Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3 | çözülen düğümler

@illaous

Keyifli okumalar diliyorum. 👐🏻

🦇

Dead of Night- Ruelle

Hiç tanımadığım topraklarda sanki daha da yapayalnız kalmıştım. Karanlık ile yüzleşecek ve karşısında dilim dolanacakmış gibi hissediyordum. Karanlık her zaman dili dolandırırdı. Şeytanla iş birliği yapar ve seni öyle bir içine çeker ki günahın yedi külünden ilkine elini sürersin.

 

İtaat.

 

Karanlığa itaat edersen ilk küle bulanırsın.

 

Bu kül öyledir ki seni hapseder, her şeyi yaptırır. Büyüsünün altına alır. Öyle nimetler sunar ki yaptığın her şey doğru gelir. İşte bu yüzden günahtır. Yanlış olanı yaparken doğruymuş gibi hissetmek bir günahtır. Karanlıkta, günahlarla kazanılmış bir dünya inşaa etmek seni ikinci günaha sürükler.

 

Açgözlülük.

 

Daha fazlası, daha ve daha da fazlasını ister o aç ve pis ruh. Kirlenmeyi unutmaya başladın artık. Günahın tadı senin için lezzetli gelmeye başladı. Çok sihirli bir tat. Denemeye devam etmemek için kendini tutamıyorsun. Bir derken yüz kere yiyorsun o günahı. Tam zirvedesin, günahlarla mutlusun. Meselen, gözünün gördüğü herkes olmaya başladı. İnsanların acizliği senin mutluluğuna mutluluk katıyor. Güçlenmiş gibi hissediyorsun. Üçüncü günaha elini sürdüğünü fark edemiyorsun.

 

Üçüncü günah, bu yoldan dönememek için en can alıcısıdır. Haz verir sana.

 

Üstünlük kompleksi.

 

İşte bu en zararlısıdır. Elleri boğazına yapışır, nefesini keser ve ruhuna ulaşır. Sen ruhunu satmışsındır. Kafan karışır ama doğru gelir. Güç, başarı, sahip olma isteği, empatiden yoksun, ben ben ve ben! Hep kazanmak istemek… insanların acı içindeki kıvranışlarından beslenerek kendini yüceltirsin. İşte gerçek bir aptal ve pislik olmuşsundur. Damağında kendini, güzel ve daha fazlasını istemene sebep olur.

 

Narsist olmak; acı, ekşi, tatlı ve inanılmaz lezzetli gelmeye başladı.

 

Bir günah kadar lezzetli.

 

Bundan sonra günahın yedi külünün kalan dördü seni kavanozun içine kapatacak. Cayır cayır yakacak seni, acıyla ve zevkle. Sonra sönen küllerini başkalarına serpecek. İşi bittiğinde seni görmez gözü. Artık ihtiyacı kalmayacak pişman birine. Pişman olmak için çok geç kalacaksın. Yedirdiği nimetler aklını başından alacak.

 

Günah, pişman olmana zaman bırakmadan seni yavaş yavaş bir şekilde yakıp kül edecek.

 

Pamir ile karşı karşıya oturmuş bakışma yarışına girmiştik. Yüzü mahkeme duvarından daha da duygusuzdu. Volkan bir arkadaşını daha da getirdiğinde olayların çözülmesi için gerçekten merakla bekliyordum. Sağ bacağımı stresli bir şekilde ritimle sallamaya başladım.

 

Yeniden tanışmamız gerekiyordu Volkan ile. Hiç tanışmamışız gibi.

 

“Oğlum seni ne özlemişim var ya.” diyerek Volkan’a sarıldı adam. “Saçları da uzatmışız hafiften. Hayırdır?” diyerek göz kırptı.

 

“Herkes beni özler. Yakında da tıraşımı olacağım inşallah.” dedi göğsünü kabartarak. “Hep saçımı uzatmak istemişimdir, bu süreçte denedim valla.”

 

Aralarında gülüştüler. “Sarı saçlarınla baby face olmuşsun iyice anasını satayım. Kes lan şu saçları. Pamir baksana şuna. Gençleşmiş resmen.” herkesin gözü Volkan’a döndü.

 

Volkan baby face olabilirdi ama gözü pek bir dövüşçüydü, koçtu, kardeşti. Sarı olması yüzünü yumuşatıyordu eğer ki siyah saçlara sahip olsaydı o zaman korkunç olurdu. Şeytanla oynayabilir gibi gözükürdü.

 

İç çektim. “Şimdi neler döndüğünü anlatacak mısınız?” diye sordum ortamı bölerek.

 

“Sende bize neler döndüğünü anlatırsan neden olmasın?” dedi Pamir. Kafam karışık bir şekilde ona bakakaldım. Neler döndüğünü bilsem burada olmazdım, bilmediğim için buradaydım. Tam ağzımı açacaktım ki kafasını çevirdi.

