Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4.KAHVE

@ilkaskimilkheyecan

Aradan yıllar geçmişti ve ben değişmiştim.Değişirdi çünkü.İnsanlar değişirdi.

 

Ya bedenen. Ya ruhen.

 

~

 

Anahtarla kapıyı açarak içeri girdiğimde beni Feride karşıladı.

 

Bana bakarak gülen yüzü boynuma baktığında solmuştu. "Atkın nerede?" dedi birşeylerin ters gittiğini anlayarak.

 

O gerçekten iğrenmezdi benden.Boynumdaki hastalıktan ve yüzümdeki yanıktan.

 

Bu yüzden bunu sadece benim için endişelendiğinden dolayı sormuştu.

 

"Yolda yere düştü, kirlendi."

 

"Geri almadın mı?"

 

"Almadım çünkü eve girmeden önce düştü.Bende çöpe attım." Gözlerini kısarak şüpheci bakışlarını yüzümde gezdirdi.En son ikna olmuş olacak ki tekrardan gülerek baktı yüzüme.

 

"Hadi gel, karnın açtır şimdi senin." dediğinde gülümsemeden edemedim.

 

Ben bu kadını gerçekten seviyordum.Ne kadar anne diyemesem de, onu çok seviyordum.

 

"Bir kahve yeterli." Arkasından seslenmem yetersiz olacak ki Feride eliyle gel işareti yaptı.

 

"Sence aç karnına senin kahve içmene izin verir miyim?" dediğinde tabağıma yaptığı pilavı doldurmaya başlamıştı bile.

 

"Ee?" diyerek tabağı önüme itekledi. "Okul nasıl geçti bakalım?"

 

Omuz silktim. "Aynı."

 

"Seni üzmüyorlar değil mi?" Burukça gülümsedim fakat burukça gülümseyen kalbimdi.Dışarıya sıcak bir gülümseme vaadettiğimde pilavı yemeye başladım. "Hayır, üzmüyorlar.Beni çok seviyorlar."

 

"Arkadaşların var mı?"

 

"Tabiki, iyi anlaştığım arkadaşlarım var." Bunu demem onu üzmüş olacak ki yanıma oturarak elimi elinin içine koyarak sıktı.

 

" O yüzden mi geceleri ağlıyorsun? O yüzden mi arkadaşlarınla dışarı çıktığını söylediğin her gün, sahil kenarında öylece oturuyorsun.Bilmiyorum mu sanıyorsun?"

 

Ne kadar üzüldüğü yüzünden belliyken elimi elinin içinden kurtardım ve geriye doğru yaslandım. "Kabul et artık." Ben bırakmıştım, o bırakmamıştı.Ben pes etmiştim, o benim için pes etmemişti.

 

"Kabul etmek daha kolay sana yemin ederim ki.Bunları biliyorsan, hiçbir zaman arkadaşım olmayacağını çünkü kusurlu bir kız olduğumu aynı zamanda kimsenin beni sevmeyeceğini çünkü kusurlu bir kız olduğumu biliyor olman gerekiyor." Tek nefeste söylediklerim kendi kalbimi delip geçmiş, aynı zamanda Feride'nin kalbini de delip geçmişti. Hissedebiliyordum.

 

Cevap gelmediğinde gülümseyerek masadan kalktım ve dolabın kapağını açarak bir kahve paketi çıkardım.Kahveyi bardağa doldurduğumda üstüne süt de ekledim ve bardağı Feride'ye doğru uzattım. "Al iç.İyi gelir.Yemek için de teşekkür ederim, ellerine sağlık." Yüzüme öylece bakarken dolan gözlerini fark etmemek elde değildi.Her zaman naif bir kadın olmuştu ve gözleri hemen böyle dolardı.

 

Benim gerçek annem hiç öyle değildi.Eskiden benimde pek öyle olduğum söylenemezdi fakat şuan öyleydi.

 

Aradan yıllar geçmişti ve ben değişmiştim.Değişirdi çünkü.İnsanlar değişirdi.

 

Ya bedenen. Ya ruhen.

 

Odama girmeden önce salonda oturan Mahir'e gülümseyerek baktım ve odama girdim.

 

Masanın üstüne oturarak kafamı ellerimin arasına aldım.

 

Başım öyle ağrıyordu ki bir an öleceğim sandım.Bu ağrı beni öldürecek sandım fakat ağrı kesici içmedim.

 

Belki de istedim.Canımın yanmasını istedim fakat elim ağrı kesiciye gitmemişti.

 

Masanın üstündeki telefonumu elime alarak yandaki düğmeye basarak kilit ekranını açtığımda bir bildirimle karşılaştım.

 

*Oğuz Temin sizi takip etmek istiyor.

 

"Oğuz?" dedim şaşkınca ağzımdan dökülenleri seçemezken.

 

Oğuz bana istek mi atmıştı? Her gördüğümde kalbimin hızlandığı o çocuk, Oğuz bana istek mi atmıştı?

 

Elim titreye titreye kabul et tuşuna parmağımı götürdüğümde aklıma gelen şeylerle durdum.

 

Onun isteğini kabul edemezdim.Boşu boşuna kendime umut vermek istemiyordum. Umut mu? Umut vermek mi?

 

Ben kendime hiçbir zaman umut olamamıştım.Hiçbir zaman bir umudum yoktu ve şimdi de olamazdı.Olmazdı çünkü..

 

Kusurların. dedi iç sesim.Gözlerimi kapatıp bir kaç saniye öylece durdum.Ezbere bildiğim bu sözleri tekrarlamak istemiyordum.

 

Hem kendim sustum hemde beynimi susturdum.Konuşmasam bile, beynimde dönen şeyler epey yorulmamı sağlıyorken Oğuz'un isteğini ne kabul ettim ne reddettim.

 

Telefonu kapatarak yatağıma uzanmadan önce açtığım o şarkı, biraz da olsa iyi hissetmemi sağlarken mutluluğun hayalini kurdum.

 

Acaba kaç sene sonra mutlu olurum? Veya mutlu olur muyum? Mutluluk ne demek? gibi düşünceler beynimi kemirirken tek düşündüğüm şeyler bunlardı.

 

İstediğim tek şey mutluluk olan biriydim fakat bana yasaklanan tek şey de, mutluluktu, mutluluğumdu.

 

"Wildflower"

 

&

 

Bir insan neden gökyüzündeki yıldızların kaç tane olduğunu merak eder bilir misiniz?

 

Belki onları hiç sayamayacağımız kadar imkansız olduğundan, belki de sadece merak ettiğimizdendir.

 

Birinci seçenek daha ağır basıyordu çünkü imkansız şeyleri her zaman daha çok merak eder, belki de daha çok severdik.

 

Normalde ulaşabileceğini bildiğin bir şeyle hiçbir zaman ulaşamayacağını bildiğin bir şey denk değildi.

 

Her zaman biri daha ağır başardı ve benim için ağır basan; mutluluğumdu.

 

Belki de birinin beni sevebileceği ihtimali.

 

İnsan yıllar önce hissettiği şeyleri yeniden hissetmeyi çok özlerdi.

 

Benim özlediğim ise mutluluktu.

 

Mutluluk gram, kilogramla belirlenmez fakat bir avuçta olsa ihtiyaç duyulan bir şeydir.

 

Benimde ona fazlasıyla ihtiyacım vardı.

 

Kafamı gömdüğüm masadan kaldırdığımda telefonuma gelen bir bildirim, telefonu elime almamı sağladı.

 

İçinde gördüğüm yazıyla kalp atışlarım hızlandı ve boğazımda bir yumru oluştu.Stresten kafayı yemek üzereyken bunu kimin yaptığını düşünüyordum.

 

"11-A'dan pullu Bigem, 11-E'deki Oğuz'dan hoşlanıyor."

 

Pullu.

 

Pullu?

 

Bana pullu demeye başlayan bu kişiler kalbimin ne kadar kırıldığını bilemezlerdi.Fakat sustum.

