Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.bölüm (temas)

@ikranur6285

İnsan bazen korkar, Bazen de mutlu olur, İşte o mutluluk duygusu bana nadiren uğruyordu.

Her günüm kötü geçiyordu ve bu bana zarar veriyordu. Acaba şu an da zarar görecek miydim? Yoksa şans yüzüme gülümseyip bundan da kurtaracak mıydı beni? Kesinlikle bunun olacağına inanmıyorum.

Adamlar beni takip etmeye devam ediyordu. Buda korkumun her saniye kendini belli etmesine sebep oluyordu. Ne yapacağımı düşünmek benim için zor bir hal almıştı. Nefes almak istiyorum ama alamıyordum. Okula yaklaşmıştım bir kaç dakikam vardı sadece. Eğer okula gidersem bu sefer okulumu da öğrenmiş olacaklardı ve iş iyice kötü bir hal alacaktı.

Ani bir kararla koşmaya başladım neden yaptım bilmiyorum. Ani bir karadı sadece.

Aptallık yaptın seda

İç sesimin söylediklerini göz arda ettim. Kavgaya girmek için berbat bir andı. Koştum ve karşıma çıkan dört katlı gri renkte olan bir binanın içine girdim. Kapının açık olması benim için büyük bir şanstı. Kapının hemen yanında ki duvarın dibine sinerek aklımca saklandım peşimdekilerden. Göğüsüm hızla inip kalkarken ölüm sessizliği içinde olan apartmanın içinde tek duyulan ses benim aldığım derin nefeslerdi.

Ama yanıldığımı anlamam saniyelerimi almıştı. İlk fren sesi doldurdu kulaklarımı sonra araba kapısının sertçe kapanma sesi arkasından geldiğinde. Kafamın içinde yüzlerce siren aynı anda ötmeye başlamıştı. Kaç..

Sindiğim duvardan ayırdım sırtımı ve hızla merdivenlerden yukarı çıktım. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Korku bedenime her saniye ilik ilik işleniyordu. Korku benim bir parçamdı ve her gün bunu hissediyordum. En üst kata geldiğimde kaçacak yerimin olmadığını fark ettim. Ayvayı yedim kesinlikle. Adamların ayak seslerini duyduğum da panikledim. Öylesine bir kapıyı çaldım. Adamların ayak seslerinin yaklaştığını duyduğum da resmen nefesim kesili verdi. Aradan geçen bir dakikanın sonrasında kapıyı yaşlı bir teyze açmıştı.

“Buyur kızım bir şey mi oldu?” dedi ses sonu oldukça net ve kendinden emin bir şekilde çıkmıştı. Nefes nefese teyze ile konuşmaya çalıştım. Ama kalbim göğüs kafesimden çıkacak gibiydi.

“Y-yardım edin” dedim nefes nefese bana yardım etmeyeceğini düşündüm sonuçta kim kapısının önüne gelen tanımadığı bir kızı içeri alırdı ki? Ama o düşüncelerimin tam aksini gerçekleştirdi. Teyze içeri girmem için hemen kenara çekildi. İçeri girmeme izin verdi bu hareketine tebessüm etmek istedim ama hala nefes nefeseydim. Hızla içeriye girdiğimde teyze ardımdan yavaşça kapıyı kapattı ve kilitledi. Bakışlarımı kadına çevirdiğimde ilk dikkatimi çeken mavi renkte ki gözleri olmuştu. Çok güzellerdi yaşlılıktan dolayı beyazlayan saçları yuvarlak ve tatlı bir yüze sahipti. Şık giyimi ile tam bir hanımefendi gibiydi.

“Teşekkür ederim” dedim nefesimi düzene sokmaya çalışarak. Yaşlı kadın gülümsedi eliyle salon olduğunu tahmin ettiğim yeri gösterdi.

“Rica ederim kızım sen salona geç biraz sakinleş bende içecek bir şeyler getireyim”

“Gerek yok aslında beş dakika durup gideceğim” dedim ona rahatsızlık vermek istemiyordum. Dışarıda ki adamlar illa ki gideceklerdi sadece bir kaç dakika beklemem yeterliydi. Ama kadın dinlemeyerek mutfağa girdiğinde derin bir nefes vererek bende salona girdim. Genellikle süt kahvesi tonları ağırlıklı bir salondu. Koltuğa oturdum ve etrafı inceledim. Her yerde fotoğraf vardı duvarlarda, masanın üzerinde ve komodinde. Fotoğraf çekinmeyin ve saklamayı seviyordu anlaşılan.

Önümde ki masada duran fotoğraf dikkatimi çekmişti. Yaşlı kadının iki küçük çocukla olan bir fotoğrafı vardı. Sağ tarafında ki çocuk yaklaşık on sekiz yaşlarında siyah saçları, siyah gözleri vardı. Uzun boyu ve güzel bir gülümseme ile bakıyordu kameraya. Bakışlarımı yanında ki diğer çocuğa çevirdiğimde ise yüzümde olan gülümse silini verdi. Yaklaşık on yaşında kahverengi gözleri ve kahverengi saçları olan tatlı bir çocuk. Bir gülümseme yoktu yüzünde ne de geleceğe dair umutla parlaması gereken bir çift gözü. Neden bu kadar üzgün duruyordu? Neden parlamıyordu gözleri?

Sen çocukken gözlerin umut ile parlıyor muydu? Mutlu muydun?

Cevap veremedim çünkü verecek bir cevabım yoktu ne diyebilirdim ki? Haklıydı

“Torunlarım dikkatini çekmiş anlaşılan” diyen yumuşak bir ses duymamla bakışlarımı yaşlı kadına çevirdim. Elinde iki kupa çay vardı. Yüzünde ise tatlı bir gülümseme. Yanıma oturdu ve çayları karşımda ki ahşap dikdörtgen masaya bıraktı.

“Evet” dedim çekingen bir şekilde. Elimde ki fotoğraf çerçevesini geri yerine bıraktım. Dizlerimdeki ellerime baktım.

“Anlat bakalım az önceki halin neydi?” dedi meraklı bir şekilde. Sesli bir şekilde nefesimi verdim.

