Yeni Üyelik
1.
Bölüm

"İLK GÖRÜŞTE AŞK"A İNANMAYANLARIN KRALİÇESİ

@ilkimnazoba

GÖKSEL-Baksana Talihe eşliğinde)

BELÇİN:

Sabah sabah arabaların tekerlek seslerine uyanmak gibisi yok bu şehirde! Uyku sersemliğiyle saç, baş dağılmış vaziyette pijamayı düzeltmek adına çekiştire çekiştire camdan bakmak için pencerenin önüne gitmem ve bunun için yataktan çıkmam gerekli. Yataktan kalkmamla yere yapışmam bir oldu. Bu, ne kadar dağınık bir oda? Annem olsaydı, "Kız mısın, erkek misin be yavrum? Pansiyon gibi kullanıyorsun şu evi! Çabuk kalk, odanı topla!" derdi. Ama benim odam dağınık değil, bu benim kendi mimari yapım. Pencereye ulaştığımda camı açıp sıcak havayı iliklerime kadar hissedip aşağı bakıyorum, aman Allah'ım bune ya! Sırf şu "Arabam şekil önümden çekilci dangalaklar yüzünden uyanmış olamam!" demek isterdim ama teşekkür etmem lazım hız tutkunu gençlerimize. Berna'ya yani ablama kahvaltı için verdiğim sözü tamamen unutmuşum!

 

Pencereyi kapatıp odaya döndüm ve yığın hâlinde yerde duran kıyafet ordusunun içinden, ne giyeceğimi bulabilmek için "Ya Allah!" diye savaşa giriştim ve çok geçmeden sağ salim bu savaştan da galip çıktım. Banyoya gidip dişlerimi fırçalarken telefon çalmaya başladı, hiç ekrana bakmadan,

 

- Aloooo!

     

- Belçin neredesin sen be? Ağaç oldum burada!

     

- Geliyorum be kızım, ne bağırıyorsun? Evi su basmış da onunla uğraşıyorum gece 04.00'ten beri.

    

- İyi, hadi gel sonra halledersin, mal oldum burada.

 

- Peki, asabiler kraliçesi.

 

Oha! Ne abarttın ya! Evi su basmak nedir? Hadi, evi su bastı da gece 04.00 çok saçma oldu. Henüz saat sabahın 07.40'ı yani üç buçuk saattir ne yaptın sen evde? Her neyse aynaya bakarak, kıvırcık saçın avantajlarından yararlanıp zaman kazanmak için parmaklarımı saçlarıma daldırdım. Heh, işte şimdi oldu. Yemeği yemeden önce bir bardak su içmenin işe yarayacağını zannedenlerden biri olarak hızla mutfağa koşup gördüğüm manzara karşısında mutlu oluşumu tarihe mi yazsak? "Bal dök, yala!" kıvamında bir mutfakta su içmek için bardak kirletmeye kıyamayıp attım kendimi evden arabaya doğru. Arabanın da yıkanma vakti geldi artık be, plakamı ezbere bilen ben bile artık onu hatırlamıyorum düşünün ama bununla uğraşacak zamanım da yok. Arabaya atlayıp 700 metre sonraki durak yani gölete vardım, aracımı usulüne göre iki çizgi arasına park ettim. Araçtan inip beklemekten çılgına dönen ablamı bir hamlede arayıp,

 

 

- Bebiş neredesin bakalım?

 

- Tam önüne bak görürsün.

 

- Yoksun kızım, neredesin?

 

- Tam önünde ne var?

 

- Sulanmamış ve "Sararmama az kaldı, doktorum nerede?" diye çığlık atan çimenler ve tam karşımda da ağaç var ama bir sen eksiksin hayatımda.

 

- Off. İyi ki senin gibi bir evladım yok, seni sevmek için sürekli eldiven giymek zorunda kalacaktım. İyi. Hangi taraftasın?

 

- Çok tatlısın valla. Atatürk heykelinin olduğu taraftaki koşu parkurundayım.

 

- Peki, geliyorum hadi görüsürüz.

 

Hani kahvaltı yapacaktık ya? Spor yapmak için hazır değilim ki ben. Şort, tişört ve terlik üçlüsünü giydim ama neyse artık mecbur bekleyeceğiz. Yüz metre sonra Berna Hanım'ı yani ablamı bekleyeceğim alana vardım. Telefondan hemen mesajı yapıştırdım, "Ben geldim fakat sana eşlik edemeyeceğim çünkü ayağımda terlikle koşu yapıp deli muamelesi göremem." Gönderiliyor... Gönderiliyor... Heh, Gönderildi, işte tamamdır. Tıııııın."Sen tam bir malsın." Oha ve muameleye bak! Hani nerede özgürlük ya? Neyse çantamdan kulaklığımı almak için döndüğümde beynimde şimşeklerin çakmasına mı, Tom&Jerry filmlerindeki gibi kalbimin dışarı çıkıp içeri girmesine mi yoksa ağzımdan salyalar fışkırmasına mı yansam? 1.85 cm boylarında, kumral, zayıf ama çelimsiz değil. Altında lacivert şort, üzerine lacivert formaya benzer bir tişört var. Isına ısına bana doğru geliyor.

 

 

Sen kimsin be zalimin oğlu? Bu kadar mı yakışıklı olunur vicdansız? Utan, utan! Elimi, kolumu koyacak yer bulamayıp attım kendimi koşu parkuruna ve koşmaya başladım. Ah ne Belçin, ayağında terlik var kızım nereye koşuyorsun sen öyle? Karşıdan ablamın bana doğru gülerek geldiğini gördüm ve beni durdurup,

 

- Belçin bu hâlde koşu mu yapıyorsun sen? İnanamıyorum sana.

 

- Berna ilk görüşte aşka inanıyor musun sen?

 

- Fatih'e ilk görüşte aşık olmadım ben bilmiyorum, nereden çıktı bu? Hadi gel gidelim, kahvaltımızı yapalım yoksa sen aç karnına beynini yemeye başlayacaksın.

 

- Bir çocuk gördüm aman Allah'ım! Bir futbolcunun eşi vardı ya adamı bir sanatçıyla aldattı. O kadının yerinde olsam bir kez daha aldatırım düşün yani.

 

- O derece diyorsun yani.

 

- Aynen öyle valla. A hatta bak geliyor!

 

- Hangisi? Şu gözlüklü olan mı?

 

- Hayır be! Dünyada tek erkek o kalsa ve tek kız ben kalsam bana yavşamasın diye erkek kılığına girer, "Ben senin kardeşinim." derim.

 

- Saçmalama istersen. Şu arkasındaki çocuk mu, kumral olan?

 

- Bak, hemen nasıl da dikkat çekiyor değil mi?

 

- Hayır be! Bir tek onlar var buraya doğru gelen o yüzden yani. Bu arada sana bakıyor yalnız.

 

Evet. Berna haklıydı bana bakıyordu ama benim için önemli olan nasıl baktığıydı. Neyse geçti, gitti. Boynumu-

şu kırmamız lazım bakabilmek için. Ağırdan sat kızım kendini biraz.

 

 

   ONUR:

 

Akşamdan kalma biri için arabaların fren sesleri insanın beyninin ta derinliklerine işliyor.Fakat İstanbul'da yaşıyorsan alışkın olman lazım tabii ki. Kalkmam lazım artık, telfonum nerede acaba? Komidin bu kadar uzak mıydı yatağa ya? Bunların etkisi hep baş ağrısı işte, akşamları dozu fazla kaçırmamak lazım artık.Evet, buradaymış. Hiç arayan yok ama mesaj çok. Telefonun üzerinde yukarı, aşağı parmak egzersizin yaptıktan sonra mesajların çoğunun mağaza tanıtımları olduğunu ve en yakın dostum Kartal'dan geldiğini görüyorum elbette. Kartal kesin koşuya erken gitti, saatini hiç şaşmaz bu çocuk, hayranım gerçekten kendisine. Bakayım ne yazmış, "Kardeşim ben göletteyim seni beklemedeyim ben, şu an eminim götünde pireler uçuşuyordur hâlâ. Ben başlıyorum koşuya, mesajımı gördüğün zaman alo de bana hemen." Tam da düşündüğüm gibi. Hâlâ uyanamamışlığın etkisinde ekrana baoş boş bakıyorum.

 

Kartal aranıyor...

 

- Alo, günaydın uyuyan prenses!

 

- Günaydın. Başlamışsın koşuya.

 

- Evet, kardeşim hadi atla gel, geç kalmış sayılmazsın.

 

- Tamam, geliyorum.

 

Vinç gelse yataktan kaldıramaz herhâlde, çok yorgun hissediyorum kendimi ama sabah koşusunu aksatamam hele ki Kartal'da yapılıyorsa bu koşu. Neyse hemen kalkıp hazırlanmam lazım. Banyoya koşup el, yüz yıkama işlemine koyulmam gerekiyor. Banyo da bu eve göre gereğinden mi büyük acaba? Hipodrom gibi maşallah. Beş at koysan rahatça koşarlar eminim. Hay aksi banyonun büyüklüğüne takılıp artık dişleri unutuyor- dum. Diş macunu az kalmış, hiç sevmem evde en çok ihtiyaç duyulan şeyin azalmasını veya bitmesini. Bir yôğın da çamaşır birikmiş inşallah giyeceğim birşeylerim kalmıştır. Odaya gidip dolabı açınca içim rahatladı ger-

çekten. Laciverti her zaman sevmişimdir. Evet, şimdi hazırım ve çıkabilirim.

 

A, bir dakika neredeydi bu arabanın anahtarları? Nerede? Nerede? Heh, işte buldum seni yerlerde ne işin var senin vazgeçilmezim? Ben de her erkek gibi arabanın ilk önce sağına, soluna bakıyorum. Malum hiç güvenilmiyor vurup kaçan olur, lastiğin havası olmuş olabilir. Neyse ki problem yok, arabaya atalayıp gölete iniyorum. Radyoda Metro FM ve Pascal Nouma-Kadir Çöpdemir ikilisi var, insanın uykusunu açıyor gerçekten. Fakat bu şehir hâlâ uyuyor. Haklılar da! Saat sabahın 08.05'i. Gölete gidip aracı park ediyorum. Telefona sarılıp Kartal'ı arıyorum hemen.

 

- Alo?

 

- Kardeşim geldim ben göletteyim her zamanki yerde koşuyorsun değil mi?

 

- Aynen kardeşim. Kop, gel çabuk.

 

- Tamam. Görüşürüz.

 

 

Koşu parkuruna doğru ilerliyorum. Hava mis gibi. Çiman ve çiçeklerin kokusu eşliğinde yürümeye kim hayır diyebilir ki? Evet, geldim parkura, ısınma hareketlerine başlarken, yok artık! Koşu parkurunda terlikle ne alaka güzelim? Böyle koşu yapacak gibi de görünmüyor ama parkura mı indi o, ciddi olamazsın. Böyle güzel kızların bu tür şeyler yapması komedi değil de ne? Şaka gibi, bana mı baktı o? Yok be birine benzetmiştir. Neyse Kartal'ın yanına doğru koşayım artık yarıda yakalarım nasıl olsa.

 

 

İşte orada terlikli kız, evet, bana bakıyor. Bir şey mi var ki üzerimde öyle bakıyor. Kız hakkında da yanlış düsünmüsüm ya, arkadaşının yanına gitmek için koşmuş büyük ihtimal. İşte yanından geçtim ve kokusu bir harika. Demek ki beni buraya hızlı getiren koku o kokuymuş. Kızdan uzaklaştım artık ama kokuyu duyuyor gibiyim derken Kartal'ı gördüm önümde, neyse ki dönüşe geçmeden yakaladım adamımı. Kartal'a yaklaşıp,

 

 

- Böööö... ahahahahaha

 

- Ananı... Napıyorsun oğlum sen? Sıçtım, batırdım ortalığı.

 

- Nasıl daldıysan artık panpişim.

 

- Panpişim mi? Ne cins bir adam oldun sen? Hayırdır birader nereden geliyor bu salaklığın?

 

- Hiç be abi, her zaman ki hâllerim bilirsin.

 

- Sen böyle mallıklar yapmazdın. Anlatsana ne oldu len?

 

- Bir kız gördüm şimdi.

 

- Bir tane mi sadece? Hıhıhıhıhıhıh!

 

- Of be. Anlat diyorsun anlatıyoruz, sıçıyorsun içine sonra. Anlatma şevkim gitti.

 

- Tamam, lan anlat.

 

- Koşarak anlatamam, koşu bitince kahvaltıda anlatırım kardeşim hadi.

 

- Tamamdır... O zaman hadi devam...

 

 

İçimde saçma bir sevinç ve kalp çarpıntısı vardı. Kokusuna mi takılmıştım yoksa o güzelliğine ilk görüşte âşık mı olmuştum? Acaba yarın sabah da burada görür müydüm onu aynı saattte gelsem? Eğer aynı saatte olmazsa daha erken gelirim yada daha geç, olmazsa her gün şansımı denerim artık. Ama tekrar görmeliyim onu ve hissetmeliyim o kokuyu. Neyse artık kendimi Kartal'a ve koşüya vermeliyim şu an.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Evvet. ilk bölümümüzün sonuna gelmiş bulunuyoruz. Umarım beğenirsiniz. Lütfen bolümü nasıl bulduğunuzu belirtmeyi oy vermeyi ve satır arası yorum yapmayı unutmayın. Bir sonraki bölümle görüşmek üzere hoşçakalın.

Loading...
0%