@imacbeth
|
೫ Ondan çaldığım cumartesi akşamlarından sadece bir tanesiydi. Berbat hissediyordum, sanki daha önce hiç böyle hissetmemişim gibi... Öylesine dağılmıştım ki saatler sonra hıçkırıklarım kesildiğinde telefona sarılıp aslında sokak sokak kaçmam gereken kişiyi, onu aramıştım. Kerem’i aramamam gerekiyordu çünkü bu konuda Tolga’ya yeminler etmiştim. Verdiğim sözlerin birer değeri var mıydı bilmiyordum ancak onun beni uyarırken ne kadar ciddi olduğunu hatırlıyordum. Rica ediyormuşçasına bir tavır takınıp aslında beni azarladığının gayet farkındaydım. Fakat herkes bilirdi ki ben, sözlerini tutamayan ve asla onların arkasında duramayan aptalın tekiydim. Oysa Tolga sadece en yakın dostunu korumak için benimle konuşmuştu. Telefonun bir ucunda ne kadar kötü hissettiğim hakkında kendi kendime mızmızlanırken, o ne olduğunu bile sormadan sakinleşmemi, bir ağlama krizinin ortasında olduğumu söyleyerek on beş dakika içinde yanımda olacağını söylemişti. Ne krizdi ama! Saat gece yarısına yaklaşırken neden onu çağırdığımı bilmiyordum. Herhangi bir arkadaşımı arayıp konuşmaya ihtiyacım olduğunu söylesem onun da yanıma koşacağını bilmeme rağmen, parmaklarımın üzerinde dakikalarca durduğu numarada niçin bu kadar ısrarcı olduğumu bilmiyordum, kalbime söz geçmiyordu. İç çekerek parmaklarım arasındaki izmariti küllüğe bastırıp balkon demirlerine yaslandığımda, apartmanımın önünde duran arabayı fark ettim. Gerçekten gelmişti. Arabasını kilitleyip hızlı adımlarla apartmanın girişine yöneldiğinde, ben de dairemin kapısına doğru ilerledim. Ancak bir yandan da ona ne söyleyeceğimi düşünüyordum. O kadını gördüğümde kaybetmekten korktuğum gerçeği ile yüzleştiğimi söylemek benim için bile fazla küçük düşürücü bir durum olurdu çünkü zamanında birileri bununla yüzleşeceğimi söylemişti, beş yıl önce. Söylenen sözleri haklı çıkarmak istemesem de haklı çıkarmıştım. Şimdi karşıma geçip rahatlıkla, 'Ben söylemiştim!' diyebilirlerdi. Oturduğum dairenin kapısını açıp merdiven basamaklarına baktığımda, son basamağı çıkıyordu. Nefes nefeseydi; büyük ihtimalle asansörü beklemek istemediği için merdivenleri tercih etmişti ve buradaydı, tam karşımda. "Berbat görünüyorsun." "Biliyorum." Bu senaryonun bir benzerini aynısını geçen cumartesi akşamı da yaşadığımızı hesaba katarsak, bu durum onun için ilk değildi. Fakat her seferinde, beni ilk defa ağlarken görüyormuş gibi sakinleştirmeye çalışıyordu. Her şey geçen cumartesiden sonra olmuştu. Sarhoştum, sarhoşken aşkından öldüğüm adamı ağlayarak aramıştım. O gece beni sakinleştirdikten sonra yanımda kalmıştı. Bundan dolayı üzgün değildim, pişman hiç değildim ama içimdeki o korku bir türlü geçmiyordu. Onun yanıma geldiğini öğrenen Tolga da ertesi gün beni kafenin birine çağırıp beş yaşındaki çocuğunu azarlar gibi azarlamıştı çünkü lanet olası Kerem’in sözde evlenmeyi planladığı bir kız arkadaşı vardı ki zaten haftalardır ayılıp bayılmamın başlıca sebebi buydu. Ben kötü bir kadındım. Ben öyle kötü bir kadındım ki onu evime çağırıp kendimi acındırıyordum. Biricik dostumuz Tolga’ya göre onun sürekli evime girip çıkması yanlış anlaşılmalara yol açabilirdi. Ayrıca göt herif, ona dolu dolu hakaret etmeyi ne kadar istesem de haklı olduğunu biliyordum, arkadaşının aklını çelip onu bu işten