“İki kişi beni takip ediyordu bende bulduğum ilk binaya girdim adamlar peşimden gelince kapınızı çaldım”

“Takip ettiklerini nereden anladın?” dediğinde alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Bana inanmıyordu sanırım. Ama yardım etmekten de çekinmemişti ben de olsam inanmazdım.

“Nereye gitsem peşimdeydiler” dedim ve ekledim “rahatsız ediyorsam gidebilirim”

“Yok kızım ne rahatsızlığı o adamlar gidene kadar burada kalabilirsin” dediğinde kadının gözlerinin içine baktım. Gitmemi istiyor gibi görünmüyordu. İnanmak istiyordum onun bu bakışlarına.

“Teşekkür ederim” dedim içten bir şekilde. Gözlerim masada duran fotoğrafa kaydı. Ardından masanın üzerinde ki bana getirilen çay bardağımı aldım “kaç torununuz var?”

“Yedi ikisi üniversite son sınıf öğrencisi üçü lise diğer ikisi de evlendiler” dedi çayından tekrar yudum alarak.

“Ne güzel” dedim kadınla bu şekilde baya konuştuk normalde beş dakika durup gidecektim. Fakat o adamların hemen gitmeyeceğini ve biraz daha kalmam gerektiğini söylediğinde durmuştum orada. Saate bakınca okul çıkış saatinin geldiğini gördüm. Gitme zamanım gelmişti ayaklandım kapıya gittim teyzede arkamdan geldi.

“Yine beklerim kızım” dedi gülümseyerek. Ayakkabımı bağlayıp ayağa kalktığımda bende onun gibi gülümsedim.

“Gelmeye çalışırım nilüfer teyze” dedim evet kadının ismi nilüferdi ve çok tatlı bir kadındı. Vedalaştıktan sonra hızla merdivenlerden indim ve kapının kapanma sesini duydum. Aynı hızla apartmandan çıktım. Sokağa çıktığımda etrafıma iyice baktım ama görünürde kimse yoktu. Derin bir nefes verdim. Sakin adımlarla yürümeye başladım. Ama kafamın içinde hala bir çok düşünce vardı. O adamlar kimdi? İçimden bir ses bu işin içinde nedense babamın parmağı olduğunu söylüyordu.

Ben mi demişim onu?

Evet sen dedin sus

🖤

Eve yaklaştığım da tenha sokağa girdiğimi fark ettim. Ama en yakın yol burasıydı. Ayağımın dibinde hissettiğim yumuşak ve tüylü şey ile durdum. Kafamı yere eğdiğim de fıstık ile karşılaştım. Fıstık benim sokakta bulduğum kediydi gri tüyleri siyah çizgileri ile oldukça tatlıydı. Küçüklüğünden beri ona ben bakıyordum. Yere eğildim ve onu kucağıma aldım hemen göğsüme kafasını sürttü. Sevilmek istiyordu ilgi istiyordu. Onu eve almak istiyordum ama maalesef ki önümde ki yine engel babamdı.

Kaldırıma oturdum fıstık kucağıma oturturdum onu sevmeye başladım. Kafasını sürekli hareket ettiriyordu ilk önce boynunu sonra kafasını sevdim. Çıkardığı mırıltı sesleri yüzümde gülümseme oluşturuyordu. Yerim ya bunu çok tatlıydı. Bir kaç dakika sonra tepeme inen gölge ile yavaşça kafamı kaldırdım. Tepemde dikilen iki adam vardı. Bunlar da kimdi böyle? İkisi de iri yarıydılar biri esmer adamdı diğeri ise hafif kumraldı. Gözlerine taktıkları güneş gözlükleri ile korumalara benziyorlardı. Her ikisi de beni tek elleri ile kaldıra bilecek güçteydiler. Sesli şekilde yutkundum.

“Buyurun bir şey mi oldu?” dedim tedirgin bir ses tonu ile. Korku bir kez daha bedenime giriş yaptığında titrek bir nefes verdim. Sakin kal seda hiç bir şey olmayacak. Adamlar bir kaç saniye boyunca konuşmadılar sonra esmer olan fıstığı aldığı gibi yere fırlattı. Şaşkınlıktan gözlerimi kocaman açarak direkt ayağa kalktım. Fıstığın olduğu yere doğru ilerleyeceğim anda ikisi de kollarımdan tuttular. Bedenime bin bir türlü iğne battı bir anda. Bana olan dokunuşundan dolayı boğazımı yırtacak güçlükle bir çığlık attım.

“Bırakın beni, siz kimsiniz?” diye bağırıyordum ama bu ne birinin sesimi duymasını ne de onların aldırış etmesini sağladı. Adamlar istiflerini bile bozmadan beni köşedeki siyah arabaya doğru resmen sürükleyerek götürdüler. Bedenimin korkudan zangır zangır titriyordu. Kurtulmam gerekiyordu bu adamlardan. Dizimi kaldırdım ve sertçe kumral adamın karnına vurdum. Adam resmen öküz gibi bağırmıştı. Acıdan dolayı kolumu tutan eli gevşediğinde kolumu ondan kurtardım.

Elimi havaya kaldırdım ve diğer adamın burnuna sert sayabileceğim bir yumruk attım. O adamda sersemleyip geriye gidince kolumu çektim. Kaçmak için hamle yaptığım sırada kumral adam tekrardan kolumu sıkıca tuttu. Kasığıma attığı sert tekme yüzünden acı içinde inledim. İkinci darbeyi ise yine kumral adamdan yemiştim. Yüzüme attığı sert tokat ile dengemi sağlayamadım ve yere yığıldım anlımda hissettiğim tarifsiz acı son hissettiğim şey olmuştu. Tokadın etkisinden mi yoksa anlımda hissettiğim acıdan mı bilinmedim ama bilincimi yavaş yavaş kaybettim. Son duyduklarım ise o adamların konuşması olmuştu.

“Aptal kıza dokunmadan sağ salim getirmemiz gerekiyordu inşallah bir şey olmamıştır” dediklerini duydum sonrası benim için tamamen zifiri karanlık olmuştu.

 

(Furkan Poyrazoğlu)

İnsan zihninin hep karanlık bir tarafı vardı. Bu karanlık taraf bizim kötülüğümüzü taşıyordu. Benim zihnimin tamamı karanlıktan ibaretti. Çok küçük yaşta aydınlığa veda etmişti zihnim. Aklımda sürekli dolaşan karanlık düşünceler beni erken yaşta herkesin dilinde olan biri yapmıştı.

