Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.bölüm (sokakta bir kadın)

@ikranur6285

 

Bu hayatı seviyor muydum? Cevabım yoktu Peki ya neden bu hayatın terk edemiyordum? İşte bunun cevabını biliyordum. Elimde ki fotoğrafta gülümseyen abimin yüzüne sürdüm parmak uçlarımı. Yıllar geçmişti ama o hala ortalarda yoktu. Onun hakkında ne bir ize ne de başka bir şeye rastlamıştım. Sanki hiç var olmamış gibiydi

 

“Hayır yani eğlenelim diye gittik yine buraya geldik bu nasıl iştir arkadaş!” diyen canın isyankar sesini duymamla bakışlarımı fotoğraftan çektim ve ona baktım. Kafasını masaya koymuş sabahtan beri ki yirmi sekizinci isyanını belli ediyordu. Hepimiz düğünden ayrılır ayrılmaz soluğu burda almıştık. Dudaklarımda ki sigarayı parmaklarımın arasına aldım ve çektiğim zehirli dumanı ona doğru üfledim. Dumanın kokusunu alır almaz hızla kafasını kaldırdı dik dik bana baktı.

 

“Sende içme şu zıkkımı” dedi isyan etmeye devam ederken kafamı hafifçe sağa sola salladım. Elimde ki fotoğraf karesini çantama koydum ve bakışlarımı yanımda ki damlaya çevirdim önüne açtığı bilgisayara pür dikkat bir şeylere bakıyordu. Kafamı eğip neye baktığını görmeye çalıştım oranın güvenlik kameralarını ele geçirmeye çalışıyordu.

 

“Adamların güvenlik sistemi çok gelişmiş bir türlü giremiyorum” dedi damla bıkkın bir şekilde can ayağa kalktı ve hemen Damla’nın arkasına geçti.

 

“Kod geliştirip girmeyi denedin mi?” dedi can dikkatle bilgisayara bakarken damla kafasını salladı. Can kafasını bana çevirdiğinde göz göze geldik.

 

“Kamera kayıtlarının neden silinmesini istiyorsun?” dedi ciddi bir şekilde bitmiş sigaramı küllükte söndürdüm.

 

“Serpiente negra” dedim mırıldanarak

 

“Kara yılan” dedi rüzgar bakışlarımı ona çevirdiğimde sandalyeye yaslanmış gömleğinin ilk iki düğmesini açmıştı. Kasları kendini zaten belli ederken bu hali ile çıplak tenini de görebiliyordum.

 

“Ne yapalım şimdi biz elin kara yılanını” dedi damla sinirle soluyarak ama can ve rüzgar beni çoktan anlamıştı

 

“Kendini kara yılan olarak tanıtan herifin biri mallarını Türkiye sınırlarının içine sokmayı başarmış” dedim hepsinin bakışları beni bulmuştu büyük ihtimalle bunu nerden bildiğimi sorguluyorlardı.

 

“Ve sizde bu herifi yakalayacaksınız” diyen müdür’ü duymamızla hepimiz bakışlarımızı arkamızda ki kapıya çevirdik. Üzerine giydiği beyaz gömleği ve siyah pantolonu ile her zaman ki resmi görünümünden taviz vermiyordu. Elinde ki mavi dosyalar ile masanın başında ki koltuğa doğru ilerledi

 

“Adam tam dört yıl önce ortaya çıktı gerçek ismini kimse bilmiyor ama İspanyol olduğu kesin zaten serpiente negra kelimesi İspanyolcada kara yılan anlamına geliyor işin garip kısmı da burada başlıyor” dedi ve elinde ki dosyalardan birini masaya koyarak bize doğru uzattı. Hepimiz bakışlarımızı dosyaya çevirdiğimizde ölen bir kaç ailenin fotoğrafları olduğunu gördük. Bunlar tek tük zengin ailelerin fotoğraflarıydı dosyayı elime aldım ve yakından incelemeye başladım.

 

“Bu adam gerçekten yılan gibi” dedi ardından ellerini masaya koydu ve yüzünü bize doğru yaklaştırdı “Kara Mamba adında bir yılan hiç duydunuz mu?”

 

Hepimiz birbirimize bakarken bu soruyu rüzgar cevaplamıştı “ Dünyanın en zehirli yılanıdır. Görme yetisi gelişmiş olan kara mambaların en önemli özelliklerinden biri hem gündüz hem de gece avlanabilmesidir. Avına sinsice yaklaşan bu yılan türünün zehri bir fili bile birkaç dakika içerisinde öldürecek kadar güçlüdür” dedi cümlesi biter bitmez gözlerini kısıp dik dik müdür’e baktı benim ise aklımda tek bir soru canlandı yılanlar hakkında bu kadar şeyi nerden biliyordu bu? “bunu neden sordunuz?”

 

“Ölen kişiler bu yılanın zehri yüzünden ölüyor” dedi damla bakışlarını bilgisayardan ayırmayarak. Kaşlarımı çattım peki o kadar kişiyi öldürmek için bu kadar yılan zehrini nerden buluyordu?

 

“Adamın silahından çıkan mermilerin hepsinde Kara Mamba yılanın zehri olduğunu tespit ettik” dedi ardından bakışlarını hepimize dikti. Kehribar rengi gözlerinde ki öfke kıvılcımları hepimizin sırtına batıyordu. Büyük ihtimalle bu adamın malları nasıl getirdiğini düşünüyordu bu soru sadece onun değil hepimizin aklını kurcalıyordu.

 

“Yüzünü gören olmamış mı?” Dedi can müdür bakışlarını ona dikti ve kafasını olumsuz anlamda sağa sola salladı.

 

“Kendi yerine sürekli başka birini gönderiyor onu gören kimse olmamış” dedi ve ekledi “iki kişi dışında”

 

Bu cümleyi duymamla kaşlarımı çatmam bir oldu. Kafamı dosyadan kaldırdım ve bakışlarımı müdüre çevirdim oda aynı şekilde bize bakıyordu. O an anlamıştım ki biz bu iki kişi ile karşılaşmıştık peki kimdi onlar? Müdür önümüze iki dosya daha koyduğunda hepimiz bakışlarımı oraya çevirdik.

 

“Mert Özkaya ve kardeşi Toprak Özkaya” dediğinde bakışlarımı dosyaya diktim. Adamla iki saat önce yan yanaydım rüzgar uzandı ve dosyaları eline alarak incelemeye başladı.

 

“Esra bu yüzden mi mert ile evlendi” dedim bir anda herkesin bakışları bana dönerken ben ise müdüre bakıyordum. Kehribar gözlerinin içinde her zaman ki üstün ifade yoktu aksine ufak bir yenilgi yaşıyor gibiydi.