 

Haklı olmalarıydı belki de canımı en çok yakan.

 

Pulluydum ben.Hastalıklı, kusurluydum.

 

Bunu kimin yazdığını veya böyle hissettiğimi nerden bildiğini bilmiyordum fakat bildiğim çok iyi bir şey vardı.

 

Bir daha Oğuz'un gözlerinin içine bile bakamayacak olmamdı.

 

Çünkü Oğuz, okulda alay konusu olan bir kızı sevmezdi.

 

Hatta kim severdi ki?

 

&

 

Okul kapısını öylece seyrederken içeriye girip girmemek konusunda kararsızdım.

 

Olacakları az çok tahmin ederken ayaklarımın geri geriye gittiğini birine çarptığımda farketmiştim.

 

"Önüne baksana biraz!" diyerek göz deviren bir kız önümden geçerek okula girdiğinde gözlerimi yukarıya doğru kaldırdım.

 

Aklıma babam geldi.Sanki gökyüzünde o saklıymış gibi gelirdi her zaman.

 

Belki bir gün gelir, beni tekrardan çocukları olarak kabul ederler ve bir daha hiç ayrılmazdık.

 

"Niye baba?" dedim gökyüzünden gözümü ayırmazken. "Niye beni beklemedin.Kızını beklemedin ve gittin.Annemi kurtardın ama beni neden bir okyanusta tek başıma bıraktın?"

 

Yüzmeyi biliyordum fakat hiçbir insan yüzmeyi biliyor diye okyanusun ortasında bırakılamazdı.

 

Ben bırakılmıştım.

 

Önüme dönerek okul kapısına doğru ilerledim ve içeri girdim.

 

Boynum kaşınıyordu.Sedef hastalığım kaşınıyordu.Aynı zamanda boynumdaki atkı daha fazla kaşınmasına sebep oluyordu.

 

Sınıfa doğru ilerlerken duyduğum o ses, yerimde taş kesilmeme sebep olmuştu.

 

"Bigem? Buraya bakar mısın?"

 

Oğuz'du bu.Onun sesini nerede duysam tanırdım.Bu oydu ve bana sesleniyordu.

 

Yavaşça ona doğru döndüğümde benden bir kaç adım uzak durduğunu fark ettim.

 

"Öğle arasında basketbol sahasına gel.Şu konuyu konuşmalıyız." dediğinde yüzündeki ifadesizlik ne olacağını kestiremememi sağlıyorken başımı yavaşça salladım.

 

Yavaşça arkasını dönerek gittiğinde bende sınıfa doğru ilerledim.

 

Kısa bir süre sonra hoca geldi ve ders işlemeye başladı fakat benim aklım o kadar doluydu ki dersi doğru düzgün dinleyememiştim bile.

 

Bir kaç dersin sonunda öğle arasının olduğunu farkettiğimde yerimden kalkarak bahçeye doğru indim.

 

Ne diyeceğini hiç kestiremezken basketbol sahasına yaklaşmam, kalbimin hızla atmasına sebep oldu.

 

Sadece Oğuz'u beklerken okuldaki herkesi görmem stresle tırnağımı yolmama sebep olurken herkes bana doğru döndü.

 

Aralarında fısıldaşan ve gülüşen insanları görmezden gelmek istedim ve sadece Oğuz'a baktım.

 

Yanına doğru ilerleyerek basketbol sahasının içine girdiğimde ona doğru yaklaşmıştım ki bir adım geri giderek eliyle dur isareti yaptı.

 

"Hastalığın, bulaşıcı mı?" demesiyle kalbimde bir şeyler hissettim.

 

Belki acıyla bağırıyordu belki de çoktan parçapinçik olmuştu.

 

Bir kaç ders öncesinde benden uzak durması bunun içindi.

 

Korkuyordu.Bendeki hastalık ona da geçer diye korkuyordu.

 

Elim yavaşça boynuma gittiğinde atkının bir kısmından göründüğünü fark ettim ve hızla kapattım.