Zihnim karanlık, düşüncelerim ise kan dondurucuydu. İnsanlar her zaman bir şeyler korkarlardı. Benim korkum ise gözüm karardığında beynimin içinde asla susmayan düşünceler ve seslerdi.

Okuldan çıktığım gibi arabaya bindim. Burası beni yoruyordu ama bir süre katlanmak zorundaydım. Derin bir nefes verdim ve kulaklıklarımı takıp Berke’nin saçma sapan konuşmalarından kaçtım. Gece halletmem gereken bir çok iş vardı ve yatıp dinlenmem gerekiyordu. Oğuz arabayı çalıştırdı ve hızla okuldan ayrıldık. Yol boyunca müzik dinleyip yolu izledim. Kafamın içinde ki binlerce düşünceyi bastırmaya çalıştım. Ama olmuyordu zihnimin içinde ki karanlığa ışık tutamıyordum. Akşam saatleri olduğundan trafik biraz sıkışıktı. Tahammülsüzce nefes aldım bundan nefret ediyordum işte beklemeye tahammülüm yoktu.

“Daha ne kadar bekleyeceğiz!?” dedim sert bir sesle. İşlerim vardı ve geç kalıyordum. Oğuz dikiz aynasından bana baktı.

“Çok sıkışık vallahi, en az yarım saat bekleriz” dediğinde oflayarak sırtımı koltuğa yasladım. Sağ elimi anlıma koydum ve kapadım gözlerimi. Gerçeklerden kaçmak istedim uzaklaşmak ve bir tarihe dönmek. Korkak bir şekilde bana bakan o kız hatıralarımın arasından sıyrıldı bir kez daha. Yüzümde ufak bir tebessüm oluştu, o kız benim karanlık zihnimde ki tek ışıktı ve onu bulmayı her şeyden çok istiyordum.

Gözlerimi açtığımda biraz olsun rahatlamıştım. Arabanın camını açtığımda soğuk rüzgar yüzüme vurdu. Ekim aylarının sonlarına gelmek üzereydik buda kışın geldiğinin habercisiydi. Bakışlarımı etraftaki arabaları incelemek için çevirdiğimde bir araba kaşlarımı çatmama sebep oldu. Arabanın plakasında gördüğüm harfler ve simge yüzünden kıstım gözlerimi. Bu plaka alboğa ailesinin plakasıydı.

Alboğa ailesi bizim en büyük düşmanlarımızdan biriydi. Alboğa ailesinin varisi beni bitirmek için ant içmişti ve an kolluyordu. Kimse atak yapmadığı sürece iki tarafta oldukça sakindi. Bir yıl boyunca olan sakinliği bozacak bir şey mi yapacaklardı. Burada ne işleri vardı? Bu işte bir terslik vardı. Bunlar buradaysa kesinlikle bir haltlar karıştırılıyordu. Onlar kolay kolay dışarı çıkmazdı hep kendi alanlarında ve kabuklarında dururlardı. Hızla kulaklığımı çıkardım ve bakışlarımı önde ki oğuz’a çevirdim.

“Oğuz” dediğim anda oğuz sanki ne diyeceğimi biliyormuş gibi cümlemi tamamladı.

“Hemen takip ediyorum” dedi sert bir ses tonu ile. Trafik açılana kadar neredeyse yarım saat onlardan gözlerimizi ayırmadık. Neden buradaydılar? En önemlisi neyin peşindeydiler? En sonunda arabalar yavaş yavaş hareket etmeye başladığında o araba köşeden döndü. Bizde biraz uzağında durarak onları takip ettik. Oğuz diğer adamlara haber vermiş olacak ki arkamızda iki araba daha belirdi. Onlarda bizimden aramıza biraz mesafe koyarak bizi takip ediyordu. Evlerin sona erdiği ve yavaş yavaş ormana uzandığı sokağa girdiler. Ne yapacaklardı burada? Bizde onların hemen ardından o sokağa girdik. Arabayı hızlı kullanıyorlardı sanki bir yere yetişmek istiyor gibilerdi. On beş dakikalık bir takibin ardından tenha bir yerde durdular. Bizde ağaçların arkasında durarak onları izledik.

“Bunlar ne bok yiyecek yine?” dedi berke öfkeli bir biçimde. Alboğa ailesi onun da düşmanıydı isimlerini duysa gerilirdi. Üçümüzde dikkatle onları izledik. Kafamın içi tekrardan karanlığa gömüldü. Tekrar sesler duymaya başladım. Öldür onları yok et kurtul bu çileden, bu şüphelerden. Alboğa ailesi yoksa sorun da yok demek. Ailen güvende olur kimse size zarar veremez diyordu.

“Sus” diye fısıldadım sessizce. Beni dinleyip tekrardan zihnimin içinde ki karanlığa gömüldü o ses. Arabanın kapıları açıldı ve içinden iki adam indi biri esmer diğeri kumraldı. Esmer adam arka kapıyı açtığında kaşlarımı çattım bir kişi daha mı vardı? İçeriye uzandı ve kucağına da ki bir kız ile geri çıktı. Gözlerimi kısarak kucağında ki kıza baktığımda nefesimin kesildiğini hissettim ama bu..

Sedaydı

“Ulan Furkan bu şey değil mi?”

“Berke silahı ver” dedim sert bir ses tonu ile . Berke’nin cümlesini yarıda kesilse de dediğimi yaparak hemen silahı verdi. Ardından oğuz ve kendisi içinde silah aldı. Bakışlarımı tekrardan o adamlara çevirdim, aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Kucağında duran sedaya baktım, ne işi vardı onlarla?

“Hazır olun” dedim dişlerimin arasından konuşarak. Öfke vücudumda bir alev misali yanıyordu. Her geçen saniye o alevler büyüyordu onların arasında yandığımı hissediyordum. Arabanın kapısını açtım ve sessizce indim. Benim arkamdan diğerleri de inerek yavaşça oraya doğru ilerledik.

