Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2 / koordinat ve farklı topraklar

@illaous

Keyifli okumalar. 💗🩷

instagram : illaous

🥀

Bir Derdim Var - mor ve ötesi

Lübnan ile annemin alakası kafamı karıştırıyordu. Mustafa ile odanın altına üstüne getirmiş ve ne bulduysak incelemiştik. Aklımın almayacağı o kadar çok detay vardı ki hepsi çok özenliydi. Sayılar, harfler ve fotoğraflar birer bilmece gibi diziliydi odada.

 

Bu odaya o kadar uzun zamandır girmiyordum ki dönüştüğü şekil beni tedirgin etmişti. Evden çıkmış dışarıda arabanın kaputuna yaslanmıştım. Kollarımı belime dolayarak kafamdaki soru işaretlerini çözmeye çalışıyordum.

 

Düşün Alev, düşün. Sen zeki kızsın ve çözemeyeceğin bir şey değil.

 

“Abla? Hadi, gitmiyor muyuz?” Mustafa’nın sesi ile irkilerek kafamı salladım. Evi bulduğumuz gibi bırakıp, ayrılmak bizim yararımızaydı.

 

Arabaya bindikten sonra ikimizde konuşmadık. Mustafa’nın sessizliğe büründüğü nadir anlardan biriydi. O, sadece endişelendiğinde sessizleşir ve stresten midesi bulanana kadar kafasında tilkiler koşuştururdu. Kardeşim bana nazaran daha stresli ve duygusal yapıya sahipti. Böyle yaptıkça onu daha çok koruyarak yanında olmak istiyordum. Yara almamasını, üzülerek yıpranmamasını istiyordum. Babamdan sonra ki kıymetlimi kaybetmekten korkuyordum.

 

“Mustafa tırnaklarını koparmayı bırakacak mısın?” diye sordum. “Yoksa eskiden olduğu gibi tırnaklarına acı oje sürerim.” gülümsemeye çalışarak göz ucuyla baktım.

 

“Abla o zaman küçüktüm. Ve tırnağımı yemiyorum, biraz koparttım sadece.” dedi. Gerginliği ses tonuna yansımıştı. Sert sesinin yerine daha endişeli bir ses gelmiş ve yumuşamıştı.

 

“Bu hala oje sürdüğüm gerçeğini değiştirmeez.” diye şarkı söyler gibi uzatmıştım son kelimemi.

 

Sinirle bana döndü. “Ya böyle şeyleri söylemesen olur mu? Başka biri duysa gerçekten renki oje falan sürdüğünü sanacak. Beni rezil etme abla.” yavaş yavaş fabrika ayarlarına dönünce gülümseyerek sağ elimi saçlarına attım. Benim canımın içini gergin görünce içim rahat etmiyordu. Ne kadar kedi ve köpek gibi olsak, ne kadar onu yerden yere vursam da - gerçek anlamda hemde, o benim için hep küçük ve yaramaz erkek kardeşim olarak kalacaktı. Canı yansa canım yanardı. Ağlasa, onu ağlatanı ağlatırdım. Yeri geldiğinde kulağını çekmeyi de öğrenmiştim.

 

Evime geldiğimizde arabayı park ederek çevreye bakındım. Annemin kaybolmasının ardından ne olur ne olmaz diye tetikte olmalıydım. Evim orta halli bir mahallede, güvenliği dozunda olan bir yerdeydi. Ama bu asla arkama sorumsuzca yaslanabileceğim anlamına gelmiyordu. Mustafa apartmana adımını attığında seslendim.

 

“Sen geç arkama.” diyerek apartman kapısından dikkatlice girdim. Alt kata inen merdiveni dikkatlice izledikten sonra yukarıya çıkan merdivene baktım. Asansör düğmesine basıp etrafı incelemeye devam ettim.

 

Her an her şey olabilir. Sesler, izler ve ruhlar. Her yerdeler. Nefesimde, tenimde, zihnimde…

 

Tiz bir sesle asansör açıldığında Mustafa’yı bindirdikten sonra bindim. Dördüncü katı tuşladıktan sonra Mustafa’ya baktım. Bacağını sallıyor aynadan kendine bakıyordu. Aynı tiz sesle asansör açıldığında dikkatle indim. Karşı komşumun kapısını inceledim. Her sabah çıkmadan bir farklılık olup olmadığına dikkat ederdim. Ayakkabılık, boş ve eskimiş saksı, paspas… Hepsi normal gözüküyordu. Merdivenlere göz gezdirdikten sonra anahtarımı çıkarttım.

