@ilydacinar
|
Beğenip yorum yapıııınnn Öyle ki o ikisinin bir anda durup başka bir yere baktıklarını bile sadece Harry'nin kolunu yakaladığımda fark edebilmiştim. Onların baktıkları yere baktığımda gözlerimi kocaman açıp ağzımdan tamamlanmamış bir küfür savurdum. "Ananı-..." Tam karşımızda duran kişi Sihir Bakanı'nın ta kendisiydi. Cornelius Fudge. Hemen yanında ise Arthur Weasley duruyordu. Cornelius sert adımlarla yanımıza geldiğinde korkudan küçük dilimi yutmak üzereydim. Harry ve ben birbirimizi bırakıp daha dik durmaya çalıştık. Cornelius tam önümüzde durduğunda yüzünü inceledim. O kadar sertti ki, karşısında biri ölse asla tepki bile vermezdi.. Tam Sirius'un kolunu tutup çekiştirecektim ki Sihir Bakanı birden gülümseyip elini uzattı. "Remus, seni burda görmek ne güzel" Ne zaman tutuğumu bile bilmediğim nefesi verdiğimde Harry'nin de aynı şekilde olduğunu gördüm. Sirius ilk başta affallasa da hemen kendine gelip elini uzattı. "Ve sizide burda görmek bizim için büyük bir sürpriz Sayın Bakanım.." Cornelius hafifçe gülümseyip konuştu. "Aslında buraya seninle konuşmaya gelmiştim" dedi ve Sirius'u omzundan tutup biraz uzaklaşmaya başladı Onlar uzaklaşınca hızla Arthur'a döndük. "Bay Weasley! Onun burda ne işi var!?" Diye fısıldadı Harry "Oh endişelenmeyin çocuklar, Sihir Bakanı, Remus'a daha önce sunduğu teklifi tekrar sunmak için geldi" dedi güler yüzle. "İyi de o Remus değil!" Bay Weasley kaşlarını çatıp bize baktı. Sesimi daha da alçaltıp açıklama yaptım. "Ordaki Sirius, bizimle vakit geçirmek için çok özlü iksirle Remus'a dönüştü ve birazdan iksirin etkisi geçecek!" Bay Weasley telaşla doğruldu ve Sirius'a baktı. Saçları giderek siyahlaşan Sirius'a.. Üçümüzde hemen bir şeyler yapmazsak sonuçlarının çok kötü olacağını biliyorduk. Harry ve ben birbirimize bakıp hızla Sirius'a koştuk. "Remus! Biz çok acıktık hadi yemeğe gidelim!" Diye salladım bir şeyler. "Durun çocuklar, yemek bir iki daha bekleyebilir, şimdi Remus'la önemli bir meseleyi koşmam gerekiyor" "Hayır olmaz!" Diye bağırdım birden. Cornelius kaşlarını çatıp bana baktı. Bu ani çıkışımın nedenini merak etmişti. Harry duruma el atıp beni kenara çekti ve konuşmaya başladı. "Afedersiniz Sayın Bakanım, Y/N acıkınca gözü dönüyor da," dedi Sirius'un kolundan tutup kendine çekerken ve devam etti "tüm insanlığın iyiliği için onu hemen şimdi yemeğe götürmemiz gerekiyor" "Ah ne kadar güzel, gidelim o halde, hem yemek esnasında da bu konuyu rahat rahat konuşuruz" dedi önden yürümeye başlayarak. "Olmaz!" Sihir Bakanı olduğu yerde kalıp bir bana bir Harry'e bakmaya başladı "Neden olmaz?" "Eee şöyle olmaz, Y/N'nin yemek konusunda tuhaf takıntıları var" duraksadı ve iğrenir gibi yüzünü buruşturup devam etti "ve inanın bana onu yemek yerken görmeseniz daha iyi olur.." Cidden buna gerek var mıydı der gibi Harry'e baktım. O sırada da Bay Weasley araya girmişti. "Bakanım, isterseniz