“O adamları sağ istiyorum kıza sakın dokunmayın” dedim sesimi sert tutmaya devam ederek “saçının tek teline bile zarar gelirse namlunun ucunda bulursunuz kendinizi!”

Kimse cevap vermedi sessiz kalmayı seçtiler, bende bu sessizliğin onların onayı olduğunu anladım. Adamlar sedayı bir barınağa getirmişlerdi. Yavaş adımlarla barınağa yaklaştıkları sırada silahımı kaldırdım kumral olanı hedef aldım ve hiç düşünmeden tetiğe bastım. Mermi yuvasından fırlayarak kumral adamın bacağını deldi. Adamın acı dolu haykırışı hepimizi harekete geçirmişti.

Oğuz, Berke ve diğerleri de aynısını yaptılar. Oğuz sedayı taşıyan adamın kolundan vurduğunda adam acı ile inleyerek kolları arasında ki sedayı yere düşürdü. Onlara doğru koşar adımlarla ilerledik. Adamlara yaklaşır yaklaşmaz bacağından vurduğum adamın yüzüne sert bir yumruk indirdim. Berke’de diğer adamın karnına bir yumruk geçirdi. Yaklaşık iki dakika sonra adamların ikisini de bayılttık.

Derin derin nefes alarak adamlara bakıyordum. İçimde ki öfke alevi sönmek bilmiyordu aksine daha da harlanıyordu. Bakışlarımı onlardan ayırarak oğuza döndüm. Yere çökmüş orta ve işaret parmağını sedanın şah damarının üzerine bastırmış durumuna bakıyordu. Hızlı sayılabilecek adımlarla onun yanına gittim.

“Durumu nasıl? Ne olmuş ona?” diye ard arda sorular sordum. Oğuz cevap vermedi kaşlarını çatarak bir kaç saniye seda’ ya baktı, ardından gözlerini fal taşı gibi açarak kafasını kaldırdı ve bana baktı. O iyi değildi

“Nabzı çok yavaşlamış yok denecek kadar hem de acilen hastaneye gitmesi lazım” dedi tedirgin bir ses tonu ile. Masum birinin ölmesini istemiyordu suçsuz birinin canı yanmasını onu öfkelendiriyordu. Oğuzun dedikleri ile beynimden kurşun yemiş kadar oldum. Ne yapmışlardı da ona nabzı düşmüştü? Öfkeden dişlerimi sıktım bu olmamalıydı az çok tahmin edebiliyordum onu neden aldıklarını. Hızla dizlerinin üzerine çöktüm ve onu kucağıma aldım. Ardından ayağa kalkarak aşağıdan beni izleyen oğuza baktım.

“Siz de bu adamları alın bir yere kapatın onlarla sonra ilgileniriz” dedim ama içimde ki ses şu onları öldürmek gerektiğini haykırıyordu. Yok et onları masum bir kızın canını yaktı onlar. Kim bilir ne yapacaklardı kıza? Hepsini öldür kan gölüne çevir burayı. Zevk alacaksın bunu yapmaktan.

Derin bir nefes verdim ve kendime gelmeye çalıştım. Oğuz oturduğu yerden ayağa kalktı berke ise yanımıza çoktan gelmişti.

“Tamam dikkatli ol bunlar buradaysa devamı it sürüsü gibi gelecektir” dedi oğuz rahat bir şekilde. Kafamı salladım ve arkamı döndüğümde gibi arabaya doğru koşar adımlarla ilerledim. Öfkem git gide artıyordu o adamlar elimden kolayca kurtulamayacaktı bu kesindi. Arabaya gelince yolcu koltuğunun kapısını açtım ve sedayı dikkatlice koltuğa oturturdum.

Kapıyı yavaşça kapatarak arabanın etrafında dolaştım şoför koltuğunun kapısını açtım binmeden önce karşıya bizimkilerin olduğu tarafa baktım. Adamları sürükleyerek arabaya götürüyorlardı. Hızla koltuğa oturdum ve arabayı çalıştırdığım gibi gaza sonuna kadar basarak hemen oradan ayrıldım. Kafamın içinde ki ses tekrardan yankılanmaya başlamıştı. Bu sefer susmak bilmiyordu o ses. Kan akıtmak istiyordu, yok etmek yakıp yıkmak istiyordu.

Bakışlarımı yanımda baygın oturan sedaya çevirdim. Dudağının sol kenarı patlamıştı ve kanıyordu. Yüzü bembeyaz kesilmişti. Öfkeyle sıktım dişlerimi bu piçler niye onun peşindeydi? Ondan ne istiyorlardı? Bu sorular aklımın içinde defalarca dolaştı durdu. Hastaneye varana kadarda dolanmaya devam etti. Hızla arabanın kapısını açtım ve kendimi dışarıya attım.

“Sedye getirin!” diyerek resmen kükredim. Hemşireler sedye getirirken bende hemen yolcu koltuğunun kapısını açtığım gibi sedayı kucağıma aldım. Hastanenin kapısının önüne getirilen sedyeye yavaşça yatırdım. Hemşireler onu koşar adımlarla hastaneye soktular bende hızla onları takip ettim. Hemşireler sedayı bir odaya aldılar ve kapıyı kapattılar.

Durma noktam yüzüme kapanan kapı olmuştu. Sırtımı solumda kalan duvara yasladım ve titrek bir nefes verdim. Acaba bu adamlar yüzünden mi bugün gelememişti? Bütün gün bu adamlardan mı kaçmıştı? Sorular kafamın içini ele geçirirken Elimi saçlarımdan geçirdim. İçimde adlandıramadığım bir şey vardı. Korku muydu bu? Yoksa endişe mi? Neden bunları hissediyordum ki? Titrek bir nefes daha verdim.

Benim yüzümden bunlar başına geldiği içindi, içimde ki endişe ve korku. Elim istemsizce yumruk halini aldı. Alboğa ailesinin çekeceği vardı. Kapının açıldığını duymamla düşüncelerimi kafamın içinde ki rafa kaldırdım. İçerden siyah saçlı kehribar gözlü otuzlu yaşlarının sonuna gelen bir erkek doktor çıktığını görmemle sırtımı yasladığım duvardan ayırdım. Doktorun tam karşında durdum.