 

“Çişim geldi. Biraz daha oyalanırsan salacağım valla abla.” Kapıyı açacağım sırada Mustafa’nın sesi ile derin bir iç çektim.

 

“Südüklüsün zaten.”

 

Kapıyı açtıktan sonra ışıkları açıp içeri geçtim. Havasız ev kokusu bizi karşılarken Mustafa ayakkabılarını etrafa saçarak tuvalete koştu. Bıraktığı pislikle çığlık atmamak için kendimi zor tuttum.

 

Ayakkabılarını kenara atıp kapıyı kapattım. Salona geçerek bilgisayarımı açtım. Yapılacak ve araştırılacak çok şey vardı. Mustafa gelmeden önce ufak bir konuşma yapmam gerekiyordu. Telefonumu çıkartarak Volkan’ı aradım. Açması o kadar uzun sürüyordu ki geriliyordum.

 

“Hayırlı geceler Patron ama mesai saati dışında çalışmıyorum.” dedi dümdüz bir tonda.

 

“Kedi’yi araştırman lazım. Son zamanlarda kendisi ya da adamları etrafımızda dolaşmış mı, öğren. Aciliyeti var yoksa anlaşmamıza sadık kaldığımı biliyorsun.” dedim sakin bir şekilde.

 

Volkan ile anlaşmamız sevgilisine daha çok vakit ayırabilsin diyeydi. İlk defa onu seven biri vardı ve bunun üstüne gölge gibi çökemezdim. Volkan, benim kan bağım olmayan can kardeşimdi. Ve o bu kadar sevilirken tadını çıkartmalıydı. Akşamları onu aramayacaktım, o da gündüzleri salonda benim iş yükümü hafifletecekti. En önemli madde de şuydu; Onun Hatay dürümlerini yiyebilirdim. Onu en alıcı yerinden vurmuştum.

 

Telefonun diğer ucundan bir ses geldi. “Sıkıntı nedir?”

 

“Aslında sıkıntı yok.” dedim.

 

“Bize ne o zaman?” diye umursamaz bir tavır sergiledi.

 

“Etrafımda dolandığından şüphelendim. Uzun süredir de sessiz. Burnumda kötü kokular var Volkan.”

 

“Patron, adamın mekanını dağıttık. Üstüne polislerle işbirliği yaptık. Mekan mekan onları bastık. İllegal yoldan adamın boğazına çöktün. Hani sessiz olmasın da biz mi sessiz olalım?” dedi seslice.

 

Az buçuk haklıydı. “Tamam. Yine de kontrol et.”

 

“Ederim.”

 

“Teşekkür ederim.”

 

“Rica ederim Patron. Allah rahatlık versin.”

 

Telefonu kapatarak koltuğun üstüne bıraktım. Annemi arayıp aramamak arasında kalmıştım. Mustafa salona girdiğinde ıslak ellerini üstüne sürüyordu. İğrenerek kaşlarımı çattım. “O kadar pasaklısın ki midem bulanıyor senden. Koltuğuma oturma. Üstünü değiştir.” dedim ayağa kalkarak.

 

“Sebep neydi?” dediğinde üstüne doğru yürürken, ters ters salondan çıktı.

 

“Banyo yap. Kim bilir bugün nerelere girdin çıktın? Ayrıca havlu kullanmayı öğrenemedin mi?”

 

“Havlun yoktu.”

 

“Dolaba baksaydın.” dedim.

 

Onu banyoya yolladıktan sonra kıyafetlerimi daha rahatları ile değiştirerek salona geçtim. Fotoğrafların hepsini bilgisayara aktardıktan sonra tek tek incelemeye koyuldum. O kadar çok şehir vardı ki bunlara ne ara gittiğini kavrayamadım.

 

Fransa, Yunanistan, Afganistan ve Mısır. Birininden alakasız daha nicesi. Hepsini tarihlerine göre sıraladım. Tarihlerle uyan birkaç belgeyi dosyalamaya çalıştım. Belgelerin hepsi farklı dillerdeydi. Türkçe belgeler ise genel olarak kimya bilgileri içeriyordu. Türkçe olan belgeleri bir dosyada toplayarak birini açtım.

 

Kimyadan hiçbir şey anlamıyordum ama bir sayfada o kadar çok şey vardı ki sanki bambaşka bir dilmiş gibiydi. Tek anlayabildiğim şey bazı periyodik tablodan eklenen şeylerdi. Hepsinin altında annemin imzası vardı.