 

“Hayır ona gerçekten aşık olduğu için evlendi” dediği anda kaşlarımı mümkünmüş gibi daha çok çattım. Müdür bu tür konularda oldukça hassastır buna nasıl izin vermişti?

Kesinlikle yaşlanıyordu acaba alzheimer belirtileri de var mıydı?

 

“Buna nasıl izin verdiniz?” dedi damla gözlerini kısıp müdüre bakarken. Bu sorunun cevabını bende merak ediyordum. Müdür elinde ki kalan dosyaları masanın üzerine bıraktı ardından arkasını döndü ve cebinden çıkardığı kumanda ile projeksiyonu duvara yansıttı.

 

“Uzun zamandır serpiente negra buraya bir çok uyuşturucu gönderiyordu ve ne tesadüf ki çok güçlü bağlantıları olan biri onun malları Türkiye sınırlarının içine sokması konusunda yardım ediyor” dedi ve elinde ki kumandanın düğmesine bastı duvara yansıtan görüntü gözlerimi kıstım. Duvarda ki resimde bir çocuğun o uyuşturucuyu kullanmadan önce hali vardı genç ve dinamik görünen bu çocuğun gözlerinin içinde geleceğe dair umutlarının parıltısı vardı. Bakışlarımı diğer fotoğrafa kaydığında sanki farklı bir çocuk vardı ekranda yüzü solgun göz altları kararmış ama en önemlisi gözlerinin içinde o parıltı artık yok olmuştu.

 

“Nasıl bir ruh hastası bunu yapabilir?” dedi can sert bir ses tonu ile. Ona kesinlikle katılıyordum insanları zehirlemek veya öldürmek kolay değildi. Bunu on sekiz yaşımda ilk cinayetimi işledikten sonra öğrenmiştim. Günlerce kusmuş ve sürekli kabuslar görmüştüm. Artık delirme noktasına geldiğimde yine müdür beni kendime getirmişti.

 

“On beş yaşında ki kişilerden tutun elli yaşında ki adamlar bile bu uyuşturucuları kullanıyorlar aslında onlar birer denek ama bunun farkında değiller kullandıkları ürün kara mamba yılanın da ki zehir ile eş değer denilebilecek bir zehre sahip ama şöyle de bir özelliği var bir kere kullanan bir daha bırakamıyor bu da deneklerin kısa sürede çöküşlerine ardından ölümlerine sebep oluyor” dedi bakışlarımı ona çevirdiğimde oda aynı şekilde bana bakıyordu. Bir planı vardı ama bu bizi çok uğraştıracaktı bunu gözleri açık açık bize söylüyordu adeta. Yıllarca onunlaydım artık bakışlarından ne demek istediğini anlayabilecek potansiyele sahip olmuştum.

 

“Sizin göreviniz ise şu; iki gün sonra Ankara’da düzenlenen bir davet olucak ama bu davet sadece gözleri boyamak için asıl amaçları bu malları orda ki herkese vererek onları da etkisi altına almak” dediğinde gözlerimiz rüzgar ile kesişti ve büyük ihtimalle ikimizde aynı şeyi düşünüyorduk. Neden böyle bir şey yapacaktı?

 

“Daha çok mal satmak olduğunu düşünebilirsiniz evet bu doğru fakat yalnızca bununla kalmayacak ve ittifaklarını güçlendirecek bu sayede eli daha çok yere uzanacak” dedi ardından projeksiyonun bir düğmesine daha bastığında duvara bir kroki yansımıştı. Müdür eline ince uzun demir bir çubuk aldı ve bir kaç yeri işaret etti.

 

“Mallar bu odalarda olacak” dedi net bir sesle ardından krokinin tam orasını gösterdi ve oraya hayali bir daire çizdi.

 

“Burası davetin yapılacağı yer” dediğinde parmaklarımı iç içe soktum ve dirseklerimi masaya yaslayarak pür dikkat müdüre baktım. Bu kadar basit bir görev mi veriyordu bize cidden?

 

“Bir polis baskını bu olayı kolayca çözebilir bence” dedi can sanki ne düşündüğünü duymuş gibi müdür bakışlarını ona çevirdi ve adeta sen benim lafımın üzerine laf mı söylüyorsun? Der gibi cana baktı.

 

“Bu kadar basit olsaydı dosya bize verilmezdi kaç kere polis baskını oldu ama adam hem malları hem de alıcıların paçalarını çok kolay şekilde sıyırarak kurtardı yani anlayacağınız bu davet bizim için bir avantaj çünkü serpiente negra da orda olacak” dediğinde kaşlarımı çattım adam kendini asla göstermezken birden davette insan içine çıkması oldukça garipti.

 

“Esra’nın bu yüzden mert ile evlenmesine müsaade ettim çünkü esra sayesinde oraya çok kolay bir şekilde girebileceğiz” dediğinde dudağımın kenarı ister istemez usulca yukarı kıvrıldı. Bu adam ya geleceği görüyordu ya da fazla zekiydi

 

“Can diğer adınla gökhan ünver-“

 

“Ünlülere ün veriyorum yani” dedi can alaycı bir ses tonu ile. Hepimiz bakışlarımızı cana çevirmiştik ve artık kes sesini der gibi bakıyorduk. Can bakışlarımızı gördüğü an boğazını temizledi ve pür dikkat müdüre baktı.

 

“Hayır ama o kadar ilgini çekiyorsa bil ki gay’sin” dediğinde canın yüzünde ki gülümseme anında solarken hepimiz bir kahkaha patlamıştık. İşte bunu beklemiyordum.

 

“Şaka”

 

“Hayır ciddiyim” dedi ve önünde ki dosyayı alıp cana uzattı. Çocuk transa girmiş gibi bir dosyaya birde müdüre bakıyordu.

 

“Müdürüm geçen ki yaptığım şakadan dolayı intikam alıyorsanız bi-“

 

“Demek o şakayı sen yaptın” dedi müdür kaşlarını yukarı kaldırarak. Can suç üstü yakalanmanın şoku ile gözlerini kocaman açarak müdüre bakıyordu. Ben ve diğerleri ise kahkahalarımıza engel olamıyorduk.

 

“Yonca tut beni” diyen cana çevirdim bakışlarımı ve bedeninin bana doğru düştüğünü görünce sandalyemi geriye iterek canın üzerime düşmesini engelledim. O sırt üstü ölü taklidi yapan fare gibi yatarken müdür kafasını sağa sola salladı.

 

“Bu çocuk hiç mi değişmeyecek” dedi ve ekledi “Uyandığı zaman ona damla ile keskin nişancı olduğunu söyleyin”

 

“Merak etmeyin müdürüm ben duydum” diyerek birden hızla yerinden doğruldu can. Bu ani hareketine rüzgar ve damla şaşkınca baka kalırken müdür ve ben gayet normal karşılıyorduk.

