının kapısını açtı. Bende tek kelime etmeden yolcu koltuğuna oturdum. Arabanın kapısını kapattı ve etrafında dolaşarak oda sürücü koltuğuna oturduğu an arabayı çalıştırdı.

 

“Düğün ormanlık bir alanda olacakmış” diye mırıldandı rüzgar. Esra ve doğa sevgisi o yüzden bunu fazla sorgulamamayı seçtim.

 

“Bugün ki yaptığın şey çok tehlikeliydi vurulma ihtimalin vardı neden kendini böyle bir riskin içine attın?” dedi sorgulayıcı bir ses tonu ile. Derin bir nefes aldım herkes bunu sorgulayıp duracak mıydı?

 

“Seni ilgilendirmez rüzgar” dedim onu tersleyerek sustu ve bakışlarını yola çevirdi. Bende aynısını yaparak oluşan sessizliğin mümkün olduğunca tadını çıkardım.

 

Birbirini kovalayan saniyeler ve dakikaların ardından düğünün yapılacağı yere gelmiştik. Arabanın kapısını açarak yavaşça indim. Bakışlarım düğünün yapıldığı yere kaydığında kocaman bir villa olduğunu gördüm. Üç katlı en üst katında kocaman bir balkonu vardı. Bakışlarımı etrafa çevirdiğimde dışarda koruma ordusu vardı resmen. Kaşlarımı çattım Esra kiminle evlenecekti böyle?

 

“Esra tam olarak kiminle evleniyor?”

 

“Bilmiyorum ama köklü bir aile olduğu kesin” dedi bakışlarımı ona ve çevirdiğimde oda aynı şekilde etrafa bakıyordu. İçime işlenen şüphe tohumları şimdiden filizlenmişti bile. Derin bir nefes alarak villaya doğru yürümeye başladım Rüzgar’da koşar adımlarla hemen yanıma ulaştı. Kapı’nın önüne geldiğimizde kapı da ki korumlar bizi baştan aşağıya süzdü.

 

“Davetiyeniz lütfen” dedi korumalardan biri rüzgar takım elbisenin iç cebinden ikimizin de davetiyesini çıkararak korumalara uzattı. Adam davetiyeyi eline alarak bir kaç saniye inceledikten sonra bize baktı.

 

“Üzerinizi aramamız gerekiyor efendim” dediğinde içimden küfürler sıraladım. Eğer üzerimi aralarsa silahı kolaylıkla bulurlardı. Ben bir şey demek için dudaklarımı aralamıştım ki rüzgar benden önce davrandı.

 

“Biz gelin hanımın özel konuklarıyız yani üzerimizi aramanıza lüzum yok” dedi rüzgar net bir şekilde korumalar birbirlerine baktılar ardından kafalarını sallayarak bize kapıları açtılar. İkimizde içeriye girdiğimizde yoğun ışıktan gözlerim resmen kör olmuştu. Elimi gözlerime siper ederek bu yoğun ışığı kendimce engellemeye çalıştım.

 

“Esra ve hiç şaşmayan gösteriş merakı” dedi rüzgar homurdanarak bakışlarımı etrafta gezdirdiğimde gelin ve damat masasında oturan Esra’yı gördüm. Üzerinde kabarık ve parıl parıl parlayan bir gelinlik vardı çok mutlu görünüyordu. Bakışlarımı gelin ve damat masasının hemen yanında ki masaya çevirdiğimde can ve Damla’yı gördüm.

 

Damla yüzünde ki dostane gülümseme ile Esra’yı izliyordu. Siyah saçlarını at kuyruğu yapmıştı. Üzerine giydiği yere kadar uzanan straplez koyu su yeşili tonlarda ki elbisesi beyaz teni ile birlikte mükemmel görünüyordu. Yuvarlak ve keskin yüz hatlarına uygun bir makyaj yapmıştı aynı renklerde yaptığı göz makyajı siyah gözleri bir tık olsun ortaya çıkmıştı mükemmel görünüyordu. Bakışlarım Can’a kaydığında ise klasik canı görüyordum. Eline aldığı mendil ile aynı çizgi film karakterleri gibi burnunu siliyordu. Üzerine giydiği siyah takım elbise ile oldukça yakışıklı görünüyordu. Rüzgar ile birlikte gelin ve damat masasına doğru ilerledik. Esra kafasını çevirip bize baktığında gözlerinin ardında ki ışıltı buraya kadar ulaşmıştı resmen. Sarı saçlarını maşa yaptırarak tatlı bir görünüm elde etmişti kendine. Kalp şekilde yüzüne simli gelin makyajını eksik etmemişti. Yaptığı ışıltılı makyaj soğuk sonbahar olan gözlerini ortaya çıkarmıştı. Buğday teni ve yıllara dayanan eğitimi sayesinde hoş fiziği ile gelinliği çok güzel taşıyordu.