 

Başlangıç tarihleri, deney tarihleri hepsi belgeliydi ama sonuçlara gelince bomboş satırlardan ibaretti.

 

Sayısal zekaya sahip olmak başka bir şey olmalıydı. Benim aksime annem inanılmaz iyiydi bu konularda.

 

En yakın tarihte Lübnan vardı. Oraya gitmiş olma ihtimali aşırı saçma ve bir o kadar da doğruymuş gibi geliyordu.

 

“Bu ülkeye neden gider ki bir insan? Ayağını atsa pişman olur.” diye söylenirken telefonuma gelen iki bildirimle dikkatim dağıldı.

 

Annemden iki mesaj almıştım.

 

Annem: Alev, birkaç günlüğüne şehir dışındayım. Liseden bir arkadaşımın annesi vefat etmiş. Ziyarete geldim. Çok ani ayrıldığım için haber veremedim. Merak etmeyin, yakında gelirim.

 

Mustafa’ya iyi bak.

 

Mesajlar çok normaldi ama tek fark gitmeden önce değil gittikten sonra atılmış olmasıydı. Hiçbir zaman annem mesaj atmadan şehirden ya da ülkeden ayrılmazdı. Mustafa ile mutlaka vedalaşırdı. Bu sefer ters gitmesinin sebebini cenazeye bağlayamıyordum. Çünkü annemin liseden arkadaşının bile var olduğunu bilmiyordum.

 

Kendinle çeliştin ve ben seni yakaladım anne. Bir şey döndürüyorsun ya da döndürüyorlar. Ama ben de Alev’sem ortalığı ateşe vermeyi bilirim.

 

Mustafa ıslak saçları ile koltuğa oturarak bana baktı. “Buldun mu bir şeyler?” diye sordu.

 

Kafamı olumsuz bir şekilde salladım. “Volkan’dan haber bekliyorum. Gelir gelmez planımı ayarlayacağım.” mesaj konusunu açıp açmamak hakkında kararsızdım. O da bu konuda şüphelenecekti. Aslında ikinci bir beyin fena olmazdı.

 

Telefonumu uzatarak mesajları okumasını sağladım. Okurken kaşları çatılırken ağzı açılıp duruyordu. “Abla bu kadın neyden bahsediyor? Bu mesajı tanıdığımız Canan yazmış olamaz.” dedi ayağa kalkarak.

 

“Biliyorum ama şu anda ani hareketler yapamayız. Otur.” sakince elimle koltuğu işaret ettim.

 

“Nasıl oturayım? Bi’ boklar döndüğü ortada. Bizim annemiz olan Canan her şeyi dakikasında halleder öyle işine başlar. Haber verir ve gider. 20 yıldır bu böyle değil mi?” sorusunda haklıydı. Kafamı sallayarak onu onayladım. “E gözünü seveyim abla, haklıysam nasıl bu kadar sakinsin?”

 

“Ne yapmamı bekliyorsun? Her yeri anlık bir kararla yakıp yıkmamı mı? Akıllıca ve planlıca hareket etmezsek kazanacağımız savaşı…

 

“… Kaybederiz.” diye tamamladı. Bu babamın bize söylediği bir cümleydi, öğüttü. “Haklısın. Öyle yapmalıyız.” diyerek oturdu. Babamı hatırladıkça sakinleşerek köşesine sinerdi. Bende bunu yapmak isterdim ama güçlü kalmam gerekiyordu.

 

Ağlama Alev. Sen büyüksün kardeşini koruyup kolla.

 

Dediler.

 

Sende hiç duygu yok mu? Ağlamaz mısın?

 

Diye sonra sordular.

 

Bir anda beni büyümeye mecbur bıraktıklarını hiç fark etmediler. Bende hiç küçük Alev’i kucaklamadım. Unuttum. Arınamadım. İçimde harlanmayı bekleyen bir kıvılcım vardı ama ona da her seferinde su döktüm. Sönmüş olabilirdi.

 

“Merak etme. Ben halledeceğim.” dedim sakince.

 

Bana buğulu gözlerle baktı. “Sen hep bir şeyleri hallediyorsun zaten abla. Buna hiç şüphemiz yok.” dedi sesi titrerken.

