Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.bölüm (ipucu)

@ikranur6285

 

 

Dehşet kelimesi basit bir kelimeydi. Anlamı ne kadar korkmak demek olsa da. Onu yaşamadan bilemezdi insan.

 

Şu an dehşetin dibindeydik ve ikimizde ne yapacağımızı bilmiyorduk. Karşımızda ki adam acımasızdı. Gördüğümüz kadarıyla da herhangi bir sınırı yoktu.

 

Esra’nın öğürdüğünü duyduğum da bakışlarımı zar zor da olsa cesetten çekerek ona çevirdim. Elini karnının üstüne koymuş ve yere eğilmiş olduğunu gördüm. Esra bu konularda oldukça hassastı bunu ilk yıllarımızda fark etmiştik. Fakat ne kadar denesek de bir türlü bu sorununu atlatamamıştı. Bu tür şeylerden uzak durmasını düşünsek de müdür bizimle aynı fikirde değildi.

 

“Esra diğerlerine haber ver!” dedim sert bir ses tonu ile. Şu an kusmanın sırası değildi. Hemen kendine gelmeliydi. Esra yerinden doğruldu titreyen sol elini duvara koyarak ayakta kalmak için duvardan destek aldı. Ama yüzü bembeyaz kesilmişti.

 

“Evet ben iyiyim. Ama serpiente negra sandığımız adam o... O öldürülmüş” dedi zar zor konuşarak bir kaç saniye karşı tarafı dinledikten sonra bakışlarını bana çevirdi. O an ilk kez yüzüme dikkatlice baktığını gördüm.

 

“Evet oda burada, iyi gibi görünüyor” dedi bir kaç dakika dinledikten sonra “Burada frekans çekmiyordu” dedi ve ekledi “ama şimdi çekiyor bu nasıl oluyor aklım almıyor açıkçası”

 

“Tesise haber gönder bu adamı incelemeye alsınlar belki de bir DNA örneği bulabilirler” dedim Esra sadece kafasını sallamak ile yetindi. Bakışlarımı tekrardan karşımda ki parçalanmış cesede çevirdim. Bu kadar kısa sürede böyle bir vahşeti gerçekleştirmesi imkansızdı. Bu nasıl olmuştu böyle? Karşımızda ki kişi bu tür konularda oldukça profesyonel gibi görünüyor. Bir kaç adım atarak cesede yaklaştım ve yakından inceleyeme başladım.

Kan kokusu burnuma buram buram dolarken geçmişim tozlu raflarından bir anı canlandı gözlerimin önünde.

 

 

                                             ⏳

 

“Onu öldürecek!” diyen damlanın tiz çığlığını duydum. Ama umursamadan elimde ki bıçağı karşımda ki adamın kasıklarına sapladım. Kulaklarım onun haykırışı ile dolduğunda ise sanki tatlı bir melodi duyuyordum. Beni sakinleştiren bir melodiydi bu. Burnuma dolan kan kokusu ile sadistçe gülümsedim. Adam kafasını önüne eğmiş derin derin nefesler alıyordu. Kasıklarına sapladığım bıçağı sağ tarafa çevirdiğimde ikinci bir haykırış koptu dudaklarının arasından.

 

“Neden yaptın?” dedim sert bir ses tonu ile. Adamın aldığı nefesler gittikçe artıyordu. Çok kısa bir süre sonra ölecekti ama sorunlarımızın cevabını da bize verecekti. Karşımda ki adam tesisin en eski ajanlarından biriydi örnek gösterilen ve herkesin hayran olduğu o kişiydi.

 

Ta ki ihanet edene kadar

 

Tesisin bütün bilgilerini satmaya çalışırken suç üstü yakalanmıştı. Şimdi ise karşımda ki aptalı konuşturma görevi bana verilmişti. Yarım saat önce turp gibi olan adam şimdi delik deşik olmuş bir durumdaydı. Yanağında ve gözünde morluklar, karnında ve bacaklarında olmak üzere üç bıçak darbesi vardı. Az önce açtığım yara ile dördüncü bir delik açmıştım vücudunda. Kel kafasına bıçak ile çizdiğim resim ise benim sanat eserim olmuştu. Ölmesin diye durdurmuşlardı kanamasını ama bana kalsa geberip gidebilirdi fakat söylemesi gerekenler vardı.

 

“Bu tesis kuruluş amacının dışında çalışıyor yonca, bana güvenmek zorundasınız” dedi nefes nefese aldığı her nefes canını yakıyormuş gibi buruşturdu yüzünü. Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. Yalanlar, yalanlar ve yine yalanlar. Bunun gibi bir çok hain söylemişti farklı farklı yalanlar ama sonları hep aynı olmuştu.

Belimde ki silahımı çıkardım ve soğuk namlunun ucunu adamın anlının ortasına hedef aldım. Adam bir şey demek için aralamıştı dudaklarını fakat silahtan ard arda çıkan iki mermi onu sonsuza kadar susturmuştu. Tuttuğum nefesimi verdim dışarıya ve silahımı yavaşça aşağıya indirdim. Bakışlarımı camın arkasında beni pür dikkat izliyen kehribar gözlere diktim. Yüzünde gurur dolu bir gülümseme vardı.

 

“Aferin yonca” diyen müdürü duyduğum da yüzümde bir gülümseme peydah oldu. Ve bu gülümse içimde ki canavarın zincirlerinin koptuğunun bir işaretiydi.

 

                                              ⏳

 

 

O zamanlar daha on dokuz yaşındaydım. Saf, masum ve temiz olmam gerektiği zamanlar elimde tanıyıp veya hiç tanımadığım insanların kanları vardı. Ben zaten masum olamazdım bana yakışmazdı bu kavram. Masum dediğimiz insanların elinde kan olmazdı.

 

“Tamam geliyorlar” diyen Esra’yı duymamla gözümün önünde ki anı tozlu rafların arasına geri dönmüştü. Derin bir nefes aldım ve kafamı sallamak ile yetindim.

 

“Müdürün gösterdiği odada ki mallara bakalım”

 

“Gerçekten o malların hala aynı yerde olacağını mı düşünüyorsun? Adam bizim geleceğimizi biliyordu malları çoktan başka yere taşımıştır” dedim hala cesedi incelerken. Sadece bir saate olmuştu her şey. Herhangi bir kanıt veya ipucu bırakmadan da kaybolmuştu.

 

“Aşağıya insek iyi olacak” dedim ardından kan gölüne çevrilmiş odada dışarı çıktım. Esra’da hemen arkamdan geliyordu. Bir kaç adım attıktan sonra yarasa kılıklı herif ile dövüştüğüm pardon dayak yediğim o alana geldik. Bakışlarımı yerde paramparça olan kulaklığıma çevirdim ardından hemen ilerisinde ki silahıma.

 

“Adam hamlelerimi önceden tahmin edebiliyordu” dedim mırıldanarak. Esra yerden silahını aldı ve bacağında ki kılıfa yerleştirdi.

