Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. Kurşun: Yara

@ilaysunurnargiz

Mekâna geldiğimizi anladığımda yolcu koltuğunda oturan adam hızla kalkıp kapımı açtı. Arabadan inip binaya doğru ilerledim. Emir bana ilk adımımdan itibaren yetişmişti. Bana kapımı açan adam kapıyı kapattıktan ve arabayı kilitledikten sonra Emir ile benim arkamdan yürüyerek eşlik etti binanın kapısına kadar. Daha sonra görevini yerine getirmek üzere biz içeri girerken o dışarda bekledi.

Yine ne kadar kötü bir görev vereceklerdi acaba? Ama bence Emir de bilmediğine göre bu ya üst düzeyden de zor bir görevdi. Ya da tamamen görev değildi.

Bu pis işleri devam ettirirken kendi kazdığım bir kuyuya düştüğümü fark ettim. Sonu belli olmayan ve hala düşmeye devam ettiğim karanlık bir dipsiz kuyuya...

Bu kuyunun sonu karanlık mı, yoksa aydınlık mı inanın bilmiyorum. Ama bir ışık görüyorum, bir umut ışığı. Hayatımda bir dönüm noktasına neden olacak bir umut ışığı gözlerimin önüne altın tepsiyle seriliyordu. Ama bu ışığın doğruluğu tereddüt etmeme sebep oluyordu. Yoksa kuyruklu yıldız gibi başka bir yıldızın ışığını mı yansıtıyordu?

Hayatım boyunca ne olduğunu bile bilmediğim bir umut ışığına mı tutunacaktım? Hayır! Bu asla olmayacaktı. Sonuçlarını bilmediğim bir düşünceye kapılmaktansa, o umut ışığına tutunmaktansa kendi kendime bir umut ışığı yaratır bir ömür boyu o umut ışığına tutunurdum. Aydınlık bir yolu tercih ederdim, geleceğimi görebilmek için...

İnşaatını kaç senedir yanlarında olmama rağmen kim olduğunu bilmediğim patronumun yaptırdığı üç atlı binaya giriş yaptık. Bina iki katlıydı ve sadece patronun odasında ışık vardı. Gündüzleri güneş ışıkları doldururken, geceleri sokak lambalarının saçtığı ışıklar doldururdu etrafı. Sadece pencerelerden ışık yansırdı.

Pencerelerin önünde kalın kumaş bir tül perde vardı ve bu perdeler genellikle açık dururdu. Her yerde pencere varken patronun odasında pencere yoktu. Sırf bu yüzden ışıkla donatmış olabilirdi odasını. Ya da ışıkla donatmak istediği için pencere yaptırmamış olabilirdi. Bunu bu şekilde yaptırmak bence kendi isteğine kalmış bir durum. Lakin bana göre değil.

Benim adım maske olsaydı ve ben mafya örgütüm için bir bina yaptıracak olsaydım bir kere bu binayı eski bir bina göstermek yerine gayet bakımlı bir şekilde tutar ve sanki burada bir milyarder yaşıyormuş gibi evi tasarlardım. Bu şekilde dışarıdaki korumalar dikkat çekmemiş olurdu. Eğer ışıkla donatmak istemiyorsam bunu dışardan pencere gibi gözüken ama aslında pencere olmayan alarmlı bir sistem kurardım ve bu şekilde birisi binaya silah sıktığında hem içeridekiler dışarıya gidip savunma yapardı, hem de patron kaçar ve maskesinin ardına tekrar saklanırdı.

İşte, bunları ben düşünebiliyorum ama başımdaki o pislikler düşünemiyor. Demek ki ben onlardan daha mafyayım.

Emir ile patronun odasına ilerledik. Kapıdaki görevli içeri girip geldiğimizi haber verdi. "Gelin." Sesini işittiğimizde odaya hızlı adımlarla girdik çünkü o da benim gibi bekletilmeyi sevmezdi. Tıpkı benim gibi, tıpkı...