vaz geçirebilme potansiyeline sahip olduğuma, onun bana karşı olan iyi niyetini kullanacağıma ve tıpkı beş yıl önce yaptığım gibi onu bir enkaz olarak ardımda bırakacağıma kendini öyle inandırmıştı ki kendimden nefret etmiştim. O gün eve geldiğimde hayatta en değer verdiğim kişi olan Kerem’i ve arkadaşlarımı tamamen kaybettiğimi anlamıştım ama yapamıyordum işte. "Üzgünüm, seni aramamam gerekirdi." "Her aradığında gelmemem gerekirdi ama şu işe bak ki buradayım." Kapının pervazına yaslanırken yüzünde hüzünlü bir gülümseme belirdi. O gülümseme ne kadar yanlış yaptığımı gösteriyordu işte. Onu beş yıl önce bırakmıştım, sonra geri geldim ve onu yeniden istedim. En son ne zaman bu kadar bencil olduğumu hatırlamıyordum. Geçmesi için kapıyı tamamen açtığımda yüzündeki yorgunluk her şeyin üstündeydi. Takım elbisesinin yakalarını gevşetip kanepeye oturdu, derin bir nefes aldı. Nereden geliyordu, kiminleydi, önemli bir şey miydi? “Bir şey içer misin?” dedim, sesim çatallı ve kararsızdı. Kafasını iki yana salladı. “Gerek yok ama senin ihtiyacın varmış gibi duruyor.” Haklıydı. Mutfakta bir bardak su doldurup yanıma geri döndüğümde, hala aynı duruşla oturduğunu gördüm. Koltukta hareketsiz, düşünceli, kafası başka bir yerde gibiydi. Onun bu hali her şeyi daha da kötüleştiriyordu çünkü ben kendi karmaşamın içinde boğulurken onun sakinliği, benim ne kadar dağılmış olduğumu yüzüme vuruyordu. “Kerem,” diye başladım. “Neden-” Bana baktı, “Neden her aradığında geliyorum? Çünkü aradığında sana gelmezsem çok geç kalacağımdan korkuyorum. ” Kalbim sıkıştı. Kerem’in sözleri, sanki havayı yarıp doğrudan kalbime saplanan bir hançer gibiydi. Boğazıma bir düğüm oturdu, gözlerim istemsizce onunkilere kilitlendi. “Daha önce o kadar kolaymış gibi gittin ki… sanki ben hiç varolmamışım gibi. Ama bu sefer… Bu sefer aynı hatayı yapamazsın.” Sözleri, beni hem sarstı hem de derin bir suçlulukla doldurdu. Ona ne kadar zarar verdiğimi, onun benim yokluğumda nasıl parçalandığını duymak, kendi içimdeki yaraları daha da kanattı. “Ben o zaman gitmek zorundaydım,” dedim, gözlerim dolarak. “Kendimle yüzleşmek zorundaydım. Ama seni de o şekilde bıraktığım için... Özür dilerim.” Kerem, özrümü duyduğunda yüzünde hafif bir acı tebessüm belirdi. “Özür dileme,” dedi, sesi yumuşaktı. O an, içimdeki tüm kelimeler sustu. “Kerem,” dedim, bir adım atarak ona yaklaştım. “Bu sefer farklı olabilirdi biliyor musun? Ama bu yaptığımız her şey… yanlış. Senin bir nişanlın var. Onun hayatında bir yeri var ve ben bunu mahvetmek istemiyorum. Bunu size yapmamalıyım.” Kerem bir adım geri çekildi, ellerini saçlarının arasından geçirerek derin bir nefes aldı. “Ne demek bu?” diye sordu, yüzüme bakarak. “Emir ve Nazlı benimle nadiren konuşuyor. Tolga bir süre yüzümü bile görmek istemediği söyledi. Ali mesajlarımı bile okumuyor Kerem! O çevrimiçi yazısı hep orada ama bir gün bile bana cevap vermedi. Sence de bunlar böyle düşünmem için yeterli değil mi? Belki de Tolga haklıydı, geri dönmem bir hataydı." Kerem, bir süre cevap vermedi. Beni dikkatlice izledi, sanki söylediklerimi tartıyor gibiydi. Sonunda derin bir nefes aldı. Gözleri sehpanın üzerindeki siyah pakete kaydı. "Sigaraya mı başladın?" paketi işaret ettiğinde yavaşça kafamı sallamıştım. İki dakika süren sessizlikten sonra kendi kendine güldüğünü duymuştum. "Eskiden nelerden nefret ediyorsan şimdi onları seviyorsun." Bu cümle, benim içimde bir yerlerde yankılandı. Eskiden olduğum kişiyle, şimdi olduğum kişinin arasındaki uçurumun farkında olduğunu bana hatırlatıyordu. Ayağa kalkarak bana doğru bir adım attı , ama olduğu yerde duraksadı. Aramızdaki mesafe artık bir odadan ibaret değil, çözülmesi imkânsız bir düğüm gibiydi. Onu durdurmak istemedim, ama hareket edemedim. Ellerim hâlâ boş bardağı sıkıca kavrıyordu. “Bir hata olduğunu düşünüyorsan neden aradın? Aramasaydın o zaman.” dedi, sesi alçak ve tedirgindi. Gözleri, benimkilere sıkıca kilitlenmişti. “Buraya her gelişimde, sana biraz daha yaklaşıyorum. Kaçmam gerektiğini biliyorum ama...” dedi ve sustu. Cümlesinin devamını getiremedi, ama gözlerinden her şeyi okuyabiliyordum. “Kerem...” dedim, onun içindeki karmaşayı görüp kendi korkularımla yüzleşirken. “Sana dokunmaktan korkuyorum, gözlerine bakmaktan, seni eskisi gibi kollarım arasında istemekten korkuyorum” diye itiraf etti sonunda. “Çünkü bir kere yaparsam geri dönüşü olmayacak. Ve ben...” Sesi titredi, gözleri yere kaydı. Bu itiraf, içimde bir şeyleri harekete geçirdi. Titreyen ellerimden bardağı sehpanın üzerine bıraktım. Ona doğru bir adım attım, bu kez mesafeyi kapatan bendim. Aramızdaki hava o kadar yoğundu ki nefes almak bile zordu. “Tekrar kırılmaktan korkuyorsun, değil mi?” dedim, sesim fısıltıdan ibaretti. Gözleri, benimkilerle yeniden buluştu. Bu sefer, bakışlarında kaçış yoktu. Ellerini hafifçe kaldırdı, omuzlarımın hemen yanına kadar getirdi ama dokunmadı. Aramızdaki mesafeyi ölçer gibi tereddütle duruyordu. “Kırılmaktan değil,” dedi, sesi çatlamıştı. “Kendimi tamamen kaybetmekten korkuyorum.” Bu sözler üzerine içimdeki duvarların bir bir yıkıldığını hissettim. Artık bir adım daha atmam gerektiğini biliyordum. Ellerim, onun kollarına doğru uzandı, parmaklarım hafifçe ceketinin kumaşına değdi. “Zaten çoktan kaybettik Kerem,” dedim. “Birbirimizi, kendimizi, her şeyi... Daha neyin korkusunu taşıyoruz ki?” Kötüydüm. Sözlerim, onun içinde bir kıvılcım çakmış gibiydi. Elleri sonunda omuzlarıma dokundu, sıcaklığını hissettim. Beni kendine doğru çekti, yüzü o kadar yakındı ki nefesini tenimde hissedebiliyordum. “Bu doğru değil,” dedi, ama sesi kararsızdı. “Evet,” diye fısıldadım. “Ama doğru olmayan şeylerin içinde yaşıyoruz zaten.” Yeniden kötü kadın olmak istiyordum. Kerem, bakışlarını gözlerimden ayırmadan başını yavaşça eğdi. O an, zaman durmuş gibiydi. Dudakları, benimkilerin birkaç santim uzağında durdu, hala bir tereddüt vardı. “Durmamı ister misin?” diye sordu, nefesi neredeyse bir dokunuş gibiydi. “Hayır,” dedim. Ve o anda, dünya tamamen sessizleşti. Dudakları benimkileri bulduğunda, içimdeki tüm çatışma yerini bir anda sakinliğe bıraktı. Onun sıcaklığı, kaosun ortasında bir liman gibiydi. Bu anın gerçek olup olmadığını sorgulayamayacak kadar ona odaklanmıştım. Ellerim, boynuna doğru kayarken onun kokusu, teni, her şeyi zihnimi doldurdu. Ama sonra, bu yakınlık aniden bir şeyleri hatırlattı bana. Geri çekildim, soluğumu düzenlemeye çalışarak. Kerem bir an için şaşırmış gibiydi ama bir şey söylemedi. İçimden bir ses, bu anın geri alınamayacak bir kırılma noktası olduğunu söylüyordu.