 

Boğazımı temizlediğimde Oğuz'la ilk defa konuşacağımı fark ettim.

 

Son olmayacaktı.Biliyordum.

 

"Hayır.Bulaşıcı değil." dediğimde rahatladığı her halinden belli olan çocuk yine de bana yaklaşmadı.

 

"Benden mi hoşlanıyorsun?" dediğinde ciddi oluşu ona hissettiklerimi söyleme cesaretimi arttırıyordu.

 

"Bigem?" diyerek tekrarladığında buradaki herkesi silmek istedim ve bunu yaptım.

 

"Bilmiyorum." dedim açıkça. "Ben sevgi ne demek bilmem.Bilmiyorum.Seni her gördüğümde gülümsememe engel olamıyorum, aynı zamanda kalbimdeki kıpırtılara da.Bu aşk mı onu da bilmiyorum.Söylesene, bana ne olmuş?" dediğimde ümitliydim.Beni terslemeyeceğinden o kadar ümitliydim ki bir an kendimden çok ona güvenmiştim.

 

"Sen kimsin ki?" dediğinde içimdeki kıpırtıların yavaşça çırpınışlara döndüğünü hissettim.Yüzümde oluşup oluşmamakta kararsız kalmış gülümseme, donup kalmıştı.

 

"Okulda adın pullu diye alınıyor.Sen kim olduğunun farkında mısın? Ayrıca benim kim olduğumun farkında mısın?"

 

Cevap vermedim.Sustum.Verebileceğim bir cevap yoktu.

 

"Benim annem babam beni çok seviyorken seninkilere nolduğunu bile belli değil.Sence biz denk miyiz? Sence sen beni sevebilir misin? Sevemezsin."

 

Bir kaç adım geri gittiğimde cevap verecek gücüm yoktu.

 

"Gözlerini aç.Sana gerçekleri hiç söylemiyorlar mı? Yüzündeki o yanıkla seni kimse sevmez." Dışarıdan kıkırdama sesleri geldikçe biraz daha uğultulu duyuyordum.

 

Ben iyi değildim ve burada düşemezdim.Hayır, herkesin ortasında olmaz.Onlara malzeme verme, Bigem.

 

Geriye doğru attığım bir kaç adımın sonunda belimde bir el hissettim.

 

Sıkıca yumduğum gözlerimi yavaşça açarak başımı kaldırdım ve belimden tutan kişiye baktım.

 

Barlas. Barlas Aygın.

 

Kızlar bana iğrenerek bakıyorlardı çünkü hepsinin aşık olduğu o çocuk benim belimi tutuyordu.

 

Şaşkınca kaşlarım yukarı doğru kalktığında Oğuz da kaşlarını çatarak Barlas'a baktı.

 

"Barlas? Napıyorsun?"

 

Barlas'ın gözlerinde bir anlık da olsa Oğuz'a karşı beslediği kini gördüm.Bir saniyeliğine bunu gördüğümü sandığımda aralarında tam olarak ne olduğunu çok merak ediyordum.

 

"Yeter." dedi otoriter bir sesle.Aynı zamanda sesi sert çıkmıştı.

 

Sesi kalındı ve kızdığında fazla korkunç çıkıyordu. Biraz da olsa ondan korktuğumu itiraf etmeliyim.

 

"Barlas sen iyi misin? Bundan önce bunu yaptığım hiçbir kıza yardım etmedin.Şimdi niye ediyorsun?" Ona cevap vermeden bana döndüğünde ona bakmamı sağladı.

 

Gözleri boynuma kaydığında ise dudaklarında minik bir tebessüm oluştu.

 

"Sedef?" dediğinde bunu yarama değilde bana dediğini hissettim.

 

Sanki o benim ismim olarak bana Sedef diyordu.

 

"Ne?" dediğimde ne olduğunu anlamaya çalışıyordum."

 

"Adın diyorum.Sen Sedef'sin.Özelsin, çünkü Sedef olmak özeldir."

 

 

Loading...
0%