Babam gibi...

İçeriye adımlarımızı attığımızda odadaki lambanın olmadığını etrafı sadece masanın üzerindeki büyüklü küçüklü mumların aydınlattığını fark ettim. Bu daha ürkütücü bir hal almıştı. O mumlar olmasaydı etrafı gece kadar zifiri bir karanlık kaplayacaktı.

Gece kadar karanlık odanın içerisinde masaya biraz daha yaklaştığımızda masanın yanındaki koltuklarında oturan orta yaşlarında olan bir bayan fark ettim. Kadının kısa koyu kumral saçları ve yanaklarından çenesine kadar süzülen ince, uzun perçemleri vardı. Yüzünde çok fazla çil vardı ama yaptığı makyaj çillerini çok az belli ediyordu. Gözleri kahverengiydi ve boyu çok fazla uzun değildi. Buna rağmen yüksek topuklu ayakkabıları onu uzun gösteriyordu.

O bize bakmaya devam ederken sandalyesi yine bize dönük olmayan patrona döndü gözlerim. Yüzünü bir kez bile görmemiştim. Gerçek sesini kendi icat ettiği ses değiştiren makineyi taktığı için hiçbir zaman işitmemiştim.

"Şule ile tanışın." dedi sadece. Kadın elini uzatarak "Hola." Dedi. Böylelikle İspanyol olduğunu anladım. Aynı şekilde "Hola." diyerek karşılık verdim ve elini sıktım. Bu merhaba demekti. Sevecen bir tipi vardı diğer insanların yorumlayacağı üzere. Lakin en mafya huylular da zaten böyle olurlardı da bilmezlerdi ya! Bu gülüş ruh hastası gülüşü. Kulağına kadar sırıtıyordu resmen! Emir de elini sıktı. Onunla bir müddet konuştum. Ya da konuşmak zorunda kaldım.

Hani Türkçe biliyordu bu kadın? Benimle neden İspanyolca konuşuyor?

"İspanyolca konuşabiliyor musun?" diye sordu bana dönüp.

"Tam değil, şöyle böyle..."

"Adın ne?"

"Adım İlknur. Senin?"

"Şule. Tanıştığıma memnun oldum."

Ben memnun olmadım. Onla bir alakası yoktu, ben asosyaldim. Asosyal olmak benim karakterime ait bir özellik değildi. Onlar beni böyle yapmışlar. Kadın ile bu kısa konuşmam bittikten sonra patrona döndüm.

"Yeni görev nedir patron?" Ona her patron dediğimde rahatsız oluyor gibi koltuğunda kıpırdaşıyordu. Yine aynı şeyi yapmasına aldırış etmedim çünkü artık ona ve bu garip hallerine alışmıştım.

"Öncelikle bir banka soyacaksınız. Yapacağımız bu iş yüksek miktarda para gerektirecek. Üç gün sonra Şule ile bir restorana gideceksiniz. Orada beş kişi ile tanışacaksınız." Yeleğinin kapüşonunu kapattı ve başını öne eğdi. Yüzünü yine sakladı. Bu şekilde sadece burnunun ucu gözüküyordu.

"Yüzünü saklama konusunda tedbirlisin." Kadının aksanı harbi iğrenç! Kulağımı kanattı resmen. Dediğini zor anladım yemin ediyorum.

"Sana nedenini açıkladım." Nedeni mi vardı? Gerçi bu beni ilgilendirmez, bana ne? Ben niye insanların özel hayatlarını ve yaptığı işlerdeki sebepleri sorguluyorum. Bana ne?

İlknur, sanırım bir psikoloğa gitsen iyi olur. Çok büyük tepkiler vermeye başladın uzun zamandır. Ergenlik döneminden beri daha atarlısın zaten.

Kes sesini iç ses! Psikolojim hiçbir şekilde seni ilgilendirmez!