daha müsait bir zamanda tekrar gelelim, görünüşe göre Remus şu anda biraz meşgul" Sirius paltosunun şapkasını takmıştı çünkü saçları ciddi anlamda uzayıp siyahlaşmıştı. Burda biraz daha oyalanırsak foyamız ortaya çıkacaktı. Zaten boyu da giderek küçülmeye başlamıştı. Cornelius anlamaz gözlerle bir bize bir Bay Weasley'e bakıp konuştu. "Eh, madem öyle diyorsunuz, peki öyleyse," dedi ve elini uzatıp devam etti "daha sonra müsait ve Y/N'nin tok olduğu bir zamanda tekrar görüşürüz Remus" Sirius hızla elini uzatıp bir saniyeliğine el sıkıştıktan sonra üçümüzde koşarak ordan uzaklaştık. Dönme dolabın arkasına saklandığımızda Sirius eski haline dönerken Harry ve ben de hızla etrafı kolaçan ettik. İksirin etkisi artık tam anlamıyla geçmişti. İkimizde Sirius'un yanına gidip önünü kapadık. "Hemen eve dönmemiz gerek, Cornelius hâlâ buralarda olabilir" dedim panikle Sirius hızla etrafına bakıp bize elini uzattı. Elini tuttuğumuz anda Grimmauld Meydanı 12 Numara'ya ışınlandık. Kapıdan içeri geçtiğimizde bizi Remus karşıladı. Üçümüzde kendimizi salona zor attık. Herkes salondaydı zaten. "Ee anlatın bakalım, gününüz nasıl geçti?" "Sihir bakanıyla karşılamamız dışında herşey harikaydı!" Dedim histerik bir sinirle Herkes fal taşı gibi açılmış gözlerle bize baktı. Remus ise şok olmuş bir şekilde konuştu. "Sihir Bakanı mı!? Merlin aşkına sizin olaysız bir gününüz olmicak mı!?" "İki Black ve bir Potter'ı aynı anda yan yan dışarıya salıyorsun ve olaysız bir gün geçirmemizi mi bekliyorsun!?" Sirius ufak bir kaş hareketi ile 'haklı' manasına gelen bir işaret yaptı. "Hem ayrıca, Sihir Bakanı neden seninle konuşmak istiyordu? Bay Weasley daha önce sunduğu bir teklifi tekrar sunmak için geldi dedi, sana daha önce ne teklif etti ki?" Diye devam ettim laflarıma Remus sessiz kaldı. Sorduğum soruyu hiçe sayıp konuştu. "Önemli bir şey değil-" "Remus, Bakanın ne demek istediğini her türlü öğrenicem zaten. Neden işimi kolaylaştırıp sen söylemiyorsun?" Remus dikkatlice yüzüme bakmaya başladı. Sanırım pes etmemi falan bekliyordu. Sanki 14 yıl boyunca beni hiç tanımamış gibi beklemesi çok komikti. Sonunda derin bir nefes verip kendisi pes edince yavaşça karşı koltuğa oturdu. "Cornelius, bana Seherbazlık bürosunda bir iş teklif etti..." Hep bir ağızdan "Ne!?" Diyebildik sadece "Neden kabul etmiyorsunki?" Dedi Ron şokun etkisinden en hızlı çıkan kişi olarak "Çünkü Hogwarts'ta çalışmayı seviyorum..." ~ Gecenin bilmem kaçıydı, yine içimi parçalayan o harika rüyayı görmüştüm. Nasıl mı hem içimi parçalayıp hemde harika olabiliyor? Bunun cevabı çok basit, rüyadayken her şey harika, ama iş uyanmaya gelince... Asamı alıp etrafı aydınlattım ve ayaklarımın soğuk zeminle buluşmasına izin verdim. Dolu gözlerle odamdan çıkıp tam karşımdaki odaya adımlamaya başladım. Babamın odasına... Kapıyı yavaşça açmıştım ama yinede kapının gıcırdamasına mani olmamıştım. Aslında bunu pekte