 

Yanına giderek oturdum. Göğsüme kafasını yaslayarak ağlamaya başladı. Erkekler büyüse de ağlayabilirdi. Mustafa büyüdü ama içindeki çocuk çok korkaktı. Her seferinde korkusu büyüdü. Kaygılandı. Ağladı. Duygulara yenik düştü. Bir erkek sadece kendini rahat hissettiği kişilerin yanında ağlayabilirdi. Annemin yanında bile hiç ağlamadı Mustafa. Benim yanımda o minik kardeş oluyordu.

 

“Kalk hadi. Çözmemiz gereken bir konu var.” diyerek kalktım. “Açsan bir şeyler hazırlayalım. Sonra da işe koyulalım.” diyerek mutfağa geçtim.

 

Tüm bir gece yemek, bilgisayar, kahve ve sayılarla geçmişti. Volkan gecenin üçünde bana Kedi ile ilgili hiçbir ilgisi olmadığını söyleyince işler daha da karmaşıklaşmıştı. Anneme, benim düşmanlarım bir şey yapmamıştı anlaşılan. Olay bambaşkaydı.

 

Sabah altı gibi artık gözlerim yavaştan kapanıyordu. Tüm gece ayaktaydım. Her an kapım kırılacak ve sokaktan birileri evime girecek diye düşünüp durdum. Olayları çözdüğümüzde üzerimize düşen ağırlıkla kalakalmıştık.

 

Yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Çünkü annemiz Lübnan’daydı. Bu şoku hala atlatamıyordum ama uykusuzluk da canımı acıtıyordu. Başım ısınmış ve gözlerim sulanmıştı. Masanın başında dışarıyı izliyordum. Daha doğrusu gözlerimi açık tutmaya çalışıyordum.

 

Kafamı sandalyeye yaslayarak dünyanın ne kadar sessiz oluşunu fark ettim. Sabah saatlerinin huzurunu…

 

Odanın ortasında çalan trompet sesine ayağa fırlamıştım. Silahıma elimi atarak ayağa kalktım. Uykumdan nasıl kalktığımı anlayamamıştım. Mustafa uyandığında alarmını kapatarak bana baktı. Uyku mahmurluğu ile tekrardan kafasını yastığa koydu.

 

Telefon alarmı ödümü patlatmıştı.

 

Sandalyeme oturarak sakinleşmeye çalıştım. Önümdeki plana bakarak saçlarımda elimi gezdirdim. Ne olup bittiğini öğrenmek için Lübnan’a gidecektik ama bu tabii ki zorlu olacaktı. Hiç bilmediğimiz bir yer, dil, kültür… Anlaşabileceğimizi düşünmüyordum bile. Telefonum çalınca kocaman esneyerek açtım.

 

“Efendim Volkan?” uykulu bir sesle konuşurken kendimi salondaki diğer koltuğa attım dayanamayarak.

 

“Lübnan işinde ciddi misin sen? Her şeyi zor da olsa hallettim. Ama hala inanmıyorum.” dedi.

 

Kafamı koyduğum yastı düzeltirken, “Hiç olmadığım kadar ciddiyim.” dedim. “Oraya gideceğim.”

 

“Gideceğiz.” diye Volkan ve Mustafa aynı anda beni düzelttiler.

 

Şaşkınlıkla bakarken esnedim. “Bunu konuşabilecek durumda değilim. İlk önce uykumu almam lazım. Öğleden sonra görüşürüz.” telefonu kapatarak yastığın altına koydum. “Uyandıysan camın önüne geç ve anormal bir şey görür ya da duyarsan beni uyandır.” diye uyardım Mustafa’yı.

 

Kafasını sallayarak camın önüne geçerek dikilmeye başladı. Kendimi artık uykunun kollarına bırakmak zorundaydım. Bedenim dayanamıyordu ve dayanmak da istemiyordum.

 

🥀

 

Beş gün sonra.

 

Gözümü menemen ve Topal şarkısına açmıştım birkaç saat önce. Mustafa’ya verdiğim göreve sadık kalma süresi bu kadardı. Ona sabahladığım günler uyuduğumda etrafa göz kulak olması için görev vermiştim. Lakin hiç şaşırtmıyordu. Her sabah farklı bir Ankara havası ile uyanıyordum. Delirmek üzereydim beş gündür. Sabah sabah inanın “Seni gidi Topaal…” diye uyanmak tam bir işkenceydi. Hala kulaklarımda çınlıyordu. Sakız gibi aklıma takılmıştı.