“Seda nasıl?” dedim ses tonunu sert tutmaya çalışarak. Doktorun kehribar gözleri beni kınar gibi baştan aşağıya inceledi. Kafamın içinde ki ses bir kez daha yankılandı. Öldürmemi istiyordu, kan dökmek, can almak hoşuna gidiyordu.

“Siz nesi oluyorsunuz?”

“Arkadaşıyım” dedim kafamın içinde ki ses buna güldü. Arkadaş mı? Senin arkadaşın yok furkan. Senin tek dostun var oda Azrail’in ta kendisi.

Doktor kınar bakışlarını tekrar üzerimde gezdirdi. Kafamın içinde ki sesin susmasını istiyordum fakat karşımda ki doktor buna engel oluyordu. Vahşi yanım kan dökmek için can atarken onu zar zor zapt ediyordum.

“Garip sizin gibi bir deli ile arkadaş olacak birine benzemiyor hâlbuki” dedi önyargılı tarafını konuşturarak. Ardından burnu havada bir şekilde konuştu “Aldığı darbeler ağır gelmiş ve nabzı yavaşlamış şu an durumu iyi serumu bitince çıka bilirsiniz geçmiş olsun” sözlerini bitirir bitirmez yavaş adımlarla yanımdan geçerek uzaklaştı. Omzumun üzerinden giden doktorun arkasından baktım.

“Seni üzerinde kırk delik açıp sonra parçalara ayırıp köpeklere yem etmesem bende şerefsizim” dedim öfkeli bir ses tonu ile. Aklımın bir köşesine not ettim bu doktoru. Gözlerimi kapadım ve derin bir nefes alarak tekrar açtım. Ama sakin kalmam çok zor bir hal almıştı artık. Bir anda zincirler kopacak ve kanlar akmaya başlayacak gibi hissediyordum. Ellerim titriyor nefes alış verişlerim hızlanıyordu. Sakin kalmam gerekiyordu en azından seda uyanana kadar.

 

(Seda kıran)

Bilincim yavaş yavaş bedenime geri dönerken vücudumda ki tarifsiz acıyı da beraberinde getirmişti. Gözlerimi açtığımda loş ışık gözlerimi kamaştırdı bir kaç kere kırptıktan sonra alışabildi gözlerim. Neredeydim ben? Ne olmuştu bana? Kafamı odayı incelemek için sol tarafıma çevirdiğimde kolumdaki serumla takıldı gözlerim. Ben hastanede miydim? Niye buradaydım? Ellerimi yatağa bastırarak yavaşça doğrulmaya çalıştım. Ama kasıklarımda ki ağrıdan dolayı yüzümü buruşturdum. Bir anda odanın kapısı açıldı ve içeriye otuzlu yaşlarının sonuna gelmiş olan siyah saçlı ve kehribar gözleri olan bir doktor girdi. Kehribar gözleri benimle buluştuğu an yüzüne bir gülümseme peydah oldu.

“Merhaba seda hanım” dedi ve ekledi “başınıza aldığınız sert bir darbe ile bilincimiz kaybetmişsiniz çok büyük hasarınız yok serum bitince çıka bilirsiniz geçmiş olsun “ diyerek cümlesini tamamladığında gülümsemeye çalıştım.

“Teşekkür ederim” dedim doktor başka bir şey demeden yavaş adımlarla odadan çıktı. Titrek bir nefes verdim başıma levye ile vuruyorlar gibiydi uyandığımdan beri olan bir ağrı vardı. Aradan geçen bir dakikanın ardından odanın kapısı bir kez daha açıldı ama içeriye giren kişiyi beklemiyordum açıkçası. Onun burada ne işi vardı? Kapıyı yavaşça kapattığında bakışları gözlerim ile buluştu. Yüzünde ilk kez ciddiyet değil aksine bir duygu yoğunluğu vardı. Bunun adı endişeydi. Benim için endişelenmiş miydi? Gözlerimin kısıp kahverengilerine daha dikkatli baktım. Sanki yanıma yaklaşmak istiyordu ama çekiniyor gibiydi.

En azından robot değil insan olduğuna kanaat getirmiş olduk buda bir şey.

Öyle valla iç ses

“Gel otur istersen şöyle” dedim bir kaç dakika yüzüme baktı. Sanki bir şeylerden emin olmak istiyordu. Ardından kapıdan ayrıldı ve yavaş adımlarla yanımdaki sandalyeye oturdu. Kafasını yere eğdi hala konuşmuyordu. Sessizlik yemini mi etmişti? Niye susuyordu? Neden buradaydı? Derin nefes aldı.

“Ağrın var mı?” dedi bunu sorarken bile hala yere bakıyordu. Sesi çok hafif titremişti sanki veya ben öyle zannetmiştim.

“Yok, ama bana ne oldu?” dedim sorgulayıcı bir ses tonu ile hafızamı biraz zorladım ”en son iki adam beni kaçırmaya çalışıyordu sonrası yok” dedim bu seferde. Bakışlarını yavaşça yerden kaldırdı ve tam gözlerimin içine baktı. Kahverengi gözlerinin içinde gördüğüm korku beni benden aldı. Duygusuz dediğim adam korkmuştu. İyi de neyden? Veya ne için?

“Kaçırmışlardı” dediği an gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ne demek kaçırmışlardı? Nasıl kurtulmuştum?

“Ben buraya nasıl geldim peki?” dedim ama içime çoktan bir korku filizi düştü. O filiz korku ile yavaş yavaş büyürken en çok korktuğum o soruyu sordum “bana bir şey yaptılar mı?” dedim titreyen bir ses tonu ile. Bunu sorarken sadece sesim değil ellerim titremişti. Korkuyordum aklımda binlerce senaryo kuruldu. Furkan yüzüme bakmaya devam ederek cevapladı korkarak sorduğum o soruyu.

“Hayır sadece kaçmaya çalışınca sana vurmuşlar” dediğinde içimde ki korku filizi bir anda soldu. Onun bana kurduğu bu cümle ona göre önemsiz olabilirdi fakat benim için önemliydi. İçimde o korku tohumunun büyümesini engellemişti. Rahat bir nefes vermek istedim fakat aklıma giren soru bunu yapmama engel olmuştu. O bunu nereden biliyordu? Kaşlarımı çatarak ona baktım.

