@ilgaaa
|
Sabah kapının sesiyle uyanmıştım. Dün gece düşüncelerimin esiri olduktan sonra biraz yalnız kalmak istediğimi belirttiğim için ekip arkadaşlarım yanıma gelmemişti. Fakat sabahın ilk ışıklarıyla kapıma dayanacaklarını düşünememiştim. "Günaydın!" Dostlarımın gelmiş olduğundan o kadar emindim ki kapıyı açtığımda Yekta'nın yüzüyle karşılaştığımda ufak çaplı bir şok geçiriyordum neredeyse. Saçım başım dağınık, ağrıdan iki büklüm, şort askılı pijamamın önünde salça lekesi, makyajım akmış... "Gü-günaydın." Önümdeki salça lekesini ve kapıdan gelen serin esintiyle dik dik olan göğüs uçlarımı kapatmaya çalışırken Yekta'nın uzattığı poşete bakıyordum. "İlaçlarını getirdim." "Teşekkür ederim." "Şila'yı bugün Ceren aldı. Yani arkadaşım aldı. Yeni uyandığına göre daha kahvaltı yapmamışsındır. Üstünü başını değiştir bana kahvaltıya gel." Daha cevabımı bile dinlemeden merdivenlerden aşağı inmeye başlamıştı. Bu yeni Yekta korkutucu derecede insancıldı. Tuvalete gidip de halimi gördüğümde duş almadan bir boka benzemeyeceğime emin olmuştum. Üzerime sinen hastane kokusunu gidermek için sıcak suyun altına girdiğimde hala Cengiz'i düşünüyordum. Ekibe bu kadar bağlı olmamın sebebi belki de babasını erken kaybeden içimdeki kız çocuğu yüzündendi. Ekiptekilerin çoğu ailesiz büyümüştü. Sokakta, orada burada, yetimhanede... Hepimiz birbirimizin eksik puzzle parçalarıydık. Öyle ya da böyle Yekta kıvama gelmişken planı devam ettirmek işimize yarayabilirdi. Elimizdeki bu koz Yekta'yı hayatımızdaki bir tehdit olmaktan çıkarabilirdi. Yine de artık tamamıyla yaptığım şey bana yanlış geliyordu. Ben insanları kandırmazdım, merttim, delikanlıydım. Hayatım boyunca insanları bile isteye kandırdığım tek konu, maskemin ardına sığınarak kadın olduğumu saklamak olmuştu. Zorunda kalmasaydım, bu camiada Lilya olarak var olabilseydim, bana ben olmam için izin verilseydi onu da yapmazdım. Şimdi vicdanımı sızlatacak, kendime yakıştırmadığım ikinci bir şey yapıyordum. Bu boka kendimi ben bulaştırmıştım. Bu fikir benden çıkmıştı. Şimdi her şey rayına girmeye başlamışken, günlerdir kıçımı yırttıktan sonra Yekta'nın ilgisini öyle ya da böyle çekmeyi başarmışken ekibimin bu oyunu devam ettirmemi istemesine de kızamıyordum. Bir yanda yalnızca kendi mesleğini yaptığı için kalbiyle oynamam gereken masum bir adam vardı, bir yanda da ailem bildiğim dostlarım. Umutsuzca banyonun duvarına kafamı yaslamış üzerimden akan suyla birlikte düşüncelerimden de kurtulmaya çalışıyordum. Duştan çıktıktan sonra saçlarımın ıslağını almış kurutmaya bile uğraşmadan üzerime bir şeyler geçirmiştim. Aynada gördüğüm yansıma günlerdir görmeye hasret kaldığım Lilya'ydı. Abartılı makyaj yok, salak saçma işve cilve yok... Sadece bendim. Derin bir nefes almıştım. Bu boka boğazıma kadar battığıma göre en azından kendim olabilirdim. Kendimi ve vicdanımı hazırlayarak kapıdan çıkmıştım. "Yeniden günaydın." Evden mis gibi kokular geliyordu. Valla ne yalan söyleyeyim, yıllardır altı adama kahvaltı hazırladıktan sonra birinin benim için kahvaltı hazırlaması mest etmişti beni. Her zamanki alışkanlıkla masadan bir şeyler tırtıklarken Yekta'nın göz ucuyla beni izlediğini fark etmiştim. Bir sincap gibi ağzımı doldurduğum yiyeceklerle Yekta'ya bakıyordum. "Gerçekten çok enteresansın." Ağzımdaki lokmaları yuttuğumda ocaktaki