 

“Karanlıkta dövüş konusunda iyi olmalı” dedi Esra ardından kendi silahını da kılıfa yerleştirdi. Sıkıntı bir nefes verdim ve yavaş adımlarla merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Esra ise hemen arkamdan geliyordu aşağıdan gelen uğultu seslerini duymamızla ikimizde durduk ve birbirimize baktık.

 

“Rüzgar aşağıda neler oluyor?” dedi Esra sessizce fısıldayarak bir kaç saniye karşı tarafı dinledikten gözlerini kocaman açtı ve bana baktı ‘ne oldu?’ der gibi kafamı hafifçe sağa sola salladım ama o koşar adımlarla merdivenlerden aşağıya indi. Kaşlarımı çatarak arkasından baktım neler oluyordu? Bunun öğrenmenin tek bir yolu vardı anlaşılan. Bende onun gibi koşar adımlarla aşağıya indim. Bir kaç saniyenin sonunda davetin yapıldığı o büyük alana geldiğimde gördüğüm görüntü ile dudaklarım aralanmıştı. Camların önünde ki korumaların hepsi kanlar içinde yerde yatıyordu. Bir kaç davetli de aynı şekilde yerde yatıyordu ve başlarında en yakınları vardı. Odaya kan kokusu ve bir çok göz yaşı hakimdi.

 

Bakışlarımı bizim olduğumuz tarafa çevirdiğimde ise rüzgar ve toprak iki tane korumanın kollarının ikisini de belinde birleştirmiş şekilde üzerlerinde olduğunu gördüm. Rüzgar’ın yüzünde anlından çenesine doğru akan kan vardı. Toprağın ise dudağının kenarında patlak olduğunu gördüm anlaşılan burada da katliam gerçekleşmişti.

 

“Mert! İyi misin?” diyen esra’yı duyduğumda ise bakışlarımı mertin olduğu tarafa çevirdim. Onun da burnundan kan aktığını gördüm. Herkes esnaf dayağı yemiş gibi görünüyordu. Esra, Mert’in yüzünü avuçlarının içine aldığında mert gözlerini kapatarak anlını anlına yasladı ve sessizce bir şeyler söyledi.

 

“Kiraz! Ne oldu sana?” diyen rüzgarı duymamla bakışlarımı oraya çevirdim. Büyük bir endişe ile yüzüme baktığını gördüm. Kaşlarımı çattım ne olmuş yüzüme? Bakışlarımı Esra’ya çevirdiğinde oda aynı şekilde bakıyordu yüzüme. O an aklıma gelenler ile bakışlarının sebeplerini anladım. Yarasa kılıklı herif ile yaptığım dövüş yüzünden bir çok darbe almıştım. Büyük ihtimalle yüzümde bir iz vardı.

 

“Yukarda elektrikler kesildiğinde sanırım korumalardan biri de bana saldırdı” dedim ve karşıma gelen rüzgara diktim gözlerimi “kim olduğunu görmedim elektrikler geri geldiğinde ise kimse yoktu” bakışlarımı bu sefer Esra’ya çevirdim. Anlını Mert’ten ayırmış bana bakıyordu “Esra hanım ise sanırım tuvalette kilitli kaldı” Mert elini Esra’nın yanağına koydu ve baş parmağı ile yavaşça yanağını okşadı.

 

“Sana bir şey yapmadılar değil mi?” dedi sessizce. Esra’nın dudaklarının kenarı usulca yukarı kıvrıldığında rahatlamış bir şekilde nefesini verdi. Bakışlarımı ondan ayırdım ve rüzgara çevirdim ‘iyi misin?’ der gibi bakıyordu gözlerimin içine. Ona yaklaştım ve yavaşça kollarımı onun boynuna doladım. Rüzgar bir kaç saniye şaşkınlıktan dona kalsa da bu çok kısa sürmüştü. Ne yaptığımı anlamış olacak ki kollarını yavaşça belime dolayarak beni kendine çekti. Kafamı onun boynunun içine gömecek gibi yaklaştırdım. Uzaktan bakanlar boynunu öptüğümü düşünüyorlardı.

 

“Daha fazla dikkat çekmeden buradan gidelim” dedim fısıldayarak. Saçlarımın arasında sıcak bir nefes hissetmemle gözlerimi kapadım. Rüzgar saçlarımın arasına ufak bir öpücük kondurduğunda titrek bir nefes verdim. Eline fırsat geçmişti oda bunu en iyi şekilde kullanıyordu. Herkes oynadığımız role fazlası ile inanıyordu. Kafamı kaldırarak onun kahverengi gözlerinin içine baktım. Sandığımızdan daha büyük bir iş dönüyordu burada. Bir satranç tahtasının üzerindeydik ve serpiente negra ilk hamlesini yapmıştı.

 

                                                🔥

 

“Şimdi ne olacak peki?” diye sordu damla gözlerini boş masaya dikmiş bir şekilde. Derin bir nefes verdim ve ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Kaldığımız otele geleli üç saat olmuştu, ama biz olanları düşünmekten gram uyuyamamıştık. Canın odasında toplanmış hepimiz kara düşünceler içerisine dalmıştık.

 

“Adli tıp raporu gelene kadar böyle oturacak mıyız?” dedi rüzgar onun da anlında ki yarayı tedavi etmiştik. Gözlerimi kapadım ve kafamı geriye atarak düşüncelerimin içine daldım. Bu adam bizim geleceğimizi nereden biliyordu? Benim dövüştüğüm kişi serpiente negra mıydı acaba? Bu soru aklımın içinde bin bir tilki gibi dolanıyordu.

 

“Şimdi ne yapacağız?” dedim düşünceli bir şekilde ve ekledim “müdüre elimiz boş mu gideceğiz gerçekten?”

 

“Maalesef ki evet, serpiente negra’yı hafife aldık sandığımızdan daha büyük bir sorun ile karşı karşıyayız” dedi can geldiğimizden beri ilk kez konuşarak. Hepimiz bakışlarımızı ona çevirdik ne demek istiyordu? Buz mavisi gözlerini bize çevirdiğinde kaşlarımı istemsizce çattım. Bir şey olmuştu ve can bize söylemiyordu.

 

 

                                              ⏳

 

Panjurlar kapanmıştı buda can ve damlanın diğerlerini izleme şansını yok etmişti. Neler oluyordu? Neden birden panjurlar kapanmıştı?

 

“Biriniz şu ışıkları açsın burada yarasa veya kedi her neyse işte onlara benzeyen herifin tekinden dayak yiyorum” diye öfkeyle soluyan Yonca’yı duydu can. Ardından kulaklıktan gelen tiz bir ses onun içinde ki korkuyu ikiye katlamıştı.

 

“Yonca, yonca” dedi damla bağırarak ama hiç bir ses yoktu ne olmuştu Yonca’ya? Ne yarasası? Ne kedisinden bahsediyordu o? Başı beladaydı! Biri planlarını öğrenmiş ve onlara tuzak kurmuştu.

Can’ın aklında dolaşan düşünceler ensesinde hissettiği soğuk namlu ile toz olmuştu. Gözlerini kocaman açarak arkasında ki soğuk namlunun ağırlığını tüm bedeninde hissetmişti. Nasıl duyamamıştı arkasından sessizce yaklaşan bu adamın ayak seslerini?