 

Volkan bir sandalye çekti, yanımıza geldi. Öksürerek ikimizin tam ortasına geçti. “Komutanım, izninizle. Ben şu işi halledeyim.” dediğinde şaşkınlıkla ağzım bir karış açılmıştı. Pamir kafasını sallayarak izin verdiğinde bakışlar bana döndü.

 

Algılarım kapanmış bir şekilde bakadurdum. “Pamir benim komutanım.” dedi sakince. “Buraya onlar sayesinde geldik. Onlar olmasa ilerleyemezdik, silah temin edemezdik.” derken lafını böldüm.

 

“Dur, dur, dur! Komutanım mı dedin? En başa alsana şunu.” ihanet desem değildi. Adı neydi bu yaşadığımın? Kulaklarım bu işittikleri ile alev almıştı.

 

Boğazını temizleyerek oturuşunu dikleştirdi. “Ben Kıdemli Astsubay Volkan Arslan. Türk Silahlı Kuvvetleri için görev yapmaktayım. Aileni araştırmak için görevlendirildim.” dediğinde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim. Dediklerine karşılık hislerimi ifade edebileceğim bir kelime bile bulamıyordum.

 

“Yaralandığın, seni kurtardığım, minnet duyduğun, bana yardım ettiğin her an yalandan mı ibaretti?” dedim sakince. Ne yapmam gerektiğini gerçekten bilemiyordum şu an. Ne desem ne duyguya bürünsem doğru olurdu, emin değildim. Kelimeler doğru soruymuş gibi ağzımdan çıktı.

 

“Yaani… Tam olarak öyle değil. Farklı bir şekilde tanışmamız gerekse de işler pek yolunda gitmedi ve sen gerçekten beni kurtardın. Seninle tanışmamız için bir plana gerek kalmadı, spontane gelişti.” dedi ve bir nefes verdi. “Hala minnet duyuyorum bunun için de. O gün derin yarama müdahale edilmeseydi şu an farklı bir durumda olabilirdik. Senin iyi niyetini o gün anladım, anladık.” dedi.

 

“Volkan doğruyu söylüyor. Seni bu kadar iyilik meleği beklemiyorduk.” diye söze atladı komutanı Pamir. Kelimelerini özenerek sinire dokunan şekilde seçiyormuş gibiydi. Ne kadar o gün için ayak bağı olsa da, benim yüzümden yaralanan birini o ıssız ve acımasız sokakta kaderine terk edemezdim.

 

Ayağa kalkarak etrafta gezinmeye başladım. “Bilgi amaçlı yanıma yanaşmalıydın, yanaştın. Yakın olmalıydın, oldun. Doğru mudur?” Volkan’nın önünde durdum. “Bilgi de toplamışsındır? Değil mi?” kafamı salladım. “Net. Peki neden? Neden böyle bir şey yaptın? Neden Türk Silahlı Kuvvetleri peşimde?” dedim sinirle bağırarak. “Kanunları karşıma almadım hiçbir zaman.” sinirle üçüne baktım. “Askerlerin içime sızmasını gerektiren herhangi bir şey de yapmadım ki!” Volkan hariç ikisi de siyah giyinmiş ve donanımlıydılar. Başlarındaki siyah şapka ile tamamen karanlığa gizleniyorlardı.

 

“Kanunlara karşı gelmedin. Hep yanındaydın zaten. Seni değil, anneni araştırdık Alev.” dedi Volkan. Ayağa kalkarak omuzlarımdan tuttuğunda ellerini ittirdim. “Sakinleşip dinlemezsen anlatamayacağız.” dedi.

 

Annem hakkında ne zırvalıyordu Volkan? Bu da ne demekti? Tam tamında üç yıldır beraberdik. Bu üç yılda neler toplamıştı kim bilir. İnanılmaz derecede başım ağrımaya başlamıştı. Sakinleşmek için sandalyeme oturarak üçüne baktım. Hiçbirinin yüzünde ifade yoktu.

 

“Pamir, gelmişler.” dedi adını bilmediğim asker.

 

“Tamam Barın. Söyle izlemeye devam etsinler.” dedi Pamir.

 

Pamir, Volkan ve Barın. Üç asker. Karanlığın içindeki savaşçılar gibiydiler.

 

Şaşkın gözlerle onları izlerken olanları ve olacakları sindirmek için güçlü kalmaya çalışıyordum.

 

Tekrardan bana odaklandılar. “Bana gösterdiğin o formüller tahmin ettiğimiz üzere kimyasal birer felaketten ibaret. Masumların ve bizim canımızı acıtmak için büyük bir şey planlanıyor ve bunlardan biri de kimyasal silah, Alev. Senin annen bu dünyadaki en güçlü kimyasal silahları üreten bir kadın. O sandığımız gibi basit bir kimyager değil.” dedi Volkan.