menemeni de masaya getirmiş ve oturmam için sandalyeyi işaret etmişti. "Alnın ne durumda?" Alnımı yere düşerken çarpmıştım ve ben daha hastanede gözlerimi açmadan önce çoktan dikiş atmışlardı. Yekta'ya omuz silkip cevap vermiştim. "Acıyor. Ama çok da önemi yok." Yekta'nın bakışları üzrerimde geziyordu. Daha derinlerime bakabilirse karşısında duran kadını tanıyabileceğini düşünmüş olmalı ki fark etmeden öne doğru eğilmişti. "Korkutuyorsun beni." Ağzım yemek dolu, Yekta'nın bakışlarına anlam vermeye çalışıyordum. "Kendinden bahset biraz." Yekta, bakarak tanıyamayacağına emin olunca sorma yolunu tercih etmişti. İçimdeki gülme isteğini bastırmakta zorlanıyordum. Bir haftadır duvar ören bu adamın benim duvarlarımı yıkmak isteyesi tutmuştu. "Önce sen! Sonuçta senin evindeyim. İki kez beni taşıdın, ettin. Tamam sapık olmadığını anladık, beni yemeklerle bayıltıp böbreklerimi almayacağını nereden bileceğim?" Yekta gülmeye başlamıştı. Kahkahası, ses tonu... Hayatımda duyduğum en karizmatik şeydi. "Sen çok film izliyorsun galiba. Ama tamam seni kırmayacağım. İlk önce ben başlayacağım. Yekta Demir. Otuz dört yaşındayım. Polisim." "Vaav demek polissin. Ee ama ben seni evden çalışan bir meslek grubundasın sanıyordum. Geldiğimden beri işe gittiğini görmedim. Yıllık izinde falan mısın?" Yekta'nın sorduğum sorularla yüzü ciddileşmişti. "Keşke o kadar basit olsa." "Anlatsana merak ettim. Neymiş basit olmayan?" "Tamam, bu konu hakkında bu kadar konuşmak yeter şimdi sıra sende." "Ben Lilya Tekin. Yirmi yedi yaşındayım. Motor ustasıyım." "Ne? Dalga geçme benimle!" "Hayır çok ciddiyim. Babam motor ustasıydı benim. Onun yanında büyüdüm ben. Babam vefat ettikten sonra işleri ben devraldım." Eee ne demişler, en inandırıcı yalan gerçeğe en yakın olandır. Hoş, yalan söylüyor da sayılmazdım. Şu an hobi olarak motor tamir etsem de, zamanında Maske'den önce motor tamir ederek geçinirdim. Ama şu an bu adama asıl geçim kaynağımın şu an yarışmak olduğunu, aradığı kişinin ben olduğumu tabii ki söylemeyecektim. Şaşkınlık içinde bana bakan Yekta'ya gülmeye başlamıştım. "Ne o? Tiki kızlar motor ustası olamaz mı?" Yekta şaşkınlıkla karışık hayranlıkla beni izliyordu. "Beni daha ne kadar şaşırtacaksın merak ediyorum açıkçası. Peki ya manevi kardeşlerin?" "Hepsi sanayiden arkadaşlarım. Yıllardır beraberiz onlarla. Ailem onlar benim." "Onlardan bahsederken gözlerinin içi parlıyor. Ben bu duyguyu hiç tatmadım." "Ama senin de dostların var. Yani vardır. Bak Şila'yı alan arkadaşın var mesela!" Pot kırmama ramak kalmış fakat toparlamıştım. "Ceren mi?" Yekta birkaç saniye ne diyeceğini bilemez halde saçlarını karıştırmıştı. "Cerenle biraz durumumuz karışık bizim. Bir de Cihan var tabii. Ama ailem yerine koyamıyorum kimseyi çünkü aile ne demek hiç öğrenemedim ben." Cümlesinin sonuna doğru sesi iyice kısılmış fısıltıya dönüşmüştü. Sezi'ye Yekta'nın bahsettiği Ceren'le olan karmaşık durumlarını araştırması işin talimat vermeyi unutmamak için aklıma not almıştım. "Ailene ne oldu peki? Yani anlatmak istemezsen..." "Sıkıntı yok. Ailem ben daha bir yaşındayken kendini yarışçı diye tabir eden aşağılık herifler tarafından öldürüldü." "Öldürüldü mü?" "Ailem polisti. Bir kovalamaca esnasında yarışçılar ailemin arabasına çarparak onların takla atmasına sebep olmuş. İçinde yanarak can vermişler." Ailesini