Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.bölüm (ölüm urganı)

@ikranur6285

İsmim bazen şansın sembolü olan dört yapraklı yoncayı andırırdı. Ve bu bitkinin bir çok anlamı bir çok hikayesi vardı.

 

Mesela İddiaya göre Cennet Bahçesi’ndeki Havva, bahçede bulduğu dört yapraklı bir yoncayı şans getirmesi için yanında taşırdı. Keltik mitolojisinde ise dört yapraklı yonca şanstan ziyade kötü ruhları kovmak için tılsım olarak kullanılırdı. Ama bunlardan ziyade en çok dikkatimi çeken dört yapraklı yoncanın her bir yaprağının anlamının olduğuydu.

 

Birinci yaprağı ümidi, ikinci yaprağı imanı, üçüncü yaprağı aşkı ve dördüncü yaprağı ise şansı simgeler.

 

Peki ben neden bu yaprakların bir özelliğini hissetmiyordum? Şans denen şey bende yoktu bunu çok iyi anlıyordum. Gözlerimi yavaşça açtığımda penceremden içeriye giren güneş ışığı yüzünden yüzümü buruşturdum. Ve yataktan doğruldum. Saat sabah sekizdi normalden bir saat daha fazla uyumuştum. Yataktan kalktığım gibi banyoya girdim ve üzerimde kıyafetlerden kurtulup duşa girdim. Ilık su vücudumda ki uyku dalgasını yok ederken bugün yapıcaklarımı düşünüyordum. Motorumu alıcak ve tamire götürecektim ardından eve gelip önemli olan bir kaç parça eşya alarak Ankara’ya gidecektik. Derin bir nefes aldım hızlıca duşumu alıp çıktım banyodan. Saçlarımı kuruttum ve yatak odama girerek dolabımı açtım. Siyah kumaş pantolon üzerine ise beyaz sıfır kollu tişört onun üzerine ise beyaz gömlek giymiştim. Saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptıktan sonra makyaj masama oturarak yüzümdeki çilleri fondöten ile yok ettim.

 

İşim biter bitmez mutfağa girdim ve kahve makinesinden kendime bir kahve hazırladım. Nefesimi verdim ve arkamı dönerek kalçalarımı tezgaha yasladım. Kahvenin hazır olmasını beklerken bakışlarım masanın üzerindeki marsupilami oyuncağını takıldı. Neden attığım oyuncağı geri vermişti ki? Kalçamı tezgahtan ayırdım ve bir kaç adımla masanın önüne geldim. Oyuncağı elime aldığım gibi çekiştirerek ikiye ayırdım. Oyuncağın içinden çıkan elyaflar mutfağın sağına soluna dağılırken içini aramaya başladım. İçinde her hangi bir şey olmalı bir kamera veya dinleme cihazı. Dakikalarca arama sonucum boşa çıkmıştı derin bir nefes verdim ve ellerimin arasında parçalanan oyuncağa baktım.

 

“Hangi insan çöpe atılan oyuncağı geri verir ki?” dedim kendi kendime söylenerek. Garipti gerçekten garip oyuncağı mutfakta ki çöp kovasının içine fırlattım. Kahve makinesinden çıkan sesi duymamla bakışlarımı oraya çevirdim. Bardağın içine dolan kahvemi aldım ve sakince yudumlamaya başladım.

 

                                  🔥 

 

Burnuma dolan yoğun motor yağ kokusundan dolayı yüzümü buruşturdum. Yurtta bıraktığım motorumu alarak tamirciye getirmiştim. Yaklaşık bir saattir tamir olmasını bekliyordum. Alt tarafı teker değişimi olacaktı neden bu kadar uzun sürmüştü?

 

“Ablam motorun hazırdır” diyen tamirciyi duymamla sigaramı yanımda ki ahşap masanın üzerinde ki küllükte söndürdüm. Ve bakışlarımı motorumu getiren adama çevirdim. Otuzlu yaşlarının sonunda bir atmış boylarında kirli sakallı siyah saçlarına yer yer beyazlar eklenmiş yumuşak yüz hatlarına sahip bir adama baktım. Yüzünde ki insanın içini saniyeler içinde ısıtan tatlı gülümseme ile bakıyordu bana. Ayağa kalktım ve dibime kadar getirdiği motorumu aldım.

 

“Yalnız ablam sürerken dikkat edesin” dedi adam kafamı sallamak ile yetindim ardından cebimden kredi kartımı çıkartarak adama uzattım. Adam içerde ki masanın üzerinden post makinesini aldı ve bir kaç düğmesine bastıktan sonra kartı elimden alarak okuttu. Makineden kartın okunduğuna dair bir ses çıktığında adam fişi çıkarttı ve kartı ile beraber geri uzattı bana.

 

“İyi günler ablam” dedi güler yüzle kafamı sallamak ile yetindim. Ardından motoruma bindim ve kaskımı kafama takacağım sırada telefonum çalmaya başlamıştı. Kaskımı koltuğumun altına sıkıştırdım ve pantolonumun cebinden telefonumu çıkardım arayan kişi müdürümdü. Kaşlarım istemsizce çatıldı normalde pek teknoloji arası yoktur ve her zaman yüz yüze konuşmayı seçerdi. Aramayı onayladım ve telefonu kulağıma götürdüm. Bir şey demek için dudaklarımı aralamıştım ki onun gür sesini duydum.

 

“Neden söylemedin!?” diye bağırdı sesi telefon dışından da duyuldu mu diye merak ettiğim için omzumun üstünden tamirciye baktım. Tam tahmin ettiğim gibi oda müdürün sesini duymuş olacak ki bana bakarken yakalamıştım onu. Ama bakışlarını kısa bir süre üzerimde tutarak hemen önüne dönmüştü. Keskin bir nefes verdim ve kaşlarımı çattım. Ne diyordu bu adam?

 

“Neyden bahsediyorsunuz?” dedim anlamayacak. Müdür sinirle soludu ardından masaya sertçe ellerini vurduğunu duydum. Bu adamda ciddi öfke problemleri vardı.

 

“Aldığın kişisel mesajdan bahsediyor olabilir miyim acaba!?” dedi bağırmaya devam ederek. Anında öğrenmemesine şaşırmıştım zaten geç bile kalmıştı.

 

“Çok da önemli değildi o yüzden ciddiye bile almadım” dedim sakin ve tane tane konuşarak.

 

“Karşında ki adamın kim olduğunun farkına var yonca o hafife alacağın biri değil” dedi dakikalar önce ki halinden eser kalmamıştı. Ses tonu sakin ve cümlesi netti.

 

“Merak etmeyin her şeyin farkındayım” dedim ve onun başka bir şey demesine izin vermeden telefonu kulağımdan çekip kapattım. Büyük ihtimalle bu hareketim yüzünden bir kamyon laf yiyecektim ama pek umurumda değildi bu durum. Ardından derin bir nefes alarak telefonumu cebime koydum. Kaskımı kafama geçirdiğim ve motoruma bindiğim gibi tamirhane den ayrıldım.