"Yaptığın ve yıllardır sürdürdüğün bu plan biraz alçakça, bu alçaklığı seviyorum ama bazen hak edene hak ettiğini vermiyorsun. Bu hak ettiği halde vermemenden nefret ediyorum, hatta bunlardan biri benim ama alçak olmak... Senin sevdiğim yönün de bu." Tepki sıfır!

Çalışma masasının çekmecesinden beş adet fotoğraf çıkarttı. Masanın üstüne koyup bize doğru ittirdi. Arkasını tekrar bize döndü. Fotoğrafları elime alıp teker teker incelediğimde dördüncü fotoğrafta Fatih'in fotoğrafı ile karşılaştım. Belli etmemeye çalıştım ama Emir'in cümlesi ile belli ettirdiğimi anladım. "Tanıdık mı?" Yutkundum ve hızlıca cevap verdim.

"Üniversiteden arkadaşım." diyerek kestirip attım.

"Beni ilgilendirmez. Hem sen ajansın. Ne hakla arkadaş edinirsin? Sana arkadaşın olması gerektiğini kim söyledi?" dedi o adamın makineyle karışmış iğrenç sesi.

"Öğretmenin gruplu yapmaya zorunlu kıldığı bir proje ödevinde tanıştık efendim. O kadar da yakın sayılmayız merak etmeyin."

Tabi canım! Alt tarafı kardeşin! Ne yakınlığı? Tövbe estağfurullah, küfrettire küfrettire imandan çıkaracaksınız şimdi beni!

"Oraya Şule ile onlara uyuşturucu satmaya gideceksiniz. Restoran bize ait. Şu an o mekânı hazırlatıyorum. Uzun koyu mor perdelerin arkasında adamlarım olacak. Onlar teklifi kabul etsin ya da etmesin onları gidecekleri sırada bana getireceksiniz. Özellikle o sarışını diri istiyorum. Diğerleri çok da önemli değil." Bahsettiği şahıs kardeşimdi ve ben de buna takılmamaya çalışıyorum. Konuyu değiştirdim hemen.

"Hangi bankayı ne zaman soyacağım?"

"Bu gece yarısı, Emir bankayı biliyor. Sana o yardımcı olacak."

"Bu gece olmaz. Gitmem gereken fakültenin zorunlu kıldığı bir parti var." dedim. Çıkan hışırtıdan başını yana çevirdiğini anladım.

"Parti? Tıp fakültesi öğrencilerine?"

"Evet. Yani partiden kastım şu. Müdürümüz okul kurallarına uymadığımızı ve bu konuda öğretmenlerimizin bize etki etmediğini düşündü. Bu yüzden akşam yemeği yiyerek toplantı yapacağız lakin erken gidip öğrenciler olarak takılmayı planlıyoruz."

"Tamam, sadece toplantıya gidersin."

"Toplantı gece yarısına denk geliyor. Bitmez. Uzun olacak. Son sınıf öğrencisi olduğumuz için bizimle ayrıyeten tek tek de görüşülecek."

"O halde yarın gece yarısı işinin başında ol. Eğitimini engelleyemem neticede değil mi? Emir seni gideceğin yere bıraksın." Hızlıca bir yalan uydurup patronun önüne sundum. Başka seçeneğim yoktu. Kardeşimin yanına gidecektim. Bunu sadece bugün değil yıllardır istiyordum. Fatih benim kurtuluş biletim olmuştu.

"Partiye çiftli gidiyoruz. Bir arkadaşım gelip beni alacak. Emir beni şu anlık eve bıraksa yeterli." Arkadaşım lafına takılmadığı için burada göbek atabilirdim sanırım.

"Yarın öğlen burada ol."

"Peki" diyerek lafı bitirdim ve o kapkaranlık ürkütücü odadan çıktım. Biz çıkmadan önce patron Emir ile konuşmak istediği için onu odasında tutmuştu. Kapının iki metre çaprazında, sırtım duvara dayalı, kollarımı birbirine geçirerek onu bekledim.