“S-sen bunu nerden biliyorsun” dedim yatağın sol tarafına yaklaşarak ondan uzaklaştım. Bakışlarını gözlerimden ayırarak bedenime baktı. Bunu fark etmişti.

“Seni ben kurtardım ve buraya getirdim seda o adamları da konuşturduğumda bunları öğrendim” dediğinde biraz olsun içim rahatlamıştı. Fakat aklımın içini başka bir soru ele geçirmişti. Beni nasıl kurtarmıştı? O adamları konuşturduğumda demişti. O adamları nasıl konuşturmuştu?

Benim bildiğim bu tür işlerle polisler ilgileniyor.

Ben de öyle biliyorum iç ses dur bakalım çıkar yakında kokusu.

Gözlerimi ona diktim. Kahverengi gözlerinin içinde hala endişe olduğunu gördüm. Aklıma gelen soru dudaklarımın arasından döküldü.

“Neden endişelisin?” dedim korku dolu bir ses tonu ile. Bir şey yapmadıklarını söylemişti ama hala endişeliydi. Gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu gördüğüm kadarı ile fark etmiş olmama şaşırmamıştı. Ama bakışlarını direkt yere indirdi. Konuşmadı veya anlatmak istemedi bu sessizliği ile endişesini bana da bulaştırmıştı.

“Furkan neden endişelisin? Bir şey mi oldu?” dedim ama cevap vermedi oturduğu yerden yavaşça ayağa kalktı. Bakışlarını yerden kaldırarak kolumda takılı olan seruma dikti.

“Serumun bitmek üzere hemşireyi çağırayım” dedi ve daha fazla konuşmadan odadan dışarıya çıktı. Kafamın içinde ki sorular ile baş başa kalmıştım. Neden böyle davranmıştı? Bilmeden onu üzdüm mü?

Saçmalıyorsun seda

Tamam iç ses lütfen sus

🖤

Hastanedeki işlerimiz biter bitmez taburcu oldum. Furkan ile hastaneden dışarı çıktığımızda soğuk hava bedenimi etkisi altına almıştı bile. Titrek bir nefes verdim eve geç kaldığıma adım kadar emindim ve babamın çoktan geldiğine de öyle. Eve gitmek için ondan ayrılacağım sırada bunu fark etmiş olacak ki önüme geçti. Bakışlarım onun kahverengi gözleri ile buluştu.

“Nereye?”

“Eve gidiyorum” dedim net bir şekilde. Bir kaç saniye yüzüme baktı sanki ciddi olup olmadığımı kontrol ediyor gibiydi. Yüz ifademden ciddi olduğumu anlar anlamaz sağ elinin avuç içini anlına vurdu.

“Ben birde berke’ ye salak derdim sen ondan betersin” dedi sabır ister gibi. Demek diğer korumasının ismi berkeydi, bak bunu öğrendiğim iyi oldu işte. Elini anlından çekti ve gözlerinin içine baktı “farkında mısın bilmiyorum ama peşinde adamlar var ve sen eve tek gitmeye çalışıyorsun” dedi sert bir ses tonu ile. Ama benim aklım hala bundan önce söylediği ilk cümledeydi. Ellerimi belime koydum ve kaşlarımı çatarak onun yüzüne baktım.

“Salak öyle mi?” dedim sorgular bir ses tonu ile. Bakışlarımı yerdeki su birikintisine çevirdim. Ardından aklıma gelen fikir ile kaşlarım eski halini alırken gülümsedim. Gülümsememi hiç bozmadan bakışlarımı tekrardan ona çevirdim. Kaşlarını çatmış bir şekilde bana bakıyordu, içten içe niye gülüyor bu kız dediğini tahmin edebiliyordum. Yerdeki suyu ayağım ile savurup onun üzerine attım. Su gömleği ve pantolonuna gelirken o şaşkınca üstüne baka kalmıştı. Bu hali beni gülmeye teşvik etmişti.

“Salak kimmiş?” dedim gülmenin arasında. Şaşkınlığı geçer geçmez elleri ile üstündeki pislikleri çırpmaya başladı.

“Çocuk çocuk hareketler yapma” dedi tersleyerek yani ses tonu ona yakındı ama eğlencemden taviz vermeye niyetim yoktu. Yerden çamur aldım ve suratına fırlattım. Çamur onun yüzünün tam ortasına gelirken o ikinci bir şaşkınlık yaşıyordu.

“Ne oldu Furkan poyrazoğlu yoksa salak bir kıza yenilmekten mi korktun?” dedim alaycı bir ses tonu ile. Gözlerini kapadı ve sol eliyle yüzündeki çamuru temizledi.

“Kaşınıyorsun” dedi sesi ne öfkeli ne de tersler gibiydi. Pis şekilde sırıttım ve yerden tekrar çamur alıp ona attım. Kafasını sağ omzuna doğru eğerek bu seferkinden kaçtı.

“Gel kaşı o zaman” dedim eğildi ve yerden çamur aldı, güldüm bana ayak uydurması istemsizce hoşuma gitmişti. Arkama bile bakmadan kaçmaya başladım. Arkamda duyduğum ayak seslerinden beni kovaladığını anladım. Hastane bölgesinden çıktık otoparka geldiğimizde ise elini koluma sararak beni hemen yakaladı. Kendisi durduğunda bende durdum ona doğru döndüğüm an elindeki çamuru kafama vurdu ve iyice yaydı. Bu hareketi yüzünden dayanamayıp güldüm. Kolumda ki elini çekerek oda benimle birlikte gülmeye başladı. İlk kez güldüğünü görmüş oldum ve gülüşü çok güzeldi.

“Çocuk gibisin” dedi gülmesinin arasında kurduğu bu cümleyi duymam ile birlikte gülümsemem yavaşça soldu. Çocuk gibi değildim ki ben. Çocukluğumu yaşayamamıştım yaşamama izin verilmemişti.

“Değilim” dedim ve yüzümü astım. Bakışlarımı yere çevirdim. Çocuk demek masumluk demekti, saflık demekti, dünyadan bir haber olmak demekti, sadece kendi basit dertleri olmasıydı. Furkan tekrardan kolumdan hafifçe tuttu ardından elini çeneme yerleştirdi. Yavaşça kafamı kaldırarak bakışlarımızın buluşmasını sağladı.