 

Yanıma ihtiyacım olabilecek ne var ve ne alsam diye düşünüp hiçbir şey almama kararı aldım. Ne kadar eşyam olursa o kadar ayak bağıydı. Silahımı bırakmak istemesem de buna mecburdum. O ülkeye ayak bastıktan sonra bir silah temin edecektim. Volkan nasıl oldu da bunu halletti bilmiyordum ama teşekkürü sonraya bırakacaktım.

 

Silahımı evdeki kasaya bıraktım.

 

Keşke elimi hiç sürmeseydim. Alıştırmasaydım. Dünyanın en iğrenç şeyi. Canımı korumak zorunda kalmasam bu pisliğe sahip olmak istemezdim.

 

Kendime gelerek hazırlandım. Mustafa da hazır olduğunda salonun yolunu tuttuk. Nasıl oldu bir fikrim yoktu ama ikisi de benimle geliyordu. Herhangi bir tehlike anında Volkan kendini savunurdu ama Mustafa konusunda asla emin değildim. Spor salonundan Volkan’ı da alarak havalimanına doğru yola koyulduk. Sorduğu tüm sorulardan kaçtık. Nasıl söylenirdi ki böyle bir şey? Annemin Lübnan’a kaçtığını düşünüyoruz ve peşinden gitmeliyiz mi? Ya da, Annemiz şaibeli bir şekilde o topraklarda, diyebilir miyiz? Asla.

 

Anlatması güç bir durumdu ve biz de bunu hala çözememiştik. Elimde somut olarak bir şey yoktu çözebildiğim. Lakin en sonunda bunun ne olduğunu anlatacaktım. Yardımcı olması için mecburdum.

 

“Beyrut’a geçtikten sonra silahları nasıl alacağız?” diye sordum Volkan’a. Kaçamak bir bakış atarak sarı saçlarını düzeltti.

 

“E bizim de kendimize göre yöntemlerimiz var Patron. Rahatta kal.” diyerek güldü.

 

“Ne ara bu kadar gevşek davranmaya başladın sen?”

 

Soruma karşılık boğazını temizledi. “Şu andan itibaren. Adrenalin kanımda atıyor. En sevdiğim şeyi yapmaya gidiyormuşuz gibi.” dedi.

 

“Senin en sevdiğin şey vücudun değil mi? Ona nasıl edalı edalı baktığını görüyoruz.” dedim.

 

Mustafa arkadan atılarak, “Harbiden Abi. Senin en sevdiğin şey vücudun. Başka ne olabilir ki?” diyerek öne doğru yanaştı.

 

“Siz bilmezsiniz. Anlatmadım ama vakti gelince anlatırım. Şimdi yapacağımız şey Türkiye sınırını geçip Lübnan’a inebilmek.” dedi mantıklı konuşarak. Üstünde yine Milli Takım forması ve altında eşofman vardı. Bu formanın tüm sezon ürünlerini görebilirdiniz. Nereden temin ediyordu kim bilir? Çünkü ona verdiğim maaşla bu kadar çok formaya sahip olması mümkün değil gibi gözüküyordu. Kirada oturduğunu falan düşünürsek imkansızdı ama ilgilenmiyordum.

 

Havalimanına geldiğimizde arabayı bir kenara çektiğimde Jale’nin gelmesini bekledik. Arabayı buraya park edersek anamız ağlayabilirdi.

 

Topukluları ile pıtı pıtı koşarak Jale geliyordu. “Geldim geldim! Sevgili Kuşum ve diğerleri, hayırdır bensiz?” diye yanıma geldi. Sarılarak ona anahtarı teslim ettim.

 

Volkan göz devirdi. Mustafa ise yarı bir şekilde gülerek Jale’ye baktı. “Aman Prenses…” sessiz bir şekilde söyleyerek kafasını çevirdi. Jale umursamamazlıktan gelerek bana baktı.

 

“Her şeyi gelince anlatacağım. Ben yokken herkese göz kulak ol.” dedim.

 

“E maç ne olacak? Çok az kaldı. Gerçi valizleriniz de yok ama belli mi ne zaman döneceğiniz?” maça değinince bunu unuttuğum için kendime kızdım. Bu detayı kaçırmış olmak tüm moralimi bozmuştu.