Beklemekten nefret ediyordum lakin bu sefer Emir suçlu değildi. Beni bekleten patron dediğimiz adamdı ki ona da ben laf söyleyemezdim.

Daha sonra Emir ile o ışıksız binadan çıkıp buraya geldiğimiz araca doğru ilerledik. Emir şoför koltuğuna otururken ben de yanındaki yolcu koltuğuna oturdum. Çantam hala sırtımdaydı. Sağ omzuma takılı değildi ama her yer bu sürede benimle birlikte gelmişti.

"Partide ne giyeceksin? Alkol falan alacaksan konum at partiden sonra seni almaya geleyim. Tam olarak nasıl bir şey yapacaksınız bilmiyorum ama genelde o şekilde olur diye sordum." Bu adam ile aramızda hiçbir şey yoktu ama benim hakkımda bana sorduğu sorular artık bana âşık olduğunu düşünmeme bile sebep oluyordu, yani bazen.

Bu adam hakkında da aklımda çok soru işareti vardı.

Senin birçok kişi hakkında çok düşüncen var İlknur. En son kendi kardeşinin sana yürüdüğünü düşünmüştün.

Öyle bir şey düşünmedim iç ses!

Bas baya düşündün. Kendini çok mükemmel, her erkeğin seveceği türden sanıyorsun herhalde.

Of! Seninle uğraşmayacağım.

Asıl o dediğini ben yapmayacağım.

"İlgin için teşekkür ederim. Alkol içmeyeceğim. Abartılı bir şey giymemiz yasak. Birlikte sınıf olarak yemek yiyecek sonra toplantı yapacak ardından biraz eğleneceğiz. İçsem bile kafam güzel olacak kadar içmem. Merak etme." dedim. Ne kadar güzel yalan söylüyorum ben böyle(!). Bu yeteneğimi keşfetmiş olmam ne kadar mükemmel bir şey! Umarım yemiştir. Galiba yedi.

"Peki, anlaşılmıştır." dedi. Anlamasan da bir daha anlatmazdım ki zaten? Konuşmayı bitirdi sandım ama beni yine şaşırtmadı ve bir soru daha sordu.

"Parti nerde? Taksim mi? Genelde okul partilerini o civarda yaparlar diye biliyorum." Bir şeyi de bilme be adam! Ki zaten bilemedin de.

"Fakülteye yakın tutacaklarını söylediler. Yatılı olarak kalanlar var. Saat gelince konum atacaklar. Nerede olacağını henüz ben de bilmiyorum." Gerçekten şahane mükemmel yalan söylüyorum. Kendimi daha çok sevdim bir anda. Bu adamlara itaat etmekten bıkmış vaziyetteydim. Ve o bıktığım hareketlerden birini yapıp başını aşağı yukarı ağır bir şekilde onaylarcasına salladı.

"Bu görevin karşılığı ne olacak? Patron bari bunu söyledi değil mi?" diye bu sefer dayanamayıp ben soru sormuştum. Beni birkaç saniye beklettikten sonra yanıtladı.

"Görevi başarı ile tamamlayabilirsek seni kardeşlerinle tanıştıracakmış." Şaşkınlıkla başımı Emir'e çevirdim. Benim kardeşim bugün yanımdaydı. Kastı Irmak olabilir miydi? Irmak olsa bile ben ona ulaşamamışken o bunu nasıl başarmıştı? Hangi aileden olduğumu nereden biliyordu?

"Onların kardeşim olduğunu nasıl bileceğim?"

"Patron onları elinin altında tutuyormuş herhalde. DNA testine sokmuş." İşte buna inanmayacaktım çünkü Fatih benim gerçekten kardeşimdi ve şu an eğer patronun elinin altında olursa onunla o anlaşmayı yapamazdı. Ayrıca ben onunla bugün karşılaşmazdım. Yoksa benim bilmediğim, babamın ya da annemin ikinci evliliğinden falan olan kardeşlerim mi vardı? Ne saçmalıyorum ben böyle? -Acaba olabilir mi- Ve şu an Emir'in anlattıklarını çözemeyecek kadar geri zekalı değilim maalesef. Yine kaybettin patron, üzgünüm. Sorry... Kendime olan güvenimden ötürü ona meydan okumaya karar verdim hızlıca.