 

“Kimsin!?” dedi can ses tonunu sert tutmaya çalışarak. Arkasında duyduğu ufak kıkırtı içinde ki öfkesini harmanlıyordu. Dişlerini sıktı can içinde ki dizginlemeye çalıştığı öfkesi mantığının önüne geçiyordu. Kafasını çevirmeye çalıştı fakat arkasında ki adam silahı ensesine bastırması ile bu fikirden vazgeçti.

 

“Yüzümü görmek için bu kadar acele etme ajan” dediğinde Can’ın dişlerini sıkan çenesi anında gevşedi ne demişti o? Ajan mı? Onların kim olduğunu biliyor muydu? Ama bu nasıl olurdu?

 

“Madem oyun oynamak istediniz serpiente negra istediğiniz oyunu size verecek” arkasında ki adamın bunu demesinin hemen ardından bir çığlık sesi bütün ekip’ in kulaklıklarında yankılandı. Bir dakika...

Bu Esra’nın çığlıydı

 

Ne oluyordu bu aptal yerde? Ensesinde ki soğuk namlunun ağırlığı bir anda yok olmuştu. Can arkasında duyduğu sesler ile hızla arkasını dönmesi ile yangın merdiveninden kaçan birini görmesi bir olmuştu. Onun kaçmasına izin vermeyecekti. Hızla ayağa kalktı ve onun arkasından koşmaya başladı. Normalde olduğu yerden ayrılmaması gerekiyordu, ama bu adamı elinden kaçırırsa aklında ki yüzlerce soru cevapsız kalacaktı. Tepesinde olduğu apartmandan dışarı çıktı can. Gözleri hızla etrafta gezinmeye başlamıştı nereye gitmişti bu herif? Sanki o adam bu soruyu duymuş gibi bir anda önünde belirdi.

 

“Serpiente negra arkasında iz bırakmaz” dedi siyahlar içinde olan o adam. Bunu demesi ile anlının ortasında bir delik açıldı karşında ki adamın. Yediği kurşunun etkisi ile bedeni geriye savrularak kanlar içinde yere yığılı verdi. Can’ın şaşkınlıktan dudakları aralanmıştı. Nereden gelmişti bu kurşun? Bakışlarını hızla etrafa çevirdi birileri olmalıydı her şeyi uzaktan izleyen ve onlara komut veren. Evlerin çatılarına baktı fakat kimseyi göremediğinde sıkıntılı bir nefes verdi.

 

“Esra, yonca iyi misiniz?” diyerek onu yaşadığı şoktan çıkaran damlanın sesini duyduğunda gözlerini kapadı. Karşında ki adam onun kim olduğunu biliyordu buda onlar için büyük bir risk taşıyordu. Ne olursa olsun onu bulmak zorundaydı.

 

                                       ⏳

 

 

“Anlayacağınız durum sandığımızdan kötü” dedi can bıkkın bir ses tonu ile. Elimi saçlarından geçirdim ve sertçe nefesimi dışarıya verdim elimizde ki tek kanıt da bir mermi ile yok olup gitmişti.

 

“Kim olduğumuzu biliyorlar ve oda yetmezmiş gibi adamlar bizimle oyun oynayacaklarını söylüyorlar” dedi damla dişlerini sıkarak. Ağız dolusu bir küfür savurduktan sonra sandalyesini geriye doğru iterek ayağa kalktı. Hepimize kısa bir bakış attıktan sonra can’ın odasından kapıyı sertçe kapatarak çıkmıştı. Damla müdürü hayal kırıklığına uğratmak istemiyordu. Verilen her görevi başarı ile yerine getirdiğimiz için bu görevi becerememek onu öfkelendirmişti. Bir sandalyenin daha çekildiğini duyduğumda bu sefer bakışlarımı oraya çevirdim. Rüzgar ayağa kalkmıştı tek kelime dahi etmeden oda aynı şekilde çıkmıştı odadan tek fark kapıyı damladan iki kat daha güçlü şekilde çarparak kapatması olmuştu.

 

“Olmaz öyle kafamıza fırlatsa daha iyiydi” dedi can alaycı bir ses tonu ile. Bakışlarımı ona çevirdim yüzünde ne kadar bir gülümseme olsa da gözlerinin içinde hayal kırıklığını, korkuyu ve öfkeyi görebiliyordum. Can her zaman mutlu olduğunu gösteren bir maske takardı. Üzüldüğün de bile mutlu olmaya çalışırdı. Bir keresinde müdüre ile olan konuşmasını duymuştum.

 

“Ben üzülürsem veya korkarsam kim onların sırtını sıvazlayacak? Kim onların göz yaşlarını silecek?”

 

Dediğini duymuştum can gerçekten abim gibiydi aramızda ki en büyüğümüz oydu. Ama eğer en büyüğümüz olmasaydı bile yine de abim gibi görürdüm onu. Bende ayağa kalktığımda Can’da benimle birlikte kalktı ayağa.

 

“Bari sen bu sefer kapıyı yavaş kapat be çilli” dedi gülerek çilli ikimizin arasında ki anlaşma biçimiydi. Tesise geldiğimiz ilk yıllardan beri bana bunu derdi. Yüzümde ki çilleri bilen ikinci kişiydi can, ve çillerin anılarını da öyle. Yalancı bir gülümseme sundum ona. Ardından kollarımı onun boynuna dolayarak sıkıca sarıldım. Şaşırmıştı bu hareketime, çünkü pek bu tür sarılma etme işlerini sevmezdim biliyordu.

 

“Tek kelime etmede sarıl cin göz” dedim alaycı bir ses tonu ile. Cin göz tesisteki bir yılımızda ona takılan lakaptı. Buz mavisi gözleri yüzünden uzun bir süre bu lakaba maruz kalmıştı. Sonrasında herkes unutup gitmişti, bizim ekip dışında ki herkes.

 

“Hey! Unutmadın mı bunu hala?” dedi ve kollarını belime doladı. Ufak bir kıkırtı çıktı dudaklarımın arasından. Can bunu duyduğu an geri çekilerek yüzüme baktı.

 

“Seni hain çilli” dedi gülerek. Ellerini belimden çekerek sol kolunu boynuma doladı sağ elini yumruk yaparak saçlarımı karıştırdı. Bu hareketinden nefret ediyordum! Elini çekmeye çalıştım fakat büyük bir kahkaha patlatarak kafamı öne doğru eğerek saçlarımı fare yuvasına çevirmeye devam etti. Bu güzel anı çalan telefon bozmuştu. Can durdu ve titrek bir nefes vererek kolunu boynumdan çekti. Bakışlarını benden ayırdı.

 

“Odadan çıkar mısın?” dedi net bir şekilde. Gözlerinin içine baktım tahminen müdür arıyordu ve konuşacakları şeyi duymamı istemiyordu. Kafamı salladım ardından tek kelime daha etmeden odanın kapısına doğru yöneldim. Ne konuşacaklardı kim bilir? Ama eminim ki müdürün bu başarısızlığımızı öğrendiği an hepimizin canını okuyacaktı. Müdürün lügatin da kaybetmek, başaramamak veya yapamamak gibi kelimeler yoktu. Ya yapacaksın ya da bu görevi hiç üstlenmeyeceksin o sadece bunu bilirdi. Kapıyı açtım ve hızla çıktım odadan.

