
"Latif Ulusoy, bir kavgaya karıştı ve şuan nezarethanede. Eğer gelebilme şansınız varsa lütfen karakola gelin." dedi polis memuru.
Ben polis memurunun söylediklerini algılamaya çalışıyordum. Latif nasıl bir kavgaya karışabilirdi ki...
"Ben pek anlayamadım. Ne tür bir kavgaya karıştı tam olarak." dedim titreyen sesimle. Alparslan'ın da kaşları çatılmıştı ve kolumdan tutarak beni arkamızda ki banka oturtturdu.
"Kıvanç Ergün ile bir kavgaya karışmış." dediğinde beynimden vurulmuşa döndüm. Latif bunu nasıl yapardı. "Karakola gelebilme şansınız var mı?" dediğinde neredeyse ağlayacaktım. Sol elimde baş ve işaret parmaklarımı göz pınarlarıma bastırarak öne eğildim.
"Maalesef şuan şehir dışındayım." dedim ağlamaklı sesimle. Tam o sırada Alparslan telefonu elimden aldı.
"Merhaba, ben Üsteğmen Alparslan Aktaş." diyerek tanıttı kendisini. "Latif Ulusoy'un sicili temiz. Ben askeriyeden birini gönderiyorum." dedi ve telefonu hızlıca kapattı. Ben bakışlarımı ona dikmiş bakarken o cebinden teleflnunu çıkadı ve birini aradı.
"Alo, Fatih hemen merkez karakoluna git ve Latif Ulusoy'u çıkar." dedi ve büyük bir ihtimalle karşı tarafın cevap dâhi vermesini beklemeden çağrıyı sonlandırdı. Telefonunu cebine somarken bana döndü.
"Sorun yok. Sakin olabilirsin, Fatih halleder." Büyük bir oh çektim. Umarım, Fatih halledersin.
20 dakikadır Alparslan'la bir bankta oturmuş, Fatih denen adamdan haber bekliyorduk. Aklım hep Latif'teydi böyle bir şeyi nasıl yapar aklım almıyordu. Ben Latif'i tek başıma büyütmüştüm, iyi kötü her anında yanındaydım ama şuan ondan çok uzaktaydım; o yalnızdı. Böyle düşündüğüm için etrafımdakiler, benim Latif'in annesi olmadığımı ve artık onun büyüdüğünü söylüyorlardı fakat bunu yapmak benim için çok zordu o annemden ve babamdan tek mirastı bana. Ve onu annem ve babamın hatırı için korumalıydım ömürümün sonuna kadar.
Bunları düşünürken gözlerimin dolduğunu sızlayan burun ucumdan anlamıştım. Alparslan'ın görmemiş olmasını dileyerek kafamı soluma çevirdim ve gözyaşlarımı sildim. Tam o sırada telefonum çaldı. Hızlıca çantamdan çıkarttığımda arayanın Latif olduğunu gördüğümde ağzım kulaklarıma değecekti resmen. Heyecanla ayağıya kalktım ve hızlıca çağrıyı cevapladım.
"Latif..." dedim özlem dolu sesimle. Alparslan, hâlâ bankta oturuyor ve beni izliyordu.
"Nana," duraksadığını hissettim. "Nana ben çok özür dilerim senden." dediğinde gözlerimden akan yaşlar elmacıklarımda yer edindi. "Ben böyle olacağını tahmin etmemiştim," diye devam ettiğinde sözünü kestim.
"Tamam, Latif. Şimdi konuşulacak şeyler değil bunlar. Ben senin biletini erkene çekiyorum ve hemen yanıma, Trabzon'a geliyorsun. Anlaştık mı?" dedim ağlamaklı sesimle. Yine kızamamıştım, elimde değildi.
"Tamam, sen nasıl istersen." dedi ardından telefonu kapattı. Kapatır kapatmaz kendimi tutamadım ve banka oturarak ağlamaya başladım. Muhtemelen etrafımızdaki herkes bana bakıyorlardı ama umurumda değildi. Dirseklerimi dizime yasladım ve yüzümü avuçlarımla kapatarak ağlamaya devam ettim.
Ben ağlamaya devam ederken Alparslan konuştu. "Sen onu neden onun annesiymiş gibi seviyorsun, Efnan?" deyince avuçlarımı çektim yüzümden. O da benimle aynı pozisyondaydı ve dümdüz karşısına bakıyordu.
Hıçkırıklarımın arasında konuştum. "O benim annem ve babamdan kalan tek şey bana." dediğimde histerik bir sırıtış belirdi suratında.