 

“Maç günü gelmeden geliriz. Gelemezsek ne yapacağını biliyorsun. Size güveniyorum. Lütfen Jale, hepimiz için önemi ortada. Varını yoğunu ortaya koy. Ama yetişeceğim.” dedim. “Her neyse biraz daha durursak geç kalacağız. Kendine ve diğerlerine dikkat et.” son kez sarılarak vedalaştıktan sonra üçümüz içeriye geçtik.

 

Kan damarlarımda atıyordu sanki. O kadar heyecanlanmıştım ki ne yapacağımı bilemiyordum. İlk planımız sorunsuz bir şekilde o tarafa geçmekti. Ondan sonrası ise Volkan’a aitti.

 

Pasaport kontrolü falan derken işlerimiz az uzun sürmüştü. Uçağa geçtiğimizde gördüğüm manzara ile şok oldum. Çok farklı ve tek bir fenotipe sahip kadın-erkek vardı bu uçakta. Rahatsız bir şekilde uçaktaki koridor boyunca ilerleyerek çantamı yukarıya yerleştirdim. Koltuğa oturduktan sonra Mustafa ve Volkan yanıma yerleştiler. Volkan’a bir bakış atarak arkama yaslandım. Yolculuk boyunca rahatsız bir şekilde kıpranıp durmuştum.

 

Lübnan’a inişimizden sonra kontrolleri geçerek dışarıya baktım. Çok farklı bir yerdi burası. İçim sıkıntıyla dolarken Volkan ve Mustafa’yı bekledim. Onlar gelene kadar etrafı inceledim.

 

“Hadi gidelim.” diyerek önden yürümeye başlayan Volkan’a baktım.

 

“Nereye?”

 

“Nereye gidecekseniz oraya.” diye duraksayarak bize baktı.

 

Mustafa ile birbirimize bakındık. “Henüz bilmiyoruz.” diyerek omuzlarımı silktim.

 

Gözlerini ikimizin arasında gezdirdi. İnanamıyor gibi bize bakarken ellerini beline koyarak dudağını dişledi. Yapılı bir vücudu, sarı saçları ve ela gözleri ile çok dikkat çeken bir insandı. Ve inanılmaz bir şekilde her işi halledebiliyordu. Tanışma hikayemiz hiç normal olmayan bir şekildeydi. Sonradan da birbirimizi koruyup kollayan iki kardeş olmuştuk.

 

“Halledeceğim. İlk önce kalacak bir yer bulayım.” diyerek birine telefon etti. Burada tanıdığının olması biraz fazla garipti.

 

“Annemizi bulmak için bunu yaptığımıza inanamıyorum abla. Biz gerçekten sınır dışına çıktık.” hayretle gözlerini yerde bir noktaya kilitlemişti. “Ve bunun Ortadoğu’da bir yer olacağını hiç düşünmemiştim.” dedi.

 

“Olabilir bazen böyle şeyler.” insanları izlerken elimdeki hepimizin eşyasını sığdırdığımız tek sırt çantasını sırtıma attım.

 

“Bu benim ilkim ve bir Arap ülkesi. İnanamıyorum. Çok kötü bir başlangıç.” yüzü düşük bir şekilde bana döndü.

 

Elimi omuzuna attım. “Tatile gelmedik. O yüzden sayılmaz bu.” dedim rahat bir şekilde ama içim hiç rahat değildi.

 

Ağzını şaşkınlıkla açarak, “Bence de sayılmasın. Çok rahatsız edici.” dedi.

 

“Öyle düşünme. Belki iyidir… Umarım yani. Haberlerde gördüğümüz; insanların nefretler kustuğu, savaşın, silahların uçuştuğu, din, bambaşka hayatın olduğu bu yerde bulunmak…” sustum. “Gerçekten çok tuhaf. Ülkemin taşına toprağına kurban olurum.” dedim derin bir nefes alarak.

 

“Bende ablam, bende. Ülkemize gidince yeri öpeceğim. O değil de bu Volkan’ın avucunun içi gibi bilmesi tanıdıklarının olması işkillendiriyor beni. Sorgusuz sualsiz peşimize takılmasına izin verdik. Üstelik seninle aile sorunlarına kimseyi katmazdık!” dedi şiddetle.

 

Haklıydı. Kafamı salladım. “Biliyorum. Şeytan tüyü var şerefsizde. Kandım. Nasıl oldu anlamadım bile.” dedim. O gece soru sorarken bilgili olması, ikna edici konuşması gerçekten beni ikna etmişti. O anlık her şey çok doğru gibi gelmişti. Şimdi ise dikkatli olmanın zamanıydı.

