@ilgaaa
|
Sabah erkenden uyanmıştım. Keyfime diyecek yoktu. Beynim bir plan yapmış olmanın rahatlığıyla tüy kadar hafifti. En azından riskli de olsa bir planım vardı. Dün gece Yekta'nın evden uzaklaşabilmesi için arabasına çarpmaktan tut da apartmanda yangın çıkarmaya kadar her türlü senaryodan en akla mantığa yatan, en makul olan aklıma geldiğinde ekiple planı paylaşabilmek için sabaha kadar saniyeleri saymıştım. Dostlarım için mükemmel bir kahvaltı hazırladıktan sonra hepsini tek tek uyandırmıştım. "Bu neşenin sebebi nedir?" Sezi merakla beni izliyordu. "Herkes burada mı? Damat nerede?" "Süslü işte ne olacak saçını yapıyordur yine. Altı üstü kahvaltıya gelecek!" Kurt gözlerini ovuştururken bir yandan da oda arkadaşını çekiştiriyordu. "Senden Damat kadar olmanı beklemiyoruz ama en azından sofraya gelirken yüzünü yıkayabilirdin." Sezi, iğrenen gözlerle Kurt'u izliyordu. "Hadi yüzünü yıka gel." "Ama Lilya!" "Marş marş koca bebek!" Kurt ayaklarını sürüye sürüye banyonun yolunu tutmuştu. "Artık anlatacak mısın neler olduğunu?" "Sabret Cengiz. Herkes toplansın anlatacağım." Kısa bir süre sonra herkes masanın etrafında toplanınca dostlarımın merakını gidermek için konuşmaya başlamıştım. "Sezi, bu adam en sevdiği Çin lokantasından haftanın kaç günü sipariş veriyordu?" "Haftanın en az üç günü, neden sordun ki?" "Çin restoranında kurye olarak çalışma..." Daha cümlem dahi bitmeden masadan yükselen bir ses cümlelerimi boğazıma tıkamıştı. "Ne saçmalıyorsun Lilya? Öyle şey mi olur? Ne yapacaksın adama yemek götürünce? Kapıyı açınca bayıltacak mısın? Çok tehlikeli ben kesinlikle onaylamıyorum!" Cengiz yine benim ekip lideri olduğumu, dün geceki konuşmamızı unutmuş itiraz etmeye başlamıştı. "Hah, konuştu yine kaynana!" Kurt, Cengiz'in her zamanki gibi gerekli gereksiz her şeye muhalefet olmasına yine kayıtsız kalamamıştı. "Ne diyorsun ya sen? Hayırdır? Benimle ne derdin var? Açık konuşsana!" Cengiz ve Kurt kahvaltı masasında birden ayaklanmış, gerilen uzuvları her an birbirine vuracakmış gibi konum almış ve burun buruna gelmişlerdi. Birbirleriyle asla anlaşamıyor, bunu da saklama gereksinimi duymuyorlardı. "Yeter! Kendinize gelin! Kurt otur oturduğun yerde!" Ben cümleme daha başlamadan Minik hızlı bir hamle ile Kurt ve Cengiz'in arasına girmişti bile. Resmen kedi köpek gibi birbirlerine hırlayan bu adamların iki katı kadar olan Minik, kocaman ellerini ikisinin de göğsüne bastırıyordu. "Ama... Ama o..." Kurt öfke kontrolü olmayan biriydi. Fevri çıkışları olurdu. Siniri saman alevi gibiydi. Onu durdurmazsam davranışlarının sonuçlarından pişman olacağını biliyordum. Ekipçe dejavu yaşıyorduk. Bu filmi bilmem kaç yüzüncü kez izlemiştik. Senaryo hep aynıydı. Cengiz, Kurt'u kışkırtacak, Kurt ilk hamleyi yapacak, ağızları burunları kan revan halde zar zor Kurt'u Cengiz'in yakasından kurtaracağız, sonra Cengiz mağdur edebiyatı yapacak, haksız olduğu konuları bize unutturup Kurt ondan özür dileyinceye kadar yaraları hakkında sızlanacaktı. Bir kez daha Cengiz'in Kurt'un üzerinden puan toplamasına ve biraz önceki itaatsizliğini unutturmasına fırsat veremezdim. Gözlerimi