tanımaya dahi fısat sunmamıştı hayat ona. Yekta için fazlasıyla üzgündüm. Keşke ona gerçek yarışçıların böyle insanlar olmadığını gösterebilseydim. "Çok üzgünüm." "Beni babamın iş arkadaşı büyüttü. Turan Baba. Yarışçıların kökünü kazımak için ant içtim. Hayatımı buna adadım." Yekta'nın simsiyah gözleri nefret ve hırsla parlıyordu. İliklerime kadar içindeki nefreti hissedebiliyordum. Yekta biraz sonra silkelenip kendine geldiğinde yine şaşkınlık dolu bakışlar hırsının yerini almıştı. "Neyim var benim böyle? Cihan'a bile bunları anlatmam yıllarımı almıştı." Yekta bunları derken sesli düşünür gibiydi. Düşüncelerini bölen kapının sesi olmuştu. Yerinden kalkıp kapıyı açtığında sesi cennetten bir melodiyi andıran bir kadın sesi duymuştum. "Erken geldiniz." Yekta'nın sesi ise kadının aksine buz gibiydi. Kadın belli ki buyur edilmeden içeri dalmıştı. Mutfak kapısının önünde benimle göz göze geldiğinde bariz bir şekilde yüzündeki neşesi silinmişti. Şila koridor boyunca koştururken kadın benimle hiç muhatap olmadan Yekta'ya dönmüştü. "Misafirin olduğunu bilmiyordum." Karşımdaki kadın için birisi cennet hurisi dese inanırdım. Uzun boylu, esmer, simsiyah saçlarını at kuyruğu yapmış, kıpkırmızı bir ruj sürmüştü. Yekta kadının patavatsızlığını görmezden gelip bana dönmüş ve devam etmişti. "Sizi tanıştırayım, Ceren. Ceren bu hanımefendi de Lilya. Benim üst komşum." Ceren'in gözlerini devirdiğini fark etmiştim. "Her neyse. Ben sonra gelirim canım. Görüşürüz." Benimle bir saniyeliğine göz teması kurduktan sonra Yekta'nın yanağına sulu ve şehvetli bir öpücük kondurup evden çıkmıştı. Yekta ile bakışlarımızı birbirinden kaçırmıştık. Aramızdaki anlamsız sessizliği ben bozmuştum. "Başka planların varsa ben tutmayım seni." "Hayır. Hayır yok. Yani Ceren her zaman böyledir. Üzerine alınma lütfen." "Arkadaşın olduğuna emin misin?" "Sana aramızdakilerin biraz karışık olduğunu söylemiştim. Şimdi tabağındakileri bitirip ilaçlarını alacaksın. Haydi!" Yekta, tabii ki daha yeni yeni insanca davrandığı bana hesap vermeyecekti. Merakımdan neredeyse ortadan ikiye yarılacaktım. Kahvaltımı bitirip ilaçlarımı gözünün önünde aldıktan sonra evime çıkmış ve acilen telefonuma sarılmıştım. "Sezi şu Ceren Soykan hakkında neler biliyoruz?" "Akademiyi ikincilikle bitirmiş. Sosyal medya hesaplarının neredeyse hepsinde Yekta ve Cihan'la." "Ya erkek arkadaşı?" "Bir dakika..." Arkadan klavye sesleri geliyordu. "Akademi boyunca tüm fotoğraflarında, yıllıklarında dahi Yekta, Ceren ve Cihan birlikteler. Bir dakika bekle." Arkadan yine klavye sesleri geliyordu. Çok geçmesen Sezi devam etti. "Yani kalsik hikaye Lilya, zengin kız baskıcı babasına rest çeker, ailesinin istemediği bir mesleği yapar, evlatlıktan reddedilir. Biraz çapkın olduğunu söyleyebilirim. Hem de ne birazı, baya çapkın. Kadın yürüyen libido. Sosyetenin gece hayatının gözde bekarı. Tabii, mesleğe başladıktan sonra baya gözlerden uzak kalmış ama eski sevgililerini bir görsen. Tunç Sarıca, Utku Bala hatta ünlü Dj Sercio... Liste böyle uzayıp gidiyor. Akademiden beri kimseyle görünmemiş ama." Sezi bir süre benden sessizce bir tepki beklemişse de devam etmişti. "Niye soruyorsun bunları?" Sezi'nin sorusuyla düşüncelerim dağılmıştı. "Bugün Ceren'le tanıştım ve hiç hoş bir karşılama değildi. Yekta, Ceren'le arasındaki ilikiyi karmaşık