 

“Yonca, rüzgar gelmişsiniz” dedi sevinçli bir şekilde onun yanına geldiğimizde Esra beni kendine çekerek sıkıca sarılmıştı. Burnuma dolan yoğun parfüm kokusu ile resmen olmayan astımım tutmak üzereydi. Kollarımı onun beline sardım ve hafifçe gülümsedim.

 

“Parfüm şişesine atlasaydın Esra” dediğimde kıkırdayarak benden ayrıldı ve aynı şekilde rüzgara sarıldı.

 

“Sizi kocamla da tanıştırayim”dedi rüzgardan ayrılırken. Hemen biraz ilerde biri ile sohbet eden adama doğru döndü.

 

“Mert canım buraya gelir misin?” dediğinde mert diye seslendiği adam ve yanında ki bize doğru döndüler. Bir kaç saniye bize baktıktan sonra ikisi de yüzlerine birer gülümseme yerleştirdiler ve yanımıza yaklaştılar.

 

“Koca’nın yanında ki kim? ”dedi rüzgar

 

“Kardeşi” dedi Esra adamlar çoktan yanımıza ulaşmışlardı bile. Mert denilen adam elini öne doğru uzattı

 

“Merhaba ben mert” dedi ses tonu oldukça net ve düzgündü bakışlarımı adamın yüzüne çevirdim. Siyah kısa saçları çok koyu olan kahverengi gözleri vardı hatta siyah bile denilebilirdi. Oldukça sağlıklı ve formda olan bir vücuda sahipti. Boyu bir doksan yedi vardı veya daha fazla da olabilirdi. Bakışlarım tekrardan gözlerine tırmandığında uzattığı elini tuttum.

 

“Ben de yonca” dedim gülümsedi ve kafasını sallayarak elini geri çekti. Bakışlarım bu seferde yanında ki adam ile buluştuğunda onun da bana baktığını gördüm. Oda elini bana doğru uzattı ama gözlerini, gözlerimden bir saniye olsun ayırmadı.

 

“Merhaba ben toprak” dediğinde adama baktım boyu sallasam bir doksan beş ya da iki metre arasındaydı bir yetmiş iki olan ben adama direkt misali bakıyordum. Siyah ve kahverengi arasında olan saçları ama onların tam aksini olan bal renginde gözlere sahipti. Gözlerini çerçeveleyen sanki rimel sürülmüş gibi uzun kirpikleri vardı. Düzgün ve biçimli bir buruna sahipti belirgin yüz hatları ve dolgun, kalın dudakları onu daha da çekici bir hale getirmişti. Vücudu can ve rüzgardan daha da iri yarıydı hay maşallah dedirtecek türdendi. Onu fazlasıyla incelediğimi fark edince uzattı elini tuttum.

 

“Ben de yonca” dedim toprak gülümsediğinde sanki bal renginde ki gözleri parlamış gibiydi.

 

“Memnun oldum yonca” dediğinde ona cevap vermek için dudaklarımı aralamıştım ki rüzgar araya girdi

 

“Bizde bi tanışalım bakalım toprak” dediğinde toprak elimi bıraktı ve rüzgarın elini sıktı. Rüzgarın bu hareketine bir çok anlam yükleyebilirdim tabi amacını bilmeseydim.

 

Tanışma faslını atlattıktan sonra rüzgar ile birlikte yavaş adımlarla masamıza doğru ilerledik. Damla bakışlarını bize çevirdiğinde yüzünde ki sıcak gülümseme genişlemişti. Sandalyemi çekip oturdum rüzgarda hemen yanıma oturmuştu.

 

“Arkadaşının düğününde bile neden silah taşıma gibi bir şey yaptığını sorabilir miyim? ”dedi sessizce göz ucu ile ona baktığımda dibime kadar girdiğini gördüm. Bakışlarımı hızla önüme çevirdim ve masamıza konulan viski bardaklarından birini aldım.