 

Daha ne olduğunu anlayamadan Barın elime birkaç fotoğraf tutuşturdu. “Sırasıyla; Fransa’da, Yunanistan’da, Afganistan’da ve Irak’ta annenin eylemler için bağlantı kurduğu kişiler. Kişileri incelemeyi bitirdiysen,” diyerek elime yenilerini tutuşturdu. “… bunlara da göz atmak isteyebilirsin.” dedi. “İlkinde Irak’taki bazı bölgesel göçlerle beraber yemek yiyor. Bunun arkasında konuşulan konu… Suriye’de yapılacak olan birkaç eylem. İkincisine geç. Evet, orada da annen bu aşağılık sınırlardaki grupların tasmalarını tutan adamlarla. Finansal olarak tüm desteği veriyorlar. Aynı zamanda nerede ne yapmaları gerektiğini tek tek, saniye saniye söylüyorlar.” etrafımda dolanarak arkama geçti. “Ah, sevgili Yunanistan. Annen orada birkaç kimyager ile toplantıdaydı.” fotoğrafları değiştirdikçe hepsinin hikayesini anlattı. Ellerim titriyordu.

 

“Bugün bu işi hallederek buradan çıkmalıyız. Lübnan oldukça karışık.” aceleyle konuştu Volkan bana bakarak. Geldiğimiz gibi Lübnan ve İsrail’in birbirine girmesi resmen felaketti.

 

Bu boktan durum midemi alt üst etmişti.

 

Fotoğrafları masaya bırakarak hızlıca kulübenin dışına çıktım. Ellerimi boğazımda gezdirdim. Nefes alamıyormuşum gibi hissediyordum. Yer ayaklarımın altından kayıyor gibiydi. Bir ağaca tutunarak nefes almaya çalıştım. Yere oturup tuttuğum gözyaşlarımı serbest bıraktım. Bu kadarı işte çok fazlaydı. Kendimi ağlamamak için zorlayamazdım buna.

 

Evimin içerisinde, terör örgütleri ile kol kola olan bir anne ile mi yaşıyorduk? Hem de tüm hayatımız boyunca? Mustafa’nın biricik annesi nasıl olur da terör üyesi çıkabilirdi?

 

Ben ne diyecektim ona?

 

Damarlarımda akan kandan tiksinmeye başlamıştım. Gözyaşlarımın arasında kollarıma iğrenerek bakıyordum.

 

“İyi misin?” diyerek arkamdan gelen sesle gözyaşlarımı silmeye çalıştım.

 

Burnumu çekerek ayağa kalktım. Ağaca yaslandığımda yaşlı gözlerimle Pamir’e baktım. Silahını dikkatle tutuyor ve beni inceliyordu çatık kaşlarıyla. “Kanımdan tiksinmek ne kadar iyi hissettiriyorsa o kadar iyi hissediyorum.” dedim. Ellerimi dizlerime koydum. Güçsüz düştüğümü görmesini istemesem de şu an bunu başaramıyordum.

 

“Sakinleş ilk önce.” dedi. Yanıma gelip koluma girerek beni kaldırdı. “Fazla geldiğini biliyorum Alev.” ismimi ondan duymak garip hissettirmişti. Çenemden tutarak gözlerimizin buluşmasını sağladı. “Dik durmalısın.

 

“Ne?” şaşkınlıkla ona bakarak dik durmaya çalıştım. “Senin annen şeref yoksunu bir kimyager çıksa hemen atlatıp bunu kabullenebilir misin?” diye sordum.

 

Beni alarak düz bir alana oturttu. “Kendi ellerimle teslim ederdim.” dedi.

 

“Onu öldüreceğim.” dedim fısıldar bir şekilde.

 

“Duyuyorum ve bunu yapmayacaksın.” bana baktığında gözlerimi kaçırdım.

 

Yanıma oturdu ve şapkasını çıkarırken derin bir nefes aldı. “Bu operasyon için bize lazımsın. Hedefleri Türkiye. Milyonlarca masum insan, masum dilsiz canlar…” dedi. “Hepsini mahvetmek istiyorlar. Canımızı yakmak, Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermek istiyorlar. Canavar bir kadın, bunu yapabilecek silahı ya üretti ya da üretecek.” dedi dişlerini sıkarak. “Bize canlı bir şekilde lazım.” Sinirlendiği ses tonundan belli oluyordu.

 

“Bu kadar bilgiyi benden öğrenmiş olmanız imkansız. Hiçbir şey bilmiyormuşum, Volkan annemi tanımıyor bile. Nasıl ulaştınız?”

 

“Volkan’ın eline istihbarat konusunda su dökemeyiz. Kimse fark edemez ne yaptığını. Sessizce sızar, keşfeder, kapar ve döner.” anlattıkları ile ağzım açık kalmıştı. “Kendisi biraz sinsidir.”

 

“Üç yıldır yanımda olan birini yeniden tanımak çok garip ve güvensiz hissettiriyor.” dedim. “Tabii ki Türk askerine güvenim sonsuz ama anlarsın ya… Zor. Değişik bir durum sonuçta.” kelimelerim aklımda karışırken cümleye dökmek zorlaşıyordu.

