@ilaysunurnargiz
|
On bir yaşımdan itibaren bir çetenin elinde büyüdüğüm ve bu konuda eğitim aldığım için yaptığım gündelik şeylerden biri çevremdeki insanları sürekli kontrol etmek, diğeri ise bu insanların nabızlarını ölçmekti. Genelde yüz hatlarımdan ötürü insanların dikkatini çeker ve benden uzak durmalarını sağlardım. Hiçbir zaman yanıma bu sarışın kadar yaklaşmaya cesaret edememişlerdi. Her zaman iki adım geri olurlar ve benden korkarlardı çünkü bakışlarım bile bir psikopatın bakışları gibiydi. Bu cesarete şaşırdığım için tereddütle ve şaşkınlıkla başımı ona çevirdim bana söyleyip söylemediğini anlamak için. Sonra önüme döndüm. "İlknur." dedim sadece konuşmayı devam ettirmek istemeyerek. O ise duyduğu isim karşısında önce kaşlarını kaldırdı. Dudağı kenara hafifçe kıvrıldı lakin yüz ifadesini sonradan hızlıca toparladı. İnsanları sevmiyordum. Beni zorla muhatap alanları ise hiç sevmiyordum. Ama o bu isteğimi anlamadı ve konuşmayı devam ettirmeye çalıştı. Her ne kadar en başta duyduğu isme sevinmiş olsa da asıldığını düşünmüyordum çünkü o niyette olduğunu belirten bakışları yoktu. Bunu yapmasının başka nedenleri de olabilirdi. Ki olsa bile cevabını hastanede alabilir. Yüzünde oluşacak darbe izleriyle… "Güzel isimmiş. Memnun oldum. Fatih ben de." Elini uzattı. Biraz düşündüm ve elini sıktım. Tebessüm ettim. Bu tebessüm o kadarda samimi değildi. Ama karşımdaki adam onunla flört ediyorum sandı -ya da ben öyle sandığını sandım. Ben böyle devrik bir cümle hayatımda görmedim- ve küçük bir kâğıda telefon numarasını yazdı. Yok artık! Sen niye art niyetli olduğunu düşünüyorsun ya! Kudurdun mu? Bir kere ben art niyetli olduğunu düşünmüyorum, o normal davranmıyor. Aynen İlknur, aynen. Bir susar mısın iç ses? İyi be! Aman, seninle mı uğraşacağım? Diyerek iç sesim bana trip attı. Evet yanlış duymadınız, iç sesim bana trip attı. Hangi boyut ya bu? Ardından kâğıdı elime doğru uzattı. Ama yüzünde her çapkın erkek gibi dişlerine kadar olan sırıtış değil, tereddütlü bir gülümsemesi vardı. Şüphe duymakta çekinmedim. N’apıyorsun be adam? Amacın ne senin kendini öldürtmek mi? "Sizinle daha sonra tanışabilir miyiz? Sanırsam aynı sınıftayız sizi daha önce gördüğümü sanıyorum." Ve evet. Yüzü tanıdık geldiği için aynı sınıfta olduğumuzu anlamıştım öyle değilse bile bu bir ihtimaldi. Çünkü benim, sınıftaki öğrenciler hariç gördüğüm tanıdık bir ifade olamazdı. Kâğıdı aldım ayıp olmasın diye. Şu anda o kâğıdı alıp yüzüne vurmak hem terbiyesizlik hem de kabalık olurdu. Böyle bir izlenim yaratıp başıma bela almak gibi bir derdim yok. Tamam elbette ben çok güçlü bir ajan olabilirim hatta o da çok zayıf bir erkek olabilir lakin bunu okula giderken yapmayı ya da patronun kulağına gitmesi gibi bir derdim yok. Başıma boşuna bela alamam ben. Bir de insanlar nasıl sana yaklaşabiliyor azarı yemeye niyetim yok. Ama elbette onu