“Kerem…” dedim, hala ne diyeceğimden emin olamadan. Ona daha fazla zarar vermek istemiyordum, ama aynı zamanda onu tamamen kaybetmek de istemiyordum. Ne kadar karmaşık, ne kadar çaresiz bir durumdaydık. Ellerim istemsizce ellerine kenetlendi, sanki bu şekilde kontrolümü yeniden kazanabilecekmişim gibi. “Eğer bunu sürdüremeyeceksek…” diye devam ettim, cümlemi tamamlamadan önce derin bir nefes aldım. “Sadece bir sonuca varalım. Ne olduğumuzu, ne yapmaya çalıştığımızı anlamaya ihtiyacım var. Çünkü her seferinde seni çağırıyorum ve sen geliyorsun, ama hiçbir şey değişmiyor. Bu döngüden çıkmamız gerek.” Kerem, sözlerimi ağır bir yük gibi karşılamıştı. Yüzü daha da karardı, dudakları bir şeyler söylemek için aralandı ama hemen kapandı. Sonunda, bir süre sessiz kaldıktan sonra başını salladı. “Haklısın,” dedi, sesi alçaktı, kelimeleri yavaşça dökülüyordu. “Ama buraya her gelişimde, seni bırakabileceğime inanamıyorum. Bir şeyleri düzeltebilirim sanıyorum… ama düzeltmek yerine daha çok batırıyorum.” “Kerem, sen bir şeyleri düzeltmek zorunda değilsin. Sadece kendin ol yeter. Ama bunu yaparken bir başkasını da hayatından etmene izin veremem. O kız… Ona bir söz verdin. O senin geleceğin. Ve ben o geleceğin önüne geçmek istemiyorum.” Sözlerim, ona bir darbe gibi çarpmıştı. Gözleri yere kaydı, yüzündeki ifadeyi okumak zordu ama onun ne kadar yaralı olduğunu görebiliyordum. Kendi içindeki çatışmanın ağırlığını taşıyordu, tıpkı benim gibi. “Peki ya sen?” diye sordu sonunda, başını kaldırıp bana baktığında sesi titriyordu. “Sen ne istiyorsun? Beni tamamen hayatından çıkarmak mı istiyorsun? Çünkü eğer bunu söylersen... buna katlanamam.” Sesi, içimde bir yerlerde yankılandı. Ona ne diyeceğimi bilemiyordum. “Ben... seni kaybetmek istemiyorum,” diye itiraf ettim. “Ama seni böyle de tutamam. Bu adil değil. Ne sana ne de ona.” Kerem, bu sözlerim karşısında sarsılmış gibiydi. Elleri bir an için havada durdu, sanki bana uzanacakmış gibi. Ama sonra, kendini geri çekti. Derin bir nefes aldı, bakışlarını kaçırdı. “Belki de…” dedi, kelimeleri dikkatle seçiyormuş gibi bir süre durakladı. “Belki de gerçekten uzaklaşmamız gerekiyor. Birbirimizden. Ne senin beni çağırmana, ne de benim gelmeme izin vermeliyiz.” Bu sözler, sanki içime bir bıçak saplanmış gibi hissettirdi. Ama aynı zamanda doğru olduklarını da biliyordum. Sadece başımı salladım.
Bir süre daha durdu. Sonra sessizce ayağa kalktı. Kapıya yöneldiğinde arkasından bakmaktan başka bir şey yapamadım. Kapıyı açtığında, bir an için duraksadı, ardından başını çevirip bana son bir kez baktı. “Sana mutlu olmanı dileyemem,” dedi, sesi kırılgandı. “Çünkü bu, benim yapabileceğim en zor şey olurdu. Ama umarım… umarım kendine daha fazla zarar vermezsin. Çünkü buna dayanamam.”
Sonra kapıyı kapattı ve gitti. Arkamdan kapanan kapının sesi, odadaki tüm sessizliği daha da yoğunlaştırdı. Dizlerimin bağı çözülmüş gibi yere çöktüm. Gözyaşlarım sessizce yanaklarımdan süzülüyordu. Kerem gitmişti. Ve bu kez, gerçekten gitmişti. |
0% |