Kurt'a dikmiştim. "Otur!" Kurt, kuyruğunu kıstırmış köpek gibi sandalyesine döndüğünde öfke dolu gözlerini hala Cengiz'den ayırmamıştı. Gözlerim Cengiz'e kaydığında bu sefer cidden sabrımın ona karşı son demlerini yaşıyordum. "Hayırdır Cengiz? Ekip liderliği yapmaya başladın da haberimiz mi yok?" "Hayır. Yani o yüzden değil. Ben düşündüm ki..." "Ne düşündün Cengiz? Bu seni benim kaçıncı uyarışım? Kurt'un vermiş olduğu tepkide sence de haklılık payı yok mu?" "Ama tehlikeli yani, daha düzgün bir plan..." "Tekrar soruyorum, ekip lideri oldun da benim mi haberim yok? Peki, daha düzgün, daha makul, daha mantıklı bir plan söyle de onu yapalım. Sabaha kadar düşündün mü fosur fosur uyumak yerine? Hadiii! Hadi bekliyorum!" Cengiz de kuyruğunu kıstırıp yerine oturduğunda ekibe dönmüştüm. "Bir kez daha verdiğim emirleri sorgulamaya cesaret eden varsa ağzını açmadan şu kapıdan çıksın. Daha cümlem bitmeden, daha detayları dahi konuşmadan itiraz edecek olanın burada yeri yok. Anlaşıldı mı?" Cümlemin sonuna doğru Cengiz'e bakıyordum. Belli belirsiz Cengiz kafasını salladığında devam ettim. "Ben size ne zaman fikrinizi sormadan hareket ettim? Ne zaman sizi umursamadan bir karar aldım? Evet, tehlikeli olabilir ve evet gerekirse adamı da bayıltacağız. Bir koz elde etmek zorundayız anlıyor musunuz beni? İçimizden birinin şu an evimizden, garajımızdan ayrı, tek başına, parmaklıklar ardında olduğunu düşünün." Tehditvari başlayan cümlem sonuna doğru yumuşamıştı. Dostlarımın gözünde de aynı endişe hakimdi şimdi. Bir süre bekledikten sonra planı anlatmaya devam etmiştim. "Bizden biri Yekta'nın sürekli sipariş verdiği Çin restorantında kurye olarak çalışacak. Zaten bir fırsat yakalarsak, o fırsatı en iyi değerlendirebileceğini düşündüğüm için Sezi'yi uygun gördüm. Sezi sen ne diyorsun bu işe?" "Yani Lilya, güzel bir fikir aslında ama bana en iyi ihtimalle bir dakika lazım. Yani yemeğini elimden alması bir saniye sürer. Nasıl bir dakika yaratacağız ki?" "İşte orada devreye Damat ve Pençe girecek. Bu adam her gün köpeğini yürüyüşe kaç kez çıkarıyor Sezi?" "İki defa. İlkinde sabah güneş doğarken hem spor yapıyor hem de Şila'yı yürüyüşe çıkarıyor. İkincisi de akşam saat sekiz gibi işten geldikten sonra akşam yemeğinden önce. Ama şu an düzeni nasıl olur bilemem. Çalışmıyor, bu yüzden Şila'yı yürüyüşe çıkarma saatleri değişkenlik gösterebilir." "Bu yüzden biz de yedi yirmi dört hazırlıklı olacağız." Beynimin çarklarının çıkardığı ses resmen kulaklarımda çınlıyordu. Binbir tane tilki beynimde kovalamaca oynuyordu. Gözlerim sanki cevapları ekibimin yüzlerinde bulacakmışım gibi hepsinin üzerinde geziniyordu. Senaryo kafamda oturduğunda devam ettim. "Damat sen Yekta'nın dikkatini dağıtacaksın, Pençe sen de cebinden cüzdanını alacaksın." Bu işi Pençe'ye vermemdeki en büyük sebep Pençe'nin bizden yaşça küçük ve çok masum bir yüze sahip oluşuydu. Olur da Pençe cüzdanını almaya çalışırken Yekta tarafından yakalanırsa kalpsiz Yekta'nın bile kıyamayacağı kadar mazlum bir yüz hattı vardı. "Minik ve Kurt siz olası bir sıkıntı yaşanmaması için dikkat çekmeden yakınlarında bekleyeceksiniz. Ben Şila'nın dikkatini dağıtırım. Kaçak sen ekibin en kısa sürede oradan ayrılması için arabada bekleyeceksin. Eğer olur da bir aksilik yaşanırsa kaçmak için tetikte bekleyeceksin." Ekibim planı kafalarında oturtmaya çalışıyordu. Riskleri tartmaya çalıştıklarını görebiliyordum. "Biliyorum fazlasıyla riskli bir plan. Hele de saha da çalışmaya çok da alışık olmayan Sezi buradaki kilit nokta. Eğer çekinceleriniz varsa şimdi belirtin. Gece boyu aklıma binbir türlü plan geldi. Fakat içlerindeki en makul olanı yine buydu." Sesim sonlara doğru cılızlaşmıştı. Verdiğim kararlar sonucunda ekibimin zarar görme riski beynimi kemiriyordu. "Açıkçası planı anlattığın andan itibaren risklerinden ziyade sonuca ulaşabilme olasılığımızın çok düşük olduğu üzerinde duruyorum. Fakat ben de gece boyu düşündüm ne yazık ki Şila'yı kaçırmak gibi çok daha sıkıntılı fikirler dışında aklıma hiçbir şey gelmedi." Minik ufak bir tebessüm ettikten sonra devam etti. "Zaten hangi işimiz risksiz ki? Aynı anda hem Yekta'nın evde olduğu, yani güvenlik sistemini devreye sokmadığı hem de ruhunun dahi duymayacağı bir anda işimizi halledebileceğimiz başkaca bir plan benim aklıma gelmiyor." "Minik haklı. Ayrıca kapısındaki kuryenin Minik gibi bir adam olmasındansa Sezi gibi masum yüzlü bir kadın olması kapı aralıkken içeride cüzdanını aramak için geçireceği sürenin artması demek. Kadına karşı bir erkeğe duyduğundan daha fazla güven duygusu oluşacaktır yani cüzdanını ararken kapıyı aralık bırakma olasılığı erkek kuryeye nazaran daha fazla. Tamam size cinsiyetçi gelebilir ama şahsen ben bir kadına karşı ödeme yapamayacağımın yaratacağı mahcubiyetten o cüzdanı buluncaya kadar evin altını üstüne getiririm. Yani Yekta'nın standart bir erkek olduğunu düşünürsek..." Damat da kendi görüşünü belirtmişti. "Bana bakmayın. Ne derseniz ben uyarım. Minik haklı risksiz işimiz mi var ki? Ayrıca bu riski şu an göze almazsak ileride o herifin başımıza nasıl çoraplar öreceğini düşünmek dahi istemiyorum." Başlarımız başından beri sessizce konuşmaları dinleyen Kaçak'a döndüğünde o da onayladığını belirtmişti. "Benim de aklıma hem Yekta'nın evde olduğu hem de yakından müdahale edebileceğimiz başkaca bir plan gelmiyor. Fakat Sezi'yi riske atmak da... Ne bileyim... Başka bir şekilde halledemez miyiz? Yani ben giderim. Sezi beni kulaklıkla yönlendirir olmaz mı?" Kurt endişeli gözlerle bana bakıyordu. Onun gözlerindeki endişeyi bir ben bilirdim. Ne demek istediğini bir ben anlardım. Kurt yıllardır Sezi'ye ondan karşılık beklemeden umutsuzca bir aşkla bağlıydı. Sezi uçarı kaçarı bir tip değildi. Ayran gönüllü değildi, aşk meşk işlerinde de işi olmazdı. Sezi'yle her şeyden öte iki kadının paylaşabileceği en güzel arkadaşlığa sahiptik. Diğer adamlarla konuşamadığımız şeyleri bile biz bakışarak anlaşırdık. Kurt Sezi'ye karşı hislerini yalnızca bana açmıştı. Diğer adamların ruhu bile duymazken aşk onu günden güne solduruyordu. Kurt her ne kadar bana Sezi'ye çaktırmamam için yeminler ettirse de Sezi bir kadındı. Hissederdi. Sezi de biliyordu bu hoyrat delikanlının yıllardır kendisine olan duygularını. Fakat ne