“Bir şey mi oldu?” dedi ilgili bir biçimde. Evet bir şey oldu Furkan çocukluğum elimden alındı. Dilimin ucuna gelen kelimeleri geri yolladım. Ardından kendimi zorlayarak gülümsedim.

“Hayır olmadı yorgunum sadece” dedim her zamanki gibi yalana başvurarak. Yüzümü inceledi sanki bir şey görmüş gibiydi.

“Tamam seni evine bırakayım” dediğinde kafamı salladım. Kolumda ki ve çenemde ki elini çekerek benden ayrıldı. Ardından ikimizde arabasına doğru ilerledik. Daha doğrusu ben onu takip ettim. Arabanın yanına geldiğimizde binmem için yolcu koltuğunun kapısını açtı. Arabaya binince kapıyı kapattı. Daha sonra kendisi de arabanın etrafında dolaşarak şoför koltuğuna bindi. Arabayı çalıştırdığı gibi otoparktan çıktık.

Bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim ve yolu seyrettim. Çocukluğumun anıları bir bir gözümün önünden geçti, annemle birlikte

Bir anda sonradan aklıma çantam geldi neredeydi acaba? O yoktu furkan mı almıştı? Kafamı arka koltuğa doğru uzattım oraya baktım ama yoktu. Tekrardan önüme döndüğümde furkan’ın bana baktığını gördüm.

“Çantanı mı arıyorsun?” dediğinde hızlıca kafamı salladım. Bakışlarını tekrardan yola dikerek konuştu.

“Bagajda, inince alırsın” dediğinde rahatlamışçasına nefesimi dışarıya verdim. Bakışlarımı tekrardan furkan’ın yüzüne çevirdim yan profilden bile oldukça iyi görünüyordu.

En son böyle baktığında yakalanmıştın bilmem hatırladın mı?

Unutmama izin vermiyorsun ki iç ses

Bakışlarımı tekrar cama çevirdim. Ardından kolumdaki saate baktım, akşam altı çeyrekti babam bugün saat on iki veya bir gibi gelecekti ondan içim rahattı. En azından niye geç kaldın muhabbetine girmeyecektik.

🖤

Yarım saati yolda geçirdik, hastane ve evimin arasında baya mesafe olduğu için yol uzadıkça uzuyordu. Titrek bir nefes verdim dışarıya ama bu nefes canımı yakmıştı. Kasığım da hafif bir ağrı başladığında yüzümü buruşturmadan edemedim. Büyük ihtimalle o adamların yüzünden olmuştu bu ağrı. Sağ elimi kasığımın üzerine koydum, belli etmemeye çalıştım ama ağrı her dakika daha da artıyordu oluyordu. Sanki saatler önce yediğim tekmeler tekrardan ard arda atılıyor gibiydi. Gözlerimi kapadım ve kafamı araba başlığına yasladım, geçmesini bekledim.

Üç saniyede nefesini yavaşça al ve altı saniyede dışarıya ver o nefesi seda. Geçecek gidecek bu ağrı, sadece sakin kal.

İçimden geçirdiğim bu cümle her zaman işe yarardı ve yine yaramasını umut ettim. Ama umutlarım saniyeler içinde suya düşmesinin sebebi ağrının katlanarak artması olmuştu. Bir dakika sonra arabanın durduğunu hissettiğimde yavaşça gözlerimi araladım, kafamı başlıktan kaldırdım ve şoför koltuğunda ki furkan çevirdim. Gözlerini dikmiş bana bakıyordu, sanırım ağrımın olduğunu anlamıştı bu yüzden durmuştu. Kahverengi gözleri beni baştan aşağıya süzüyordu, bakışları elimi koyduğum kasığımın üzerinde durduğunda kaşlarını hafifçe çattı.

“Kasığın mı ağrıyor?” dedi ses tonu her zaman ki gibiydi. Hayır demek istedim ama her saniye ağrı on kat artıyordu sanki.

“Evet” dedim acı içinde. Furkan torpido gözüne uzandığı gibi açarak ağrı kesici ve bir şişe şu çıkardı. Gözü kapatarak bana uzattı elindekileri.

“Al iç bunları” dedi ilacı elinden aldım ve içtim ardından suyun kapağını açarak kafama diktim. İlaç mideme inerken suyun kapağını kapattım, elimde ki şişeyi ortamızda ki çay koyma yerine koydum. Ama ağrı hala artıyordu, sanki bıçaklar saplanıyordu kasıklarıma. Kasığımın üzerinde ki elde bir sıcaklık hissettim, bakışlarımı oraya çevirdiğimde furkan’ın elimi tuttuğunu gördüm. Bakışlarımı gözlerine çevirdiğimde onun da gözlerimin içine baktığını gördüm.

“Sakin ol ilaç hemen etki etmeyecek sabretmen lazım” dedi ve ekledi “derin bir nefes al ve ver” kafamı salladım ve dediklerini yaptım. Derin bir nefes al yavaşça ver seda, geçecek bitecek hepsi. Canın yanmayacak birazdan bitecek bu ağrı, sen daha kötülerin atlattın. Kendime olan bu cümlelerimi bir tekerleme gibi tekrar ettim.

Bir kaç denemeden sonra yavaş yavaş rahatladığımı hissettim ağrı yok olmuştu sadece çok hafif sızlıyordu. Oturduğum yerden doğruldum, ama elimin üzerinde ki el yerli yerindeydi. Bakışlarımı elin sahibine çevirdim Furkan aynı şekilde elimi tutmaya ve bakmaya devam ediyordu. Kahverengi gözleri anlamadığım bir his ile bakıyordu bana, isim koyamıyordum bu hisse.

“İyiyim ben” dedim ama furkan hala aynıydı. Eror mu vermişti acaba? Niye böyle bakıyordu ki? Kolundan onu sarstım “Furkan” dedim a harfini uzatarak. Gözlerini kırpıştırarak kendine gelince şaşkın bakışlar adı altında etrafa baktı. Sanki bir rüyadan uyanmıştı ve nerede olduğunu sorguluyordu. Dayanamayıp bu haline güldüğümde şaşkın bakışlarının hedefi ben olmuştum bu sefer.