 

Kendi odama girdim ve kapıyı ardımdan kilitledim. Ay ışığının aydınlattığı odada gezdi gözlerim. Can müdüre ne diyordu bilmiyordum fakat yine kendini öne sürdüğüne yemin edebilirdim. Yavaş adımlarla odanın içinde ki banyoya girdim, bakışlarım ayna ile buluştuğunda sıktım dişlerimi. Yüzümde ki çilleri her gördüğümde aklıma dayımlarda kaldığım zamanlar geliyordu. Unutamıyordum, unutmak istiyordum ama yüzümde ki bu lanet şeyleri gördükçe aklıma geliyordu.

 

“Abi! Hadi gel oyun oynayalım”

 

“Ama bu sefer hile yapmak yok tamam mı şans?”

 

Kafamın içinde dönen cümleler yüzümde gülümseme oluşmasını sağlıyordu. Şans..

 

Abimin bana sesleniş biçimiydi. Aradan yıllarda geçse bunu asla unutmamıştım. Geçmişim ile ilgili unutmak istemeyeceğim bir kaç anıdan biriydi bu.

 

                                             🔥

 

Güneş her doğduğunda insanın içinde de bir ümit doğardı, çünkü güneş ümidi ve aydınlığı temsil ederdi.

 

Geceler ise insanın içinde ki duyguları ortaya çıkartırdı. İnsanlar gündüzleri ne kadar mutlu olurlarsa olsun gece gökyüzünü ele geçirdiğinde saatlerce duvarları izlerler veya pişmanlıkları yüzünden göz yaşı dökerlerdi.

 

Ben bunlardan hiç biri olmamıştım ne gündüz bana ümit vermişti ne de gece boş duvarlara bakıp pişmanlıklarım yüzünden ağlamıştım. Güneş doğdu yıllar önce ama ümitle değil büyük bir kederle. Evin içinde ki kanları daha net görmemi sağladı, herkese ümit ile doğan o güneş.

 

Gece ise onlara kurtarmak isterken gözlerime bir kumaş parçası bağlamıştı. Görmeyeyim, kurtaramayayım bu suç, bu ağırlık ile yaşayayım diye.

 

Parmaklarımın arasında ki sigaradan son kez dumanı çektim içime. Ardından yere bastırarak söndürdüm. Saat sabahın beş buçuğuydu ve bir parkın bankına oturmuş boş gözlerle gün doğumunu izliyordum. Benim için anlam ifade etmeyen o gün doğumunu.

 

Davet gecesinin ardından iki gün geçmişti, elimiz boş bir şekilde geldiğimiz için müdür hiç memnun olmamıştı. Ona göre biz birer avcıydık ve avımızı her zaman yakalardık, yakalamak zorundaydık. Serpiente negra dosyası hala bizdeydi, görev tamamlanana kadar da bizde olacaktı. Bu görevi bir kaç aya kalmadan bitirecektim.

 

“Bebeğim” diyerek seslenen birini duymam ile bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdim. Çaprazımda gördüğüm adam Kenan Aktaş namı değer insan avcısı. Genç yaşlı fark etmeksizin herkesin canını alıyor organlarını mafyaya satıyordu. Bunun yanında silah ve uyuşturucu kaçakçılığı da yaptığı vardı. Adam ayak üstü bir suç makinesiydi. Beyaz saçları, kahverengi ve kehribar arasında kalan gözleri vardı, elmas şeklinde bir yüze ve kirli sakallara sahipti. Yapılı vücudu, uzun boyu ile her kızı etkileyebilecek bir erkekti.

 

Karşında ki kadın tatlı bir biçimde gülümseyerek oturduğu yerden ayağa kalktı ve kollarını karşında ki adamın boynuna doladı. Adam mest olmuş bir şekilde bir elini kadının ince beline dolarak onu daha fazla çekti kendine. Kadının bakışları ile buluşan gözlerim dudağımın kenarının yukarı kıvrılmasına sebep oluyordu. Ceylan aslan gerçek adı ile damla karaslan olarak onun karşındaydı. Beline kadar uzayan sarı peruğu, lens sayesinde olan ela gözleri vardı. Beyaz teni ve ona uygun olan kıyafetleri ile çok güzel görünüyordu. Bir kaç ay önce bir kafede tanıştığı ardından tüm planlarını tek tek suya düşürdüğü sevgilisiydi.

 

“Seni çok bekletmedim umarım” dedi ondan ayrılarak. Damla kafasını olumsuz anlamda sallayarak gülümsemeye devam etti. Kenan karşında her zaman ona muhtaç ve narin bir kadın görmek istiyordu ve damla bu rolü fazlası ile iyi oynuyordu.

 

“Bana yapacağın sürpriz neydi?” dedi damla heyecanlı bir ses tonu ile. Kenan’ın telefonunu dinlediğimiz zaman onun bir çete ile anlaştığını ve çocuklar aracılığıyla uyuşturucu ticareti yapacağını öğrendik. Damlayı istemesinin sebebi onun sayesinde bu çocuklara ulaşmasıydı ona göre damla da bu illet şeye bağlıydı.

 

 

“Bugün büyük gün” dedi fısıldayarak. Damlanın yüzünde yalancı bir heyecan peydah oldu. Sanki bunu oda çok istiyor gibi görünüyordu.

 

“Gerçekten mi? Ne duruyoruz o zaman? Hemen gidelim” dedi damla heyecanlı bir biçimde. Kenan onun bu heyecanlı haline karşılık gülümsedi. Gözlerinin içi aşk denen duygu ile parlıyordu, buda onun aptallık yapmasına sebep olacaktı. Kenan, damlanın elinden tuttu ve ikisi birlikte yürümeye başladılar.

 

“Çok güzel damla, aynen böyle devam et” dedim fısıldayarak, bir kaç dakika sonra bende ayağa kalktım ve yürümeye başladım. Onlardan uzaktım bakışlarım ise etrafta geziniyordu. Bu adamın boş bir şekilde buralara kadar gelmediğine yemin edebilirdim.

 

İkisi birlikte park halinde olan gri passat’a yaklaştı, Kenan damlanın kapısını açarak binmesi bekledi. Damla onun bu nezaketine karşılık gülümseyerek bindi yolcu koltuğuna. Kenan kapıyı kapatarak arabanın etrafında dolaştı, ardından kendisi de şoför koltuğuna oturarak çalıştırdı arabayı. Bende hemen park halinde ki motoruma bindim. Onlar yavaş yavaş uzaklaşırken bende mesafeli bir şekilde takip etmeye başladım. Ama kulaklıktan ne konuştuklarını çok rahat bir şekilde duyabiliyordum.

 

“Yavrum, eğer bu iş olursa kazanacağımız parayı bir düşünsene” dedi Kenan denen herif heyecanlı bir ses tonu ile. Söylediği cümlenin her kelimesi sırtıma iğne gibi batıyordu. Yapacakları işte yanan kişiler masum çocuklar olacaktı. Onları bir eşyaymış gibi kullandıktan sonra kenara fırlatacaklardı.