aramayacaktım. Benim bir kere bitirmem gereken bir tıp fakültesi sonra da edinmem gereken bir meslek vardı. Gerçi ben, beni kaçıran bir çetenin ajanıyım ama çaktırmayın lütfen tıp fakültesi bahane çünkü bu konuşma için. Sadece adını merak ettiğim için kâğıda baktım. Aramayacaktım ve o benim numaramı alamayacağı için onunla konuşmam için bir sebep ya da faktör kalmayacaktı. Numaranın altında isim ve soy isim yazıyordu. O ismi okuduğumda zihnimde yankılandı defalarca. Fatih Kandelen… Fatih Kandelen… Fatih Kandelen… Gözümden bir damla yaş daha akıp gitti. Gözyaşı aktığında kağıttaki yazının akmasını sağladı. Kandelen’in a harfine düşüp kan kelimesini oradan yok etmişti yaşım. O göz yaşı akarken yıllarca aramak istediğim ama bir türlü bulamadığım ve şu hayatta en çok aramak istediğim kişi olduğunu fark ettim. Her zaman doktor olmak ve babamın yolundan ilerlemek istemişti. Ben de bu yüzden o yetimhaneden kaçtıktan sonra bir şekilde büyüdüğüm yerde derslerime çok çalışmış ve onu belki kazandığım okulda bulurum, nasıl olsa kardeşim, onun o olduğunu hissederim düşüncesiyle tıp okumuştum. Yoksa hayallerim güzel sanatlar lisesiydi. Tıp fakültesinin belki de yanından kıyısından köşesinden bile geçmezdim o her zaman yanımda olsaydı. Yüzüne daha fazla bakmadım ve eğer bakarsam ona sarılır ve tam şu an 'ben senin ablanım!' diye bağırırdım. Bu konuda asla kendimden şüphe duymam. Yanağımdaki göz yaşlarımı elimin tersi ile sildim. Gerçi… niye söyleyemiyorum bilmiyorum. Onun yetimhaneden gittiği gün herkes birbirini bulmak için yemin etmişti. Belki o da beni ve Irmak’ı arıyordu benim onları aradığım gibi. Belki beni muhatap alma sebebi buydu. Neden söylemiyordum ki? Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. "İyi misiniz?" Sesi ellerimin titremesine sebep oldu. Ya da zaten titriyordu da ben fark etmemiştim. Nasıl titremesindi ki ellerim? Hayallerim gerçek olmuştu. Onu bulmuştum, hala o benim ablası olduğumu bilmese de. "İyiyim. Teşekkür ederim." Benden uzundu. Benden fazlasıyla uzundu. Saçlarını boyatmamıştı. Eskisi gibi sarışındı. Gözleri gri ile yeşil arasında gidip gelen tonlara sahipti. Büyümüş ve çok yakışıklı bir delikanlı olmuştu. Sesi kalınlaşmıştı. Umarım bu kalın sese alışabilirdim çünkü üzerimde çok tuhaf bir iz bırakmıştı. Küçükken sesi çok ama çok inceydi. Böyle yakışıklı bir delikanlının peşinde kızlar eminim ki pervane oluyordur. Hepsini kıskançlıktan teker teker yolabilirdim. Sadece kardeşime olan iyi niyetimden, en azından birkaç kızla değil bir kızla uğraşabilir. Tek bir kızla uğraşma kısmını ona bırakıyorum. Bu kendi tercihi ama o da olmazsa çok mutlu olurum. Görümceyim ben! Bakıyorum da kendini çabuk kaptırdın İlknur? Yıllardır aradığım kardeşimin aptal bir metroda karşıma çıkması görümce olduğum gerçeğini değiştirmiyor iç ses. Çok egolusun İlknur. Tam bir ego yığınısın. Ben mi sen mi? Sen. Hayır