 

🥀

 

Küçük ve eski bir eve gelmiştik. Volkan istediğim silahı bana verdiğinde temizlemeye koyulmuştum. Yapacağım her işi titizlikle yapmam lazımdı. Silahı elime yakıştırmıyordum ama onsuz burada gezinmem imkansızdı.

 

Mustafa silah istediğinde onun bu işten uzak durmasını istemiştim. Eline hiçbir zaman silah almak zorunda kalmamasını, kötü işlere bulaşmaması için çabalıyordum. Elimden geldiğince onun iyiliğini düşünüyordum. Volkan’a oturup her şeyi anlatmıştık. Eğer annemizi bulmak istiyorsak bunu yapmak zorundaydım. Tek başıma başarmam imkansızdı değildi ama yardım almaktan da zarar gelmezdi asla.

 

Volkan fotoğrafın arkasındaki rakamların aslında birer koordinat olduğunu söylemiş ve konumu çözmüştü. Sadece çok tenha bir yerde olduğunu ve çok dikkatli olmamız gerektiğini söylemişti. Korktuğumu belli etmemek için uğraşıyordum ama bu topraklara yabancıydım. Ne olabileceğini kestiremezdim. Hiçbir şey olmadan evime dönmek istiyordum.

 

Volkan ile 10 kilometre araba ile devam ettikten sonra gerisini yürüyerek devam edecektik. Ağaçlık alana girdiğimde etrafın sessizliği beni ürküttü. Silahlarımızı elimize alarak arazide kontrollü ve sırt sırta ilerliyorduk. Hava sıcak ve rahatsız ediciydi. Siyah giyinmiş olmanın dezavantajını üstüme çekiyordum.

 

Bir silah sesi duyunca Volkan’a baktım. Birini indirmişti. Sesi duyan bu tarafa gelecekti. Gözlerimiz buluştuğunda daha hızlı adımlarla ilerleyerek izimizi kaybettirmeye çalıştık.

 

“Kendimize güvenli bir yer bulmamız lazım.” dedi Volkan. “Bu sıcakta ilerlemen mümkün değil. Boncuk boncuk ter akıtıyorsun.”

 

Sol elimin tersi ile alnımı sildim. “Devam edebilirim. İşimizi halledelim hemen.” ilerlerken gözlerimi her yerde gezdirmeye çalışıyordum.

 

“Yürüme mesafemiz çok ve şimdi peşimize düşmüşlerdir bile. Kendimizi güvenceye alıp ikindiden sonra devam edelim.” dedi. Haklı gibiydi.

 

Kafamı sallayarak onu onayladım. Şu an korktuğum için de terliyordum. Ormanda hiç silahla dolaşmamıştım çünkü!

 

Bir saatten fazla yürüdükten sonra bir kulübe gördüğümde sırıtarak sessizce Volkan’ın omuzunu dürterek işaret ettim. Kulübeye bakarak bakışları ile bana onay verdi. Silahımı temkinli bir şekilde tutarak derin bir nefes aldım. Yavaş ve emin adımlarla kulübeye yürüyerek iki yanına ayrıldık. Arkayı kontrol ederek ön tarafına geçtiğimizde kapıyı açması için onu korumak adına etrafı kontrol etmeye başladım.

 

Kapıyı ittirerek sessizce açtı. İçeriye girip kontrol ettikten sonra peşinden girdim. Her yer temiz gözüküyordu ama kulübe için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Toz ve pislik içerisindeydi. Bir sandalyeye oturarak kendime gelmeye çalıştım. Fazla gelmiş gibi hissediyordum. Çok hızlı gelişmişti, pek düşünmeye vakit ayırmamıştım.

 

Oyun çoktan başlamıştı.

 

Saatler sonra bir telefonla Volkan dışarıya çıktı. Hava kararmış ve serinlemişti. Tamamen dinlenmiş ve toparlanmış hissediyordum. O dışarıda konuşmasını hallederken camdan etrafı izlemeye başladım. Her an bambaşka bir olaya dahil olacakmışım gibi geliyordu. Delirmiş olmalıydım.

 

Çıt. Çıt.

 

Seslerle kafamı çevirerek küçük odadan yavaşça çıktım. Silahımı öne doğru doğrultarak yavaş adımlarla ilerliyordum. Birinin geldiğine kesinlikle emindim. Küçük odadan çıktığımda ikimiz de birbirimize silahlarımızı doğrultmuştuk. Hava karanlığından dolayı pek bir şey seçemiyordum. Silahı kendinden çok emin bir şekilde tutuyordu.