 

“Her an her şey olabilir” dedim çünkü bana böyle öğretilmişti. Gözünü dört düşmanın seni hazırlıksız bulduğu her anda yok edebilir. Bu sözler hep kulağımda yankılanmış ve bana ezberletilmişti. Viskimden büyük bir yudum aldığım sırada elbisenin yırtmacı yüzünden açıkta kalan bacağımda hissettiğim el ile kaşlarım anında çatılmıştı. Viski bardağını dudaklarımdan ayırdım ve bakışlarımı yanımda ki rüzgara çevirdim. Silahımı koyduğum kılıfımı aşağıya çekiştirip düzelttiğini gördüm.

 

“Müdürün bize öğrettiği onca saçma kurallardan birisi sadece” dedi gülümseyerek kaşlarımı çatarak ona bakmayı sürdürdüm ona böyle gelebilirdi ama ben öğrendiğimden şaşmayan birisiydim.

 

“Ayrıca her zaman diyorum ve demeye de devam edeceğim gibi görünüyor şu kılıfı biraz aşağıda tak kabak gibi belli ediyorsun silah taşıdığını” dedi gülerek işi bitince açıkta kalan bacağımı elbisemin eteğini ile örttü. Bu hareketine tek kaşımı kaldırarak baktığımda ise omuzlarını indirip kaldırdı.

 

“Bu kadar bıktıysan bir daha yaptığım yanlışları düzeltmeye çalışma rüzgar zaten senden de bunu isteyen yok” dedim ve viskimden son yudumu mu alarak masaya bıraktım. Ben sanki onun bedenime dokunmak için an kolladığının farkında değilmişim gibi davranıyordu. Cümlem yüzünden kaşlarını çatarak bana baktığında tam bir şey demek için dudaklarını aralamıştı ki Can’ın burnunu silme seslerini duyduk. Rüzgar gözlerini kapattı ve sabır istercesine nefes aldı.

 

“Can artık zırlamayı kesecek misin?” dedi homurdanarak.

 

“Anlayamazsınız siz beni kaç yıllık arkadaşım gözümün önünde gidiyor” dedi ardından dertli dertli dizlerine vurdu kafasını ard arda sağa sola salladı.

 

“Gitti gitti gül gibi arkadaşım kocaya gitti” dedi yaşlı teyze edasıyla adam elinden gelse ağıt yakacaktı resmen. Can durdu ve burnunu sildiği mendilin diğer ucu ile akmayan göz yaşlarını silmeye kalkıştığında elinde ki mendili hızla çekip aldım.

 

“Pis herif” dedim sesimi yükselterek bir kaç kişinin bakışları bize dönmüştü fakat bu pek umurumda değildi. Hızlıca önümüze konulan peçetelikten ona başka bir peçete uzattım.

 

“Bu çocukta hijyen denilen şey gerçekten yok” dedi damla yüzünü buruşturarak. Can uzattığım peçeteyi aldı ve tekrardan burnunu sildi.

 

“Adam elinden gelse şuracıkta Esra evlenmesin diye bayılma taklidi yapacak ne hijyeninden bahsediyorsun?” dedim Can’a bakmaya devam ederken. Ortama dolan müzik ile hepimizin sesleri anında bıçak gibi kesilmişti. Bakışlarımı piste çevirdiğimde bir kaç kişinin kalkıp dans ettiğini gördüm. Benim kaçmam için mükemmel bir fırsattı bu sandalyemi geriye iterek yavaşça ayağa kalktım herkesin bakışları anında bana dönmüştü.

 

“Ben bi sigara içip geleceğim” dedim ve çantamı alarak onların yanından uzaklaştım. Bu kadar ses benim için gerçekten fazlaydı biraz sessizliğe ihtiyacım vardı. Yukarıya doğru uzanan merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım düğün salonunun dışında içerde sıkılan bir çok erkek vardı. Ve istediğim sesiz ortam kesinlikle orası değildi.

 

Yukarı çıktığımda bir kaç koruma olmasını bekliyordum ama şaşırtıcı bir şekilde yoklardı. Uzun koridorda bir dakikalık kısa bir yürüyüşün ardından koridorun sonunda ki kapıdan içeriye girdiğimde soğuk hava bedenime iğne gibi batmıştı. Kapıyı arkamdan kapattım ve balkon sütunlarına doğru ilerledim.

 

Temiz hava ve orman manzarası mükemmel bir ikiliydi çantamın içinden sigara paketimi çıkardım ve içinden bir dal sigara alarak dudaklarının arasına yerleştirdim. Ardından çantamdan çakmak çıkararak sigaranın ucunu alevlendirdim tüm eşyaları çantama yerleştirdikten sonra dirseklerimi sütunlara yasladım ve sigaramdan derin bir nefes çektim içime etrafa bakındım. Anladığım kadarıyla burası villanın arka tarafında ki balkondu ve manzarası oldukça güzeldi.

 

“Manzarası çok güzel değil mi?” diyen birinin sesini duymamla sigaramı parmaklarımın arasına aldım. Ve zehirli dumanı yuttum kafamı sesin geldiği tarafa çevirdiğimde o bal renginde ki gözler ile karşılaştım. Toprak elini cebine yerleştirmiş yüzünde ki gülümsemesi ile yanıma kadar gelmişti.

 

“Öyle” dedim kısa keserek ardından sigaramı tekrardan dudaklarımın arasına yerleştirdim ve içinden derin bir nefes çektim. Toprak ellerini ceplerinden çıkardı oda benim gibi dirseklerini sütunlara yasladı. Dudaklarımın arasında ki sigarayı parmaklarımın arasına aldım ve zehirli dumanı bu sefer havaya üfledim.

 

“Normalde buraya çıkmak yasaktı aslında” dedi toprak mırıldanarak biten sigaramı sütunların üzerine bastırarak söndürdüm.

 

“Ben buraya giremezsiniz diyen bir koruma veya çalışan görmedim” dedim ciddi bir şekilde. Göz ucu ile Toprak’a baktığımda onun da bana baktığını gördüm. Gözlerimiz buluştuğunda bal renginde ki gözlerinin içi parlıyordu. Mert’in gözleri siyahken onun gözleri nasıl böyle güzel bir renge sahipti? En güzel geni kapmış derim ben buna.

 

“Haklısınız”

 

“Sigara içmek için mi geldiniz?” dediğimde hafif bir tebessüm oluştu dudaklarında kafasını sağa sola salladığında önüme döndüm. Buraya sessizlik için gelmiştim güya. Ama bu yanımda ki adam ve buradan bile duyulan müzik yüzünden artık pek mümkün olmamaya başlamıştı.

 

“Sesten rahatsız olduğum için geldim sizi rahatsız ediyorsam gidebilirim” dedi oldukça kibar bir ses tonu ile. Tam da üstüne basmıştı.

 

“Çok iyi olur” dedim bakışlarımı ormandan ayırmayarak.

 

“Pekala” dedi ve onun yavaş yavaş uzaklaşan adım seslerini duydum. Ama bir ses daha girmişti bu ayak seslerinin arasına. Balkon kapısının çarparak kapandığını duymamla hızla arkamı döndüm. Toprak kapının kollarından tutmuş kapıyı açmaya çalışıyordu.

 

“Ne oldu?” dediğimde öfkeyle bıraktı kapı kollarını.

 

“Sıkışmış açılmıyor” dedi öfkeyle kaşlarımı çatarak ona bakmaya devam ettim ne demek açılmıyor? Hızlı adımlarla kapının önüne geldim ve çekiştirerek kapıyı açmayı denedim ama gerçekten de sıkışmıştı.

 

“Boşuna uğraşma bu kapı hep böyle bir kaç saate birileri bizi bulacaktır” dediğinde onu dinlemedim kapı kollarını bıraktım ve iki adım gerileyerek uzaklaştım. Ardından ayağımı kaldırarak kapıya sert bir tekme indirdim ama buna rağmen kapı açılmamıştı bu nasıl kapı lan? Demirden mi yaptılar bunu da açılmak bilmiyor? Öfke vücudumun her bir yanına iğne gibi batmaya başlaması ile Toprak’a baktım. Dudaklarını aralamış bir şekilde bana bakıyordu .

 

“Ne diye öyle bakıyorsun? Burası senin evin değil mi? Bu kapının da bir zahmet nasıl açılacağını biliyor olmalısın” dedim öfkeli bir ses tonu ile

 

“Biraz sakin ol, bu kapı kapandığı zaman sadece içerden açılabiliyor bunun içinde birinin bizi bulması gerekiyor” dediğinde gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım aman ne güzel bak şimdi içime sular serpilmişti! Arkamı döndüm ve sütunların üzerine bıraktığım çantama doğru adım atmak üzereyken durdum.

Çantam neredeydi? Bir dakika önce burada değil miydi bu? Hızlı adımlarla sütunlara yaklaştım. Kafamı eğip aşağıya baktım fakat karanlıktan dolayı hiç bir şey görünmüyordu.

 

“Siktir” diyerek mırıldandım ve geri çekildim nasıl aşağıya düşmüştü bu? Kalçalarımı sütunlara yasladım işaret ve baş parmağım ile burun kemerlerimi ovdum. Esra senin evleneceğin kişiyi de evlenmek için seçtiğin yerinde gelmişini geçmişini...

 

“Telefonun yanında mı?” dedim ellerimi burun kemerimden çekerek. Toprak kafasını olumsuz anlamda sağa sola salladığında öfkeli bir şekilde nefesimi verdim. Bu adam ne halt etmeye buradaydı lan o zaman.

 

“Düğün ne zamana biter?” dedim bıkkın bir şekilde. Toprak kolunda ki saate bir saniye sonrasında ise tekrardan bakışlarını gözlerimin içine dikti.

 

“Dört saate”

 

“Dört saat mi?” dedim sesimi yükselterek.

 

“Normal bir düğün için normal bir saat niye buna bu kadar çok şaşırdın ki?” dedi ciddi bir şekilde. Adama bak lan normal düğün saatlerini hesaplayıp gelmiş bana normal diyor.

 

Psikopat!

 

Ellerimi saçlarımdan geçirdim ve oflayarak yere oturdum şu an tesiste olup çalışmak isterdim açıkçası.

 

“Kaç yaşındasın?” dedi toprak gözlerimi kapadım ve kafamı geriye atarak arkada ki sütunlara yasladım.

 

“Yirmi dört” dedim sakin bir şekilde

 

“Bende yirmi sekiz senden biraz büyük sayılırım” dedi gülerek. Komik olan neydi şimdi? Yaşının büyük olduğunu öğrenmek ona komik geliyorsa bir psikoloğa gitse çok iyi olurdu.

 

“Ne işte çalışıyorsun?”

 

“Güzellik merkezi işletiyorum” dedim aynı sakinlik ile tesisin bizim için ayarladığı işler vardı maksat ajan olduğumuzu gizlemekti. Can bir şirkette yazılımcılık yapıyordu, Esra ana okul öğretmenliği yapıyordu, rüzgar kendi restoranın da baş aşçıydı, damla ise doktorluk yapıyordu. Hepimizin basit ama güzel işleri vardı

 

“Öyle mi? Küçük kız kardeşim bu tür işlere çok meraklı birisidir” dediğinde kafamı yavaşça aşağı yukarı salladım. Başıma şiddetli bir ağrı girmişti bedenim yavaş yavaş uyuşuyordu. İlaçlarımı kullanmadığım için bedenim ters bir tepki gösteriyordu sanırım.

 

“Yonca sen iyi misin?” dedi toprak kafamı sallamak ile yetindim ama iyi falan değildim. Gözlerim yavaş yavaş kapanmak üzereydi ama ben açık kalmaları için mücadele veriyordum.

 

“Pek iyi görünmüyorsun bir sorun mu var?” dedi toprak ama sesleri artık kulaklarıma uğultu gibi geliyordu. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken kendimi karanlığın kollarına teslim etmek zorunda kaldım...

 

                                             🔥

 

Gözlerimin üzerinde ki ağırlık bir buhar gibi yok olduğunda zorlukla aralayabildim gözlerimi. İlk gördüğüm şey beni şaşırtmamıştı hala balkondaydık ama şaşırdığım nokta şuydu üzerimde kollarımı saran bir kumaş parçası vardı. Kafamı eğerek baktığımda ise üzerime örtülen bir ceket olduğunu gördüm kaşlarımı çattım kimindi bu?

 

“Uyandın mı?” diyen sesi duymamla kafamı kaldırarak tepemde dikilen Toprak’a baktım. Dirseklerini sütunlara yaslamış dışarıya bakıyordu.

 

“Ne kadar zamandır uyuyorum ben?”

 

“On beş dakikadır” dedi toprak sıkıntılı bir nefes verdim. Gerçekten burada zaman durmuş gibiydi bir türlü geçmiyordu saatler. Bir anda kapı büyük bir gürültü ile açıldığında ikimizde bakışlarımızı oraya çevirdik. Karşımda bir eli kapı kulpunda ama gözleri bizde olan rüzgar vardı.

 

“Neredeydin sen?” dedi nefes nefese bakışlarımı ondan ayırdım ve karşımda ki Toprak’a baktım. Üzerime bıraktığı ceketi çıkartıp ona uzattım.

 

“Ceket için teşekkür ederim” dedim toprak bir bana bir de cekete baktı ardından tebessüm ederek ceketi elimden aldı.

 

“Rica ederim yonca” dediğinde kafamı hafifçe salladım ardından önüme döndüm ve yavaş adımlarla rüzgarın yanından geçerek balkon kapısından çıktım. Ben çıkar çıkmaz rüzgarda arkamdan geldiğini adım seslerinden duydum. Bir anda kolumdan tutarak beni kendine çevirmesi ile gözlerim koyu kahverengi gözleri ile buluştu. İçlerinden resmen öfke fışkırıyordu.

 

“Aradım o kadar neden açmadın?” dedi sert bir ses tonu ile bakışlarım kolumu tutan elindeydi. Derin bir nefes aldım onu daha önce bu konu da uyarmıştım. Kolumda ki elini sertçe tuttum ve çektim.

 

“Bir daha sakın bana dokunma” dedim tehditkar bir ses tonu ile. Rüzgar afallamış şekilde bana bakıyordu bir şey demek için dudaklarını aralamıştı ki. Ben ona arkamı döndüm ve hızlıca merdivenlerden aşağıya indim. Onun kıskançlıklarını çekemeyecektim. Düğünün yapıldığı salona geldiğimde hiç kimseye bir şey demeden çıkışa doğru yöneldim. Bana bugünlük bu kadar eğlence yeterliydi dışarı çıktığım an adımlarımı hemen arka bahçeye yönelttim. Çantam hala orda olmalıydı yavaş adımlarla arka bahçeye ilerledim ama oraya vardığımda beni başka bir şey karşıladı.

 

“Mallar gelmiş mi peki?” diyen bir adamın sesini duymamla hemen evin duvarına sindim. Bu da kimdi böyle?

 

“Gelmiş efendim eğer beğenirseniz serpiente negra sizinle daha çok işbirliğinde bulunmak istediğini söyledi” dedi bir başka kalın erkek sesi serpiente negra İspanyolca da kara yılan demekti. Kaşlarımı çattım İspanyol kaçak silah satan bir tek köklü aile vardı. Ama buraya kadar nasıl getirmişlerdi bu malları? Deniz, kara ve hava yolları bizim gözetimimiz altında korunuyordu. Ya bir eşyanın içine konmuştu ya da en küçük kargaşada bundan yararlanıp bir şekilde sokulmuştu.

 

“Güzel serpiente negra selamı mı iletin onunla çalışmak için sabırsızlanıyorum” dedi adam gülerek ardından adım seslerini duymamla sindiğim duvardan ayrıldım ve kafamı uzatarak oraya baktığımda kimsenin olmadığını gördüm. Neredeydi bu adamlar? Yavaş adımlarla oraya doğru ilerledim ama görünürde kimse yoktu ayağıma çarpan şey ile durdum ve kafamı yere eğdim.

 

“Sonunda” diyerek eğildim ve yerden çantamı aldım. Geri doğruluğum da üzerinin çamur olduğunu gördüm ama bu pek sorun değildi. Aklım hala az önce duyduğum konuşmadaydı serpiente negra buraya kadar mal sokabildiyse bağlantıları güçlü birinden yardım almış olmalıydı ama kimdi bu? Bunu öğrenecektim işte.

 

Arka bahçeden ayrıldım ve tekrardan on bahçeye geldiğimde kapının önünde beni bekleyen rüzgar, can ve damlayı gördüm. Kaşlarımı istemsizce çatıldı daha düğünün bitmesine vardı neden bu kadar erken çıkmışlardı? Hızlı adımlarla yanlarına gittiğimde hepsinin bakışları bana döndü.

 

“Ne oluyor?” dedim merakla rüzgar ve damla birbirlerine baktılar can ise sıkıntılı bir nefes verdi.

 

“Müdür bizi çağırıyor sanırım büyük bir sorunumuz var” dediğinde durumu hemen anlamıştım ya az önce ki duyduğum konuşma ile ilgiliydi bu durum ya da başka bir şeydi. Bunu ancak gidince öğrenecektik.

 

Ama bilmiyordum ki bizi uzaktan izleyen bir çift göz ve bileğinde yılan dövmesi olan bir adamın olduğunu.

 

__________________________________________

 

Helloooooooo

 

Duygusuz’un ilk bölümü ile hayırlı uğurlu olsun diyorum

 

Evvet karakterimiz yonca size bir yerden tanıdık geliyor mu?

 

Bana geliyor biraz😁

 

Bölümü beğenmeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın 💜💜

 

Seviliyorsunuz 🌙🌙

 

Instagram: ikonun_kitaplarii

Tiktok: ikranur6285

 

Loading...
0%