sen. Sen Hayır sen… Ben kendimi kendi düşüncelerime kaptırıp iç sesimle kavga etmeye başladığım sırada fakülteye vardığımızı fark edip metrodan indim. Biraz yürüdükten sonra üniversiteden içeri girdik ve girdiğimize pişman olduk. Sınıf yine karmakarışıktı. Erkekler sınıfın ortasında kavga ederken kızlar aldırış etmeyip birbirlerinin makyajlarını tazeliyorlardı. İçinde bulunduğum durum gözlerimi devirmeme sebep olsa da hala aklımda kardeşimin bu çocuk olduğu vardı. Bence adam demen daha doğru olur herif 24 yaşında. Kardeşime herif demezsen sevinirim iç ses. Her zamanki oturduğum sıraya oturdum. Yanıma Fatih geldi. Beni bir sal be adam! Onunla göz teması kurmamaya çalışıyordum ama o bunu zorla yapıyor gibime geliyordu. Hala burnunun dikine nasıl gittiğin anlaşılıyor beyefendi! "Hadi Doğruluk mu? Cesaretlik mi? oynayalım." İşte bu tüm sırların açığa çıkacağı, tüm her şeyin öğrenileceği anlamına geliyordu. Bir insan neden tanıştığı kişiyle ilk günden bu oyunu oynardı ki? Gerçi biz bence tanışmış bile sayılmazdık. Aynı üniversiteye aynı metro ile geldik ve birbirimizin adını öğrendik bu kadar basit! Bir sal kardeşim beni ya! Kardeşim mi? Sence de hızlı ayak uydurmadın mı İlknur? Biraz yavaş lütfen hızına yetişemiyorum. Bilmiyorum iç ses. Cümle içerisinde lafın gelişi olarak kullanmıştım ama hatırlattığın için sağ ol ya(!). Bunu yapmana ne kadar sevindim bilemezsin(!)… Kardeşim olmayabilirdi. Sadece soy isim benzerliğinden ibaret olabilirdi ama aklımdan çıkmıyordu işte. Çok benziyordu. İnanmamak elde değildi. Her şeyi unutmuş, bir kenara bırakmış gibi başımı onaylayarak salladım. "Sor." Dedim. Gülümsedi ve üşengeç olan herkes gibi en kısa şekilde sordu sorusunu. "D mi? C mi?" Onun gibi kısa keserek cevap verdim. "D." "Adın ve soy adın?" Yutkundum. Kazağımın yakasını çekiştirmekle yetindim. Boğazımda bir yumru oluşturdu. Başımı ona çevirdim. "İlknur Kandelen." dedim tek seferde, kekeleyerek. Niye kekeliyorum ya ben. En sonunda kuyruğumu bir yerde takılı bırakıp söylemek zorunda kalmayacak mıydım ben zaten? Bu cevabım kaşlarını çatmasına, sonra kaşlarını kaldırmasına ve konuşacakmış gibi dudaklarını aralamasına sebep oldu. Lakin hiçbir şey demedi. Sadece dudaklarını aralamış ve tekrar geri kapatmıştı. Aklı mı karışmıştı? Hak veriyordum çünkü benim bile aklım hala çok karışık. Biliyordu ama bilmiyormuş gibi davranıyordu. Ya da emin olmak istiyordu. Bunların tümünden emindim çünkü zekiydi. Zeki olmayan adamın tıp fakültesinde işi ne? Sen de bir konuya dahil olmasan iyi olur be iç ses. "D mi? C mi?" diye sordum. Konuyu dağıtmaya çalışıyordum. "C." dedi kısa kesti. "Benimle Irmak' ı bul." Eğer bir şeyden emin olmak istiyorsa şu anda olmuştu. Zeki bir çocuktu. Anlardı. Ki zaten ben de bir şeylerden emin olmak istiyordum. Tek seferde söylediğim bu cümle onun şaşırmasına neden oldu. Bu cümle ile ya gerçek