 

                                   🔥 

 

“Allah’ım çok yüksekteyiz” dedi can gözlerini sıkıca kapattı ve koltuğu sıkıca tuttu. İçinden binlerce dua ettiğine emindim. Tesisin özel olarak kullandığı uçaktaydık ve canın bu uçakla ilgili iyi anıları olduğu söylenemezdi. Dahası tek bir sorun vardı oda daha uçağın kalkmamasıydı. Havalanmayan uçaktan korkan bir arkadaşa sahiptim ne kadar mükemmel öyle değil mi?

 

“Uçak daha havalanmadı bile can” dedi rüzgar elinde ki tablete bakarak. Geldiğimizden beri kafasını bir kere olsun o tabletten kaldırmamıştı. Acaba ne yapıyordu? Can sağ gözünü açarak rüzgara baktı ardından tekrar gözünü kapattı ve kafasını sağa sola salladı.

 

“Beni sakinleştirebilecek tek bir şey var” dediğinde gözlerimi kısıp dik dik ona baktım. Bu sakinleştirici etki umarım tahmin ettiğim şey değildir. Yoksa bu sefer canı net uçaktan aşağıya sallandırırdım.

Damlanın dudağı usulca yukarı kıvrıldığında tahmin ettiğim sakinleştirici etki olduğunu anladım. Rüzgar tablete bir kaç dakika baktıktan sonra uçağı bir melodi doldurdu. Can bunu duyar duymaz korkusu toz olmuştu adeta. Hızla ayağa kalktı ve nispet yapan görümce gibi karşımda oynamaya başladı.

 

İki Hüzünler başıma vurdu yine

Sevginin çıkmaz yollarında senin dolaylarında

Sana dair hasretim yüzyıllardan kalma

Aklımı kaçırıyorum bu cinnet akşamlarında

 

Orda her kiminleysen belki sevgilinleysen

Söyle kumralım için sızlamaz mı

Bilmem hatırlar mısın gözlerim ne renkti

Söyle kumralım benim adım neydi

 

Orda her kiminleysen belki sevgilinleysen

Söyle kumralım için sızlamaz mı

Bilmem hatırlar misin gözlerim ne renkti

Söyle kumralım benim adım neydi

 

Sahip olduğum herşeydin

Her şeyimi alıp gittin

 

Her kumralım kelimesi geçtiğinde eli ile beni gösteriyor ve o bölümü yüksek sesle söylüyordu. Orta parmağım ve işaret parmağım ile şakaklarımı ovdum. Bu çocuğun eğlenmek için kullandığı oyuncağıydım ben. Göz ucu ile rüzgara baktığımda bu durumdan gayet eğlendiğini görebiliyordum. Kaşlarımı çattım ve seninle sonra görüşeceğiz diyen bakışlarımı ona yolladım attım.

 

“Rüzgar aç bakalım şuradan barış abimizi” dedi damla neşeli bir ses tonu ile. Bu olanları onu da oldukça eğlendiriyordu. Rüzgar gülerek onun dediğini yapacaktı ki uçağın yavaş yavaş havalanmaya başlaması ile hepimizin anında sesi soluğu kesilmişti. Yukarı doğru süzülen uçak hepimizin sırt üstü koltuğa yaslanmasına sebep olurken can ayakta olduğu için dengesini kaybederek yüz üstü yere düşmüştü. Ağzının içinde yuvarladığı küfürleri duymamızla damla kıkırdamadan edemedi. Ama sonuçta kalk bana nispet yapar gibi dans et demedi kimse ona öyle değil mi?

 

“Şimdiden belli benim bu işten çekeceğim” dedi can homurdanarak. Ama hiç birimiz onu ciddiye almadık hatta herkes kendi işi ile ilgilenmeye başlamıştı bile. Damla kulaklıklarını takarak telefonuna indirdiği müzikleri dinlemeyi tercih etmişti. Kafasını cama yasladı ve mavi gökyüzünün arasına karışmış bulutları izlemeye başlamıştı.

 

“Bana olan ilginiz gözlerimi yaşarttı adeta” dedi can söylenmeye devam ederek. Oda kafasını cama yasladı ve gözlerini kapatarak uyumayı seçti. Genellikle hep böyle oluyordu damla ve can hep kendi dünyalarına sığınmayı seçmişlerdi. Bu onları tanıdığım ilk günden beri böyleydi. Onların tam aksi ben ve rüzgardık ikimizde kendi dünyalarımızdan uzaktık. Çünkü herkesin aksine dünyalarımız bizim için cehennem gibiydi. Bakışlarımı rüzgara çevirdim hala tableti ile ilgileniyordu. Onun hikayesi oldukça derindi. Bana söylediği sözler hala kulaklarımın içinde yankılanıyordu.

 

“Kimse bilemez insanın içinde ki yarayı yonca herkese göre kendi yarası daha ağır gelir ona”

 

“Peki ya sen nasıl yaranı hafiflettin?”

 

“Geçmişe takılı kalmak sadece bana aptalca hamleler yaptırdı bende geçmişimi sildim benim geçmişim sizlerle tanışmam ile başlıyor onun dışında bir geçmişim yok”

 

İnsan geçmişini geleceğini yazamazdı. Kaderin bize verdiği rolleri ve hayatları yaşardık. Ama kaderin bize yazdığı hikayeyi değiştirebilirdik. Yani ben buna inanıyordum. İnsan kendini hayatını düzene sokarsa bize yazılan hikayenin kalemi artık elimizde olur.

 

                                              🔥

 

Aradan geçen bir saat beş dakika sonrasında varmıştık Ankara’ya. Kalacağımız otele ise yarım saatte gitmiştik. Hepimiz odalarımıza geçmiştik ve kendimizi yarın ki görev için dinlenmeye adamıştık. Fakat uzandığım yatakta ne kadar sağ sola dönsem de bir türlü rahat edememiştim. Yerimden doğruldum ve yatakta oturur pozisyona geldim. Başıma giren dehşet ağrı yüzünden yüzümü buruşturdum. Ya migrenim vardı ya da kafamın içi artık düşünmekten bana isyan etmeye başlamıştı. Bakışlarım komodinin üzerinde ki ilaçlarıma takılınca sesli bir nefes verdim. Ne kadar yeni almış olsam da o ilaçlar beni rahatlatıyordu. Uzandım ve kapsülün içinden iki tane ilaç aldım. Onları ağzıma attıktan sonra komodinin üzerinde ki bir bardak suyu kafama dikerek yuttum ilaçları. Bardağı yerine koyar koymaz kalktım ayağa. Belki de biraz dolaşmak iyi gelebilirdi. Üzerime getirdiğim çantanın içinden deri ceketimi çıkardım ve onu giyidim. Ardından yanıma sigara paketimi, çakmağımı, telefonumu ve cüzdanımı alarak kaldığım odadan çıktım.

 

“Yonca?” diyen birini duyduğum an kaldırdım kafamı. Uykulu gözlerle beni izleyen rüzgarı görmeyi elbette ki beklemiyordum. Kahverengi gözleri uyumaktan kızarmıştı saçları ise dağılmıştı. Ama bu onun yakışıklılığından bir şey kaybettirmemişti.

 

“Nereye gidiyorsun?” dedi ve bir kaç büyük adım atarak karşımda durdu. Uzun boyu yüzünden kafamı kaldırmak zorundadır kalmıştım. Kahverengi gözlerinin arkasında sorgulayıcı bir biçimde bakıyordu bana “yarın akşam gitmemiz gereken bir davet olduğunu bu kadar çabuk unutmuş olamazsın öyle değil mi? Ve bu yüzden dinlenmen gerektiğini de”

 

“Tabii ki de unutmadım ayrıca sana hesap vermek gibi bir zorunluluğum olduğunu da sanmıyorum nerde ne yapmam gerektiğini gayet te bildiğimi düşünüyorum” dedim tam yanından geçecektim ki bir anda kolumdan tutarak beni durdurdu. Bakışlarımı kolumu tutan eline çevirdim ve tek kaşımı kaldırdım. Ben en son bu konu hakkında mükemmel bir uyarı yaptığımı düşünüyordum. Demek ki rüzgar anlamamıştı. Aslında takım arkadaşlarım ile aramızda kardeşlik bağı vardı. Normalde onların temasından asla rahatsız olmazdım fakat rüzgarın bana olan hislerini öğrendiğimden beri aramıza görünmez bir duvar örmüştüm. Rüzgar bakışlarımı bir anda kolumu tutan eline çevirdi. Bir iki saniye baktıktan sonra hemen elini çekti.

 

“Özür dilerim ani refleks” dediğinde kafamı sallamak ile yetindim. Ardından onu arkamda bırakarak asansöre doğru ilerledim. Tuşa bastım ve asansörün kapısı iki tarafa açılırken bindim içine sıfırıncı kata bastım. Kapılar kapanmadan önce rüzgarın cümlesini duydum.

 

“Dikkatli ol” bu cümleden sonra beni karşılayan sessizlik ile sırtımı arkamda ki aynaya yasladım. Bu sessizlik beni hapsederken bu çok kısa sürmüştü. Asansör durdu ve kapıları ardına kadar açıldı. Yavaş adımlarla asansörden indim ve aynı şekilde de otelden dışarıya çıktım. Hafif soğuk hava bedenimi gıdıklıyordu.

Ciğerlerime temiz havayı soludum. Ve yavaş adımlarla yürümeye başladım. Amacım Ankara’yı gezmek değildi. Buraya bir çok kez gezmiştim. Benim istediğim şey sadece bir saatlik huzurdu o kadar. Adımlarımın beni nereye götürdüğünü bilmeden yürüdüm. Geçtiğimiz her noktayı aklıma kazıdım. Bu sayede kaybolma riskim azalacaktı.

 

Aradan geçen yarım saatin sonunda ne olduğu belirsiz bir sokağa girmiştim. Pek ıssız değildi o yüzden rahattım. Az önce karşılaştığım teyzenin elime tutuşturduğu bir buket papatya ile beraberdim bu sokaklarda. Görüş açıma giren mezarlık ve oradan duyduğum ses yüzünden durdum. Mezarlığı çerçeveleyen ince duvarlara yaklaştım. İlk gördüğüm şey ise bir kızın mezar başında hüngür hüngür ağlaması ve sayıklaması olmuştu. Yarası taze olmalıydı. Sessizce mezarlığın kapısından içeriye girdim. Kız artık ağlamayı bırakmış iç çekerek mezara bakıyordu. Temkinli şekilde yanına yaklaştım ve onun hemen arkasında durdum. Gördüğüm tek şey onun siyah renkteki saçlarıydı. Bakışlarım elimde ki bukete kaydığında ona ihtiyacım olmadığını kanaat getirerek buketi yavaşça mezarın üzerine bıraktım.

 

“Papatya sevmesini bilen her insanın eline yakışan bir çiçektir. Sadece saflığı ve temizliği değil. Aynı zamanda masumluğu da temsil eder” dedim kız sesimi duyar duymaz bana doğru dönmüştü. İlk gördüğüm şey ise ağlamaktan kızarmış koyu yeşil renkteki gözleri olmuştu. Gür siyah saçları yumuşak yüz hatlarına sahipti. Dolgun pembemsi dudakları dikkat çekiyordu. Burnuma dolan güzel çiçek kokusu onun güzelliğine yakışıyordu. Yaklaşık on sekiz yaşlarında olan çok güzel bir kızdı. Şaşkın bakışların altından oda benim kim olduğumu sorguluyordu.

 

“Başın sağ olsun” dediğimde kız sadece kafasını sallamak ile yetindi. Anlaşılan konuşmak istemiyordu. Bakışlarım kısa bir an mezar taşına gittiğinde ölen kişinin tarihi onun acısını taze olduğu düşüncelerimi doğrulamıştı. Bakışlarımı bu sefer kıza çevirdiğimde boş gözlerle bana baktığını gördüm.

 

“Hayatta bir çok şey kaybederiz”

 

“Hayat ayağımıza bir çok çelme takar ama önemli olan her düştüğünde tekrardan ayağa kalkabilmektir “dedim ve çenemi dikleştirdim. Bakışlarım tekrardan mezara döndü. Anlaşılan kardeşi hayata gözlerini yummuştu buda onu derinden etkilemişti. Evet acısı taze olabilirdi fakat toparlanması gerekiyordu. Cebimde ki sigara paketimi çıkardım ve içinden bir dal alarak dudaklarımın arasına yerleştirdim. Ardından cebimden çakmak çıkartarak sigaramın ucunu alevlendirdim. Paketi ve çakmağı cebime koydum. Sigaramı orta ve işaret parmağımın arasına alarak dudaklarımdan uzaklaştırdım. Zehirli dumanı mavi gökyüzüne üfledim.

 

“Ne kadar ayağa kalkmaya çalışsam daha kötüsünü yaşıyorum bıktım artık” dedi kız sesi sonlara doğru titrek bir şekilde çıkmıştı. Cümlesinin ardından sağ gözünden bir damla yaş düşmüştü. Çok şey yaşamış gibi görünüyordu. Kitabı kapağına göre yargılama kavramı burda devreye giriyordu işte. Kız dışardan pamuklara sarılmış ve sanki öyle büyütülmüş gibi görünse de onun hikayesi bambaşkaydı. Bunu gözlerinden okuyabiliyordum. O acı çekiyordu hem kardeşinin acısını hem de başka bir acı daha onu mahkum etmişti. Bunun adı aşk acısıydı. Peki ya kim yüzünden oluşmuştu bu acı? Neden tek başına onun sırtına yüklenmişti? Sigaramı dudaklarımın arasına yerleştirdim ve içinden derin bir nefes çektim.

 

“İnsan doğar, yaşar ve ölür bu bir döngüdür, bu döngüyü istesen de değiştiremezsin” bu bir gerçekti. Ne kadar kaderin yazdığını değiştirme imkanımız olduğunu düşünsem de ölüm değiştirilemezdi. Ölüm bir gerçekti o urgan hepimizin boynundaydı ve azrail altımızda ki tabureyi çekmek için an kolluyordu. Sigaramı parmaklarımın arasına aldım ve gözlerim ile mezarı işaret ettim. Kız anında oraya baktı.

 

“Güçlü ol, her ne olursa olsun ayakta kal bu hayatta av değil avcı olmak önemli sen avcı olursan işte o zaman insanlar sevdiklerine zarar veremez” dedim yıllar önce müdürüm karşıma çıkarak bana avcı olma hakkını sunmuştu. Ve bana altın tepside sunulan bu hakkı yerine getirmeyi de iyi biliyordum. Sigarayı tekrardan dudaklarımın arasına yerleştirdim. Daha fazla söze gerek yoktu çünkü anladığını hissediyordum. Arkamı dönerek yavaş adımlarla yürümeye başladım.

 

“İsminiz nedir acaba?” Diye sesini yükselterek bana seslenen kızı duymamla durdum. Ve kafamı çevirerek omzumun üstünden ona baktı. Bu gereksiz bilgiyle ne yapacaktı acaba? Sigarayı parmaklarımın arasına aldım ve zehirli dumanı tekrardan mavi gökyüzüne üfledim.

 

“Yonca” dedim ve ekledim “tekrar karşılaşacağız çiçek kokan kız” onun bir şey daha sormasına izin vermeden mezarlıktan dışarı çıktım. Burası küçük bir dünyaydı ve onunla karşılaşma olasılığımız oldukça yüksekti. Tam gidecektim ki dikkatimi siyah renkte ki bir araba çekti. İçinde biri vardı kafası mezarlığa doğru dönüktü ve yoğun bakışlarının merkezinde o kız vardı. Bu genç adamın onunla bir bağlantısı mı vardı acaba? Adımlarımı arabaya doğru yönelttim. Genç adam o kadar dalgındı ki yanına geldiğimi bile fark etmemişti. Şoför koltuğu tarafında ki cama yaklaştım ve yumruk yaptığım elimi yavaşça cama vurdum. Genç adam anında kafasını benim olduğum tarafa çevirmişti. Camı açtığında yüzünü daha net gördüm.

 

Karşımda ki kişi Furkan Poyrazoğlu’ydu Engin Poyrazoğlu’nun oğlu ve biricik varisi.

Onların namı yer altının karanlık yüzünde yankılanıyordu. Özellikle küçük varis Poyrazoğlu’nun. O dikkatlice yüzümü incelerken ben onun gözlerinin içinde üzüntüyü çoktan görmüştüm. Anlaşılan Poyrazoğlu fena halde tutulmuştu. Peki neden yanında değil de burada ona izlemeyi seçmişti? İki seçenek vardı ya platonik olarak takılıyordu ya da bir şeyler olmuştu ve kız ondan uzak duruyordu.

 

“Kimsiniz?” dedi soğuk bir ses tonu ile. Yüzümde muzip bir gülümseme oluştu. Ona öğretildiği ciddi ve işine odaklı zırhını kuşanmıştı.

 

“Yoldan geçen biri diyeceğim ama pek umurunda olmaz ve dediklerimi takmazsın o yüzden şöyle diyeyim” dedim ve gözlerim ile mezarlıkta oturan kızı gösterdim “çiçek kokan kızın bir tanıdığı”

 

“Seda mı?” Adını söylediği an gözlerinin içi aşk denen duygu ile parıldadı. Demek ismi sedaydı. Çok güzel bir isme sahipti. Anlamı ses ya da yankı demekti. Dudağım kenarı usulca yukarı kıvrıldığında kafamı salladım. Poyrazoğlu hemen yerinde dikleşti ve tüm dikkatini bana verdi. Demek ki onun için bu kız önemliydi. Bu da ikinci düşüncemi doğru kılıyordu.

 

“Evet seda anladığım kadarı ile onu seviyorsun ama yaklaşmıyorsun platonik takıldığını düşünmüyorum çünkü kızda doğrudan buraya bakıyordu. Aranızda bir şeyler oldu ve kız senden uzaklaştı öyle değil mi?” dedim kendimden emin bir şekilde. Poyrazoğlu gözlerini kıstı ve kafasını hafifçe sağ omzuna doğru yatırdı. Bütün dikkati bendeydi.

 

“Diyelim ki öyle bu sizi neden bu kadar ilgilendiriyor? Az önce kısa bir konuşma gerçekleştirerek onu tanıdığını mı düşünüyorsun?” alaycı bir şekilde gülümsedi ve kafasını sağa sola salladı “sanmıyorum kimsin? Ve ne istiyorsun?” Eli belinde ki silaha uzandığında boğazımdan güldüm. Gerçekten bunu yapmayacaktı öyle değil mi?

 

“Evet kısa bir konuşma ile onu tanıyamam ama gözleri..” dediğim anda Poyrazoğlu silahına uzanmadan durdu. Ve kahverengi gözlerini bana dikti. Bu kız onun zayıf noktasıydı “gözleri her şeyi anlatıyor onun canı yanıyor çünkü kardeşi öldü” kolumu kaldırdım ve işaret parmağımı ile mezarlık bekçisi ile konuşan sedayı gösterdim “anladığım kadarı ile onu seviyorsun neden onun yanında değilsin de buradasın? Seviyorsan git yaralarına merhem ol” aklıma sude’ye anlattığım hikaye gelince dudaklarım kıvrıldı “Geçmişi kötüyse binlerce ateşböceği gibi geleceğini aydınlat”

 

“Peki ya o beni istemezse?” dedi hüzünlü bir şekilde. Bu aşkı asla anlamayacaktım o kesindi. Göğüs kafesinde tek görevi atmak olan elemanı kontrol altında tutmak bu kadar mı zordu?

 

“Sana bunu söyledi mi?” dediğimde gözlerini kıstı ve anlamayarak yüzüme baktı.

 

“Neyi?”

 

“Seni istemediğini”

 

“Hayır”

 

“O zaman ümitsizliği bir kenara bırak ve onun yanına git” dedim net bir şekilde “aksi takdirde onun geleceğini başka ateş böcekleri aydınlatmaya başlayacak” son sözü söylediğim gibi sağ tarafıma döndüm ve geldiğim yoldan tekrardan otele doğru yürümeye başladım.

 

Neden onlara yardım ettim bilmiyordum. Ama içimde bir ses onların kader ağlarının çoktan birbirleri ile örülmüş olduğunu söylüyordu. İkisinin arasında ki çekimi hissetmemek için aptal olmak gerekiyordu. Onlar birbirleri için yaratılmış kişilerdi ve belki de ben bunu fark ettiğim için onlara yardım etmiştim kim bilir?

 

                                             🔥 

 

Bakışlarım sürekli vücudumda ki makyaj ile yaptığımız lekelerdeydi. Üzerime giydiğim kırmızı straplez uzun elbise göğüs dekoltesi ve sırtı açık olduğu için vücuduma yapılan o lekelerini rahatlıkla görmemi sağlıyordu. Elimde ki minik aynadan yüzüme baktığımda plastik makyajımı ve ona rağmen kendini belli eden çillerimi gördüm. Sıkıntılı bir nefes vererek aynayı torpido gözüne koydum. O büyük gün hepimiz için gelmişti. Tüm gün antrenman yaparak kendimi olası bir durum için hazırladım. Şimdi ise davetin olduğu yere gidiyorduk. Bakışlarımı arabayı kullanan rüzgara çevirdim. Giydiği siyah takım elbisenin içinde oldukça yakışıklı görünüyordu.

 

“Var ya şu an çok havalı görünüyoruz” dedi can kulağımda ki kulaklık ile onlarla sürekli iletişim halinde olacaktık. Saçlarım açık olduğu için sağ olsun kulaklığı rahatça saklayabiliyordum.

 

“Sakın aşağıya bakma can bu sefer kumralım şarkısı falan da açamazsın mazallah sakız gibi yere yapışır kalırsın” dedim alaycı bir şekilde. Esra ve damlanın gülme seslerini duydum. Canın ise homurdanmasını.

 

“Orda durumlar nasıl Esra?” dedi rüzgar ciddi bir şekilde. Herkesin gülmesi anında kesildiğinde esra’nın boğazını temizlediğini duyduk.

 

“Her yer koruma kaynıyor ve içeriye girerken sıkı bir kontrol var ayrıca-“

 

“Bir tanem” diyerek esra’nın lafını yarım bırakan Mert’in sesini duymamla ağzımın içinde bir küfür mırıldandım. Gelecek başka zamanı mı bulamamıştı?

 

“İyisin öyle değil mi?” dediğini duyduk mert’in. Gözlerimi devirmeden edemedim. Bu yüzden mi kızın lafını ağzına tıkamıştı.

 

“İyiyim sevgilim” dedi esra ardından bir kaç saniye sessizlik oluştu. Kaşlarımı çatarak rüzgara baktığımda oda benim gibi kaşlarını çatmış yola bakıyordu.

 

“Lan öpüşmek için şu anı mı seçtiniz?” diyerek sesini yükselten damlayı duymamla gözlerimi kocaman açtım. Öpüşüyor mıydı? Yok artık!

 

“Bir şey mi oldu?” diyen merti duymamızla derin bir nefes verdim. En azından buna son vermişlerdi.

 

“Hayır” dedi esra zar zor konuşarak. Bu mert denilen herif her dakika esra’yı öpecekse işimiz zordu.

 

“Umarım dudaklarını tuz ruhuna basmayı düşünüyorsundur” dedim ciddi bir şekilde. Can ve damla buna katıldığına dair mırıltılar çıkartırken araba durmuştu. Rüzgar arabadan indiğinde bende onunla birlikte inmiştim. Kafamı kaldırarak geldiğimiz yere baktım. Aynı Esra’nın düğününde ki gibi ormanlık bir alandaydık. Gecenin karanlığına bürünen ormanın çok küçük kısmını davetin yapılacağı evden gelen ışık aydınlatıyordu. Belimde hissettim kol ile bakışlarımı sağımda ki rüzgara çevirdim.

 

“Formalite bir evlilik yüzünden bir araya gelen bir çift için sence bu yakınlık fazla değil mi?” dedim iğneleyici bir ses tonu ile. Rüzgar gözlerini kısıp yüzüme baktı ardından sanki dediğimi takmadığını belli edercesine yürümeye başladı. Belime sardığı kolu yüzünden bende onunla birlikte yürüyordum. Ama bakışlarım sürekli etrafta geziniyordu. Bir çok koruma evim etrafında kol gezerken içerde daha fazlası olduğunu düşündüm. Kapının önüne geldiğimizde iki tane iri yarı koruma bakışlarını bize çevirmişti.

 

“Ozan sungur” dedi rüzgar kendinden emin bir şekilde. Koruma elinde ki listeye baktı bir kaç saniye sonra kafasını kaldırarak tekrardan bize baktı.

 

“Üzerinizi aramamız gerekiyor efendim” dedi tok bir sesle. Üzerimizde her hangi bir silah yoktu tüm aletleri esra’ya devretmiştik. Mert’in kıskançlığı yüzünden adamlar bırak ona dokunmayı bu fikri akıllarından bile geçirememişlerdi. Rüzgar kafasını salladığında derin bir nefes alıp gözlerimi kapadım. Bedenimde hissettiğim bir çift soğuk elle irkildim ama belli etmemeye çalıştım. Adamın elleri göğüslerimde ve kalçalarımda biraz daha uzun süre durdu. Aradıklarını bulamayınca pis ellerini çekti bedenimden. Gözlerimi açtığımda ise bizim için kapıyı açmışlardı ve içeriye geçmenizi bekliyorlardı. Rüzgar elimi elinin içine aldıktan sonra emin adımlarla içeriye girdi. Yoğun ışık yüzünden gözlerimi kıstım ve ışığa alışmayı bekledim. Gözlerim alışır alışmaz bakışlarımı etrafta gezdirmeye başladım. Burası bir balo salonu gibiydi. Etrafta ki daire cam masalarda insanlar içeceklerini yudumluyor ve konuşuyorlardı. Pencereler ise kapalıydı hemen önlerinde ise birer koruma duruyordu.

 

“Durum ne?” dedim rüzgar köşede ki masalardan birine ilerlerken. Bende onun hemen yanında ilerliyordum. Bizi görenler selam veriyor veya kadehlerini kaldırıyordu. Ozan ve kiraz sungur önemli insanlardı ve Özkaya ailesinden sonra serpiente negra en çok yaklaşabilecek kişilerdi.

 

“Yukarda bir odanın önünde tam tamına beş koruma var” dediğinde kaşlarımı çattım ya serpiente negra oradaydı ya da malları orada saklıyorlardı. Bu sırada rüzgar ve ben çoktan masamıza ulaşmıştık. Bir garson gelerek önümüze kırmızı şarap koymuştu.