Bakışları beni buldu. Yüzümün her yerinde gezindi mavilikleri. Bir elini yüzüme uzattı ve tersiyle gözyaşlarımı sildi. "La verdad está muy cerca ahora..." kaşlarım çatıldı çünkü, ne dediğini anlamamıştım.
"Bu ne demekti şimdi?" diye sorunca ayağa kalktı ve elini bana uzattı. Soruma cevap alamayacağımı düşünerek elini tuttum ve ayağa kalktım.
Yürümeye başlayınca geldiğimiz yere geri gittiğimizi fark ettim. "Halana gitmiyecek miyiz?" dediğimde bakışları önündeydi.
"Boşver, sonra giderim ben." dediğinde başımı sadece sallamakla yetindim. Yürümeye devam ettiğimiz de unuttuğumuz bir nokta vardı; ellerimiz hâlâ birleşikti. Bakışlarımı Alparslan'ın sert çehresine çevirdiğimde asla bana bakmıyordu ve o sanırım bu durumdan pek de rahatsız değildi. Onun rahatsız olmadığını fark edince ben de pek takmadım ve yürümeye devam ettim.
Yolun yarısında hava iyice kapanmıştı ve epeyce soğumuştu. Belli etmemeye çalışıyordum ama bir hayli üşüyordum ve belki de titriyor bile olabilirdim. Yürürken Alparslan birden durdu. O durunca ben de durmak zorunda kaldım tabii.
"N'oldu?" dediğimde elimi bıraktı ve ceketini çıkarmaya başladı. Ceketini çıkarttı ve benim arkamdan geçirerek omuzlarıma bıraktı.
"Efnan, fark etmiyorum sanma." ceketinin kolunu tutarak bana gözüyle kolunu işaret etti giymem için. "Tir tir titriyorsun. Sok diğer kolunuda diğer tarafa." dedi ceketin diğer kolunuda tutarak kolumu içinden gerçirmeme yardımcı oldu. Ben şaşkınlığımdan tek kelime edemeden, dediklerini yapıyordum.
Ceketi tamamen giydiğim de kokusu buram buram burnuma geliyordu. "Teşekkür ederim..." diyebildim en sonunda. Tebessüm etti, gamzeleri belirgenleşti. Gamzelerine bakarken benim de dudaklarım yukarı kıvrıldı.
Mavilikleri, içimi görür gibi bakıyordu gözlerime. Bakışlarımı kaçıran ilk ben olmuştum. Tam o sırada telefon zil sesim yine, yeniden olaya dahil oldu. Çantamdan çıkarttığımda arayanın Gözde olduğunu gördüm.
"Alo, Efnan, çok şükür be kızım. Nerelerdesin sen? Hava almaya çıkıyorum dedin akşam oldu." dediğinde elim alnıma gitti. Benim aklım hepten gitmişti.
"Geliyoruz zaten az kaldı. Eve geldiğim de anlatırım sana herşeyi."
"Kiminle geliyorsun, Efnan. N'oluyor?" dediğinde derin bir nefes aldım.
"Aa Gözde tünele giriyorum. Öptüm bay." diyerek hızlıca telefonu kapattım. Telefonumu çantama koyarken Alparslan gülmeye başladı.
"Tünel. İyi fikirmiş."
Gözlerimi devirdim. "Ya Alparslan sen yapma bari." dediğimde iki elinide yukarıya, teslim olmuş gibi kaldırdı. "Bir şey demedim." dedi ve gülmeye devam ederken yürümeye başladık.
Yolu yarılamıştık ve ortam sessizdi. Ama kafamın içi ortamın aksine savaş alanıydı.
"Alparslan," dediğimde yüzünü bana çevirmeden Alparslan olduğunu belli eden bir mırıltı çıkardı. "Anneannen niye sana Mahi diyor?" diye sorduğumda duraksadı. Kasıldığını hissettim.
Yüzünü bana çevirmeden konuştu. "Benim ikinci ismim Mahi," dediğinde kaşlarım havalandı. "Ama kullanmıyorum. Yani, anneannem hariç kimse bana Mahi diye seslenmez." sesinde hiçbir duygu belirtisi yoktu.
Çok fazla meraklanmıştım ve aklımda bir sürü soru vardı. "Neden diye sorsam çok mu ileri gitmiş olurum?" diye şakayla karışık sordum ve güldüm. O da tebessüm etti.
"Hayır, babam koymuş Mahi'yi o yüzden." dediğinde ise dah çok meraklanmıştım. Ama sanırım daha fazlasını sormak fazla samimiliğe kaçardı. O yüzden sustum ve sadece kafa sallayıp, 'Anladım' demek oldu.
