@imacbeth
|
[♫] Wheatus - Teenage Dirtbag Başımı gökyüzüne kaldırdığım gecelerde hayranlıkla izlediğim parlak yıldızlar, onun karanlıkla kalmasını istemiyorlarmış gibi terasın en karanlık köşesini seçen adamın yüzünü aydınlatıyordu. Normalde bu terasa köşelerine sığındığımda, hıçkırıklarım sessiz bir serzenişe dönüşür, gözyaşlarım geceyi doldururdu. Ama şimdi her şey farklıydı. Dudaklarımda gözyaşlarımın acısının yerine alkolün tadı vardı ve bu farklılık nedensizce hoşuma gitmişti. Belki de içimdeki karanlığa bir mola vermiştim, belki de bu gece yıldızlar bile benimle gülüyordu. Terasa açılan geniş kapının önünde, yerinden kalkmasını bekler gibi karanlığa doğru gözlerimi diktim. Öylece dururken, zamanın nasıl geçtiğini bile bilmiyordum. Ancak elindeki boş sigara paketini sallayarak yere attığını gördüğümde, kendi dünyama geri dönebildim. Sarhoştum. Bir kere de ben kafamı dağıtmak istemiştim ama sanki içtikçe ruhumun ağırlığı daha da artıyordu. Attığım her adımda zeminin kaydığını hissediyordum. Düzgün bir şekilde yürüyemeyeceğimi anladığımda, elimdeki deri ceketi yere fırlatarak üzerine oturdum. "Demek buraya saklandın." Dudaklarımdan kaçamak bir kahkaha kaçtı. Onunla konuşmaya çalıştığımda beni dinlemediğini biliyordum. Belki geldiğimi fark etmemişti, belki de dudaklarının arasına iliştirdiği o son sigarasını benden daha fazla önemsiyordu. Gerçi bütün gece boyunca siktiğimin sandalyesinde oturup beni onlarca insanın ortasında bırakmıştı. Elbette sigarayı daha fazla önemseyecekti. "Gitmedin mi hala sen?" İzmariti boş paketin yakınına atıp ayağıyla söndürdüğünde, hafif esen rüzgar alnına düşen saçlarını uçuşturdu ve alay dolu tınısının kulaklarıma kadar ulaşmasına izin verdi. "Sana eve gitmeni söyleyeli çok oldu, Noelle." Sırıtarak onun yüzüne bakmayı sürdürdüm. Bakışlarını tepesinde parlayan yıldızlara çevirip sıkıntıyla iç çekti. "Burada kalmak istedim çünkü beni buraya sen getirdin, bu da beraber döneceğiz demek." dedim mırıldanarak. Kendime bile itiraf edememiştim ki sürekli yanında olmak istediğimi. Düşüncelerim ve duygularımın aksine, sözcüklerimi pazarlayan bir insandım ben. Onları gerçek olmayan şekillerde satar, maskelerimin ardına gizlenirdim ve lanet olsun ki bu yüzden onu sevdiğimi yüzüne haykıramıyordum. Bunun için çok geç kalmıştım; benim aşk treni çoktan istasyondan çıkmıştı. Yaptığım hatalarla yüzleşmeliydim. Onunla konuşmak için bu partiyi bahane etmiştim. Zorla arabasına binip beni geri götürmeye mecbur olmasını istemiştim. Ama onun, burada da benden kaçacağını bilmiyordum. Yıldızların kutsadığı güzel adam, ağzından çıkan birkaç edepsiz kelime eşliğinde oturduğu yerden bacaklarını esneterek kalktı. Aptal diye seslendiği bana ulaştığında, dizlerinin üzerine çöküp gözlerimizi birleştirdi. "Annen partide içtiğini öğrenirse ikimizi de öldürür, biliyorsun değil mi, Young?" dedi. "Yine de bu senin yüzünden azar yiyeceğim gerçeğini değiştirmez. Sonuçta buraya benimle beraber geldin." diyerek yanımdaki boşluğu doldurduğunda, gözlerim kapanmak üzereydi. O an parmaklarını parmaklarımın arasında hissettim. Sıcacıktı elleri, daha uzun tutmak istedim. "Annem artık 20 yaşında olduğumu kabullenmeli bence." Söylediklerimden sonra bakışları üzerimdeki elbiseye kaydı. Asla giymem deyip burun kıvırdığım o elbiseye... "Sana o elbiseyle üşürsün demiştim, aptal." "Doğru, üşüdüm." diyebilmiştim kısaca. "Isıt beni." Üzerimde geçen hafta annemin yalvararak aldırttığı o pembe çiçekli elbise vardı, bir de havalı görünmek için giydiğim deri ceketim. Ancak şu an onun üzerinde oturuyorduk. Durmak bilmeyen saçma şakalarım ve kahkahalarımın arasında, montunun fermuarını açıp beni kendisine çekti. O an, onu öpmek istedim. Fazla yakındı, gözleri tıpkı tepemizdeki yıldızlar gibi parıldıyordu ve dudaklarımdaki alkol onu istiyordu. Kafamın içinde çalan I Wanna be Yours* ise sadece bir istek değil, ihtiyaçtı. "İkimiz buraya sığmadık ama," demekle yetindim sadece. Bir hafta önce onu reddeden ben değilmişim gibi yüzsüzlükle kollarımı beline doladım. O da gülümsedi. Son zamanlarda onu gülümserken gördüğüm nadir zamanlardan biriydi. Bunun böyle olmaması gerekiyordu. Şu an son ses I Feel Like Dancin'* eşliğinde içeriyi dağıtmalıydık. Biraz öpüşmeli ve kıpkırmızı yüzlerimizle birbirimizi izlemeliydik. Fakat ben her şeyi elime yüzüme bulaştırmıştım. İçten içe onun beni affedeceğini umuyordum. Sonuçta o Alex Turner'dı. Benim Alex'im, Arctic Monkeys'den olmayan. ------------------------ -I Wanna be Yours, Arctic Monkeys grubunun AM albümünden bir şarkı. -I Feel Like Dancin', All Time Low grubunun Dirty Work albümünden bir şarkı.
|
0% |