umursamadım, acele etmeden odaya girdiğimde kapının hemen yanındaki yatağa oturdum. Biraz öylece durduktan sonra dikkatlice yatağa yattım, belki babamın kokusunu hissederim diye yastığını kokladığımda hissettiğim tek şey burnumu gıdıklayan toz parçacıkları olmuştu. Hüzünle sırt üstü yattığımda tavanı seyretmeye başladım. Çok sürmeden gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. Bu defa kendimi tutmak istemedim. Sessizce ağlamadım veya duygularımı bastırmadım... Ellerimi gözlerimin üzerine koyup sesli bir şekilde ağlamaya başladım. Aksi taktirde boğazım ağrıyacaktı. Ne kadar tuhaf değil mi, normalde insan ne kadar çok bağırırsa boğazı da o ölçüde ağrır. Ama ağlarken işler değişiyor, ne kadar sessiz ağlarsan boğazın da bir o kadar çok ağrıyor.. Birinin, yatağın yanında diz çöktüğünü duyduğumda onun kim olduğuna bakmaya bile tenezzül etmeden ağlamaya devam ettim. "Y/N?" Dedi Harry endişeyle saçlarımı okşarken. Sesi oldukça uykulu çıkıyordu. "Nasıl dayanıyorsun Harry?.. Onları özlemeden nasıl durabiliyorsun?.." cümlemin yarısında ellerimi gözlerimden çekip ona döndüm. "Özlemediğimi de nerden çıkardın Y/N?.." Harry doğrulup yatağın kenarına oturduğunda bende zorlukla da olsa kendimi kaldırıp yanına yerleşmiştim. Şimdi ikimiz de gözlerimizi yere kilitlemiştik. Ne o ne de ben konuşmaya cesaret edebiliyorduk.. Derin bir sessizlikte ne kadar oturduk bilmiyorum ama bunu bozan kişi Harry'di. "Biliyor musun, bir keresinde 1. Sınıftayken Kelid Aynası sayesinde annem ve babamı görmüş onların bana nasıl sarıldıklarını izlemiştim.." Kelid Aynası insanın en derinlerinde yatan ama asla gerçekleşemeyecek olan duygularını ve arzularını gösterirmiş... Aslında Harry'i birazcık kıskanmıştım. Keşke bende anne ve babamı, sadece birer yansımadan ibarette olsa bana nasıl sarıldıklarını görebilseydim.. Hafif ve buruk bir tebessümle Harry'e baktım. O da bana. İkimizde gözlerimizi buluşturduk. O kadar derin bakıyorduk ki ikimizde sanki birbirimizin ruhlarını okumaya çalışıyorduk. "Gözlerin Harry, gözlerini annenden almışsın.." "Sen bunu-?" "Düşünseli.." diye açıkladım kısaca Tekrar ikimizde gözlerimizi yere indirdik. Nedenini bilmediğim bir şekilde tedirgindim. Çoğu zaman yaptığım gibi tırnak etlerimi soyduğumu Harry'nin elimi tutmasıyla fark ettim. Yüzümü ona çevirdiğimde o da ellerimdeki gözlerini gözlerime dikti ve buruk bir gülümsemeyle beni sakinleştirmeye çalıştı. Harry nerde konuşması gerektiğini bilmiyordu ama nerde susması gerektiğini iyi biliyordu. İkimizde bu durumdayken kelimeler yetersiz, hatta gereksiz kalıyordu. Uzun bir sessizliğin ardından Harry yumuşak bir sesle konuştu. "Bir keresinde çok sevdiğim biri bana, 'Bizi gerçekten sevenler, bizi asla terk etmezler." Dedi ve elini kalbime koyarak devam etti. "Onları daima burada bulabilirsin' demişti..." Hafifçe gülümsedim. Bunu kimin söylediğini tahmin edebiliyordum. Harry beni