kardeşim olduğunu anlayacaktım ya da adının tamamen bir isim benzerliğinden ibadet olduğunu. Şaşırması böyle bir cevap verdiğim için de olabilirdi, kardeşim olduğu için de. Ve yanılmamıştı sezgilerim. Kardeşimdi. Kardeşler biz ablalar için her zaman ya çürük yumurtaydılar ya da çokbilmiştiler. Karşımda oturan ve şaşkın gözlerle bakan bu çokbilmiş ise kardeşimdi. Fatih'ti… "A-a-abla?" dedi. Bir anda önüne döndü ve saçlarını karıştırarak çekiştirdi. "Nasıl? Ben anlamıyorum. Sen ne zaman öğrendin?" Tekrar bana döndü. "Bende çok şaşkınım. O kâğıdı bana verdiğinde öğrendim." Yürürken cebime attığım kâğıdı çıkartıp numarasını telefon rehberime 'Geçmişin Silahı' olarak kaydettim. Bilerek bu şekilde kaydetmiştim onu, çünkü geçmişimde sırf onu bulmak için adım attığım bu yolda onun için anlıma silah dayanmasını göze almıştım. Onu bulmak için her tehdide göz yummuştum. Onu ve Irmak'ı. Geri kalan hiçbir şeyin önemi yoktu, benim bile. Dakikalar önce onunla konuşmayacağımı geveleyen ben şimdi onunla sohbet ediyordum. Ne ironi ama… Dersleri dinledim, teneffüslerde yıllardır görmediğim kardeşimle hasret giderdim ve kütüphaneden gidip birkaç kitaba göz atmayı ihmal etmedim. Ödevim için gerekli kitapları aldıktan sonra giriş kata doğru yol aldım. Yine hiçbir derste anlatılanı anlamayarak üniversiteden çıktığımda patronun pahalı araçlarından biri kapının önündeydi. Paralı adamlardan biri yolcu koltuğundaydı. Beni görünce inip arka koltuğun sürgülü kapısını açmayı ihmal etmedi. Araca bindim. Sürücü koltuğunda lanet olası Emir vardı. Bu adama asla lanet okumaktan vazgeçmeyecektim sanırım, ama hal ve davranışlarına sinir oluyordum işte. Ne yapabilirdim ki? Elimde değildi. Bana kapıyı açan adam kapımı kapatıp yolcu koltuğuna tekrar oturdu. Tabi bu sırada Emir hiçbir şey sormadan ve beklemeden arabayı çalıştırdı. Biraz yol aldık sessizlik içerisinde. Aslında neden oraya gittiğime ve bana bir şey söylemediğine dair kafamda çok soru vardı ama onunla konuşmayı zaten sevmediğim için susmayı tercih ettim. Nasıl olsa oraya gidince öğreneceğim. Beklemekten zarar gelmez. "Nasılsın İlknur?" Bana adımla hitap etmekten çekinmezdi. Onunla konuşmak istemediğim için yorgun taklidi yapmaya karar verdim. Bu oyunuma ne kadar kandığı ise muamma! Gözlerimi kısıp alnımı ovuşturdum. Onun o iğrenç ve kaba sesine tahammülüm bile yoktu. Belki insanlara göre güzel olabilirdi ama ben sevmiyordum işte. Diğer insanların sevmesi beni alakadar etmiyordu. "Yorgunum, Emir. Bana yeni görevimi anlatacak mısın? Ya da beni her ne için çağırıyorsanız onu?" "İkizime abi deyip bana Emir demen açıkçası sinirimi bozmuyor değil. Her neyse, bu önemli değil. Seni görev için çağırdık bu kısım doğru. Diğer soruna gelecek olursak ise hayır. Çünkü yeni görevini ben de bilmiyorum. Sana patron anlatacak.” "Ne?" Emir'in dudakları arasından dökülen cümle elimin havada asılı