 

“Bırak silahı.” dedim. Anlık olarak ağzımdan çıkmıştı ama bu özgüvenin nereden geldiğini bilmiyordum. Ve bildiğim tek dil kendi dilimdi. Anladığından da şüpheliydim. Hiç tepki vermedi. “Düştüğüm duruma bak…” diye içimden geçirirken gülümsedi. Gülümserken silahını hala çok dikkatli tutuyordu.

Dakikalarca birbirimizin üzerinden gözlerimizi ayırmadık. Üzerinde yelek olduğunu seçtiğim bir şey vardı. Herhangi bir arma ya da başka bir şey göremediğim için ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Kollarım yorulmaya başlamıştı. Sinirlendiğimde anlık olarak dikkatim dağılmıştı. Bunu fırsat bilerek elimdeki silahı düşürmeme sebep oldu. Hareketlerini takip ederek silahından kaçarak bedenine ulaşmaya çalıştım.

 

Kahretsin ki çok iyiydi. Dinamiği fazla iyiydi hatta.

 

Silahını sert bir ayak darbesi ile yere düşürdüğünde hemen ayağımda üzerine basıp arkama doğru ittim. Pozisyonumu alarak gözlerimi gözlerine kilitlemeye çalıştım. Hamlesinden çok gözlerine odaklanmam gerekiyordu.

 

Rakibini gözlerinle devir kızım.

 

Babamın sesini kulaklarımda duyar gibi olduğumda yumruklarımı daha da sıktım. Bana yaklaştığında savunmaya geçtim. Yumruklarının altı boş değildi. Uzun ve kaslı biriydi. Ona kıyasla daha zayıftım hatta kısaydım da. Kaçabilmiştim ve aynı zamanda paslandığımı fark etmiştim. Kendimi toparlayarak savunmadan çıktım. Sağ yumruğumu çenesi ile buluşturduğumda sıra bendeydi.

 

Beraber bu küçük kulübenin koridordunu ve odasını boks ringine dönüştürmüştük. Beni duvarla arasına aldığında nefes nefeseydik. Saçlarım açılmış ve terden yüzüme yapışmıştı.

 

“Seni mahvedeceğim.” dedim sinirle dişlerimin arasından konuşarak.

 

“Sabırsızlıkla bekliyorum.” dedi muzip gülümsemesi ile birlikte. Sesini duyduğumda şok olmuştum. Başından beri beni anlaması ve şu gülüşü sinirlenmeme sebep olmuştu.

 

“Yüzünü dağıttığımda da bu şekilde gülmezsen çok üzülürüm.” dedim sakince.

 

Duraksadı. “Üzülmene gerek kalmayacak.”

 

Gözlerini yakından görme fırsatım olduğu için iyice baktım. Kapkara gözüküyordu her şey. Kendimi toplayarak bacağımla karın boşluğuna vurarak kollarının arasından sıyrıldım. Kollarını tutarak ters çevirmiştim. Bacaklarının arkasına vurarak yere diz çöktüğünde gülmeye devam ediyordu.

 

Arkasından kulağına eğilerek fısıldadım. “İyi dövüşüyorsun. Karşındaki kadına yenildin. Yapı kadar kuvvet de önemli.” saçlarım boynunu gıdıklıyor ve nefeslerimiz düzensiz bir şekilde birbirine karışıyordu. Durumu fark ederek ondan uzaklaşarak kollarını tutmaya devam ettim. Gariptir ki direnmiyordu.

 

“Alev!” diye içeri Volkan girdiğinde gözlerim onu buldu. “Pamir?” diye önümdeki adama seslendiğinde şaşkınlıkla ikisine baktım. “Neler dönüyor burada?” dedi seslice.

 

“Benim sormam gerekiyor bunu. Pamir de kim?” dedim sinirle.

 

Adının öğrendiğim Pamir ellerimden kurtularak ayağa kalktı. “Memnun oldum Alev.” dedi umursamaz bir tavırla. Elini uzattığında gözlerimi devirerek Volkan’a baktım.

 

“Değişik bir tanışma olmuş sanırım.” Volkan’ı paramparça etmemek için kendimi çok zor tutuyordum.

🥀

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Yorumlarınız ve oylarınız benim için çok önemli. 💗 Yavaş yavaş konuyu açmak istiyorum. Biraz sabredin lütfen.

Loading...
0%