 

“Sakın önünüze koydukları herhangi bir şeyi içmeyin veya yemeyin” dedi can sert bir ses tonu ile. İşte işi ciddiye almaya başladığı vakit gelmişti. Bakışlarımı önümde ki kırmızı şaraba çevirdim. Olduğunda daha koyu bir renge sahipti. Buda içinde bir şey olduğunun göstergesini taşıyordu.

 

“Ah Ozan sungur” diyen birini duymamızla bakışlarımızı oraya çevirdik. Mert ve Esra bu tarafa doğru geliyorlardı. Esra’nın üzerinde siyah askılı göğüs dekolteli belinden sonrasında şelale gibi aşağıya dökülen ve baldırına kadar yırtmacı olan bir elbise vardı. Saçlarını benim gibi açık bırakarak kulaklığını gizlemişti. Mert ise siyah takım elbise giyerek ona uyum sağlamıştı. İkimizde yüzümüze sahte bir gülümseme yerleştirdik. Şimdi kiraz sunguru oynama vaktiydi.

 

“Nasılsın?” dedi ve elini dostane bir tavırla rüzgarın omzuna koydu. Esra da yanımda yerini alarak göz ucu ile bana bakıyordu.

 

“İyiyim sen nasılsın mert? Duyduğuma göre evlenmişsin” dedi rüzgar rahat bir tavırla. Mert’in dudağının kenarını usulca yukarı kıvrıldığında kafasını yavaşça aşağı yukarı salladı. Ardından bakışlarını esra’ya çevirdi ve aşk dolu gözlerle ona baktı.

 

“Evet karım Esra Özkaya” dedi ona bakarak. Mert gerçekten esra’yı seviyor muydu bunu hala çözememiştim. Ama ona aşk ile bakan gözleri yalan söylemiyor gibiydi. Sadece bundan emin olmam gerekiyordu.

 

“Senin adına sevindim en azından sevdiğin kadın ile mutlusun” dedi rüzgar iğneleyici bir ses tonu ile ve ters bir şekilde bana baktı. Buda rolümüzün bir parçasıydı kiraz ve ozan formalite evlilik yüzünden hayatları yıkılmış kişilerdi. İkisi de birbirinden nefret ediyor ve bunu saklama gereksiniminde bile bulunmuyorlardı. Bakışlarımı esra’ya çevirdim ve bu küçük nefret oyununa karşı bende kılıcımı çektim.

 

“Kesinlikle! En azından sana saygı duyan bir kocan var” dedim ve rüzgara baktım “böyle birini bulmak oldukça zor”

 

“Hayatını süsleyen bir kadın bulmakta oldukça zor” dedi aynı iğneleyici bir biçimde. Hafifçe gülümsedim dirseklerimi masaya yasladım. Parmaklarımı ise iç içe geçirdim.

 

“Bunun sonu nefretten aşka olarak bitecek altı çocuk ile gün batımına doğru yürüyerek final olacak” dedi damla alaycı bir ses tonu ile. Söylediği sadece filmlerde ya da kitaplarda gerçek olabilecek bir şeydi. Ama burası gerçek dünyaydı nefretin aşka dönüşmediği, iyilerin kazanamadığı, kötülerin yaptıklarının yanına kar kaldığı bir dünya.

 

Esra ve Mert’in gözleri ben ve rüzgar arasında gidip geliyordu. Sanırım aramızda ki gerilimi çözmeye çalışıyorlardı. Bir çift gözün beni izlediğini hissetmemle kafamı sağ tarafıma çevirdim. Karşılaştığım ilk şey bal rengi gözler oldu. Giydiği lacivert takım elbisenin içinde oldukça yakışıklı görünen toprağın adımları ise bizim olduğumuz masaya doğruydu. Her adımı kendinden emin bir şekilde atıyordu omuzları dik bakışları sertti.

 

“Hoş geldiniz sizi burada görmek ne büyük şeref” dedi toprak gülümseyerek. Ardından elini bana doğru uzattı. Gülümsemesi insanı cezbedecek kadar güzeldi. Bakışlarımı bal rengi gözlerinde çevirdim ve sadece gülümsemek ile yetindim. Rüzgar toprağın bana uzattığı elini hızla kavrayarak sıktı.

 

“O şeref bize ait toprak bey” dedi buz gibi bir ses tonu ile. Birden herkesin sesi soluğu kesilmişti ve tek bir yere odaklanmışlardı. Bende herkesin baktığı yere diktim gözlerimi. Gördüğüm şey ile şeytani bir şekilde gülümsedim. Aradığımız adam serpiente negra benden biraz uzakta yanında ki iri kıyım iki koruma ile davetlilere bakıyordu. Tahminlerimden oldukça farklı birine benziyordu. Yirmili yaşlarının sonuna merdiven dayamış gür siyah saçlara sahipti. Grimsi gözleri herkesin üzerindeydi. Biçimli ve yüzüne oturan bir burnu ince dudakları vardı. Sağ yanağından boyuna kadar inen bir kesik izine sahipti. Uzun boyu, yapılı vücudu ile kadınların hayalini süsleyebilecek biriydi. Tabi yanağında ki o kesik izi olmasaydı.

 

“Bu o mu?” dedi esra fısıldayarak. Tahminimce oydu ya da başka biri. Bunu öğrenmemiz gerekiyordu.

 

“Hoş geldiniz hanımlar ve beyler bugün burada şirketimizin yirmi ikinci yılını kutlamak için toplanmış bulunuyoruz” dedi ispanyolca konuşarak ve yanında duran adamın elinde ki yuvarlak gümüş tepsinin üzerindeki şarap bardağını eline alarak havaya kaldırdı “iyi eğlenceler dilerim” cümlesi biter bitmez kırmızı şarabı tek seferde kafasına dikerek içti. Onun bu hareketi ile salonda ki herkes şaraplarından birer yudum aldı. Ben, rüzgar, esra ve toprak dışında. Serpiente negra bu görüntü karşında sadece sırıttı. Ardından arkasını dönerek iki adamıyla birlikte merdivenlerden yukarıya çıktı.

 

“Toprak neden içmedi?” dedi damla sorgulayıcı bir ses tonu ile. Bakışlarımı ona çevirdiğimde mert ve rüzgar ile sohbet ediyordu. Bu soru benim de aklımı kurcalamaya başlamıştı. Aradan geçen bir saatin ardından Can'dan beklediğimiz o cümleyi duyduk.

 

“Yonca ve Esra yukarı çıkın ve benim çatısında olduğum binadan tarafa yürüyün beş dakikanız var adamlar nöbet değişimi yapacak ve kapının önünde sadece iki kişi olacak acele edin!” dedi can sanki emrediyormuş gibi çıkan sert ve baskın sesini karşı sadece dediklerini yapmak düştü bize.

 

“Biz lavobo’ya gidiyoruz hayatım hemen geri döneriz” dedi Esra bu cümlesine karşı mert ona baktı ve sadece kafasını sallamak ile yetindi. Sakin adımlarla ikimizde oradan ayrıldık. Bakışlarımla sürekli etrafı kolaçan ediyordum. Herkes eğlencesine bakıyordu kimse kimsenin pek umurunda değilmiş gibi görünüyordu.

 

“Kameraları devre dışı bıraktım” dedi damla bu sözüne karşı sadece kafamı sallayarak merdivenlerden yukarıya doğru çıktık. Yukarı kata gelir gelmez canın tepesinde olduğu binadan tarafa döndük ve sesiz koridorda yürümeye başladık. Bir kaç saniyenin sonunda önümüze çıkan iki koruma bize soru sormasına izin bile vermeden esra bacağına kemerle sabitlediği silahları çıkardı ve korumaları gözümü bile kırpmadan vurdu. Silahın ucunda ki susturucular sayesinde hiç ses çıkmamıştı. İki adamın alınlarının ortasından açılan deliklerden kanlar akarken yere yığıldılar. Esra sağ elinde ki silahı bana uzattığında hızla silahı aldım. Aşağı ki müzik sesi buraya kadar gelmeye başlamıştı ile rahatça bir nefes verdim biraz olsun rahat davranabilecektik. Buda damlanın müzik sistemine sızarak silah seslerini bastırmak için bulduğu bir çözümdü. İkimizde temkinli adımlarla boş koridorda ilerlemeye başladık.

 

“Hey siz!” diye bağıran bir adamın sesini duymamızla arkamı döndüm. Sekiz tane iri korumanın bize baktığını gördük. Hızla silahımı onlara doğrulttum ve ard arda ateş ettim. Silahtan çıkan mermilerden iki tane korumayı vururken bir tanesinin kolunu sıyırıp geçmişti. Yaptığım bu hareket ile onlarla aramızda ufak bir silahlı çatışmayı alevlendirmiş oldum. Hızla sol tarafımda kalan duvara yaslanarak siper aldım. Adamların silahlarından çıkan kurşunlar yanımdan geçip duvara delikler açıyordu.

 

“Orda neler oluyor?” dedi can tok bir sesle

 

“Şu an ufak bir çatışmamız varda onu halletmeye çalışıyoruz mümkünse bir iki dakika sonra akşama kadar dedikodu etme şansımız olur” dedi esra canı pek ciddiye almayarak. Bakışlarımı karşı duvarda siper almış esra ile buluştu. Yüzünde ki muzip gülümseme ile bakıyordu var ya biz takım olarak asla akıllanmayacaktık bu kesin bir şeydi. Adamlar git gide yaklaşıyordu bunu yakınımızda gelmeye başlayan silah seslerinden anlayabiliyorduk. Oda bana baktığında hafifçe kafamı salladım bu hareketim ile ikimizde aynı anda duvardan ayrılarak iki el ateş ettik. Silahlarımızdan çıkan kurşunlar dört adamı vurmuştu. Geriye kalan iki adam ise bizi mermi yağmuruna tutuyordu. Esra iki el daha ateş ederek bu mermi yağmuruna son verdi. İkimizde sindiğimiz duvardan ayrılarak etrafa baktık. Adamların hepsi yerde hareketsiz bir biçimde yatıyordu.

 

“Esra sen içeri gir, yonca gözcülük yap” dedi can emri vaki bir şekilde. Esra hızla adamların koruduğu odaya girdiğinde ben ise etrafa bakınıyordum “damla yonca ve Esra’nın olduğu kata çıkan tüm korumaları etkisiz hale getir rüzgar sende-“

 

Canın cümlesi yarım kalmıştı çünkü bir anda pencere tarafından duyduğum sesler ile bakışlarımı pencerelere çevirdim. Gördüklerim karşında ağız dolusu küfür savurdum. Pencere inen demir panjurlar planımızı alt üst etmişti.

 

“Sikerler lan ne oluyor?” dedi can öfke ile ben hala etrafa bakınırken bir anda bu da benim için kısıtlı hale geldi. Etrafa çöken zifiri karanlık ile ne yapacağımı şaşırmıştım. Elektrikler mi kesilmişti? Kim yapmıştı bunu?

 

“Kapı açılmıyor” diyen esra’yı duyduğumda ona yardım etmek için bir adım atmıştım ki sol yanağıma yediğim yumruk ile afalladım. Bir kaç adım geriye doğru atarak silahımı karanlığa doğrulttum nerden gelmişti bu? Etrafın zifiri karanlık olması veya hiç bir ses duyamamam bunu yapan kişiyi bulma konusunda bana hiç yardımcı oluyordu. Bu adam nefes almıyor muydu? Bir hayaletten yemedim ya bu yumruğu? Bir anda elime aldığım darbe ile silahım yere düştü çıkardığı tok ses hem koridorda hem de kulaklarımda yankılandı. Şaşkınca etrafa bakındığım sırada karnıma yediğim ikinci yumruk ile acı içinde inleyerek öne doğru eğildim. Anında saçlarımı kavrayan bir el kafamı kaldırdı ve koparmak istermiş şekilde çekti saçlarımı. Kimdi bu? Ne istiyordu benden Dişlerimi sıktım karşımda ki her kimse bunun bedeli ağır olacaktı.

 

“Damla aç artık şu ışıkları” diyen rüzgarı duydum. Ona kesinlikle katılıyordum çünkü açık ara yarasa kılıklı herifin tekinden dayak yiyordum burada. Yumruk yaptığım elimi adama vurdum ve tahminlerimce bu yumruk çenesine gelmişti. Ardından bacağımı kaldırdım ve tüm gücüm ile bacak arasına sert bir tekme indirdim. Adam acı içinde inleyerek saçlarımı bıraktığında geriye doğru bir kaç adım atarak ondan uzaklaştım.

 

“Kimsin lan?” dedim dişlerimi sıkarak ama karşımda ki kişi konuşmadı. Adamın ne adım seslerini ne de nefes alışverişlerini duyuyordum. Az önce hayaletten yemedim ya bu yumruğu derken kesinlikle şaka yapıyordum. Lütfen ciddiye alınmış olmayayım karşımda gerçek bir hayalet olmasın veya yarasa ikisi de olmasın gerçek insan olsun. Karanlıkta dövüşmek ile ilgili bir çok ders almıştık ama karşımda ki kişinin saldırılarını tahmin etmek benim için oldukça zordu. Çünkü zifiri karanlık ile pek haşır neşir olduğum söylenemezdi. Genellikle ay ışığının parlattığı karanlık hoşuma giderdi kendimce kriterlerim vardı.