Eve varana kadar ikimizde sessizdik. Giriş kapısından ilk ben; sonra Alparslan girdi. Taşlı yolda yürüdük ve evin girişine geldiğimiz de Alparslan cebinden anahtarını çıkardı ve kapıyı açtı. Yine ilk içeri ben sonra o girdi.
Vestiyere montumuzu asarken Gözde mutfaktan elinde çay tepsisiyle çıktı ve büyük bir ihtimalle karşısında Alparslan ile beni görmeyi beklemiyordu. "Efnan?" duraksadı. "Alparslan?" diye devam etti. Benim yüzümde yakanlanmanın verdiği aptal bir sırıtış vardı.
"Gözde, çaylar nerde kaldı kızım?" diye bir ses geldi salondan. Gözde kendine gelmiş gibi gözlerini kırpıştırdı ve "Geliyorum Aleda teyze!" diyerek seslendi içeriye.
"Efnan, sen hava almaya çıkıyorum diye dışarıya çıkıyorum cümlesinin altında yatan anlam, Alparslan'la mı dışarı çıkmaktı ve bir sorum daha var: kafandaki de ne?" diye sorunca acayip utandım. Neyseki Alparslan beni bu eziyetten kurtardı.
"Efnan, benimle gelip köyü tanımak istedi. Kafasında ki de puşi Karadeniz'e özgü bir yazma bağlama stili. Çok beğendiysen nişanlın olacak öküze de de azıcık götünü kaldırıp seni bir yerleri götürün. Şimdi içeri git çünkü; çaylar buz gibi oldu." dedi ve yanımdan geçerek salona ilerledi. Ağzım açık bir şekilde dinlemiştim Alparslan'ı. Gözde'de aynı şekilde.
Gözde, bana geleneksel seninle daha sonra görüşeceğiz bakışını atarak salona yürüdü. Ben de gözlerimi kapatarak soluklandım ve salona doğru yürüdüm. İçeri girdiğimde herkes bıraktığımız gibi, aynı yerlerinde oturuyordu. Ve bir an da herkesin bakışları beni buldu-Alparslan hariç-.
Ve bir kahkaha sesi duyuldu salonda. Bu ses tabii ki de salak Metehan'dan gelmişti. Az kalmıştı çarpacaktım bir tane ağzının üstüne.
"Çok pardon, çok pardon..." diye diye gülmeye devam ederken Rayiha anneanne konuştu.
"Uy çüzel kizum ne kada datlu olmişsun. Ha cel buraya otur." diyerek Alparslan'ın yanını işaret etti. Kafamı sallayarak yürüdüm ve yanına oturdum.
"Metehan koçum, sen çık dışarı bir hava al istersen. Fazla gülmek zararlıymış çünkü." dediğinde Metehan'ın anında gülmesi kesildi. Öksürerek boğazını temizlemişti. "Emredersiniz komutanım. Ben bir tuvalete gideyim." dedi ve ayağa kalkarak tuvalete yürüdü.
Aleda Hanım'da ayağıya kalkarak Alparslan'a baktı ve mutfağa gelmesini söyledi. Alparslan'da kalkarak annesinin peşinden gitti. O sırada Yekta dede konuştu.
"Efnancığım çok yakışmış maşallah sana. Bizim oğlan akıl edip yaptırmış sana." dedi gülerek. Hepimiz güldük.
"Bana da sürpriz oldu. Ben böyle bir bağlama stili olduğunu ilk defa gördüm ama çok güzelmiş." dedim memnuniyetle. Biz konuşurken Metehan'da gelmişti yanımıza. Ters bir bakış attım; o da aynı şekilde bana.
Gözde, birden ayaklandı ve Yekta dede ile Rayiha anneannenin çay bardaklarını toplamaya başladı. "Ben sizin çaylarınızı tazeleyim,"
Benim yokluğumda da kesin bütün yük Gözde'ye kalmıştır diye düşünerek çay bardaklarını Gözde'nin elinden aldım.
"Sen otur ben doldururum." dediğimde ise tam karşı çıkacakken Metehan atladı hemen.
"Gel Gözde sen otur gezen tozan o azıcık iş yapsın." dediğinde sadece gözlerimi devirmekle yetindim. Bardakları alarak ayağıya kalktım ve Metehan'a dönerek 'çok konuşuyorsun' diye mırıldandım.
Bardaklarla beraber salondan çıktığımda mutfaktan konuşma sesleri geliyordu. Mutfağın kapısına yaklaştığımda duyduğum cümle yüzünden olduğum yere çakıldım.
"Alparslan, bir daha o kadının kızına bir şey yaptığını duyarsam seni silerim..."
DEVAM EDECEK...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |