@ilkaskimilkheyecan
|
Salıncak boş olmadığı için kaşlarını çatarak salıncaktaki çocuğu izleyen küçük kız kollarını birbirine bağlayarak derin bir nefes verdi.
"Ne zaman ineceksin?" Erkek çocuğun zincileri kavradığı minik elleri gevşedi. "Daha yeni bindim, İnmeyeceğim."
Kız, ayağını yere vurarak dudak büzdü. "Burada bir sıra var ve sen saatlerdir orada sallanıyorsun!" Küçük kız, çocuğun gülmesini sağladığında minik çocuk gözleriyle kızın arkasını işaret etti.
"Arkanda bir sıra yok, sadece sen varsın."
"İşte!" diyerek bağırdı. "Sırada ben varım! Sadece ben olsam da biri var!" Kızın bu sert tavrına kaşlarını yukarıya kaldırarak bakan çocuk gülümsedi.
"Sana dövüşmeyi öğretsem, burada sallanmaya devam etmeme izin verecek misin?"
Küçük kız karşısındaki çocuğa çipil çipil bakarak şaşkınlığını gizleyemediğinde bir kaç saniye öylece karşısındaki çocuğu izledi fakat daha sonra gülümseyerek ellerini birbirine çarptı. "Olur!" Bir kaç saniye sonra gülen yüzü birden hüzne boğulduğunda karşısındaki çocuk buna anlam verememişti.
"Ama dövüşmek nedir ki?" diyerek gözlerini büyülttü. "Dövmek kötü birşeydir. Bunu yapmamalısın." Çocuk ağzını aralayarak kızın aklında soru işareti bırakan şeyleri cevaplamak istedi fakat küçük kız ondan daha erken davrandı.
"Zorba olma kanka ol. Babam bana böyle öğretti. Biz seninle kanka olalım mı?" Masumca söylediği şeyler diğerlerine göre daha olgun olan çocuğu güldürmeye yetmişti.
"Bir insanı sebepsiz dövmüyorsun ki." diyerek salıncakta dikleşti. "Biri sana bir kötülük yaptığında kendini savunmak karşındakine zarar vermek değildir. Bu seni kötü biri de yapmaz ama bana bunu babam öğretmedi. Ben kendim öğrendim."
Küçük kızın asık suratı tekrardan sevinçle ışıldadı. "Kötülük yapmıyoruz sonuçta." diyerek çocuğu destekledi. "Pekala! O zaman olur!"
"Kızım hadi gidiyoruz!" Bigem titrekçe dudağını büzdü. "Ama baba.. ben gitmek istemiyorum."
"Annen evde bizi bekliyor." diyerek derin bir nefes verdi. "Onu üzmek istemeyiz değil mi?"
Bigem mutsuzca başını salladı ve tekrardan önüne döndü. "Yarın yine geleceğim. Bana yarın öğretsen olmaz mı?" Küçük çocuk kafasını salladığında Bigem mutlulukla babasının elini tutarak küçük çocuğa sırtını döndü.
Sonraki gün onu bu parkta bulamayacağını bilemeyerek arkasını dönüp gitti.
🫀
Bigem
Delirmek üzere olan Asi etrafa ölümcül bakışlar attığında bir kez daha gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Şu okula gelmek için ne günah işledim ben?"
Parla dirseğini Asi'nin karnına vurduğunda Asi yalandan acıyormuş gibi karnını tuttu.
"Sen çok beğendin sanırım." diyerek Parla'ya baktı fakat gülüyordu. Onda anlam veremediğim şeyler vardı.
"Ne çok sevmesi ya!" diyerek isyan eden Parla'nın gözü yaşlıydı. "Sabahtan beri 10 tane arkadaş kazığı yedim. Dünya rekoru kırdım resmen!"
"Ee." diyen Asi güldü. "O da senin enayiliğin." Parla mutsuzca önüne döndü. Sanırım 2 dakikada tanıştığı arkadaşlarının onu satması gerçekten de sinirini bozmuştu. Peki bu durumda ben ne yapmalıyım?
"Sayın rekorlar kitabı, lütfen Parla'yı aranıza alın." diyerek telefonunun kamerasını açmış Parla'yı çekiyor olan Asi fazla mutlu görünüyordu.
"Oğlum! Derhal çıkın dışarı! Sizinle mi uğraşacağım ben bu yaşımda!"
Asi güldü. "Doğru hocam, aralara iki saç attırın kel kalmışsınız." Parla'nın kolundan tuttuğu gibi dışarıya çekiştirdiğinde hoca ağzı açık bir şekilde arkalarından bakmakla yetindi.
Derin bir nefes vererek yan tarafa dönmem Barlas'la göz göze gelmemizi sağladı.
Boğazımı temizledim. "Pekala, biraz şu çözmeye çalıştığımız vakayla ilgili konuşsak?"
Bir hocaya baktı bir bana. En sonunda kolumdan sıkıca kavrayarak dışarı çektiğinde hocanın ağzını açıp birşey diyecek zamanı bile olmamıştı.
Dışarıya çıktığımızda kolumu bırakarak dudağını yaladı.
Bu hareketi anlık gözlerimin dudaklarına çevrilmesine sebep olsa da kafamı başka yöne çevirerek duvarları izledim.
Cidden. Bu okulun duvarları neden turuncu? Yüzümü buruşturarak duvarı izlemeye devam ettiğimde Barlas'ın sesini duydum.
"Hoca bizi kovmadan ben bizi kovdum." Ona bakmadan duvarları izlemeye devam ettim.
"Vaka.." diye mırıldandığımda bedenim devamını getirmeme izin vermemişti.
"Doğru ya." dedi Barlas yeni hatırlamış gibi. "Vaka vardı." Boğazını temizledi. "Sence kim yapmış olabilir?"
Derin bir nefes vererek yüzümdeki gülümsemeyi sildim. "Buna cevap vermek zor. Herşey çok karışık ve ben.. bilemiyorum." Üzülmüş olduğumu görmüş olacak ki derin nefes verdi. "Buna cevap vermene gerek yok fakat istersen ben kafamdaki şüphelileri sana sıralayabilirim.
Başımı hafifçe salladığımda dikleşti. "Birinci olarak Caner. Onunla daha konuşmadık ama onda birşeyler var gibi hissediyorum. İkinci olarak şu Kenter şirkette birşeyler var bence." Sustuğunda kısa bir sessizlik oldu.
"Mantıklı düşünüyorsun." diyerek Barlas'a baktım. "Sınıftan da çıkmışken." diyerek etrafıma baktım. "Caner'i bulmaya gidelim."
Gülümsedi. "Asi'yle Parla bahçedelerdir. Onları da alıp gidelim."
🫀
“Caner’den önce Barlas’ın dediğini yaparak yangının nasıl çıktığını bulalım. O eve gitmemiz gerekecek.” diyerek Asi’nin ortaya attığı bu fikri anında onaylayarak ayağa kalktım.
“Evet, önce eve gidelim.” Elim kapı kulpunu kavradığında Parla’nın sesini duymam durmamı sağladı.
Önce ondan beklemediğim bir şekilde ağzından bir küfür firar etti. Ardından ise gözleri yavaşça bana döndü. “Bigem sanırım bunu görmelisin.” Ne dediğini anlamadığım için kaşlarımı çatarak yanına gittim ve baktığı bilgisayara gözlerimi çevirdim.
Şaşkınca gözlerim büyürken bunu beklemediğimi biliyordum.
“Nasıl?” dedim şaşkınlıktan konuşamazken. “O da mı babam gibi ajanmış?”
“Bu tesadüf olamaz.” dedi Barlas, hem endişeli hem de mutlu çıkan sesiyle.
“Sanırım mükemmel bir ayrıntı bulduk.” Gülümseyerek başımı kaldırdım ve Parla’ya baktım.
“Mükemmelsin.” Sevinçten ağzımdan çıkan kelime Parla’yı gülümsetmeye yetmişti. Fakat bir o kadar da endişeli olduğumu görebiliyordum. Daha bunca şeyin altında ne yatıyordu? En önemlisi, ikisinin de ajan olması tesadüf olabilir miydi?
“Dahası da var.” diyen Parla’yla yerimde dikleştim. Parla dudaklarına bir gülümseme kondurdu. “Ajanlık yaptığı şirketin adı Lavin’miş.”
“Bingo!” diye bağıran Asi gülümsememi sağladı.
Kenter. Lavin. Bu şirket adlarında kesinlikle birşey vardı ve hayır, bu kadarı tesadüf olamazdı.
“Barlas sen benimle gel.” diyerek Barlas’a döndüm. “Eve gidip bir şeyler bulmaya çalışalım. Sonrasında ise şu Kenter şirketini tekrardan ziyaret etmemiz gerekecek anlaşılan.” Barlas gülümseyerek konuşmak için ağzını araladığımda söylediğim şeyler onu daha derin güldürdü.
“Bu sefer benimle içeri gelebilirsin.
🫀
“Benim bir yanağımda gamze yok biliyor musun?” Evime yaklaşmışken rahatsız olduğum o ölüm sessizliğini bozarak söylediğim şey Barlas’ı şaşırttı.
“Nasıl yani? bir gamzen var, biri yok mu?”
Gülümsedim. “Annem meyveye bayılır. Hamileyken de fazla ayva yediği için şekeri çıkmış ve doktor da sadece elma, armut yiyebileceğini söylemiş. Annem doktoru dinlemeyip az da olsa yemiş olmalı. Bu yüzden bir gamzem yok.”
Barlas hayatında ki en değişik şeyi duymuş gibi gözlerime baktığında güldüm. “Sıkıntılı bir çocuk olduğumu söylerken bundan bahsediyordum.”
Cevap vermediğinde ona bir kez daha baktım ve yüzünde yavaş yavaş silinmeye başlayan gülüşünü gördüğümde onun baktığı yere döndüm.
“Olamaz..” dedim gördüğüm şeyler kalbimi kanatırken.
“Hayır..” Eve, evime, çocukluğumun geçtiği yuvaya doğru birkaç adım attığımda dizlerimin üstüne düştüm.