 

Çünkü direkt can normal değildi

 

“Oğlum sen bayılmamış mıydın?” dedi damla kollarımı göğsümün altında birleştirerek. Can bakışlarını ona çevirdiğinde aşk olsun der gibi yüzüne baktı.

 

“Yok be içim geçmiş sadece” dediğinde müdür kafasını sen iflah olmazsın der gibi salladı ardından bakışlarını tekrardan dosyaya çevirdi.

 

“Yonca sen ve rüzgar bu davete ozan ve kiraz sungur olarak katılacaksınız formalite bir evlilik yüzünden birliktesiniz” dedi ardından elinde ki iki dosyayı bize uzattı rüzgar ve ben aynı anda aldık dosyaları. Bakışlarımı elimde ki dosyaya çevirdim siyah saçları olan bir kadın vardı dosyanın içinde. Gözleri yaprak yeşiliydi ama en çok dikkatimi çeken kızın yüzündeki çillerdi. Sadece yüzünde değil vücudunun bir çok yerinde vardı çil gibi lekeler ama bu kızın güzelliğini bozamamıştı. Bakışlarımı dosyadan kaldırarak müdüre çevirdim bilerek bana vermişti bu dosyayı.

 

“Damla ile dosyaları değiştirebilir miyim?” dedim bir kaç dakika yüzüme baktı ardından kafasını sağa sola salladı

 

“Bu rol en çok sana uyar yonca” dediğinde herkesin bakışlarını üzerimde hissettim. Bir şeyi istemiyorsan bir nedeni illaki vardı ve ekip arkadaşlarımın hepsi bunu çok iyi biliyordu.

 

“Müdürüm yani bence zorlama falan olmasın yonca dam-“

 

“Diyeceğimi dedim ben!” Dedi sesini yükselterek “hepiniz bu görevi ciddiye alın ve sakın o adamı elinizden kaçırmayın” bakışlarımı bana çevirdiğinde kehribar gözlerinin alev alev yandığına şahit oldum “ve yonca sakın görevi tehlikeliye atacak bir şey yapayım deme” hepimiz sesiz kalmayı tercih etmiştik o ise projeksiyonu kapattı. Ardından önünde ki dosyaları aldı ve kapıyı çarparak dışarı çıktı.

 

“Ne abarttı be” dedi can kendini koltuğa bırakarak

 

“Alt tarafı değişiklik istedik gören de sanki ona gö-“

 

“Yeter! Söyleyeceğini söyledi zaten uzatmamızın bir manası yok” dedi rüzgar ardından ayağa kalktı. Ve bakışlarını bana çevirdi

 

“Yonca gel seni evine bırakayım” dediğinde tek kaşımı kaldırdım.

 

“Gerek yok” dedim ve bakışlarımı yanımda ki damlaya çevirdim “damla ile giderim” damla bunu duyduğunda bana baktı ve gülümseyerek kafasını salladı. Rüzgar bir kaç dakika yüzüme baktı ama neden böyle yaptığımı çok iyi biliyordu. Keskin bir nefes verdikten sonra oda odadan çıktı ve müdür gibi kapıyı çarpmayı ihmal etmedi.

 

“Artist” dedi damla söylenerek.

 

                                          🔥

 

Hızımı biraz daha arttırdığımda tahminimden daha erken bir saatte oraya varacağıma emindim. Damla beni eve bıraktıktan sonra verilen görev üzerine ufak çaplı bir araştırma yapmıştım. Ama bu da uykumdan bir kaç saat kesmeme sebep olmuştu yaklaşık dört saat on iki dakikalık bir uyku uyuya bilmiştim.

 

Görüş alanıma giren tabela ile dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. Ve bir kez daha tahminlerimde yanılmadığımı kendime kanıtlamış oldum. Motorumu yavaşlattım ve bahçeden içeriye girdim. Etrafta oyun oynayan bir çok çocuk vardı neşeli kahkahaları kulaklarımı dolduruyordu. Motorumu park ettikten sonra yavaşça üstünden indim ve kaskımı çıkartarak. Büyük harflerle yazılmış tabelaya baktım.

 

Leman çocuk yetiştirme yurdu

 

Görevimin veya işlerimin olmadığı haftalarda buraya geliyor ve gönüllü annelik yaparak çocuklar ile ilgileniyordum.

 

“Yonca abla” diye bağırarak yanıma gelen sese çevirdim bakışlarımı. Sarı ve beyaz çiçekleri olan elbisenin içinde bana doğru koşan sudeyi görmemle yüzümde bir tebessüm oluştu. Yere çöktüm ve kollarımı iki yana açtım Sude hızla yanıma ulaşarak minik kollarını boynuma doladı.

 

“Gelmişsin” dedi tatlı bir heyecanla gülümsedim ve ellerimi altın gibi parlayan saçlarının arasına daldırdım yavaşça okşadım. Sude küçükken bu yurdun kapısının önüne bırakılan masum bir bebekti. Annesi ve babasına bir bebeğe bakmak çok batmış olmalı ki onu daha anne sütüne mahrumken böyle bir şey yapmışlardı. Aslında bulmuştum onları ama öyle bir aileye gönderemezdim sudeyi. Kollarını yavaşça boynumdan çektiğinde kocaman okyanus mavisi gözleri ile bana bakıyordu.

 

“Napıyorsun? Nasılsın bakalım?” dedim elimi uzattım ve önüne gelen altın sarısı saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdım

 

“Buraya bir abi geldi hepimize oyuncak dağıtıyor” dedi ve elimi tuttu “sana da versin bir tane” diyerek beni çekiştirmeye başladı ayağa kalktım ve onu takip etmeye başladım. Sanki gelen kişi kaçıyormuş gibi hızlı adımlarla ilerliyordu onun minik adımları benim bir adımıma bedeldi. İçeriye girdiğimizde adımlarım bir anda bıçak gibi kesili verdi.

 

“Toprak” dedim kaşlarımı çatarak. Toprak etrafında ki bir çok çocuğuna getirdiği poşetler dolusu oyuncağı ve kıyafetleri dağıtıyordu. Sanki onun isminin dudaklarımın arasından çıktığını duymuş gibi bakışlarını bana çevirmişti. Bal rengi gözlerinin içinde her zamanki ışıldama vardı. Yüzünde ki gülümseme genişledi ve ayağa kalktı.

 

“Yonca hanım ne kadar güzel bir tesadüf bu” dediğinde yalancı bir gülümseme yerleştirdim dudaklarıma.

 

“Kesinlikle” dedim kısa keserek. Sude bir bana birde toprak’a bakıyordu. Sanırım birbirimizi nerden tanıdığımız sorguluyordu.

 

“Sen yonca ablayı tanıyor musun?” dediğinde toprak bakışlarını sude’ye çevirdi. Ardından gülümseyerek dizlerinin üzerine çöktü.

 

“Evet sanırım senin de dilinden düşüremediğin yonca ablan bu” dedi tatlı bir ses tonu ile. Ardından elini uzattı ve sude’nin altın sarısı saçlarını omuzlarından geriye attı. Toprağın kurduğu cümleden tek çıkardığım şey ise sude’nin beni sürekli konuşması olmuştu. En yanlış kişiyi rol model seçmişti kendine.

 

“Evet evet” dedi ardından toprağa yaklaştı ve eğilip kulağına bir şeyler dedi. Tam o anda toprağın bakışları bana dönmüştü. Sude bir kaç saniye sonra topraktan uzaklaştı ve onun bal rengi gözlerinin içine baktı.

 

“Tabii ki de olur prenses” dedi ve elini uzatıp yanağından bir makas aldı. Sude kıkırdayarak bir bana birde toprağa baktıktan sonra koşarak yanımızdan uzaklaştı. Kaşlarımı istemsizce çatılırken bakışlarım ise sude’nin gittiği taraftaydı ne demişti o öyle?

 

“Yonca” diyen toprağı duydum bakışlarımı ona çevirmemle vücudumu bir şok dalgası hücum etti. Toprağın elinde sarı renkte ki küçük bir Marsupilami oyuncağı vardı. Kaşlarımı çatarak ona baktım buda neydi şimdi? Yüzümde ki ifadeyi gördüğü an boğazını temizledi ve konuştu.

 

“Sude sana bir oyuncak vermemi istedi” dedi ve elinde ki oyuncağı bana doğru uzattı “büyük ihtimalle bilirsin bu çizgi film karakterini” evet biliyordum Marsupilami’yi uzun kuyruklu hayvan ama hiç izlememiştim sadece okulda arkadaşlarım konuşurken duymuştum. Çizgi film izlemek için pek zamanım yoktu ve müdür bunlar için fazla büyük olduğumuzu söylerdi aynı zamanda dayımda öyle.

 

“Teşekkür ederim” diyerek aldım oyuncağı elinden. Yüzünde tatlı bir tebessüm oluştu.

 

“Rica ederim dün sanırım düğünden erken gittiniz sizi göremedim” dediğinde gözlerimi kıstım. Beni mi aramıştı yoksa bunu lafın gelişimi mi söylemişti?

 

“İşim çıktı” dedim kısa keserek. Toprak bir şey demek için dudaklarını aralamıştı fakat yanına gelen çocuk yüzünden dikkati çoktan dağılmıştı. Bu da benim için bir fırsat olmuştu hızlı adımlarla onların yanından geçerek uzaklaştım oradan. Koskoca İstanbul da bula bula bu yurdu mu buldun da buraya geldin? Bakışlarımı elimde ki oyuncağa çevirdim. İçinde dinleme cihazı veya kamera var mıydı acaba? Bunu eve gidince peluşu parçalayarak öğrenebilirdim ancak.

 

Aradan geçen saatler boyunca çocuklar ile bir çok oyun oynamıştık. Ama bu oyunların içinde toprak da vardı. Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım.

 

“Yonca abla bana masal anlatır mısın?” diyen sude’nin sesi ile açtım gözlerimi. Okyanus mavisi gözlerini dikmiş bana bakıyordu hafifçe gülümsedim. Ve altın sarısı saçlarını yavaşça okşadım. Masallar bana göre oldukça saçmaydı yani kim bir prens tarafından kurtarılmayı veya evlenmeyi bekler ki? Prensesler ayağa kalkıp silkelenseler o beyaz atlı prenslere nutuk atalardı. Tam dudaklarımı aralayıp kırmızı başlıklı kızı anlatacaktım ki sude hikayeyi ağzıma tıkamıştı.

 

“Kırmızı başlıklı kız veya Rapunzel dinlemek istemiyorum başka bir hikaye anlatır mısın?” dedi tatlı bir ses tonu ile hafifçe güldüm. Sude’ye bu düşünceyi ben aşılamamıştım ama yine de bu tür masalları burada çok dinlediği için artık bıkmış olmalıydı. İşaret ve orta parmağımı uzattım ve hafifçe burnunu sıktım. Bu hareketime kıkırdayarak eğlendiğini gösterdi.

 

“Pekala cimcime” dedim ve elimi burnundan çektim. Sırtımı yatak başlığına yasladım.

 

“Zamanın birinde bir prenses yaşarmış” dedim ama bunu dememle Sude alt dudağını büzmesi bir oldu.

 

“Yaa ama bu diğer masallar gibi” dedi mızmızlanarak. Güldüm ve saçlarının arasına bir öpücük kondurdum.

 

“Masalı dinle ilk önce” dedim Sude biraz daha sokuldu bana “bu prensesi diğerlerinden ayıran üç özelliği varmış birisi geçmişi diğeri ise kime dokunsa onları iyileştirebilmesiymiş”

 

“Peki ya diğer özelliği?” dedi Sude büyük bir merakla hafifçe gülümsedim

 

“Orkide gibi kokması” dedim sesizce ardından derin bir nefes aldım ve devam ettim “bir gün bu prenses ormanda dolaşırken bir takım sesler duyar ve oraya gider gördüğü şey ise bir atın üzerinde ki yaralı prens olmuştu prenses ürkek ve insanlardan çekinirken prens ise cesurmuş”

 

“Prenses ürkekçe yaklaşır prensin yanına prens onu fark eder ve sorar “sen de kimsin?” Ama prenses cevap vermez onun yanına yaklaşır ve ellerini yaranın üzerine koyar yara saniyeler içinde yarası iyileşir ama bu prensin umurunda bile olmaz çünkü burnuna dolan güzel kokuya odaklanmıştı sadece”...

 

Gözleri gözlerimden ayrılmazken ayağa kalktı prenses ve arkasını dönerek hızla koşmaya başlar. Prens hızla ayağa kalkarak prensesin peşinden koşar. İkisinin arasında ki ufak kovalamaca prensin prensesi orkideler ile dolu olan bir bahçede yakalaması ile sonlanır. Ama şu vardır ki prensin de bir özel gücü vardır. Oda dokunduğu kişinin geçmişini görmek ile yükümlüdür.

Prens prensesin geçmişini görür

 

“Sen neler yaşamışsın öyle sevgili prenses” der şaşkınlık içinde. Prenses gözlerini kaçırır

 

“Bana verilen güç sadece benim acılarımı dindirmeye yetmiyor sevgili prens” der prens karşında ki bu kızın güzelliğini ve masumluğuna yıllar önce tutulmuştu. Fakat presesi gördüğü gün kaybetmişti onu. Elini uzattı ve karşında ki ürkek ceylan gibi duran prensesin yüzüne nazikçe dokundu.

 

“Sevgili prenses izin verirseniz sizin de acılarınızı ben iyileştirmek isterim” der prenses karşında ki adamın sözlerine oldukça şaşırır çünkü onun yanına kimse yaklaşmazdı. Yaklaşan olursa da sadece iyileşmek ve yaralarına tedavi yapmasını isterdi.

 

“Peki bu nasıl olacak?” der prenses prens gülümser ve karşında ki orkide kokulu kızın yüzüne yaklaşır.

 

“Geçmişiniz kötü fakat ben sizin geleceğinize binlerce ateşböceği gibi aydınlatmak istiyorum sevgili prenses” der prenses o an kalbinin ilk kez bu denli hızlandığına şahit olur. Ve o an anlar ki oda prense aşık olmuştu.

 

Onlar binlerce parçalara ayrılan birer ruh gibilerdi. Ve ruhlarının parçalarını toparlamak için birbirlerine ihtiyaçları vardı. Prensin de geçmişi kötüydü ama o prensesin yoluna ışık olarak sarıcaktı ruhunun yaralarını.

 

“Birlikte mutlu mesut yaşamışlar” diyerek sonlandırdım hikayeyi. Bakışlarımı sude’ye çevirdiğimde uyuya kalmış olduğunu gördüm. Büyük ihtimalle bir daha ki gelişimde bu hikayeyi yarım bıraktığımı ve tekrar anlatmamı isteyecekti. Yavaşça kalktım yataktan eğilerek sude’nin yanağına ufak bir öpücük kondurdum. Üzerine ince beyaz çarşafını örttüm ve sessizce çıktım odalarından. Bütün yurt neredeyse karanlığa bürünmüştü ölüm sessizliğinin hakim olduğu koridorda sadece benim nefes alışverişim duyuluyordu. Yavaş adımlarla ilerledim boş koridorda.

 

Çocuk seslerinin bir tek yok olduğu gece karanlığında çıktım yurtdan dışarı. Soğuk hava yüzüme çarpıyordu buda beni rahatlatıyordu. Sakin adımlarla motoruma doğru ilerledim fakat gördüğüm görüntü ile dudaklarımın arasından bir küfür mırıldandım. İki tekerimin de patlak olduğunu gördüm nasıl olmuştu bu? Motoruma biraz daha yaklaştığımda bu patlakların bir bıçak kesiği olduğunu gördüm. Kim neden böyle bir şey yapmıştı ki? Bakışlarım tekerleğe yapışmış not kağıdına kaydı. Bu da neydi böyle? Kağıdı aldım ve bozuk el yazısı ile yazılanları okudum.

 

“Fazla merak iyi değildir küçük kız kendi işine bak bu sana ilk ve son uyarımız olacak” yazı İspanyolca şekilde yazılmıştı. Buda demek oluyor ki serpiente negra’nın bir süre gözetimi altında olacaktım.

 

“Siktir” diye mırıldandım motorun lastikleri çoktan inmişti. Bu yüzden elimden bir şey gelemezdi. Cebimden telefonumu çıkardım ve damlayı aradım. Ama ne kadar çalsa da açmadı. Bu sefer şansımı canda denedim ama oda aynı şekilde yanıtlamadı. Son çare olarak rüzgarın numarasını tıkladım ve onu aradım. Oda açmamıştı bu konuda şaşırmıyordum işte. Can ve damla görev için eğitim görüyorlardı rüzgar ise spor yapıyordu büyük ihtimalle. Derin bir nefes verdim kendi işini kendin halletmelisin. Sakin adımlarla yurdun bahçesinden dışarıya çıktım ve etrafıma bakındım taksi veya otobüs aradı gözlerim ama oda yoktu. Ne güzel bir tesadüftü ama! Yurdun kamera kayıtlarını silecek kadar zekilerdi bu yüzden hiç bakma gibi bir zahmete girmedim. Motorum ise burda kalabilirdi yarın tamirciye götürürdüm.

 

Ev ile yurdun arasında baya bir mesafe vardı motor ile iki saate gelen ben eve kim bilir saat kaçta varacaktım. Dudaklarımın arasında ki sigaradan derin nefes çektim. Ardından zehirli dumanı gece karanlığına üfledim. Saat bire gelmek üzereydi ve bu saate dışarda olan bir kız için sokaklar pek güvenli değildi.

 

Bir kadın çığlığı kulaklarımı doldurduğunda kafamı sesin geldiği yere çevirdim. Aklımdan geçirdiğim şeyin anında gerçek olması ise benim şansızlığımdı. Sigaramı yere attım ve sesin geldiği yöne doğru hızla koşmaya başladım. Bugün katil olmazsam yine iyiydim!

Köşeyi dönmemle gördüğüm görüntü ile vücuduma ani bir sinir dalgası yayılmıştı. Yerde hareketsiz bir şekilde yatan belki on yedi belki de on sekiz yaşında bir kız vardı üzerinde ki oruspuçocuğu ise kızın kıyafetlerini çıkarmaya çalışıyordu.

 

Sinir bütün bedenimde gezinirken hızlı adımlarla onların yanına vardım ve adamın omzundan sertçe tuttum. Adam kafasını bana doğru çevirdiği an yüzünün tam ortasına bir yumruk attım. Yediği darbeden dolayı boylu boyuna yere yığılmıştı. Bakışlarımı kıza çevirdiğimde anlından oluk oluk kan aktığını ama gözlerinin hala açık olduğunu gördüm. Bunu görmem içime suların serpilmesine neden oldu.

Yerde ki piç ayağa kalktığında burnunun kanadığını gördüm.

 

“Sen de kimsin lan sürtük karı!” dedi bağırarak alaycı bir şekilde güldüm. Bu ise onu daha çok sinirlendirmiş olacak ki yumruğunu kaldırarak üzerime doğru büyük adımlar atıyordu ki sağ bacağımı kaldırarak bacak arasına sert bir tekme attım. Adam ellerini bacak arasına kapatarak acı içinde inlerken. Yüzüne sertçe bir yumruk daha vurdum adam yere savrulurken. Üstüne çıktım yüzüne ardı ardına yumruklar indirdim.

 

“Oruspuçocuğu hiç mi utanmadın lan kendinden yaşça küçük kızı taciz etmeye!?” dedim sesimi yükselterek adamın ağzı burnu kanlar içinde kalmıştı ama bu beni durdurmaya yetmemişti. Böyle bir şeyi nasıl yapardı? O kızın bedenine nasıl dokunurdu? Bu düşünceler daha çok sinirlenmeme sebep olsa da arkamda ki kızın her an bilinci kapanabilirdi. Adamın üstünden kalktım ve arkamda ki kıza doğru döndüm. Hala yerdeydi ve bedeni tir tir titriyordu. Hızlı adımlarla kızın yanına geldim ve yere eğilerek elimi bileğine koydum. Nabzı çok şükür normaldi korkudan bedeni kendini kasmış veya kilitlemiş olmalıydı. Arkamda duyduğum adım sesleri ile kafamı o tarafa çevirmemle boğazıma dayanan soğuk metali hissettim. Bakışlarımı çakıyı tutan pezevenge çevirdim anlı, ağzı ve burnu kanlar içindeydi ve büyük bir öfke ile bana bakıyordu.

 

“Yazık olacak senin gibi bir güzelliğe” dedi pis nefesini yüzüme üfleyerek. Burnuma dolan buram buram alkol kokusu ile yüzümü buruşturdum. Sarhoştu ve kendi zevki için küçük bir kızı kurban olarak seçmişti. Öfkeyle sıktım dişlerimi bir anda sertçe kolunu kavradım ve tüm gücümle adamı üzerimden geçirerek çaprazıma olacak şekilde tekrardan yere savurdum.

 

“Kaltak!” diye bağırdı ama söylediği her hangi bir kelimeyi umursayacak konumda değildim. Ayağa kalktım ve adamın sertçe bileğini tuttum ve ters yöne çevirdiğimde. Bileğinin kırılma sesini duydum. O acı içinde çığlık atarken hızla ayağa kalktı.

 

“Seni öldüreceğim oruspu” diyerek üzerime saldırmak için hamle yapıyordu ki bir anda yüzüne sertçe bir yumruk darbesi yiyerek yere savruldu. Bakışlarımı bunu yapan kişiye çevirdiğim de ise bir çift bal rengi gözle karşılaşacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Tesadüfün de böylesiydi!

 

“Kızı al ilerde arabam var oraya götür ben bu siktiğimin herifini hallederim” dedi sert bir ses tonu ile. İşime birinin burnunu sokmasını sevmem fakat şu an bunu tartışmayacaktım. Hızla arkamı döndüm ve yerde ki kızı kolundan tutarak nazikçe yerinden doğrulttum.

 

“D-dokunmasın bana” diye mırıldandı kız cılız bir sesle. Bedeni hala titriyordu buda onun atak geçirdiğini gösteriyordu. Ben bunu düşünürken birden kızın bedeni havalandığında kafamı kaldırdım. Ve bana bakan bir çift bal rengi gözle karşılaştım. Arkasını döndü ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. Bir dakika o adam nerde? Arkama baktığımda adamın yerde hareketsiz bir şekilde yattığını gördüm. Ölmüş müydü?

 

                                        🔥

 

Birbirini takip eden akrep ve yelkovan bize zamanı gösteriyordu ama şu an benim için zaman resmen ilerlemiyordu. Bakışlarımı bir saniye bile olsun kızdan ayırmıyordum. Hastaneye geleli iki saat olmuştu fakat o uyanmamıştı bir türlü. Kaldığı odanın kapısı açıldığında odanın içi tanıdık bir parfüm kokusu doldurdu.

 

“Yaşadığı şok yüzünden panik atağı ve astım krizi tutmuş eğer biraz daha geç kalsaydık...” Cümlesinin devamını getirmedi toprak. Belki de getirmek istemedi bilemiyordum. Adım seslerinin gittikçe yaklaştığını duyduğumda ise derin bir nefes verdim.

 

“Ailesi neredeymiş?” dedim sessizce bu kız o saatlerde dışarı da iken ailesi onu nasıl olurda merak etmezdi. Toprak tam cevap verecekken başka birinin sesi duyuldu.

 

“Memlekete gitmişlerdi” diyen cılız bir kızın sesini duyduk. Siyah diyebileceğim kahverengi gözlerini aralamış bize bakıyordu.

 

“Nasıl hissediyorsun adin” dedi toprak adin... Cennet demekti. Adin bir kaç saniye yüzümüze baktı ardından kafasını önüne çevirdi. Burnunu çektiğini duydum ardından gözlerinden birer birer göz yaşları yanağına doğru süzüldü.

 

“Kirlenmiş gibi” dedi adin titreyen bir ses tonu ile. Gözlerinden bir kaç damla yaş daha süzüldü. Ama sessizliğe artık dayanamamış olacak ki ellerini ile yüzünü kapattı ve omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladı.

 

“Ben...ben sadece eve gitmek istemiştim ona...ona bir zararım yoktu birden yakaladı beni o bana...” dedi ama cümlesini devamını getiremeden daha şiddetli bir şekilde ağladı. Kelimeler boğazında düğümleniyordu bedeninde o adamın dokunuşunu hala hissediyordu. İstersen bedenimi defalarca yıkasın giydiği kıyafeti atsın veya yok etsin yine de unutamazdı bu günü.

 

Unutamazdı o adamın dokunuşlarını

 

Kafamı çevirdiğimde toprak ile kesişti gözlerimiz. Ne diyebilirdik ki? Ona ne söylersek sakinleşirdi?

 

“Benim bir hatam mı vardı o adama karşı? Neden bana bunları yaşattı ben... Ben ona ne yaptım?” diye sesini yükseltti adin ardından ellerini siyah saçlarının arasına daldırdı ve saç diplerinden sertçe tuttu “ben ona bir şey yapmadım ben masumdum ama o bana dokundu” diye haykırdı bu sefer ellerini saçlarından çekti ve sanki boğuluyorum gibi elleri ile boğazını tuttu. Tırnaklarımı boğazına geçirerek daha şiddetli bir şekilde ağladığı anda toprak ayağa kalktı ve adin’e doğru bir adım atmıştı ki odanın içini bir çığlık doldurdu.

 

“Yaklaşma bana” diye bağırdı adin ellerini boynundan çekti ve öne doğru uzatarak kendini korumaya çalıştı “uzak dur benden dokunma bana”

 

“Adin” dedim sessizce ama bir kez daha feryat etti

 

“Oda bana aynılarını yapacak” dedi bağırmaya devam ederek ellerini kendine çekti ve avuç içleri ile kulaklarını kapadı. Burnunu çekti bir kez daha ve kafasını ard arda sağa sola salladı “dokunmasın kimse bana, istemiyorum, lütfen dokunmayın bana, yaklaşmayın” odanın kapısı şiddetli bir biçimde açılırken içeriye elinde iğne ile bir hemşire girmişti. Adin bunu görmesi ile daha fazla çığlık attı.

 

“Hayır! Uyutmayın beni o adam kabusuma girecek yine dokunacak bana” diyerek çığlık atmaya devam etti. Derin bir nefes aldım ve yavaşça ayağa kalktım.

 

“Vurmayın iğne falan sadece dışarı çıkın” dedim net bir şekilde. Hemşire bir bana birde adin’e baktı. Onun daha fazla kontrolden çıkacağını düşünüyordu.

 

“Hemşire hanım lütfen dışarı çıkın” dedi toprak sakin bir şekilde. Hemşire tek kelime etmeden kafasını salladı ve odadan dışarı çıktı. Kapının kapanma sesini duymamızla göğüsü şiddetli bir şekilde inip kalkan adin’e baktım. Atak geçirmek üzereydi yavaşça yanına oturdum ve kulaklarına sıkıca bastırdığı ellerinin bileklerinden tuttum. Korku içinde bana bakıyordu ama benim ona zarar vermiyeceğimi de biliyordu.

 

“Gözlerimin içine bak adin” dediğimi anında yaptı gözlerini gözlerime dikti “şimdi en çok sevdiğin şeyi düşünerek derin bir nefes al ve yavaşça o nefesi dışarı ver” bedeni kuş misali titriyordu ama bu dediğimi de yaptı. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Aldığı nefesi sekiz saniyede verdiğinde ellerini kulaklarından yavaşça çektim ve sıkıca tuttum.

Adin bir kaç dakika boyunca açmadı gözlerini şiddetle inen göğüsü artık eski ritmine geri dönmüştü. Ellerini hafifçe sıktığımda açtı gözlerini.

 

“Adin şu an kendini kirli hissediyorsun o adamın dokunuşunu hala bedenin olduğunu sanıyorsun ama şu an ne o adam burada ne de sana zarar verecek bir başka biri” dedim ve güven vermek ister gibi biraz daha sıktım ellerini “senin bir suçun yoktu bilemezdin böyle olacağını ve eminim ki panik atak ve astımın tutmasaydı o adama karşı koyardın bundan eminim” bu sefer ellerimi sıkan kişi adin olmuştu hala korkuyordu bunu titreyen gözlerinin içinden görebiliyordum “Senin elinde olmayan şeylerden dolayı bunları yaşadın şimdi bedenine zarar vererek sadece canını yakıyorsun o dokunuş öyle gidicek mi sanıyorsun? Hayır bu sadece bedeninde gördükçe o anı hatırlayacağın izler bırakmaktan başka bir işe yaramayacak” ellerimi ellerinden çektim ve dostane bir şekilde omzuna koydum elimi.

 

“Bu yüzden kendini suçlu hissetme ve merak etme o siktiğimin herifinin içerden çıkmaması için elimden gelen her şeyi yapacağım” dedi toprak güven veren bir ses tonu ile. Adin bir bana birde toprağa baktı söylediğimiz sözleri kafasında tartıyor gibiydi. Gerçekten suçu olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.

 

“T-teşekkür ederim” dedi kekeleyerek. Oda anlamıştı bir suçunun olmadığını.

Sıcak bir gülümseme belirdi yüzümde. Bu gülümseme adinin de bulaşmıştı ve onun da gülümsemesine sebep olmuştu. Birden odanın kapısı açıldığında hepimiz bakışlarımızı oraya çevirmiştik. İçeriye aynı adin gibi siyah saçları olan ama adinden farklı sarımsı gözlere sahip bir kadın girmişti yaklaşık kırklı yaşlarının sonuna merdiven dayamış bu kadının. Kafasına örttüğü beyaz eşarbı ve yere kadar uzanan çiçekli elbisesi ile nefes nefese kalmış bir şekilde adin’e bakıyordu.

 

“Kızım” dedi kadın içli içli adin’in yüzünde ufak bir tebessüm belirdiğinde anlamıştım onun annesi olduğunu. Kadın koşar adımlarla onun yanına geldi ve kollarını kızının boynuna sıkıca sardı.

 

“Annem” dedi adin ve tekrardan gözlerinde hazır bekleyen göz yaşları yanağına doğru süzüldü. Birden odaya ellili yaşlarda kalın kaşları ve pala bıyıklı kel klasik Türk göbeği olan bir adam girdi. Bu adamın gözleri ise adin gibi siyah diyebileceğim kadar koyu bir kahverengilik vardı. Buda babası olmalıydı. Adam hızlı adımlarla adin’in yanına geldi oda hem annesine hem de adin’e sarıldı. Bu tatlı aile tablosunu bölmemek adına usulca kalktım yataktan. Ama bu hareketim kadının bakışlarını anında bana çevirmesine sebep olmuştu. Sarımsı gözleri benim kim olduğumu merak eder bir biçimde bakıyordu. Adin bunu fark etmiş olucak ki boğazını temizledi

 

“Anne bu...” dedi ve duraksadı adin tahminen adlarımızın ne olduğunu bilmediği için durmuştu.

 

“Toprak”

 

“Yonca” dediğimizde adin gülümsedi

 

“Toprak ağabey ve Yonca abla beni o adamdan kurtaran kişiler” dedi bizi tanıtmak amacı ile

 

“Aslında ben değil yonca seni kurtardı asıl kahraman o” dedi toprak adinin annesinin yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Kollarını yavaşça adinin boynundan çekti ve yavaş adımlarla bana yaklaştı. Hiç beklemeyeceğim bir hamle yaparak bu seferde kollarını benim boynuma sıkıca doladı.

 

“Teşekkür ederim kızım” dedi kadın minnet dolu bir sesle. Burnuma dolan menekşe kokusunun bu kadından geldiğini anlamam kısa sürmüştü. Yüzümde ufak bir tebessüm oluştu anne sıcaklığı vardı bu kadında. Ama ben bu hissi bilemeyecek kadar uzaktaydım.

 

“Rica ederim hanım efendi” dedim kadın kollarını boynumdan çektiğinde kocaman bir gülümseme ile bana bakıyordu.

 

“Size borcumuzu nasıl ödeyebiliriz” dedi adin’in babası. Bakışlarımı o adama çevirdiğimde mahcup bir şekilde bize baktığını gördüm. Ama burda mahcup olucak bir durum yoktu.

 

“Ödemeniz gereken bir borç yok merak etmeyin siz sadece kızınızı güvende tutun onun yanında olun” dedi toprak düz bir şekilde. Ona katıldığımı gösterir gibi kafamı aşağı yukarı salladım.

 

“Kendini korumayı öğrenmelisin adin”

 

“Öğreneceğim Yonca abla” dedi gülümseyerek aynı şekilde bende ona gülümsedim.

 

“Biz artık gidelim” dedi toprak ne kadar istemesem de onların yalnız kalması gerekiyordu

 

“Geçmiş olsun” dedim odada ki herkes gülümseyerek bana bakarken arkamı döndüm ve sakin adımlarla çıktım odadan. Bir kaç adım atmıştım ki arkamda duyduğum adım sesleri saniyesinde yanıma ulaşmıştı. İkimizde sessizlik içinde yürümeye devam ettik ama bu sessizlik hastaneden dışarı çıkana kadar sürmüştü.

 

“İstersen seni motorunun yanına kadar bırakabilirim”

 

“Motorumun tekerlekleri patlamış yürüyerek eve gidiyordum” dedim toprak bir kaç saniye sesiz kaldı

 

“Peki o zaman seni evine bırakayım” dediğinde omzumun üstünden ona baktım. Ne meraklısına arkadaş milleti evine bırakmaya.

 

“Gerek yok kendim de gidebilirim”

 

“Bu saatlerde sokaklar pek tekin değil bunu kendinde gördüm yonca” dedi sert bir ses tonu ile. Ona doğru döndüğümde dibime kadar girmişti. Göğüsü göğsüme değerken kafamı yukarı kaldırarak ona bakmak zorunda kalıyordum. Aramızda ne kadar boy farkı olsa da sıcak nefesi yüzüme çarpıyordu.

 

“Bana bir şey olmaz o adamı ne hale getirdiğimi sende gördün”

 

“Evet ama o adam seni öldürebilirdi”

 

“Yapamazdı”

 

“Neden?”

 

“Bana dokunan elleri kırarım”

 

“Kendine çok fazla güveniyorsun” dediğinde aklıma müdürün dedikleri gelmişti

 

Kendine fazla güvenme yonca bir gün sende yıkılırsın

 

Bu sözüne asla katılmıyordum. Bir işin içine düştüğümde her türlü kurtulabilirdim. Çünkü her zaman bir çözüm bulunabilirdi.

 

“Pekala” dedim en sonunda teslim olarak. Toprak sanki zafer kazanmış gibi bir gülümseme belirdi dudaklarında. Yavaş adımlarla ilerlemeye başladı bende onun arkasından yürüdüm. Bir kaç dakikanın ardından arabasının yanına gelmiştik. Yolcu koltuğunun kapısını açarak binmemi bekledi. Onu daha fazla bekletmeden bindim koltuğa. Toprak kapıyı kapattı ardından arabanın etrafında dolaştı kendisi de şoför koltuğuna oturdu. Arabayı çalıştırarak bizi hastaneden uzaklaştırdı. Ona evimin adresini söyledikten sonra onunla olan iletişimimi kestim.

 

Kafamı cama yaslayarak gece karanlığında yanından hızla geçtiğimiz sokak lambalarına baktım. Aklımda ise tek bir soru vardı eğer yetişmeseydim adin kim bilir neler yaşayacaktı. Bunlar bile onun için oldukça ağır şeylerdi

 

“Adin’i mi düşünüyorsun?” dedi toprak kafamı candan ayırmadan kafamı sallamak ile yetindim.

 

“Bunun gibi bir çok olay yaşayan kadın var ama bazıları adin gibi şanslı olamıyor” dedim gerçek buydu işte. Biz göz göre göre yardım çığlıkları atan kadınları duymazlıktan gelen bir devirdeydik. Adin ben değil de bir başkası ile karşılaşsaydı belki de o kişi bunları duymazlıktan gelip gidecekti. Toprak konuşma gereksinimi duymamış olacak ki sadece kafasını sallamak ile yetindi.

 

Aradan geçen iki saatin sonunda evime gelmiştik. Arabanın kapısını açtım tam inecektim ki kolumda kavrayan bir el beni durdurmuştu. Kafamı çevirerek kolumu tutan toprağa baktım.

 

“Bunu unuttun” diyerek bana Marsupilami oyuncağını uzattığında. Kaşlarımı çatarak ona baktım. Yurtta iken bunu çöp kovasına atmamış mıydım ben? O nerden bulmuştu bunu? Acaba oyuncağın içinde gerçekten kamera veya dinleme cihazı mı vardı? Uzanıp oyuncağı aldığımda bakışlarımı kolumu tutan eline çevirdim. Toprak bu ani hareketini fark etmiş olucak ki elini çekmek gibi bir akıllılık yapmıştı.

 

“Bıraktığın için teşekkür ederim” dedim ve arabadan indim

 

“Rica ederim yonca” dediğinde kafamı hafifçe salladım ve arabanın kapısını kapattım. Arkamı döndüm ve siteden içeriye girdim arabanın sesinin uzaklaştığını duydum. Apartmandan içeriye girdim ve yavaşça merdivenlerden yukarı çıktım. Cebimden anahtarımı çıkardım ve yuvasına yerleştirdim çevirdiğim de kapı açıldı içeriye girdim. Kapıyı kapattığım gibi sırtımı kapıya yasladım. Bakışlarım elimde sıkıca tuttuğum oyuncağa kaydı. Ne diye hala elimdeydi bu? Yavaş adımlarla mutfağa girdim ve elimde ki oyuncağı yemek masasına bıraktım.

 

Kendime bir bardak su doldurdum ardından cebimden ilaçlarımı çıkardım. Kapsülün içinden iki tane ilaç alaka ağzıma attım ardından suyumu içerek yuttum. Bardağımı tezgahın üzerine koydum ve mutfaktan çıkarak yatak odasına yöneldim. Oldukça yorgundum ve uyumak için sadece iki saatim vardı. Yatak odama girdiğim gibi kendimi yatağa bıraktım. Ne üzerimi değiştirecek halim vardı ne de duş alacak mecalim. Tek gayem uyumak yönündeydi. Gözlerimi yavaşça kapadım ve kendimi uykunun sıcak kollarına teslim ettim.

 

Çünkü sadece uyku bugün yaşadıklarımdan bir süreliğine olsada unutmam için yardımcı olurdu...

 

___________________________________________

 

 

Helloooooooo

 

Bu bölümü baya geç atmış olabilirim ama gerçekten bir ton aksilik beni bulduğu için oldu bu

 

Yani tüm suç şansızlığımda ki gerçekten şansız bir insanım bunu da geçen yaşadığım şeyden çok net anlamış oldum🤣

 

Bölümü beğenmeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın 💜💜

 

Seviliyorsunuz 🌙🌙

 

Instagram: ikonun_kitaplarii

Tiktok: ikranur6285

Wattpad: ikranur6285

 

 

Loading...
0%