 

“Yonca neler oluyor orda?” dedi can fısıldayarak ama şu an konuşmak için doğru zaman olduğunu pek sanmıyordum. Zemine attığı sert adımları duyduğumda rahatlamıştım en azından hayalet veya bir yarasa olmadığına kanaat getirmiş oldum buna da şükür. Adım sesleri git gide bana yaklaşıyordu yumruk yaptığım sağ elimle bana yaklaştığı an tekrar vurdum. Ama yumruğunu havada yakalayarak kolumu arkaya doğu çevirdi ve kolumu belime yasladı. Diğer kolumu da tuttuğu gibi belime yasladı ve beni kendine çekerek sırtımı onun göğsüne yasladım. Hareketlerimi nasıl görüyordu? Tahmin etmesi imkansızdı ikimizde karanlığa hapsolmuştuk. Adama yarasa diyerek hakkını yemiş olabilirim ama kedi olabilir miydi? Yoksa karanlıkta bu kadar iyi görmesinin başka açıklaması olamazdı.

 

“Biriniz şu ışıkları açsın burada yarasa veya kedi her neyse işte onlara benzeyen herifin tekinden dayak yiyorum” dedim dişlerimin arasından konuşarak. Evet sabahtan beri içimden dalga geçiyordum ama öfkelenmeye başlıyordum. Karşımda ki kişi karanlıkta dövüş konusunda benden kat kat daha iyiydi. Ama bende kolayca pes edecek biri değildim. Adam elini uzattı ve yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı ardından kulağımda ki kulaklığı sökercesine çekip aldı. Bu hareketi ile daha iyi anlamış oldum planımızı biliyordu. Boynumda hissettiğim sıcak nefes ile bedenim baştan aşağıya titredi ne yapıyordu o? Dövdü şimdide yaramı mı sarıyordu? Nasıl bir ruh hastasıydı lan bu? O gelen aydınlanma ile an fark ettim neden kimse yukarıya gelmiyordu? Veya neden hiç ses soluk yoktu?

 

“Bu işe hiç bulaşmamalıydınız” dedi fısıldayarak sesi boğazından hırıltı gibi geliyordu sanki gerçek sesini gizlemek istiyordu iyi de neden? Yoksa tanıdığım birisi miydi bu? Şakağımda hissettiğim soğuk metal ile düşüncelerimi rafa kaldırdım.

 

“Müdürünüz amaçları uğruna sizleri feda etmeye hazırken siz hala ona sadıksınız” dedi ve şakağımda ki silahı daha çok bastırdığında artık daha fazla dayanamadım. Benim de sabrım bir yere kadardı sağ dizimi karnıma doğru çektim ve arkamdan ona sert bir tekme indirdim. Adam inleyerek küfürler savunduğunu duyduğumda ellerimi bırakmıştı hızla arkamı döndüm ve sağ yumruğumu dibinde derin derin nefes alan adamın yüzüne geçirdim. Tahminen yanağına vurmuştum adamın aldığı ikinci darbeden dolayı yere düştüğünü duydum. Hızla aldığı soluklardan dolayı onu kolaylıkla buldum ve sertçe bir tekme attım. Attığı tekme karnına gelmişti buda onun daha fazla nefes almasına sebep olmuştu. İkinci bir tekme atacağım anda duyduğum ses yüzünden dona kalmıştım.

 

Bu Esra’nın çığlığıydı

 

Bir anda ışıklar açıldığında gözlerimi kıstım. Karanlığa alışan gözlerime gelen anlık ışıldama fazlaydı. Gözlerim alışır alışmaz hızla etrafıma baktım fakat kimsecikler yoktu. Neredeydi bu adam? Kuş olup uçmadı ya? Bakışlarım yeri bulduğunda parçalanmış kulaklığımı gördüm.

 

“Yonca!” diyen birinin sesini duymamla bakışlarımı kulaklığımdan çektim ve koridorun başından bana seslenen esra’yı gördüm. Nefes nefese kalmış bir şekilde bana bakıyordu o odadan nasıl çıkmıştı?

 

“Bunu görmelisin” dediğinde kaşlarımı çattım ne oluyordu? Gözlerinde gördüğüm endişe pek iyi şeylerin olmadığını söylüyordu. Koşar adımlarla onun yanına ilerledim esra ise bir kaç dakika önce girdiği odaya tekrar girmişti. Bende onun arkasından girdiğimde gördüğüm görüntü ile bütün vücudumda ki kanın çekildiğini hissettim. Oda kan gölüne dönmüştü serpiente negra sandığımız adam zincirler ile ellerinden tavana asılmıştı. Odanın içinde buram buram yanık et kokusu ile karışmış kan kokusu hakimdi. Adamın sol gözünün olması gerektiği yerden oluk oluk kanlar akıyordu. Sağ gözü ise sıcak bir demir parçası ile yandığını gösteren iz vardı. Sağ yanağında ki izin tam üstüne bir delik açılmış bu delikten dişlerini rahatlıkla görebiliyorduk. Boğazının sol tarafı ise vahşi hayvanlar tarafından parçalanmış gibiydi. Göğsüne açılan delikten dolayı iç organlarını görmeyi bekliyordum fakat onlar yerlerinde bile değildi. Ne kalbi ne de akciğerleri vardı bunu yapan kişi her kimse organlarını ne yapacaktı açıkçası merak ediyordum. Bakışlarımı karnına indirdiğimde ister istemez yüzümü buruşturdum. İnce ve kalın bağırsakları aşağıya sarkıyordu. Erkekliği ise olması gerektiği yerde değildi. Adamın sol bacağı yerde ki kan gölünün içinde yüzüyordu. Sağ bacağı ise kasıklarından aşağıya doğru boylu boyunca yarılmıştı. Vücudunda ki açılan bütün yaralardan akan kanlar yere damlıyordu. Gördüğümüz bu vahşet görüntü karşında dona kalmıştık ne Esra ne de ben konuşabiliyorduk. Evet bir çok görüntü görmüştük ama bu kadarını ilk kez görüyordum. Bunu yapan kişi kansız ruh hastasının teki olmalıydı. Bu kadar işkence yaparken bir kere bile gözünü kırpmayacak hasta biri vardı karşımızda. Onunla ilgili tek bir bilgi vardı elimizde.

 

Oda adının serpiente negra olduğuydu.

 

__________________________________________

 

Helloooooooo

 

Bu bölüm baya geç geldi ama sınav haftası falan araya girince mecburen böyle yapmak zorunda kalmıştım.

 

Sonda yazdığım nedense hoşuna gitti 🤣🤣

 

Instagram hesabımız: ikonun._.kitaplarii

Tiktok hesabımız: ikranur6285

 

Takip ederseniz sevinirim 🤗

 

Bölümü beğenmeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın 💜💜

 

Seviliyorsunuz 🌙🌙

 

Instagram: ikonun_kitaplarii

Tiktok: ikranur6285

Wattpad: ikranur6285

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%