 

“Haklısın. Çok ani oldu her şey. Volkan senden böyle bir adım beklemiyordu. Operasyon biraz şekil değiştirdi. Annene yaklaşman lazım.” çok normal bir durummuş gibi anlatıyordu. Muhtemelen onun için bu durumlar artık normalleşmişti.

 

“O canavarın benim annem olduğuna inanamıyorum.” dedim kırgın bir şekilde. “Daha annemi tanıyamamışım ki size nasıl yardım edeceğim?” sorumu gözlerine bakarak sordum. O mavi gözleri kapkaranlıktı. İlk defa rengini seçebildim.

 

“Hiçbirimiz yanımızdaki insanı tam olarak tanımıyoruz, görmüyoruz. Belki de o kadar yakın olmak istemediğimizdendir. Yakınındaysa, kendini ona tamamen vermişsen içini görürsün. Bakışlarını, davranışlarını, nefes alışını. Tanırsın her şeyini. Sen anneni tanımıyorsan bize yardım etmen daha kolay olur.” dedi.

 

“Kimseyi tanımamışım ki ben. Ne Volkan ne de annem.” Kafam karışmıştı. “Benden tam olarak ne istiyorsun?” dedim. “Nereden biliyorsun ona kanıp onun tarafında durmayacağımı?” sorumla kaşlarımı çatarak ayağa kalktım.

 

O da ayağa kalkarak etrafa bakındı. “Sen bu ülkenin bir zamanlar göğsünde Türk bayrağını taşımış sporcumuzsun. Teröristin yanında değil; nefesini kesmek için,” bana yaklaşarak o keskin gözleri ile baktı. “… yakınında durup onu avlarsın.”

 

Gerçek bir avcı gibi konuşuyordu ki zaten öyleydi. O gecelerin, gündüzlerin kurtu olmalıydı.

 

Eski sporcu dediğinde kalbim sızladı. O anları hatırlamak üzdüğü kadar gurur da veriyordu. Boks eldivenlerim, şortlarım, ringler… Hepsini özlemiyor değildim.

 

Elini şıklatarak dikkatimi kendine çekti. “Şu an konumuz sensin ve bizimle iş birliği yapman.” dedi çok yalandan gülerek. Gözlerimi kaçırarak ellerimi belime koydum.

 

“Tamam. Ne istiyorsanız yapacağım ama Mustafa’nın hiçbir şey bilmesini istemiyorum.” dedim. Şu saatten itibaren hayır deme lüksüm yoktu. Devletime yardım etmezsem o zaman soysuz olurdum.

 

Kafasını sallayarak beni onayladı. “Tabii ki.” tam yürümeye başladığımda beni tuttu. “Yalnız… Benden izinsiz kimseyi öldürmek yok Alev.” sesindeki ikna edici ton gerçekten ikna etmişti beni.

 

Tekrarlayarak bunu dile getirmesi az kalsın beni güldürecekti. “Buna sadece şimdilik garanti verebilirim. Sonrası için neler olacağını göreceğiz.” dedim.

 

🦇

 

İçeri geçerek Volkan ve Barın’ın yanına geçtim. Kafamı toparlamak için onlardan izin istedim. Sadece beş dakika oturup kendimle kalmam gerekiyordu. Zaman azdı ve yapılacak çok şey vardı.

 

Masum insanlar. Kadınlar, çocuklar ve hayvanlar. Hepsi o kimyasal maddeden etkilenecekti. O kişi bende olabilirdim, Mustafa’da. Jale, Hakan… Bunları düşündükçe içim daralıyordu. Ama bu hayatta annemi kimse benden iyi tanımıyordu. Gerçi artık ondan da şüpheliydim. Bakışlarını gördükten sonra annemi çözmesi kolaydı.

 

“Yapalım. Annem hakkında ya da neye ihtiyacınız varsa hepsini öğreneceğim. Başaracağım ama olur da anlarsa?” diye sorduğumda üçünde gezdirdim bakışlarımı.

 

“Doğru dedi kız. Ya başaramazsa? Annesi sonuçta. İhtimaller var.” dedi Barın. Bana düşünceli bir şekilde baktı. “İçimden bir ses sana güvenmekle hata yapıyoruz, diyor. Ve en fazla ölürsün.” dediğinde sinirle gözlerimi devirerek nefes aldım. Sakin, sakin. Ölümü eklemesi çok manidardı gerçekten.

 

“Annem değil o benim. Şu andan itibaren.” dedim sakince.

 

Kafasını sallayarak gülümsedi. “Bakacağız.”

 

“Komutanım, Alev bu konularda ciddidir. Ağzından bir şey çıktıysa aksini yapmaz.” dedi Volkan. Teşekkür ettim Volkan, çok naziksin.