bu gece yalnız bırakmadığı için minnettardım. Yavaşça ona sarıldığımda hiç beklemeden o da aynısını yaptı. Her an ağlayacakmış gibi bakıyordum. Harry elini yumruk yapıp hafifçe omzuma vurdu. "Heey, tekrar ağlarsan evdeki herkesi uyandırırım ve tüm derdini onlara anlatmak zorunda kalırsın, ve tabiki bende bu sırada mışıl mışıl uyumuş olurum" "Çok kötüsün Harry!" Diye aynı şekilde vurdum ona ayağa kalktığım sırada. Harry de benimle senkronize bir şekilde kalkmıştı ve beni kolunun altına alıp tekrar yumruk yaptığı eliyle saçlarımı karıştırmıştı. Onun kolları arasında gülerek çırpındığım sırada odadan çıkıyorduk. Beni kendi odama bıraktığında saçlarıma küçük bir öpücük kondurup iyi uykular demeyi ihmal etmeden kendi odasına gitmişti. İkimizde tüm gece boyunca kapının arkasından bizi seyreden Sirius'tan bi haber uykuya dalmıştık... "Pişt!" Uykum yine biri tarafından bölünüyordu. Yavaş ama sinir dolu bir şekilde gözlerimi açtığımda karşımda Sirius'u görmeyi beklemiyordum. İstemsizce gülümseyip konuştum. "Sirius? Napıyorsun?" "Hadi hazırlan, seni bir yere götürmek istiyorum" dedi sessiz bir şekilde. O öyle fısıldayınca bende de fısıldama isteği uyandırmıştı. "Nereye gidicez? Hem, saat kaç, neden fısıldıyoruz?" "Saat 6.30 Remus uyanmadan gidip gelmeliyiz, yoksa hayatta izin vermez. Seni aşağıda bekliyorum." Diyip elindeki siyah pelerini yatağıma bıraktı ve hazırlamam için dışarı çıktı. Fazla vakit kaybetmeden hazırlanıp aşağı inmeye başladım. Merdivenlerden yavaşça inerken her basamakta küfrediyordum. Birinin şu merdivenleri gıcırdamayanlarla değiştirmesi şarttı. "Hazır mısın?" Dedi Sirius, daha 5 basamağım kalmışken. Ses çıkarmamak için kafamı sallayıp son bir kaç basamağı da indikten sonra Sirius'un uzattığı eli tuttum. Sirius temkinli bir şekilde kimse var mı diye baktıktan sonra oyalanmadan bizi gitmek istediği yere cisimledi. Hafif bir bulantıyla gözlerimi araladığımda ilk seferimde olduğu gibi etrafı odaklayamadım. Gözlerim yavaş yavaş netleştiğinde buna alışmam için daha kaç kere cisimlenmem gerektiğini düşünürken yüzümü buruşturdum. Karşımdaki malikaneye, hayır hayır saraya baktığımda mimarisi nefesimi kesmişti. "Beğendin mi?" Dedi Sirius gözlerimi zorlukla ona doğrulttuğumda "Çok güzel, ama neresi burası? Neden buraya geldik?" "Burası, Y/N, Grindelwald malikanesi. Yani annen ve babanın bir zamanlar yaşadığı ev.." Heyecan, üzüntü, korku ve bilinmezlikle Sirius'a baktığımda eliyle içeriyi gösterdi. Hızlı ama temkinli adımlarla kapıya kadar ilerlediğimde kaşlarım çatılmıştı. Çünkü kapının üzerinde ne bir kol ne de bir topmak vardı. Sirius arkamdan elini uzatıp kapıyı ittirdiğinde hiç bir şey olmadı. Şimdi o da aynı benim gibi kaşlarını çatmış bir şekilde kapıya bakıyordu. "Sorun ne?" Diye sordum "Tamda tahmin ettiğim gibi, kapı beni tanımadı" dedi hâlâ kaşları çatık bir şekilde "Peki, şimdi ne olacak?" Sirius hüzünle bana