Yıkılıyordu. İçinde belki de bulmamız gereken deliller yok oluyor, en önemlisi ise çocukluğum yıkılıyordu. Evimizi yıkıyorlardı.
Bunu yapamazlardı. Yapmamalılardı. Daha birkaç saniye önce gülüp eğlenirken, şimdi dizlerimin üstüne çöküp yenilmişliği hissetmem istediğim en son şey bile değildi.
Kolumda bir el hissettiğimde beni ayağa kaldırmaya çalıştığını biliyordum. Sesini duymak istiyordum fakat buğulu geliyordu. Tek bildiğim şey bunun kim olduğunu çok iyi bilmemdi.
“Bigem!” diye bağıran o ses artık buğulu değildi. Gözümden bir damla düştüğünde gözlerim ona kaydı; Barlas’a.
“Ağlamamamı mı söyleyeceksin?” Kafamı çaresizce salladım. “Bu imkansız.”
Gülümsemeye çalıştı. Belki de en çaresiz hissettiğim o anda beni gülümsetmek isteyen ve bunu önemseyen tek kişiydi.
“Bunu istemeyeceğim.” diyerek omuzlarımdan tuttu ve beni ayağa kaldırdığında itiraz etmedim. “Kim senden ağlamamanı istedi ki?” Sesi sitemliydi. “Benim yanımda istediğin kadar ağla Sedef. Bu şehir, bu ülke, biri bile şikayet edemez. Benim yanımdayken kimse senin gözyaşlarını sorgulayamaz. Söyle bana, ağladığın için seni küçümseyen birini söyle. Ona bu yaşların gözyaşı değilde inci taneleri olduğundan bahsedeyim. Bırak, bütün dünya onları inci tanesi olarak bilsin.”
🫀
Neden biri sizin kafanıza silah dayarlarsa ona kendinizden, hayatınızdan, yaşadıklarınızdan bahsedin derler bilir misiniz?
Vicdan. Her insanda bulunan bir şey fakat önemli olan onu hissetmekte başlar.
Gülümseyin. Sorasında ona yaşadığınız şeyleri anlatın. Dünyada ilk defa hissedebileceğiniz veya hissettiğiniz şeyleri. Mesela, aşkı.
Yaşamak için verdiğiniz savaşı. Yıkılmayışınızı. Ailenizi. Yapmak istediğiniz mesleği. Bekli de diyar diyar gezmek istediğiniz ülkeleri.
Uyumaya alışmış bir insanı belki uyandıramasınız fakat içindeki vicdan için hala bir şansısınız var.
Eğer bunu başaramazsanız kafanıza silah dayayan o kişi, sadece vicdanını değil, daha fazla şeyi kaybetmiş demektir.
İnsanoğlunu fazla basit görürdüm aslında. Yaşamanın ne anlamı var ki? ‘Sırf bir evimiz olsun diye mi?’ diye düşünürdüm.
Şimdi ise o fikrimden vazgeçmiştim. İnsanlar belki güzel bir söz, belki ufak bir tebessüm için dünyaları vermek isteyebilirler. Sırf kalbinde yer eden insanlar için bu boktan hayata katlanıyor olabilirler. Haklılar aslında ilk defa yaşayacakları duygular için hayatı seven bir sürü insan olmalı. Bende bunlardan biri olmalıyım değil mi?
Karşımdaki binaya derin bir nefes vererek baktığımda elimin üstünde bir el hissettim. Kalbimin teklemesine sebep olan bu minik hareket aklımı rahatsız etse de kalbim bir kere bile rahatsızlık duymadı.
“Streslenmene gerek yok. Bulacağız. Sana söz, bunu öğrenmeden ölmeyeceğim.” Elinin içindeki elimin titrediğini fark ettiğimde söylediği şeylerin kalbimdeki yaraları sardığını hissettim.
Tekrardan Kenter şirketine doğru yürüdüğümüzde o günki korumalar kapıda yoktu. Fakat içeriye girdiğim gibi beni karşılayan müdüre yani buranın sahibine şüpheci bakışlarla baktım. “Geleceğimizi tahmin mi ettiniz?” sorduğum bu soru karşısında afalladı.
“Ah hayır, bizim çocuklar kameradan görmüş, bana haber verdiler. Sizi bu sefer ben karşılayayım dedim.” Söylediği şeyleri es geçtim. “Size sormam gereken birkaç şey daha var. Odanıza gidelim mi?” ‘hay hay’ der gibi başını salladığında gözleri arkamdaki Barlas’a kaydı.
Aceleyle konuştum. “O da bizimle geliyor.” Tekrardan başını salladığında asansöre binerek odasına çıktık.
Tekrardan o tekli koltuklara oturduğumda Barlas da karşıma oturdu.
“Benimle ne konuşmak istiyorsunuz?” Gülümsedi. “Size o gün sorduğunuz soruları cevaplamıştım zaten.”
“Bize bir şeyi belki de bir çok şeyi söylemediniz ama Adil bey.” Cevap vermeyerek devam etmemi beklediğinde konuştum.
“Lavin adı size tanıdık geliyor mu?” Gülüşü anında solduğunda bir şeyler sakladığına emindim.
|
0% |