 

Pamir telefonu kontrol ederken başını kaldırdı. “Güvenmekten başka çaremiz yok. İçlerine kızı sızar. Bizde izler ve çökeriz.” dedi bana bakarak.

 

“Sızabiliriz aslında ama kızı daha iyi bir yem aynı zamanda tehlikeli.” diye hatırlatmada bulundu Barın. “Bunu bildirmemiz lazım.”

 

Pamir haklı olduğuna dair kafasını sallayarak bizden uzaklaştı. “Olasılıklar yüzünden sana güvenim sıfır.” diye sataştı tekrardan Barın.

 

“Nesin sen matematik dehası falan mı?”

 

“Bir nevi.” göğüs kabartarak kaşlarını havalandırdı. “Yalnız matematik dehası olanlar mı olasılıkları düşünür?” Yüzünde vatan gülüşü vardı. Sorusunu es geçtim.

 

Hızlıca “8x9?” diye sordum.

 

“72.” diye egoyla sırıttı.

 

“72x72” diye direttim.

 

Ufak bir duraksadı. “5.184.” dediğinde durdum. Telefonumu çıkartarak hesap makinesine girdim. Harbiden doğruyu söylüyordu.

 

“Kimse matematik konusunda benimle aşık atamaz burada.” burnunu çekerek dışarıya anlamlı anlamlı bakmaya başladı.

 

“Dört işlem sorsam içinde kök falan olsa? Yine mi yaparsın?” diye sordum.

 

Camdan gözlerini çekerek bana uzunca baktı. “Soruların asla cevapsız kalmaz. Hem de hepsi doğru olur.” egolanarak bana üstten bir bakış attı.

 

“Vay bee. Sayısal zeka bir başka seviye. Hayatsızmışsınız gibi geliyorsunuz bu yüzden.”

 

Tam bana laf verecekti ki Pamir içeri daldı. “Planımız işleyecek. Laflamayı bırakın.” dedi emir vererek. İkisi susarak yerlerine yerleşti. “Çıkacağız. Sende bizimle geliyorsun. İlk görevin bu gece başlıyor.” dedi.

 

Gerilerek ayağa kalktım. “Her zaman hazırım. Ne olduğunu anlamayacaklar bile. Barın’a yanaşarak gülümsedim. “İzle ver gör.”

 

“İzlerim.” dedi aynı ifadeyle.

 

Pamir araya girerek bana bir telefon verdi. “Tamam, şimdi iş zamanı. Hadi.” diyerek bizi ayırdı. Telefonu elime alarak inceledim. Biraz eski gözüküyordu. “Bununla iletişim kuracağız. Başına bir şey geldiğinde acil aramalardan bize ulaşacaksın. Gizli tutsan iyi olur.” dedi. Kafamı sallayarak onu onayladım.

 

Ortamda hazırlanmaya başlayan üç asker vardı. Göğsüme bir ağırlık çökmüştü. Elbette devlete yardım etmek istiyordum ama Canan’dı bu. O, işin içindeyken kendimi hiç özgüvenli hissetmiyordum. Özellikle öğrendiklerimden sonra.

 

Nereye gideceğimi, nasıl bir Canan ile karşılaşacağımı merakla ve korkuyla bekliyordum.

 

Korktuğunu hissettirme, kızım. Düşmanın senden korksun. O yırtıcı gözlerini kullanmayı öğren. Babamın sesini duyduğumda yüreğim sızladı. Derin bir nefes alarak olacakları düşünmeyi bıraktım.

 

Masanın üstüne birkaç fotoğraf koydular. Bana bu evin içerisinde kimler olduğunu teker teker, detaylıca anlattılar. Annemin eve kimlerle girip çıktığını dikkatlice inceledim. Hepsinin fenotipi aynıydı. Genel olarak aynı silahı kullandıklarını fark ettim. Acaba annemin bir silahı var mıydı? Bana karşı doğrultabilirdi.

 

Tüm plan anlatıldıktan sonra derince bir nefes aldım. Derin nefesler, bakışlar… Yapacağımdan hiç şüphesiz emindim.

 

“Şey… Bir şey soracağım. Genel olarak bir merak.” üçünün meraklı yüzlerine baktım.

 

“Sor.” dedi Pamir.

 

Ellerimi birleştirerek derin bir nefes aldım. “Kod adım olacak mı?” diye sordum pat diye.

 

İkisinin kafası karışmış gibi birbirlerine bakarken, Pamir ciddi ifadesiyle bana baktı. “Sen bu işi ciddiye almıyor musun?” diye sertçe sorduğunda kendimi kötü hissettim. Pişman olmuştum sorduğuma. Bir anlık bu işin dizilerdeki gibi ilerlediğini düşünmüştüm. “Şaka yapıyorum. İyi olur. İletişim açısından.” dediğinde kafam karışmış bir şekilde ona baktım. Ben burada sorduğum sorudan dolayı utanç duyarken o ciddi bir şekilde şaka yaptığını sanıyordu.

 

“Şaka böyle mi yapılır?”

 

Omuz silkti. “Nasıl yapılır?”

 

Volkan’a baktım. “Komutanına biraz şaka üzerinde çalışmasını söyle. Yarasa’dan bir tavsiye.” göz kırptım. Saçlarımı savurarak dışarı çıkmak için adımladım.

 

Barın’ın arkamdan “Yarasa ne abi?” diyerek laf gevelediğini işitmiştim.

 

Belimdeki silahı kontrol ederek yeni ismimi sayıklamaya başladım. Yarasa. Artık ben bir yarasaydım. Gece’nin kabusu Yarasa. Tamam hafiften şımarmış olmak bana yetmişti. Bu kadarı yeterliydi. Kendine gel Yarasa.

 

🦇 

 

Pamir önümüzde durarak, “Ne kadar yolumuz var Volkan?” sorusunu sordu.

 

“Altı kilometre. Hızlı olursak bir buçuk saatten az sürede biter ama gece ve yanımızda sivil var.” dedi ciddiyetle.

 

“Bir saate bizi oraya ulaştır.”

 

Salakça bir gülümsemeyle baktı. “Komutanım…” sözü kesildi.

 

“Kırk beş dakika.”

 

“Emredersiniz komutanım!” diye bağırdı Volkan.

 

İşlerin burada biraz farklı yürüdüğü kesindi. İş yavaş yavaş değil direkt rengini değiştirmişti.

 

“Annenin kaldığı eve gideceğiz. Orada çok iyi korunuyor. Hayatını tehlikeye atmadan sakin ve soğukkanlı olman lazım. İçeri gireceğin andan itibaren seni izliyor olacağız. Türkiye’ye geçene kadar buradayız. Muhtemelen sabaha karşı yola koyulacaklar. Etrafta kimse kalmadığına emin olana kadar bekle ve ondan sonra bize ulaş ama mesaj yoluyla.” beni uyarmaya devam etti. “Burayı nasıl buldun derse arkadaşlarından birinin adını ver. Ama sadece burayı öğrendiğini söyle. Diğerlerini çözemediğini…” derin bir nefes aldı. “Salağa yatmaya bak.”

 

Kafamı sallayarak, “Tamam ama kandırması çok zor olacak. Mustafa’yı bahane etmem gerekecek. Volkan’nın Mustafa ile olduğunu söylemek zorundayım.” dedim. “Yoksa hayatta inanmaz.”

 

“O işi bize bırak. Sen komutanlarımı katmadan rolüne bürün. Mustafa bende.” dedi Volkan.

 

“Peki.” gerginlikle boynumu kıtlattım. “Deneyeceğim.”

 

“Ayrıca annemin kaçırılmış olduğunu düşünüyorum.” diye ağzımı açıverdim.

 

Pamir sinirli bir yüzle bana döndü. “Ne dedin sen?”

 

“Duyduğun gibi. Annem muhtemelen kaçırıldı. Hiçbir zaman yapmayacağı bir şekilde ayrıldı yanımızdan. Yapacağı bir şey değil yani.”

 

Barın şakaklarını ovarken, Pamir gözlerini kapatmış derin nefesler alıyordu. “Duydunuz mu kaçırılmış.” dedi Barın.

 

“Vay anasını. Neden bizim aklımıza gelmedi bu? Bir de askeriz.” ciddiler miydi karar veremiyordum. Barın, dalga geçer gibi hareketlerde bulunuyordu.

 

“İşimize yarar diye düşündüm. Kötü mü ettim?”

 

Pamir kafasını sağa sola salladı. Sen işine bak der gibi elini salladı. “Yürü Barın, yürü.” dedi.

 

“Komutanım, sizin bu abartılı tepkileriniz beni o kadar güldürüyor ki yemin ederim.” gülen Volkan’ı da görünce sinirlerim tepeme çıkmıştı. Barın başıma gönderilmiş bir ceza olmalıydı.

 

“Döndükten sonra seni mahvedeceğim.” dişlerimin arasından kuru tehdidimi Barın’a salladım.

 

“Yeter.” Pamir sinirle durdu. “Benim burada kıçımdan ter akıyor Lübnan’dan sağ salim çıkalım diye, sizin yaptığınız muhabbete bak.” haklıydı. “Görev bitene kadar hatta ülkemize dönene kadar siz ikinizin birbirinizle konuşmasını yasaklıyorum. Bu bir emirdir Barın.” dedi. Tamam, artık işin ciddiyeti bana oturmuştu.

 

Engebeli, bol böcekli yani kısaca zorlu yerlerden yarım saatte ulaşmak için ara vermeden yürüyorduk. Ayaklarım dayanmıyordu artık. Bugün o kadar yürümüştüm ki daha fazla devam edemeyecektim. Pamir önde, Barın arkamda ilerliyorduk. Volkan, Mustafa’nın yanına gitmek için ayrılmıştı. Aklım onda kalmıştı. Sapasağlam ulaşabilecek mi diye düşünmeden edemiyordum. Bu adamlar bambaşkaydı. Hayranlık duyulası.

 

Pamir işaret verdiğinde Barın çöktü. Pozisyonunu aldığında Pamir birkaç adım ilerledi. Yeşillikler yukarı doğru yükseldiğinde neredeyse korkudan bağıracaktım neredeyse… Onun bir asker olduğunu anlamasaydım. Elimi ağzıma götürerek sesimi kısık tutmaya çalıştım. O kadar iyi kamuflajdı ki neredeyse küçük dilimi yutacaktım.

 

Aman Allah’ım. Bu adamlar gerçekten çok başkaydı.

 

“Komutanım.” diyerek selam verdi. Pamir omuzuna vurarak etrafa göz attı.

 

“Neler izlediniz bakalım?” sordu sakince.

 

Tek tek saat ve isim vererek rapor verdi. Hepsini aklında tutabiliyor oluşuna şaşırmıştım. Muhtemelen etrafta bir yerlerde birkaç asker daha vardı. Nerede olduklarını görebilecek miyim diye etrafa bakındım. Çok iyi saklanmışlardı. Birkaç adım gerileyerek etrafı incelemeye çalıştım.

 

“Alev… Alev!” Pamir’in seslenmesi ile kendime gelerek ona baktım. Peşimden geldiğini fark etmemiştim bile.

 

“Efendim?” masum bir şekilde durdum.

 

Kaşları oldukça çatıktı. “Dikkatini toparla.” uyararak beni kolumdan çektirerek onlardan uzaklaştırdı. “Tek bir hatan dahi olmamalı. Olmayacak. Seni her yerden izliyoruz.” dedi.

 

Kaşlarımı onun gibi çattım. “Bana neden bu kadar güveniyorsun?” sorumun cevabını merakla bekliyordum. Üç yıldır izliyor olabilirlerdi ama bu tam anlamıyla beni tanımak için yeterli değildi. Sadece izlemişlerdi nihayetinde.

 

“Sana değil babanın kızı olmana güveniyorum.”

 

Babamın kızı?

 

“Anlamadım?” gülerek ona baktım. “Babam ne alaka?” sorumu sorsam da gülmeden duramıyordum.

 

“Sefa Yalçıntaş.” duraksadı. “Kendisi benim için önemli biriydi. Onun yetiştirdiği bir kızın devlete ihanet etmesi imkansız. Eğer olurda ihanet ederse… Kendi ellerimle öldürürüm.” dedi.

 

“Bana neden babamı tanıdığını şimdi söylüyorsun?” diye üstüne gittim.


Adımlarıma karşılık vererek bana doğru yürüdü. Göğüslerimiz birbirine değiyor, nefeslerimizi hissedecek kadar yakın duruyorduk. “İşleri berbat etme diye. Ne kadar babanın kızısın göreceğiz.” imalı sesi ile egolu görünüşü daha da egolu gözüküyordu. “Bu iş bittikten sonra konuşacağız.” dedi.

 

“Bence de, konuşalım.” gözlerimizi bir saniye ayırmadan birbirimize bakıyorduk.

 

“Konuşacağız.” dedi fısıldar bir şekilde.

 

Derin bir nefes alarak geri çekildi. Geri çekildiğinde vücuduma bir irkilme değdi. Kalbim hızlanmıştı.

 

Bir günde daha ne öğrenebilirdim diye düşünmeden edemiyordum. Babamı tanıyorsa ona güvenmeliydim. Göz ucuyla karanlık alanda dikilen silüetine baktım. Dik duruşu, mavi ve keskin gözleri ile çok korkunç aynı zamanda güvenilir duruyordu. Barın yanıma gelerek, içeri girdiğimde ne yapmam gerektiğini teker teker anlattı.

 

Heyecan ya da gergin miydim, emin değildim. Ellerim titriyordu ve inanılmaz derecede terlemiştim. Dağılmış saçlarımı toka ile toplayarak boynumun hava almasını sağladım. Ellerimin tersi ile alnımı silerek ceketimi düzelttim. Bana verdikleri silahı inceledim. Kullanmamayı o kadar içten diliyordum ki yakında dizlerimi eğerek dua edecektim.

 

Belime silahı yerleştirdikten sonra Pamir ve Barın’a baktım. İkisinde de ciddi bir yüz ifadesi vardı. Güvenip güvenmemekte kararsız gibi gözüküyorlardı.

 

Sen bu ülkenin bir zamanlar göğsünde Türk bayrağını taşımış sporcumuzsun.

 

Sefa Yalçıntaş.

 

Mustafa.

 

Canım olan iki kişi için, devlet için bunu yapabilirdim. Bir kere karanlıkla yüzleştiysem bunu ikinci defa yapabilirdim. Yeraltı gibi değildi bu defa. Yerin üstündeki takım elbiseliler ve altındaki çapulcular birleşmiş, karanlıklarını aydınlığa çevirmeye çalışıyorlardı. Bizi karanlığa boğarken kendilerini aydınlık bir yeryüzüne çıkartmak istiyor olmalılardı.

 

Birkaç adım. Devam et bu topraklı yoldan. Yürü, yürü. Hiçbir şey olmayacak. Sen Alev’sin. Bu oyunda yanan sen olmazsın, sen zaten yanıyorsun. Onların oyununda, benim alevimde onlar yanacaktı.

 

“Hey!” seslenişle gözlerimi evin yanındaki iki adama çevirdim. Arapça konuşmaya devam ettiler ve ben hiçbir şey anlamıyordum. Silahları bana doğru yöneldirdiklerinde düşünmeye çalıştım. Gerildiğim için terlemeye devam ediyordum. Silahına elini götürme, götürme.

 

“Anne!” diye haykırdım. Beni duyacağını sanarak tekrar tekrar kendimden iğrenerek haykırdım. Birkaç adam dışarı çıktı ama annemi göremedim. “Anne! Ben geldim, Alev!” diye tekrar bağırdım.

 

Topuklu ayakkabıları ile merdivenlerden aceleyle inen annemi görünce içimi huzursuzluk kapladı. O kadar güzeldi ki… Nasıl bu kadar içi pisliğe bulanmıştı? Benim aksime sarı saçları fönlüydü. Küçükken, her zaman annemin sarı saçlarına özenmiştim. Sonra sarı saçtan nefret ettim. Kendi kahverengi saçlarımı sevmeye başladım. İyi ki… İyi ki sarışın olmadım diye şükretmiştim.

 

Endişeyle beni kolumdan tuttu. “Alev? Senin burada ne işin var?” dedi bağırarak. Yüzümü izlemeye koyuldu.

 

Kolumu ondan kurtararak etrafa bakındım. Bu kadar erkeğin bizi izlemesinden rahatsızlık duymuştum. “Seni almaya geldim. Bir sorun olduğunu düşündüm.” nefeslerim kesik kesikti. Canan, elinin tersini alnıma yapıştırdı. “Ne yapıyorsun?”

 

“Terliyorsun. Sen terlediğinde bir sorun vardır. Ateşin de yok. Nasıl gelebildin buralara kadar?” diye sordu. Gerginliğimden terliyordum, tam olarak sorun buydu.

 

Edna! Bu da kim?” dedi adamın biri. “Yerimizi nasıl buldu?” aralarındaki tek Türkçe bilen kişi olmalıydı. Diğerleri öküzün trene baktığı gibi bakıyordu.

 

“Kızım.”

 

“Kahretsin! Nasıl buldun burayı?” diye üzerime gelmeye başladı adam. “Peşinde kimse var mı?” sinirle dolup taşıyordu. Yüzü kıpkırmızı olmuştu.

 

Kendimi toparlamaya çalıştım. “Tek başıma bulmaya çalıştım. Başıma gelenlerden dolayı şu an ufak bir şoktayım. O yüzden bu kadar terliyorum.” dedim. “İlk önce içeri geçebilir miyim, anne?” Canan’a bakarak gücüm kalmamış gibi ona tutundum.

 

“Yardım et de içeri geçelim. Sonra konuşuruz Esad.” dedi Canan. “Şoku atlattıktan sonra sorguya çekersin.” beni tutarak merdivenlere yönlendik. Ev iki katlı ama baya büyük bir şeydi. Gözümün değdiği her yeri hatırama kazımaya çalışıyordum. En ufak detay bile yardımcı olabilirdi.

 

Beni yukarıdaki odalardan birine çıkarttığında düzenli bir yatağa oturttu. Üstümdeki ceketi çıkartırken eli belime gitti. Silahı fark ettiğinde göz göze geldik.

 

“Kendimi korumam gerekiyordu. Ormanda çok fazla adam vardı. Birkaçını indirdim.” dedim rahatça.

 

“Peki. Yat ve dinlen biraz.” odadan çıktığında etrafa bakındım. Belli ki bu odada kimseler tarafından kullanılmamıştı. Pek bir şey bulamayacak olsam da elimi her yere attım. Yatağın altı, çekmeceler, boş ve rutubet kokan dolaba kadar. Evin kasvetli kokusu başımı ağrıtmıştı. Yatağın ucuna oturarak ceketimin cebindeki telefonu aldım. Hızlı bir şekilde mesaj atmam gerekiyordu.

 

Dört tane isim vardı ama hepsi kod adıydı!

 

Alaz

Baykuş

Şahin

Panter

 

İlk baştaki isime parmağım gitti. Pamir’in aralarından hangisi olduğunu asla bilmiyor ve tahmin edemiyordum şu durumda.

 

Siz: İçerideyim. Şimdilik güvendeyim.

 

🦇

Not ; Alaz, Türk ve Altay mitolojisinde ateş tanrısıdır.

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. 🖤

Loading...
0%