"Peki ben o testin cevabının doğru olduğunu nasıl bileceğim?" diye sordum.

"Off... Ne kadar çok soru sordun İlknur!" Dedi hayıflanarak.

"Sormak hakkım değil mi? Onları en çok ben aradım, ayrıca o beni sokağın bir köşesinde buldu. Hangi aileden olduğumu, tam olarak kim olduğumu nereden biliyor? Rasgele birini önüme sunacak, evrakta sahtecilik yapacak olamaz mı? Mafya neticede bu adam."

"Onun hakkında düzgün konuş. O sadece bir iş adamı. Ayrıca daha sonradan kendin test yaptır İlknur. Ne bileyim ben? Zaten özgür bırakılacaklarmış. Ben de tanımıyorum onları. Ekipte olmayan birilerine yaptırmış." Bu çok mantıklıydı ama hala ona bir gram güvenemezdim. Kardeşlerime zarar gelmesi en son isteyeceğim şey bile değildi. Çünkü onlarla olan bir geçmişim vardı benim. Her şeyi Fatih'e anlatmalıydım. İçimde Irmak'ın da bu işin içine dahil edildiği hissi vardı işte. O yüzden. Başka bir sebebi yok.

"Haklısın. Ben bir şekilde hallederim." diyerek konuyu kapattım. Çünkü araç binanın önünde durmuştu. Konuyu fazla uzatamazdım. Arabadan indim ve hızlı adımlarla merdivenleri çıktım üçüncü kata. Anahtar ile kapıyı açtıktan sonra içeri girdim. Açlıktan elimdeki her şeyi vestiyere bırakıp direk mutfağa yöneldim.

Mutfak kapısının eşiğinden çeri bir adım attığımda şaşkınlıkla telefonumu da vestiyere koyduğumu telefonumun çalması ile anladım. Koşturarak dış kapının yanında bulunan vestiyere tekrar gittim ve telefonun ekranında yazan yazı ile birlikte Fatih duğunu anlayarak aramayı açtım ve telefonu kulağıma götürdüm. Sesi telaşlıydı.

"Abla nerdesin?"

Cehennemin dibindeyim!

"Evimdeyim, buyur." Kulaklarıma sesler ulaştığında arabaya bindiğini anladım. Buraya mı geliyordu yoksa başka bir yere mi gidiyordu?

"Konum at geliyorum."

"Ablacım ne oluyor söyler misin?" dedim meraktan. Telaşlanmıştım. Abla içgüdüsü...

Benimle Irmak'ı bul dediğimde fazla mı gaza gelmişti bu çocuk?

"İyi şeyler olmuyor. Gelince anlatacağım. Hadi dediğimi yap. Sadece bu sefer benim dediğimi yap."

"Ta-" dediğimde telefonu yüzüme kapattı.

"Eşek herif." diye söylenmeye mâni olmadım. Huysuzlana huysuzlana benden istediği o lanet konumu attım. Evet Emir'in yüzüme kapatmasına alışıktım ama Fatih'in asla alışık değildim ve bu çocuğunda beni buna alıştırmasına tahammül edemezdim. Bugün sadece şu anı yaşamamla birlikte birçok şeyin farkına vardım. Ben aslında sinir olunacak birçok şeye alışmışım. Ve bunun kimsenin umurunda olmaması benim daha çok sinirimi bozuyor, bozguna uğratıyordu...

İçimi yaralıyor, kabuk tutmuş yaralarımı tekrar deşiyordu.

Kabuk tutan yaralar hızlıca geçmez miydi?

Benim yaram neden senelerdir geçmiyordu?

Loading...
0%