döndü. "Kapıyı senin açman gerekecek.." "Tamam, sadece bunu nasıl yapacağımı göster bana" "Bu biraz canını acıtacak.." dedi pelerininin altından neden yanında taşındığını bile bilmediğim bir hançer çıkartırken. İlk başta korkmuştum ama daha sonra kapının gizemini anlayıp tereddüt bile etmeden hançeri elinden alıp sol avucumun içine yerleştirdim. Bu kanla mühürlenmiş bir kapıydı ve sadece malikanenin sahibinin kanını taşıyanlar açabilirdi. Derin bir nefes verip gözlerimi kapattım ve sol elimde büyük bir kesik meydana getirdim. Hem hançer hemde kapının önündeki taş zemin kanımla kaplanmıştı. Kestiğim elimi kapının üzerine koyduğumda bir anda kendimi içerde bulmuştum. Kapının içinden geçmeyi başarmıştım yani. Hızla gözlerimi açıp etrafıma baktım. Sirius yanımda değildi. İçerden dışarıyı görebiliyordum ama Sirius'un beni görebildiğinden emin değildim. Geldi Grindelwald'un vârisi, Korkuyla etrafıma baktığımda sesin nerden geldiğini anlamamıştım. Önce evin tılsımlı olduğunu düşünmüştüm ama, sanki, nasıl desem, ses kafamın içinde yankılanıyor gibiydi. Bunların hepsini bir kenara bırakıp o sesin söylediği şeyi yapmaya karar verdim ve fısıltıyla konuştum. "Sirius Black'i içeri davet ediyorum" Sirius'un zaten kapıdaki eli kapının içinden geçmeye başlayınca içeri bir adım attı. Bu görüntü tıpkı bir hayaletin kapının ya da duvarın içinden geçmesi gibiydi. Gülümseyerek Sirius'a baktığımda o cebindeki asasını çıkartıp yaralı elimi tuttu ama yara ben kapıdan geçer geçmez kapanmaya başlamıştı zaten. Artık evin tılsımlı olduğundan emindim. Sirius saçlarımı karıştırıp ilerlemeye başladı. "Hadi gel, sana göstermek istediğim bazı şeyler var" Onu ikiletmeden peşine takıldım. Ama ilerlerken de etrafıma bakmayı ihmal etmiyordum. Tavanın yüksekliği muazzam görünüyordu. Hele üst kata çıkan sarmal merdivenler... Duvarlar tamda bir Slytherin'e yakışır şekilde zümrüt yeşiline boyanmıştı. Genel olarak siyah ve yeşil renginin hakim olduğu evde Sirius ve benim ayak seslerimizden başka ses yoktu. Sirius'un bir kapının önünde durduğunu ona arkadan çarptığımda anladım. Bana gülümseyerek geri çekildiğinde kapıyı açmam için hamlede bulunmuştu. Tedirgin bir şekilde yutkunarak kapıyı açtığımda tozlar içindeki çift kişilik yatak karşıladı beni. Oda oldukça genişti ve yatağın etrafı toplanmış perdelerle çevriliydi. Yatağın hemen karşısında boydan boya uzanan bir cam yine yatağın yan tarafında, kapının karşında ise aynalı bir çekmece ve makyaj masası vardı. Yatağın diğer tarafında ise iki kapı vardı, biri banyoya açılıyor diğeriyse giyinme odasına. Sirius'a dönüp heyecanlı ama bir o kadar da hüzünlü bir şekilde konuştum. "Burası annemle babamın odası mıydı?" Yavaşça kafasını sallayıp eliyle içeriyi işaret etti. Çekingen adımlarla içeri girdim. Sirius tüm bunları nerden biliyordu ki? Ben tüm hayranlığımla odayı incelerken gözüme ilişen komodin oraya yönelmemi sağlamıştı. Tozlu