“Seni kaçıncı rüyandan uyandırdım acaba?” dedim gülmenin arasında bir kaç saniye sonra jeton sonradan ona da düştü.

“Lan dalmışım” dediğinde ben gülmeye devam ediyordum. Gerçekten bu hali bana göre oldukça komikti. Gülmeyi bitirince bana baktı.

“İyisin hatta turp gibisin”

“Evet” dedim gülümseyerek, bir şey demeden önüne döndü ve arabayı çalıştırdı. Tekrar yola devam ettik temiz hava almak amaçlı camı açtım, yüzüme rüzgarın vurmasına izin verdim. Gözlerimi kapadım ilk tenime ardından saçlarıma vuran rüzgarı hissetmek istedim. Eve gidene kadar o şekilde durdum, aradan ne kadar geçti bilmiyorum ama araba tekrar durunca eve geldiğimi anladım. Gözlerimi açtım etrafıma bakındım, saat çok geç değildi bu da sevinmeme sebep oldu. Arabadan indim ve arkaya gidip bagajdan çantamı aldım. Furkan’ın da arabadan indiğini duydum tam eve gitmek için bir adım atmıştım ki bir anda tam karşımda durdu.

“Bu sefer ne oldu?”

“Bu adamların kolayca pes edeceğini falan mı düşünüyorsun?” dedi titrek bir nefes verdim furkan haklıydı bir daha deneyeceklerdi. Bu işte babamın parmağı varsa istediklerini alana kadar durmayacaklardı. Her gün bu korku ile evden çıkacak okula gidecek ardından tekrar eve gelmeye çalışacaktım.

“Hayır ama bir şekilde halletmeye çalışacağım” dedim bu zamana kadar her şeyi tek başıma halletmiş bu yaşıma kadar gelmiştim. Bundan sonrasını da tek başıma halledebilirdim, yani umarım halledebilirdim. Furkan tek kaşını kaldırarak yüzüme dikkatlice baktı.

Hayır yani niye böyle bakıyor ki?

Karşında ilk kez kız görüyor sanki.

“Adamlar seni ne hale getirdi ve hala halledeceğim diyorsun” dedi sert bir ses tonu ile derin bir nefes alıp devam etti “sana yardım edeceğim sabah okula bırakıp akşam da eve bırakacağım” cümlesini tamamlar tamamlamaz gözlerimi kırpıştırarak yüzüne baktım. Bu ciddi miydi yoksa ben mi kafamı fazla sert çarpmıştım? Yüzüne bir kaç saniye daha baktığımda gayet ciddi olduğunu gördüm. Yok artık! Ya oğlum sanane benden tamam bıraktın evime şimdi arkanı dönüp gitsene sen de beni yıllarca herkesin yaptığı gibi görmezden gelsene. Ellerimi belime yerleştirdim ve dik dik ona bakmaya devam ettim.

“Oldu başka, saçmalama furkan” dedim bu dediğimi hiç takmadan arabasına doğru ilerledi. Kafamı çevirip onu izledim sanki karşısında konuşan kişi hayaletti. Arabasının kapısını açtı ve bana baktı.

“Sabah sekizde aşağıda ol beklemeyi ve bekletilmeyi sevmem, tek gitmeye çalışmada seni bulurum” dedi net bir şekilde ardından bir şey dememe fırsatı vermeden arabasına binip gitti. Ağzım açık şekilde baka kaldım desem yalan olmazdı. Onu dinleyeceğimi düşünmesine sinir olmuştum, ama bu konuda ona avcunu yalatacaktım. Dağ öküzü! İnsanlıktan nasibini almamış hayvan! Hızlı adımlarla apartmana girerken.

“Beklomoğu ve beklotılmayı sevmom” diyerek onu taklit ettim. Merdivenlerden hızla yukarı çıktım. Cebimden anahtarlarımı çıkartarak yuvasına yerleştirdim ardından kapıyı açarak eve girdim. Babamın geç geleceğini biliyordum ama yine de etrafa baktım, evde olmadığını gördüğüm de rahatladım. Ardından odama girdim çantamı çalışma masamda ki sandalyenin üzerine bıraktım. Hastane beni aşırı derece de boğmuştu, rahatlamak gerekiyordu. Üzerimdekileri çıkardım, ardından banyoya girerek güzel ve rahatlatıcı bir duş aldım. Duştan çıkıp bedenimi beyaz havluya sardım, tekrardan odama girerek beyaz pijamalarımı giyidim. Yatağıma yattım, bir kaç dakika bulut ile konuştum oda uyuyunca telefonu komodine koyup tavanı izledim.

Yarın yapacaklarını düşündüm furkan bey emirlerine uyup her şeyi yapan adamları ile beni karıştırıyorsa ona net avcunu yalatacaktım. Aklımdan geçen cümleler ile kendimi avuturken bir şey fark ettim, bugün furkan bana temasta bulunmuştu hatta elimi tutmuştu. Normalde biri temasta bulunursa direkt tepki verirdim ama o dokununca ne tepki vermiştim, ne de rahatsız olmuştum neden böyle olmuştu? Diğerlerinde verdiğim tepkiyi neden ona vermemiştim? Furkan’ın diğerlerinden farkı neydi? Elimi havaya kaldırdım uzun uzun izledim. Kafamın içinde ki yüzlerce neden soruları ile tepkisiz kalmamın nedenini düşündüm. Onun dokunuşu farklıydı, herkesten farklıydı zarar vermek ister gibi dokunmuyordu, bana dokunduğu zaman zarar vereceğini düşünüyordum.

Bil diye söylüyorum seda, bu temasın daha fazlası olacak.

Sessiz kaldım, bu sefer iç sesime ne diyeceğim hakkında her hangi bir fikrim yoktu çünkü. Derin bir nefes aldım ve elimi indirerek karnımın üstüne koydum. Umarım ki içimdeki ses yanılıyordur.

 

_______________________________________

 

Helloooooooo

Nasılsınız?

Furkan ve seda artık yavaş yavaş yakınlaşacak yani inşallah 😁

Bölümü beğenmeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın 💜

Seviliyorsunuz 🤗

 

Instagram; ikonun_kitaplarii

Tiktok; ikranur6285

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%