kalmasına ve kıstığım göz kapaklarımı sonuna kadar aralamama neden oldu. Eyvah! Taklit yapamadım. Bir dakika, neden buna takılıyorum ki? ŞU AN YAPMAM GEREKEN BU DEĞİL! Patron daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştı. Benden önce her şeyi Emir öğrenir, planın her ayrıntısına kadar bana o anlatırdı. Bu işin içinde bir şey olduğu kesindi. Ama ben yine yıllar öncesinde olduğu gibi hiçbir şey anlamıyordum. İşte takılmam gereken nokta buydu. Hani şu anlamadığım ve bir şekilde anlamaya çalışmaya devam ettiğim. "Neden?" Sorduğum bu soruya hemen cevap vermesini bekledim. Ama sorumun cevabını beklemeyi bırakın sevmeyi, nefret ettiğimi bildiği için beni biraz bekletmesine rağmen o biraz kelimesi bile bana çok uzun geldi. Bu adam tam bir sinir kaynağı! Öldürsem hapse atmazlar beni. "Sebepsiz. Ben mekândan çıkmadan önce bir kadın gelmişti. Bana patronun yerini sordu, Türkçe konuştu ama aksanı farklıydı. Yabancı sözcükler kullandı. Sanki Türk’müş de yıllardır Türkçe konuşmuyormuş gibi bir hali vardı. Hangi dil olduğunu bilmiyorum. Ama emin ol İngilizce değil. Almanca veya İspanyolca olabilir. Çünkü patron senin bilmediğin dilde yabancı uyruklu bir kadını getirtmez, seni onunla iş yaptırmaz." Yabancı kadın? İşler iyice kafamı karıştırdığında "Peki." Diyerek kısa kestim ve düşünmeye başladım. Sonra kafamın daha çok karışacağını düşünerek düşünmemeye karar verdim. Hayatımda aldığım en mantıklı ama çok saçma bir şekilde anlattığım tek karar buydu sanırım. Dirseğimi cama, elimi ise yumruk yapıp çene kemiğime dayadım. Camdan dışarıyı seyrederken; üstümüzden geçen kuşlar, kaldırımda yürüyen insanlar, yol kenarındaki ağaçlar ve duvarlara grafiti yapan gençler gözüme çarpmayı unutmadı bugün de. Kısa bir yolculuğun ardından mekâna yaklaştığımızda tam da havanın soğukluğunu hissetmemeye başlamışken telefonumdan gelen bildirim sesi irkilmeme sebep oldu. Soğuk ve bir anda beklemediğim bir bildirim sesi beni dalıp gittiğim dünyadan uzaklaştırmıştı. Oysaki o dünya gerçek dünyadan herkese göre kat kat daha iyiydi. Aklıma takılan sorular kafa yoruyordu ama o tatlı yorgunluk bile güzeldi işte. Telefonumu cebimden çıkarttım. Ekrandaki 'Geçmişin Silahı kişisinden bir mesaj.' yazısının üstüne tıkladım. Geçmişin Silahı: Abla nasılsın? Akşam müsait misin? Siz: Müsaidim, buyur? Geçmişin Silahı: Saat sekiz gibi bu konuma gelir misin? Birlikte akşam yemeği yiyelim. Birkaç arkadaşım daha var benim burada, seni onlarla tanıştırmak istiyorum. Bu mesajından sonra attığı konuma baktım. Evime kısmen yakındı. Siz: Tamam. Eğer bir aksilik çıkmazsa gelirim. Geçmişin Silahı: Teşekkür ederim. Görüşürüz. Siz: Ben teşekkür ederim ablacım. Görüşürüz. Kalp emojisi atıp telefonumu kapattım. Tekrar cebime koydum. Ama aklıma bir soru takılmıştı. Benim numaramı nerden bulmuştu? Ben ona verdiğimi hatırlamıyorum. Yoksa vermiş miydim? |
0% |