 

Çocuk dediğin özgür olurdu, masum olurdu, temiz ve berrak düşünceleri ile insanların yüzünde tebessüm oluştururdu.

 

“O paraları tek tek sokacağım münasip bir yerine, sen hiç merek etme” dedi rüzgar öfkeli bir ses tonu ile. Duygularıma tercüman olmuştu adeta. Can ve rüzgar aylar önce adamın yakın bölgesine girmişti. Onları uzaktan izleyen bir tek ben vardım.

 

“Hayal edebiliyorum bebeğim” dedi damla. Toprak bir yola girdikleri zaman onları takip etmeyi bıraktım. Ana yolda ilerlemeye devam ettim. Bir kaç dakika ilerledikten sonra ikinci toprak yolundan girdim. Motorumu durdurarak üzerinden indim, ardından üzerini kamuflaj örtüsü ile kapadım.

 

“Geldik güzelim” diyen kenanı duydum ilk ardından arabanın kapısının ilk önce açılma sesini duydum. Altı tane adım sesinden sonra bir kez daha kapının açılma seslerini duydum. Hızla motorumu koyduğum yerin ardında ki ağaçlık alana çıkmaya başladım. Burası depoyu görebileceğim tek rahat noktaydı.

 

“Çok heyecanlıyım” dedi damla bende onları görebileceğim yere geçtim. Karnımın üzerine uzandım silahımı elime alarak dürbününü ayarladım.

 

“Merak etme yavrum, alacağım ben senin heyecanını” diyen kenanı duymamla net bir şekilde dürbünde göründü gözüme. Elini damlanın beline dolamış bu sözleri sarf ediyordu. İşaret parmağım hafif bir şekilde tetiğe baskı uyguladı.

 

“Seni canlı istemeseler şu an alnının ortasından vurmaktan çekinmem” dedim fısıldayarak. İkisi birlikte büyük ve etrafında korumaların dolu olduğu o depoya girdiğinde telefonumu çıkardım. Damlanın kolyesinde bir kamera vardı bu sayesinde içeriyi rahatlıkla görebilecektik. Damlanın attığı her adımda karşıda ki korku dolu gözlerle onlara bakan çocukları gördüm. Küçücük bedenlerinde iğrenç bir şey taşıyorlardı, gördüklerini ne de duyduklarını asla unutamayacaklardı. Onlar birer yaşayan ölüye dönüşmeye başlamıştı bile.

 

“Efendim, Fırat bey birazdan burada olur” dedi rüzgar, Kenan başını sallayarak onu onayladığın da çoktan çocukların yanına gelmişlerdi bile. Hepsinin gözlerinin içinde gördüğüm korku ve endişe sırtıma öfke yüzünden batan iğne sayısını arttırıyordu.

 

“Annemi istiyorum” diyerek ağlamaya başladı bir çocuk. Hem damla hem de kenan ona baktığında duyduğum iki cümle zihnimde yankılandı. Annesi vardı ve çocuğunu ondan zorla koparmışlardı.

Kenan hızlı adımlarla kıza yaklaştı, kız korkudan dolayı gözlerini kocaman açarak karşında ki adama bakarken o elini kaldırdı ve küçük kızın şiddetine bile dayanamadığı o tokadı atarak onu tek hamlede yere serdi. Gördüğüm görüntüler kanımın fokur fokur kaynamasına sebep oldu. Onu öldürecektim, hayır sil. Onu süründürecektim ölmeyecekti ama ölmek için yalvaracaktı.

 

“Kes sesini!” diye bağırdı Kenan. Daha fazla görmemek adına kapattım telefonumu ve cebime koydum. Tekrardan dürbüne baktığımda bir korumayı hedefim dahiline getirdim.

 

“Yonca dışarda ki tüm korumaları vur” dediğinde işaret parmağım tetiğe uyguladığı baskı arttı. Derin bir nefes vererek tetiğe basacağım sırada bir silah sesi duyuldu tüm ormanda. Şaşkınlıktan dudaklarım aralanmıştı, hedef aldığını koruma bir anda yere yığıldığında dona kalmıştım.

 

“Yonca susturucu takmadın mı?” dedi can ama hala şaşkınlığın pençesindeydim kim yapmıştı bunu? Ard arda gelen silah sesleri ile dürbüne baktım. Gördüklerim karşında ağız dolu bir küfür savurdum.

 

“Bunu yapan kişi ben değilim, toprak ve mert burada çıkın hemen oradan!” dedim sert bir ses tonu ile. Ağaçların arasından çıkıp depoya ilerleyen mert ve toprak hedef aldığım korumayı kurmuşlardı. Şimdi ki hedefleri ise içeride ki adamlardı. Dürbüne baktım ardından hedefimi değiştirdim, şimdi ki avım toprak Özkaya’ydı.

 

Tuttuğum nefesi yavaşça dışarıya verdim ardından hiç düşünmeden bastım tetiğe. Silahtan çıkan kurşun toprağa doğru ilerlerken bir anda toprağın önüne geçti mert. Kurşun onun sırtına girerken mert anında yere yığıldı. Dişlerimi sıktım bu olmamalıydı, kurşun toprağa gelmeliydi. Toprak şaşkın bir şekilde yerde yatan Mert’e baktı bir kaç saniye, ardından hemen dizlerinin üzerine çökerek ceketini çıkardı ve Mert’in kanaması olduğu yere bastırdı. Adamların yarısı toprak ve Mert’in başında kalırken geri kalanı depoya girmişti bile. Kulağımı dolduran silah seslerine aldırmadan dışarıda toprağı koruyan adamlara ateş açtım bende. Bizimkiler oradan çıkana kadar oylamam gerekiyordu onları. Silahımdan çıkan kurşunlar onların hepsinin ayrılmasına ve dört bir yana dağılmasına sebep oluyordu.

 

“Yonca ayrıl oradan” dedi can sert bir ses tonu ile. Bir kaç el daha ateş ettikten sonra adamların hepsi ağacın arkasından çıkmadan olduğum yerden ayrıldım. Koşarak motorumun olduğu yere doğru ilerledim. Hemen gitmemiz gerekiyordu yoksa yakalanacaktık. Motorumun yanına geldiğimde üzerinde ki kamuflaj örtüyü açtım, örtüyü çantama teptikten sonra bindim üzerine. Motoru çalıştırdığım gibi geldiğim yoldan geri döndüm.

 

Neyse ki ellerimde eldiven ayağımda ise büyük bir erkek botu vardı. Ardımda hiç bir iz bırakmadan ayrıldım oradan. Tek bıraktığım iz mert özkayanın sırtında ki kurşun olmuştu.

 

                                             🔥

 

Odanın kapısını açtığım gibi girdim içeriye, içerde ki herkesin bakışları bana dönmüştü. Can ve damla dışında bir kaç kişi daha vardı içeride. İçeri girdim ve ardımdan kapattım kapıyı.