yatağa oturup çekmeceyi açtığımda eni boyundan daha uzun bir fotoğraf albümüyle karşılaştım. Albümü elime alıp üstündeki tozu sildikten sonra kapağını açıp ilk sayfaya baktım. Annem ve babamın düğününden bir fotoğraftı bu. Babam tek eliyle annemin belini kavramış diğer eli cebinde bir şekilde gülümseyerek anneme bakıyordu. Annem ise iki eliyle çiçeğini tutuyordu ve aynı gülümsemeyle o da babama bakıyordu. Sonrasında ise ikside aynı anda fotoğraf makinesine dönüyordu. Buruk bir gülümsemeyle hareketli fotoğrafa bakarken Sirius bana seslendi. "Y/N" ona döndüğümde annemin makyaj masasının önünde beni bekliyordu. Albümü kapatıp yatağa bıraktığımda Sirius'un yanına ilerledim. "Aslında seni buralara kadar peşimde sürüklemek istemezdim ama kapıyı tek başıma açamayacağımı biliyordum.." "Dalga mı geçiyorsun sen!? Buranın varlığından haberim olsaydı beni buraya getirmen için her saniye beynini didiklerdim!" Dedim heyecanla Sirius hafifçe gülümseyip her zaman yaptığı gibi saçlarımı okşadı ve diğer elinde tuttuğu bir şeyi bana uzattı. Kaşlarımı çatıp avucumu açtığımda tenime değen metalik soğuklukla bir saniyeliğine de olsa irkildim. Bu şey bir yüzüktü. Kafamı kaldırıp Sirius'a baktığımda kaşlarıyla yüzüğü işaret etti. Yüzüğü düzgünce tutup incelediğimde ortasında bir "B" harfi yazdığını gördüm. "Black'lerin aile yüzüğü" sol elini kaldırıp kendi yüzüğünü gösterdi "bu benim yüzüğüm ve-" "Ve bu da babamın.." dedim cümlesini tamamlayarak. Sirius sadece kafasını salladı. Ve konuşmasına şöyle devam etti. "Baban benim aksime bu yüzüğü parmağından hiç çıkarmazdı. Sanki kendinden bir parçaymış gibi davranırdı" tekrar Sirius'un parmağına baktım. Sürekli değil ama o da yüzüğünü hatrı sayılır bir şekilde takıyordu. "Annen, Remus ve ben bu eve ilk ve son kez geldiğimizde bu yüzüğü masada gördüm ve gerçekten bir şeylerin ters gittiğini anladım..." Sirius sanki eskiyi hatırlamış gibi sessizleşmişti, bende onu rahatsız etmemeye karar verdim.. ~ "Fazla vaktimiz yok" dedi Lyra Remus ve Sirius'a dönerek. Remus Y/N'nin vaftiz babası olmayı kabul edince Lyra fazla oyalanmadan o ikisiyle Y/N'nin eşyalarını toplamaya eve gelmişti. O etrafta koşuşturup büyük bir çantaya kızının, eline geçen tüm eşyalarını doldururken Sirius'ta onun peşinden ilerliyor bir yandanda konuşuyordu. Remus ise küçük bebeği kucağında sallayarak sakinleştirmeye çalışıyordu. "Lyra, sakinleş biraz! Bu evde güvende olacağımızı kendin söyledin!" "Biliyorum ama işimizi şansa bırakamayız Sirius! Karanlık Lordu daha önce bu eve davet ettim, bir gün önce ise girişini yasakladım ama işe yarayıp yaramadığını bilmiyorum. O yüzden Lord gelmeden burdan gitmek en iyisi olur" Lyra telaşla etrafına bakındığında her şeyi aldığını fark etti. Tam Y/N'nin odasından çıkmışlardı ki aklına küçük bebeğine yazdığı mektup geldi. Mektup kendi odasındaydı. Hızla odasına yöneldiğinde Sirius'ta onun peşinden