ben Sezi'ye bu konu hakkındaki düşüncelerini sormuştum ne de Sezi bu aşka yeşil ışık yakmıştı. Bilmezden, anlamazdan gelmesine saygı duyuyordum, duymak zorundaydım. Arkadaşımın kendine göre geçerli sebepleri olmalıydı fakat Kurt'un umutsuz çırpınışlarını gördükçe içim parçalanıyordu. "Hayır! Bu sizi kulaklıkla yönlendirebileceğim bir şey değil. Daha bilgisayarın açma kapama düğmesinin nerede olduğunu bile bilmezken nasıl yapacaksın o işi?" Sezi, Kurt'un kalbini sökmeye kararlı gibiydi. "Tamam saha dışında çok tecrübem yok ama bu işin üstesinden gelebilirim." Ekipteki herkes planı onaylamıştı. Riskleri göze almak zorundaydık. "Peki ya ben?" Cengiz mahçup gözlerle bana bakıyordu. Arkada etkisiz eleman olarak duran Cengiz konuşmasaydı varlığını bile fark etmeyecektim. "Sen bir süre planlarımıza dahil olmayacaksın Cengiz. Daha dinlemeden muhalefet ettiğin bir planın içinde yer almanı istemiyorum. Oylama?" Cengiz'in yüzüne dahi bakmadan ekibe dönmüştüm. Oylama yapılmış ve herkes Cengiz'in plana dahil olmaması için el kaldırmıştı. Cengiz bir süre ciddi olup olmadığımı yoklamıştı. Fakat ciddi olduğuma emin olunca kahvaltı masasından bir çırpıda kalkıp garajdan çıkmıştı. Cengiz'i çok seviyordum ancak bir şekilde artık çocukluk yıllarımızda olmadığımızı öğrenmeliydi. En başta da ben öğrenmeliydim. Nitekim, Cengiz'in hataları artık boyunu çoktan geçmişti. Ekibin üzerine çöken sessizliği Pençe dağıtmıştı. "Ya beni fark ederse?" "Sence Damat'ın boş boğazlığı karşısında fark etme olasılığı var mı, kanka?" Kurt, Cengiz'in masadan ayrılmasına keyiflenmiş ve yine Damat'la uğraşıyordu. "Ya siz bana kurban olun, kurban! Kıçımın kenarları sizi..." Damat, abartılı bir şekilde onunla uğraşan dostlarına tavır yapmıştı. "Tamam, hadi zevzekleşmeyin. Planda anlaşılmayan bir yer var mı? Yekta'nın sipariş verdiği anla cüzdanı aldığımız an arasında çok az bir zaman olmalı ki cüzdanının yokluğunu öncesinde fark edecek zamanı olmasın. Yemek geldiği zaman cüzdanını ararken Sezi'nin vakti olmalı. Evet, tehlikeli bir plan. Evet, sonuca ulaşma olasılığımız düşük. Sezi'nin yeterli zamanı olmayabilir veya yakalanabilir. Bu yüzden Minik ve Kurt siz apartmanda da erketeye yatmış bekleyeceksiniz. Aksi bir durum olursa bayıltıcı sprey sıkın. Bayıltmanın son çare olduğunu unutmayın." Gerçekten de tehlikeli bir plandı. Bir polisin evine girmeye ve cüzdanını çalmaya çalışıyorduk. Hele de Yekta gibi bir polisin. Turan Tamer'in yetiştirdiği bir makinenin... Fakat daha az tehlikeli başka bir yol da bulamamıştım. Bu adam hakkında öğrenebileceğimiz en ufak gizli bir sır belki de yine sokaklarda cirit atmamızı sağlayacaktı. Yekta, birimizden birini ele geçirdiğini umduğu anda o umutlarını başına yıkabilecek kadar büyük bir koz elde etmeliydik. İsterseniz bunun adına şantaj deyin, isterseniz de meşru müdafaa hiç önemli değil. Burada umursadığım tek şey dostlarımdı. Yıllarca ilmek ilmek dokuduğumuz namımız, kendimize oluşturduğumuz bu küçük dünyamız bir polisin hırslarına kurban gitmeyecekti. Er ya da geç öğrenecektik. Bir insan bu kadar şeffaf olamazdı. İlla ki bir sırrı olmalıydı... |
0% |