 

“İyi ki geldin yonca” dedi can bakışlarımı ona çevirdim. Kaşlarını çatmış bir şekilde bilgisayara bakıyordu. Yanına yaklaştım sağ elimi sandalyesinin arkasına koydum sol elimi ise masaya yaslayarak ekrana doğru eğildim. Ekranda gördüğüm mesajlar ve planlar benim de kaşlarımı çatmama sebep oldu.

 

“Bu yapacağı iş Rusya’da bulunan bir adama gidecekmiş” dedi ardından bir kaç tuşa bastı. Ekranda ki görüntü değişti bir video açıldı. Sandalyede oturan bir erkek çocuğu vardı yaklaşık on yaşlarında olmalıydı. Korku içinde kameraya bakıyordu, daha sonra kadraja Kenan girdi yavaş adımlarla çocuğa yaklaştı. Çocuk sanki Azrail’i ile karşı karşıya gelmiş gibi nefes alışverişleri hızlanmıştı. Göğüsü hızla inip kalkarken Kenan çocuğun hemen dibinde durdu, elinde ki iğneyi sertçe çocuğun koluna sapladı. Çocuk acı içinde inlerken şırınganın içinde ki maddeyi çocuğa enjekte etmişti. İğneyi çocuğun bedeninden ayırdıktan sonra kameraya baktı.

 

“Deney 23” dedi düz bir ses tonu ile. Çocuğun gözleri yavaş yavaş kayarken kafası arkaya düşmüştü. Bedeni elektrik çarpmış gibi titrerken ağzından köpükler çıkıyordu.

 

“Anne” diye fısıldadığını duyduğum çocuğun, ya da böyle duymak istedim. Tek bir kelime can yakabilirdi ve yakmıştı da. En ihtiyaç duyduğu zaman yoktu onu doğuran kadın. İzin vermemişlerdi yanında olmasına. Belki son anlarında bile düşünüyordu annesini. Çocuk bir anda titremeyi bıraktı kafası sola doğru düşerken korktuğu için inip kalkan göğüs kafesi durmuştu. Bedeni hareket etmeyi bırakmıştı, Kenan kafasını sağa sola salladı.

 

“Başarısız, dozları yüzde bir milim daha azaltmamız lazım” dedi ekran karanlığa büründü ve video burada bitti. Sadece video değil bir çocuğun da hayatı sadece bir dakika on üç saniyede bitmişti. Hayallerini, umutlarını, geleceğini bir dakika on üç saniyede kaybetmişti. Yerimden doğruldum sıkıntılı bir nefes verdim. İçimde ki öfke alevleri tekrardan yükselmeye başlamıştı. Bir eşyaymış gibi onu kullanıp atmıştı.

 

“Nasıl insanlar bunlar? Bir çocuğa göz göre göre bunu nasıl yapabildi?” dedi damla öfkeli bir ses tonu ile. Sorduğu soruların cevaplarını bilmiyordum ama hemen öğrenecektim.

 

“Mallarını ele geçirdik şu an laboratuvarda inceleniyor” dediğinde kafamı usulca aşağı yukarı salladım. Ama gözlerimin önünde az önce izlediğim sahne dönüyordu. Ellerim yavaş yavaş yumruk olurken, keskin bir nefes verdim dışarıya. Bakışlarımı içeride ki diğer kişilere çevirdim. Hepsi pür dikkat bana ve cana bakıyordu.

 

“Bunlar kim?” dedim onlara bakmaya devam ederken.

 

“Eğiteceğimiz çaylaklar” dediğinde bakışlarımı ayağa kalkmış ve yanımda duran cana çevirdim. Çaylak mı? Benim neden böyle bir şeyden haberim yoktu? Tek bir kelime dahi etmeden kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açtım ve çıktım odadan. Uzun koridorda ilerledim. Asansörün önüne geldiğimde kartımı okuttum, kapılar benim için açılırken içeride birinin daha olduğunu gördüm. Turuncu uzun saçları yüzünü gizliyordu buda onu görmemi engelliyordu. Asansöre bindim bodrum kata inmek için düğmeye basacaktım ki kızın çoktan bastığını gördüm. Kapılar kapanırken ikimizde yavaş yavaş aşağıya iniyorduk.

 

“Bodrum katta ne işin var?” dedim ses tonum sert ve netti. Kız bakışlarını yerden kaldırdı sanki benim olduğumu yeni fark ediyormuş gibi yüzüme baktı. O zaman yüzünü daha net gördüm kocaman siyah gözleri vardı, siyah gözlerini çerçeveleyen uzun kirpikleri, kare şeklinde ki yüzü, yanaklarında ve burnunun üzerinde benim gibi çilleri vardı. Hafif balık etliydi ama bu ona yakışıyordu. Yaklaşık yirmili yaşlarında bir atmış boylarındaydı.

 

“Aşağıda sorgu varmış onu izlenmemiz söylendi” dedi çekingen bir şekilde. Tek kaşımı kaldırarak ona bakmaya devam ettim. Belli ki burada çaylaktı.

 

“Adın ne senin?” dedim sert bir ses tonu ile. Dudaklarını yaladı ardından bakışlarını kaçırdı.

 

“Rana efendim” dediğinde dudağımın kenarı usulca yukarı kıvrıldı. Demek burada ki kuralların hepsini anlatmışlardı.

 

“Rana” dedim tekrar ederek. Kapılar açılırken ikimizde indik ve koridorun sonunda olan ikinci odaya doğru yürüdük. Sessizdik tek fark onun sessizliği zorakiydi. Eğitmenlerle gereksiz konuşmalara görmezdi çaylaklar. Odanın önüne geldiğimizde kapıyı açarak içeri girdim. Tüm gözler anında bize dönmüştü içeride bir kaç çaylak, diğer ekip’ in lideri olan güney ve müdür vardı.

 

“Sonuç?” dedim onların yanlarına yaklaşarak. Güney bakışlarını bana çevirdiğinde bende onu baştan aşağıya inceledim. Siyah saçları dağınıktı, siyah renkte ki gözlerinin altında oluşan mor halkalar onun uyumadığını gösteriyordu. Her zaman ki gibi siyahlara bürünmüştü. Bakışlarımı tekrardan gözlerine çevirdiğimde, gözlerinde gördüklerim bana yeterli bir cevap olmuştu. Adam konuşmamakta ısrar ediyordu demek.

 

“Konuşmuyor” dedi net bir şekilde. Kafamı usulca aşağı yukarı salladım, ardından bakışlarımı yanımda duran müdüre çevirdim. Sanki ona baktığımı anlamış olacak ki oda bakışlarını bana çevirdi. Ondan izin istedim bakışlarımla anlayacağını biliyordum, o hep beni anlardı.

 

“Güney çaylakları al ve dışarı çık” dedi sert bir ses tonu ile. Güney onun dediğini yaparak bütün çatlakları dışarı çıkardı kapıyı da arkamızdan kapattı. Odanın içinde sadece müdür ve ben kalmıştık. İkimizde pür dikkat camın arkasından masayı izleyen adama bakıyorduk.

 

“Çaylak eğitmediğimi biliyorsun” dedim bakışlarımı oradan ayırmadan. Derin bir nefes verdiğini duydum.