olarak tanımlıyor. Karmaşık tam olarak ne demek? Hani Yekta'nın kız arkadaşı, gönül işi yoktu? Yanağından bugün bir öpüşü vardı, görmen lazım." "Bak, ulaşabildiğim bilgiler bu kadar. Yani kadın sosyal medyasındaki tüm fotoğraflarının altına eskimeyen dostluk, ne bileyim, canlarım, canım dostlarım falan yazmış." "Tamam, bu konunun üzerinde duralım. Biraz daha araştır olur mu? O öpücük hiç de dostvari değildi." "Sen kıskandın mı yoksa?" Sezi, seni gidi seni der gibi bir ses tonuyla ağzımdan laf almaya çalışıyordu. "Aaa! Ne münasebet! Sen iyice şaştın ha! Sadece... Yani ben sadece, hani bu kadar çabaladık ettik, yani benlik bir sorun yok. Ama siz bana oyuna devam et, dediniz. Şimdi bu kadar emek..." Sezi beni çok iyi tanıyordu. Daha cümlem bile bitmeden araya girmişti. "Tamam patron demedim bir şey." Kikirtisi kulağıma geliyordu. Tamam itiraf ediyorum, kıskanmıştım. Karşımda gördüğüm kadın o kadar güzeldi ki... Yekta'nın beni değil de onu seçtiğini bilmek beni şaşırtmazdı. Fakat bunca zaman o kadar özgüvenim kırılmıştı ki... Amaaan ben de insandım canım! Kısa bir sessizlikten sonra konuyu değiştirmek için devam etmiştim. "Kaçak benim arabanın motoruna baksın. Yarış için bakıma ihtiyacı var." Sezi de daha fazla üzerime Yekta hakkında gelmemişti. "Gerçekten Cengiz'i karşımıza mı alacağız?" Sezi, bu soruyu liderine değil de dostuna soruyordu. "Biz Cengiz'i değil, Cengiz bizi karşısına aldı Sezi." "Tamam çok ağır cümleler sarf etmiş olabilir fakat siz her zaman kavga edersiniz. Bizim o yarışa dahil olmamız işleri daha da büyütecektir. Evet, bizim kurallarımız var. Yapmaması gereken bir şeyi yaptı. Ama bu aranızdaki ilişkiyi daha da çıkılmaz bir hale sokacak." Sezi, Cengiz'in bu raddeye gelinceye kadar ona ne kadar çok şans tanıdığımı bilmiyordu. Hele de Pençe'ye yaptıklarını bilseydi Cengiz'in boğazına yapışmak için başı o çekerdi. "Hadi bakalım Sezi sen görev başına, Lilya da biraz dinlensin." diyerek araya giren Minik, bilmem kaç bininci kez beni kurtarmıştı. Yalnızca ikimizin anlayacağı bir ses tonuyla teşekkür ettiğimde konuşmayı sonlandırmıştık. Ekibim Cengiz'e fazlasıyla kızgındı ama onu bu raddeye benim ekipten uzaklaştırmamın getirdiğini düşünüyorlardı. İtiraf etmese de geçmişte başına gelenlerden bir haber olan Pençe bile benim fazla tepki verdiğimi düşünüyor olmalıydı. Bir yandan Yekta, bir yandan Cengiz kendimi fazlasıyla kapana kısılmış hissediyordum. ... Gün içinde beni ziyarete gelen Kurt ve Sezi hala kaza dolayısıyla pert bedenimi zorlamamak için ortalığı toplamama yardım etmişti. Birlikte birer bira içip sohbet ettikten sonra akşama doğru garaja gitmek için ayrılmışlardı. Yarışa iki gün kalmıştı. Bu yarışı yalnızca Cengiz'in haddini bildirmek için değil ayrıca büyük para ödülünü de almak için kazanmamız gerekiyordu. Hazıra dağ dayanmıyordu. Son yarışta Yekta yüzünden ödülü alamamıştık ve uzun zamandır nakit sıkıntımız vardı. Göğsümdeki ağrıdan zar zor doğrulurken ölüm virajı denen dağdan nasıl birincilikle çıkacağımı düşünüyordum. Cengiz'e haddini bildirmeli, büyük ödülü almalı, polislere yakalanmamalıydık. Adrenalin beni hayata bağlayan yegane şeydi. Arabamı ve yolları özlemiştim. Direksiyonumu kavradığım an gözlerimin önünde canlanmış, iliklerime kadar ürpermiştim. İçimdeki Domino dışarı çıkmak için saniyeleri sayıyordu... |
0% |