yatak odasına gitmişti. Lyra aynı telaşla yazdığı mektubu aramaya koyuldu. Sirius ise etrafa bakınıyordu. Gözleri makyaj masasının üstünde duran Black'lerin aile yüzüğüne takıldı. Kaşlarını olabildiğince çatıp masaya bir adım atmıştı ki dışardan büyük bir gürültü geldi. Lyra sonunda bulduğu mektupla beraber sesi duyduğunda bir anlığına kalbinin durduğunu sanmıştı. Korktuğu başına gelmişti. Karanlık Lord buraya gelmişti. Lyra aceleyle mektubu Sirius'un eline tutuşturup dışarı çıktı. Remus'tan bebeğini alıp son kez doyasıya öpüp kokladı. Şu anda biricik bebeğinden ayrılmak ona birazdan tadacağı ölümden daha da ölüm gibi geliyordu ama başka çaresi yoktu. Kızını onlara geri vermek ve Lordu oyalamak için aşağı inmek zorundaydı. Böylece o üçü zindanlarda ki kapıdan kaçabilirlerdi. Ancak yinede endişeliydi çünkü evin arkasındaki vadiye çıkan zindanların yolu oldukça karmaşıktı. Niçin telaşlı Grindelwald'un vârisi? Lyra kafasında duyduğu sesle gülümsedi. Bu sesi yalnızca vârisler duyabilirdi. Evin tılsımı onlara yolu gösterecekti ama bu da şu anlama geliyordu. Kendini feda etmeliydi. Çünkü tılsım açıkça söylüyordu ki yalnızca tek bir vârisi koruyabilirdi. Bu da evin savunmasız kalacağını gösteriyordu.. Lyra, Remus ve Sirius'u en alt kattaki zindan kapılarına getirdiğinde o zindana adımını atar atmaz meşaleler yanmış ve zifiri karanlığı delmişti. Hızla bir kaç sütun geçip dümdüz bir duvarın önünde durdu ve elini duvara koyup tıpkı kapıda olduğu gibi duvarın içinden geçti. Bir kaç saniye sonra da Remus ve Sirius'un duvardaki elleri duvarın içinden geçmeye başlayınca onlarda Lyra'nın yanına geçtiler. "Dinleyin, fazla zamanımız yok, meşaleler size yol gösterecek. Sakın karanlık yollara sapmayın. Sadece ışığı takip edin. Daha sonra vadide cisimlenip kaçabilirsiniz" dedi ve elindeki çantayı Sirius'a verip son bir kez kızını öpüp duvarın, yani gizli kapının, içinden geçip gözden kayboldu. Sirius ve Remus, Lyra çıktıktan hemen sonra yanmaya başlayan meşaleleri takip etmeye koyuldular... ~ Sirius düşüncelerinden kurtulup tekrar bana baktığında hangi anısına dalıp gittiğini deli gibi merak ediyordum ama şu anda bunu sormak için uygun bir zaman değildi. "Her neyse, alacağımızı aldık. Remus uyanmadan gitsek iyi olur.." ve çıkışa doğru yürümeye başladı. "Hemen mi!?" Diye bağırdım arkasından "Üzgünüm güzelim, ama daha müsait olduğumuz bir zamanda tekrar geliriz. Şimdi hemen gitmezsek Remus seni de beni de kaynar suda haşlar" Oflayarak Sirius'un peşine takılmıştım. Ama merdivenin başındayken durdum. "Bir saniye, hemen dönerim!" Dedim ve tekrar yatak odasına gidip annemle babamın albümünü aldım ve Sirius'un yanına geri döndüm. "Şimdi gidebiliriz.." Eve döndüğümüzde saat 7.17'yi gösteriyordu. O kadar uykum vardı ki hızlıca yatağıma gidip kendimi yumaşacık yastıklara bıraktım ve uyayabildiğim kadar uyumaya başladım... Selam aşklarım nasılsınız?
|
0% |