 

“Biliyorum, ama bazı şeyleri aşmak zorundasın yonca” dediğinde gözlerimi kapadım ve derin bir nefes verdim dışarıya. Aşmak istemiyordum çünkü müdürün aşmaktan kastının unutmak olduğunu biliyordum. Unutmak kaçmak demekti, kaçmayı yıllar önce bırakmıştım. Gözlerimi yavaşça aralayarak camda ki yansımama baktım. Ela renkte ki gözlerimin ışıltısı her geçen gün sönüyordu, gözlerimin içinde zincirlerini koparmış olan canavarım vardı. Şu an uyuyordu fakat uyandığı an kan dökmekten çekinmiyor ve zevk alıyordu.

 

Derin bir nefes aldım, odanın içinde ki sorgu odasına açılan kapıdan içeriye girdim. Kenan’ın bakışları anında bana dönerken mimik bile oynatmadan kapıyı sertçe kapattım. Yavaş adımlarla masaya doğru yaklaştım. Gözlerinde herhangi bir duygu yoktu boş bakıyordu ama bir kaç dakika sonra o boş bakan gözleri korku ile dolup taşacaktı. Karşında ki sandalyeyi çekip oturdum ellerimi masanın üzerinde birleştirdim ve dikkatlice yüzüne baktım.

 

“Kenan Aktaş, yaş kırık üç bir baba yaşındasın ama ar damarın çoktan çatlamış. Böyle olmasaydı kızın yaşında ki biri ile evlenme hayalleri kurmazdın” dedim iğrenerek. Damla ile olan konuşmalarını mesajlaşmalarını izliyorduk. Gerçekten mide bulandırıcı herifin tekiydi. Siyah deri ceketimin cebinden çakımı ve beyaz mendilimi çıkardım. Çakımın keskin olmayan tarafını yavaşça silmeye başladım, bakışlarım ise kenandaydı.

 

“Kiminle iş birliği içindesin?” dedim elimde ki bıçağı mendil ile silerek. Kenan mimik bile oynatmadan elimde ki çakıya bakıyordu. Onu buraya getireli iki saat olmuştu fakat tek kelime dahi etmemişti. Rahat bir şekilde arkama yaslandım.

 

“Sessizliğinin nedenini şokta olmana veriyorum. Sonuçta herkes sevdiği kadının kendisinin sonunu getirmek için hayatına girdiğini öğrenmiyor öyle değil mi?” dedim alaycı bir ses tonu ile. Kenan öfkeli bakışlarını gözlerime çevirdiğinde yüzümde bir gülümseme oluştu. Avımla oynamayı seviyordum tüm gerçekleri yüzüne vurmak ve acısını görmek beni tatmin ediyordu.

 

“Bir sorun mu var Kenan? Yoksa kendin gibi birini bulduğun için sevinmiş miydin?” dedim cümlemi tamamlar tamamlamaz yüzümde ki gülümseme silindi yerini ciddi bir ifade aldı. Elimde ki çakının ucunu sertçe masaya saplayarak ayağa kalktım. Öfkeli bakışlarını bana çevirmişti kendinden emin bir şekilde bakıyordu bana. Konuşturamayacağımızı düşünüyordu onu, bakışlarımı ondan ayırarak kurşun geçirmez camın ardından beni izleyen müdüre çevirdim. Ellerini arkada birleştirmiş pür dikkat bana bakıyordu.

 

Onun öğrencisiydim ben, bu adamı konuşturmak benim için çok kolay olmak zorundaydı. Sadist bir adam tarafından eğitilmiştim onca yıl, o bizi eğitirken bir kere olsun acımamıştı. Buda hepimizin içinde ki duyguların birikmesine neden olmuştu. Şu an karşımda ki adamı hiç düşünmeden vurmak hatta onu parçalamak istiyordum ama kendime hakim olmak zorundaydım.

 

“Konuşmamakta bu kadar ısrarcı olduğuna göre erkek kardeşini çok iyi koruduğunu düşünüyorsun” dedim Kenan’ın öfkeli bakışlarını bir anda yok oldu yerini korku alırken ufak bir kıkırtı döküldü dudaklarımın arasından. On üç yaşında erkek kardeşi vardı Kenan’ın. Bu bilgiyi ele geçirmem zor olmamıştı, şaşırmıştım çünkü çocuklara bunu yapan birinin kardeşine yapacaklarını düşünemiyordum bile. Ama tam aksi şeyler ile karşılaştım, Fransa da özel bir okulda okuduğunu öğrendim. Bütün bu her şeyden uzak bir hayat yaşıyordu.

 

“Ona dokunmayacaksınız” dedi sert bir ses tonu ile. Sesi sert olabilirdi fakat gözlerinde büyük bir korku hakimdi. Burnumdan güldüm ardından kafamı sağa sola salladım. Bizi onun gibi bir şeref yoksunu zannediyordu.

 

“Tabii, sen bize her şeyi anlatırsan bizde kardeşinden uzak duracağız” dedim kendimden emin bir biçimde. Kenan rahatsız bir şekilde kıpırdandı yerinde. Ardından sessizlik yemini bozmaya karar vermiş olacak ki pes etmiş bir şekilde nefesini verdi dışarıya.

 

“Çelik denen bir adam var malları ona yollayacaktık, oda karşılığında bize hem para hem de silah verecekti” dediğinde gözlerimi kısarak ona baktım. Çelik denen herifi az çok biliyorduk, oda bu işler ile bağlantılı biriydi sanki böyle biri olduğu yetmiyormuş gibi bir çok suça karışmıştı.

 

“Size hem para hem de silah yolladığını göre elinde ki mal oldukça kaliteli olmalı” dedim Kenan’ın dudağı usulca yukarı kıvrıldı buda sorduğum sorunun cevabını vermişti bana. Kollarımı masaya koydum ve yavaşça onun yüzüne yaklaştım.

 

“Peki serpiente negra’nın mallarından bile mi kaliteli seninkiler” dediğimde gözlerini kocaman açarak yüzüme baktı. Bu adamdan haberimin bile olması onu dumana uğratmıştı.

 

“Hayır... Öyle kaliteli bir mal piyasada asla bulunmaz”

 

“Çelik denen herif o zaman niye ondan değil de senden mal aldı?” dediğimde bir kaç dakika boyunca yüzüme baktı. Bildiği bir şey vardı ve söyleyip söylememek arasında kalmıştı. Masaya sapladığım çakıyı elime alarak yaklaştım ona. Bu kararsızlığı konusunda ona büyük bir zevkle yardım edecektim. Korku dolu gözlerle beni izliyordu, çakının ucunu pantolunun altında kalan erkekliğine bastırdığımda baştan aşağa titrediğini gördüm.

 

“Cevap ver!” dedim sesimi yükselterek. Az önce bülbül gibi öten adam gitmiş onun yerine iki saat boyunca sessizliğini koruyan o adam geri gelmişti. Çakıyı saplamak için havaya kaldırdım. Tahammülüm kalmamıştı onun bu kadar nefes almasına bile gerek yoktu. Fazla fazla almıştı oksijenini. Orada zehirlediği çocuklara gün yüzü bile göstermediğine emindim.

