Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm: Kraliyet Arması

@illtakeaquietlife

 

Günler o günün ardından su gibi, hissettirmeden akıp geçmişti, her geçen gün aklımdaki düşünceler beynimi daha az rahatsız etse de cevaplanmamış sorular her hatırlandığında ilk günkü kadar zihnimi oyalardı. Bu yüzden beni ilgilendirmese bile merak ettiğim soruların cevaplarına ulaşmaya çalışma gibi alışkanlıklarım vardı.

Yanlışlıkta işaret parmağıma batırdığım iğne ile acıyla ağzımdan kısık bir inilti döküldü, annemin kahvelerinin üzerime dikildiğini hissedince de yüz ifademi düzeltip elimdeki örgüye dikkatimi verdim, anneme göre hafta sonumu kafa dağıtmak için örgü yaparak geçirmeliydim. Ama bu beynimi uyuşturmayı bırak daha kötüsü her yeşil ipliği iğneye doladığımda odağımı kaybederek düşüncelerimde boğulmamı sağlıyordu.

Neden orada kimse yardım etmemişti ki? Yaralı bir kızdan korkuyor olamazlardı ya?

Annem elimdeki küçük, damla şeklindeki kanı fark ettiğinde elimdeki ancak yarısına kadar getirebildiğim atkıyı iğneyle birlikte aldı, itiraz edeceğim sırada ise sözümü keserek konuşmaya başladı.

“Git yıka elini, sonra da odamdaki çekmecede yara bantları olacak. Hallettiğinde gel sana birşey göstereceğim.” Sert ses tonu tereddüte yer bırakmıyordu, sakin adımlarda dediklerini yapmaya gittim.

Geri geldiğimde elinde benim kullandığım uzun iğne yerine daha kalın bir şiş duruyordu ve ellerinin hızlı hareketleriyle çoğunu bitirmişti. Karşısındaki kanepeye oturup annemi incelemeye başladım. Göz kapakları ve yanakları hafif aşağıya çökmüş, güldüğünde gözlerinin etrafında beliren kırışıklıklar ve siyah saçlarının diplerindeki hafif beyazlar yaşanmışlıklarını ele veriyordu. İnce kaşlarını çatmış, yaptığı işe odaklanmıştı ama yapıyor olmak için değil, bir an önce bitirmek için örüyordu.

Elindeki koyu yeşil atkıyı bana uzatmadan önce saçaklarını çekiştirerek görüntüsünü daha hoş kılmıştı, alıp kucağıma yerleştirdiğimde cebinden çıkardığı bir mektup kaşlarımı havalandırdı. Mektup çoğu mektubun aksine yepyeni bir kağıttan yapılmış, yıpranmamıştı. Onu da elime tutuşturduğunda mektubun üzerinde gördüğüm kraliyet arması yutkunmama sebep oldu, küçük bir dağ sembolünün üzerindeki sarı güneşi çevreleyen taç. Ve onun etrafında bir şahininkini andıran beyaz kanatlar.

Kral Cyrendorr’un yırtık mührü ise annemin mektubu çoktan okuduğunun göstergesiydi. Evet, kral ve kraliçe her ne olursa olsun krallığın ismini soyadı almak zorundaydı, bunu bazı kişiler bir üstünlük göstergesi olarak düşünse de krallığın dört bir yanında farklı farklı söylentiler vardı.

Kapıdı çekiştirip kralın olduğuna emin olduğum ince el yazısını okumaya başladım.

“Sayın Hekimimiz Bayan White.

Size bu mesleğinizdeki başarınız için iç gönülden tebriklerimi sunuyorum. Halkımdan birini kurtarmanız sarayda yankı uyandırmadı desem yalan olur. Sözü kısa tutmak gerekirse geçen haftalarda saray hekimimiz bay Grace’i kaybetmiş bulunmaktayız, kendisi tüm hayatını mesleğine adamış onurlu bir adamdı. Şu aralar ise saray doktorumuzun eksikliğini daha derinden hissetmeye başladık, size teklifim, bu sarayda çalışmaya başlamanız yönünde. Sürekli gidip gelemeyeceğiniz için de size buradan bir misafir odası ayırtacağımdan ve şu an almakta olduğunuz paranın üç katını kazanacağınızdan şüpheniz olmasın. Sessizliğinizi bu teklifimi kabul etmiş olarak anlayacağım, yarın öğlende bir at arabası evinizin önüne sizi almaya gönderilecek. Eğer reddediyorsanız da bunu bana bir mektup göndererek bildirebilirsiniz.

Saygılarla, Kral Cyrendorr.”

Dişlerimi dudaklarıma geçirerek anneme baktım, buruk bakışlarla tepkimi izliyordu ama benim için hangisi iyiyse onu yapmamı isteyeceğinden emindim. Aslında onu bırakmamamı içten içe istememesinin asıl ana sebebi özlem değildi, onu biliyordum. Annemin bana anlattığına göre babam öldüğünde ben 3 yaşındaymışım, her ne kadar üzülmesin diye sormaya çekinsem bile ben her sorduğumda sorularıma cevap verirdi. Babam da ben daha bebekken bile sarayda çalışıyormuş, belirli bir işi yokmuş, bazen kralın asistanı olduğu oluyor, bazen ise savaşlarda fikir belirtip komutanların yanında duruyormuş. Ne zaman nasıl öldüğünü sorsam sadece sarayda olduğunu söyleyip geçiştirmişti. Şimdi ise bu mektup ona geçmişte yaşadığı korkuları yüzüne tekrar vurmuştu. Gitmek istiyor muydum? Evet. Beni durduran neydi? Karşımda oturup beni izleyen kadın.

Uzun süre ne o konuştu ne ben, kafamı yavaşça sağa doğru yatırıp yüzüme masum bir ifade takındım, beni anlayacağını biliyordum. “Gitmek istediğimi biliyorsun, endişelerini anlıyorum ama bu benim şansım, kazanacağım parayla daha iyi şartlarda yaşayacağımızı biliyorsun.”

Beni kelimelersiz de anladı, her zamanki gibi. Yavaşça kafasını aşağı yukarı sallayarak bana içimi ısıtan bir gülümseme sundu. Ben heyecanla odama doğru ilerlerken arkamdan seslendi. “Dikkatli olman şartıyla! Bu adama hiç güvenmiyorum.” Bahsettiği kişi kraldan başkası değildi.

Loading...
0%