 

“Dur!” diye bağırdı birden. Durdum ve bakışlarımı ona çevirdim. Korkudan dolayı alnında terler birikmişti, göğüsü hızla inip kalkıyordu. “Serpiente negra mallarını öyle herkese satmaz, tanınmış ve güçlü kişilere verir sadece”

 

“Mesela?”

 

“Bilmiyorum, bu bilgi gizlidir bilen çok kişi yoktur” dediğinde çakıyı adem elmasına bastırdım. Yutkunmak istedi ama boynun altında ki çakı yüzünden yapamadı bunu.

 

“Bilen birini illa ki duymuş olmalısın” dedim sert bir ses tonu ile. Adam bakışlarını kaçırdı, masaya kelepçeli olan elleri yumruk halini almıştı.

 

“Mert Özkaya da bu işin içinde” dediğinde tek kaşımı kaldırdım. Eğer böyle bir şey varsa esra’nın mutlaka haberi olmalıydı, ya da mert ona bile bundan bahsetmemişti.

 

“Genellikle yaptığı bütün işleri toprağın üzerine kurar, toprak sadece normal şirket işlerinden birini yaptığını sanıyor fakat oda serpiente negra’ya büyük yardımlar yapıyor” dediğinde kaşlarımı çattım. O gün davette olacaklardan haberi vardı. Peki ya toprak o gün neden içmemişti önüne koyulan içiceği? Onunda mı haberi vardı her şeyden? Eğer mert her şeyi toprağın üzerine kuruyorsa toprak bir nebze olsa da bu olanlardan haberi olmalıydı. O kadar aptal bir adama benzemiyordu?

 

“Sen bunları nereden biliyorsun?” dedim bakışlarımı kenana çevirerek.

 

“İçeride bir adamım vardı, ondan öğreniyordum her şeyi ama-“

 

“Ama yakalandı Mert’te bu yüzden seni öldürmek için o depoya baskın yaptı” dedim adamın sözünü keserek. Şaşkınlıktan dudakları aralanmıştı tahmin etmemi beklemiyordu. Çakıyı adem elmasından çektim, olduğum yerden doğruldum. Derin bir nefes verdim yandan bir bakış attım camdan bizi izleyen müdüre. Elini çenesine koymuş gözlerini kısarak Kenan’a bakıyordu. Aklından geçen düşünceler gözlerine yansımıştı sanki, kehribar gözlerini koyulaşmıştı sanki.

 

“Ne zamandır bu işi yapıyorsun? Kaç çocuk ele geçirdin?” dedim sert bir ses tonu ile. Sessiz kaldı cevap vermedi, yaptığından utanıyor gibi görünüyordu. Ama içten içe pişmanlık duymadığını biliyordum, aldığı canların, yok ettiği hayaller ve umutların haddi hesabı yoktu. Gözünü bile kırpmadan zehirliyordu çocukları. Bu düşünceler zihnimin içinde bir tilki gibi dolaşıyordu. Öfke her saniye içimde ki yangını körüklüyordu, sönmüyordu bu yangın hiç bir zaman karşıma gelen bu tür adamları gördükçe, anlattıklarını dinledikçe git gide artıyordu.

 

“Yedi yıldır bu işin içindesin, sayamayacağın kadar çok çocuk zehirlendin. Hayallerini yıktın, geleceğe dair umut ile parlayan gözlerinde ki ışığı söndürdün, ne uğruna lan?” dedim sesimi yükselterek. Sessiz kalmaya devam etti, cevap vermek istemedi. Çakıyı hızla sol omzuna sapladım. Kenan’ın dudaklarının arasından acı bir haykırış koptu. Ama bu daha başlangıçtı. Çakıyı sapladığım yerden çıkardım, bu seferde sağ bacağına sapladım tekrar bir haykırış koptu dudaklarının arasından, ama bunu umursamadım. O bir çok çocuğun canını yakmıştı şimdi çektiği acı her şeyin bedeliydi.

 

“Para uğruna yaktığın canlar için değdi mi? Söylesene!” dedim bağırarak. Çakıyı bıraktım ve yüzüne sertçe bir yumruk attım. Gözüme inen bir perde, o perde de ise tek bir sahne dönüyordu oda az önce izlediğim videoydu.

 

“Yonca dur!” diye bağırdı müdür. Dişlerimi sıktım ve onun oturduğu sandalyeye sert bir tekme attım. Elleri masaya kelepçeli olduğu için düşmedi sandalyeden bu darbe onu sadece geriye doğru savurdu. Saçlarından tuttuğum gibi kafasını sertçe masaya vurdum, bu hareketim ile masaya yığıldı ve öylece kala kaldı. Bayılmıştı adı herif adımlarımı onun yanından uzaklaştırarak geldiğim kapıdan hızla geri çıktım. Delirmek üzereydim yaptıklarını sanki utanıyormuş gibi söylememesi beni delirtiyordu. Kapıyı çarparak kapattım ardımdan. Karşımda öfkeden koyulaşmış bir çift kehribar rengi göz görmeyi bekliyordum elbet.

 

“İşin adamı konuşturmaktı, onu öldürmek değil!” dedi bağırarak. Anlında ki damar yine kendini belli etmişti, sinirlenmişti ilk kez suçlu birinin canını yakmak istediğim için kızmıştı. Gözlerimi kıstım ve çenemi dikleştirdim.

 

“Öğreneceğimizi öğrendik, sonra ki hedefimiz belli” dedim net bir şekilde. Müdür keskin bir nefes verdi ve gözlerini gözlerime dikti. Sinirliydi evet ama haklı olduğumu oda çok iyi bir şekilde biliyordu.

 

“Ne yapacağız?” dediğimde müdür sertçe çenesini sıvazladı, gözlerinde bir çok düşünce bir çok plan geçiyordu.

 

“Serpiente negra’nın gözetimi altındasın, zaten senden şüpheleniyordu adam birde sizin ajan olduğunuzu öğrenmiş tehlikedesiniz” dedi ardından tekrardan cama doğru döndü ve ellerini arkada birleştirerek camın arkasında ki baygın adama baktı.

 

“Şimdi ki hamlemiz ne olacak peki?” dedim müdür çenesini dikleştirdi ardından yüzünde şeytani bir gülümseme meydana geldi. Bu aklında ki planın işe yaracağını ama çok uğraşacağımızı hatta canımızın yapacağı anlamına geliyordu.

 

“Bir hamlemiz olmayacak, çünkü artık hile ile oyuna devam edeceğiz”

 

__________________________________________

 

Helloooooooo

 

Çok, çok, çok uzun bir aradan sonra duygusuzun yeni bölümünü attım.

 

Sizce bu hile ne olacak? 🤔

 

Ha bu arada orkidenin 2 kitabı hakkında ufak spoiler paylaşmaya başlıyacağım bilginiz olsun

 

Bölümü beğenmeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın 💜 💜 💜

 

Seviliyorsunuz 🌙 🌙

 

Wattpad; ikranur6285

Instagram; İkonun._.kitaplarii

Tiktok; ikranur6285

 

 

 

Loading...
0%