Yeni Üyelik
1.
Bölüm

🐣35🐣

@imposiblety

Gökhan Aktuna'dan


"Minel, babacığım iyi misin? Bana bak, bakar mısın?"


Titreyen ellerimi yüzüne çıkardım, silahı görür görmez arkamı dönüp yere çökmüştüm ama yetişmiş miydim? Ya bir şey olduysa?


"Minel, güzelim cevap ver bana. Minel..."


Dolu dolu gözlerini yüzüme çıkarıp "Baba koykuyoyum." diye mırıldandığında derin bir nefes aldım sesini duyduğum için, hafifçe geri çekilip vücudunun her yerini kontrol ederken "Korkulacak bir şey yok meleğim." diyordum bir yandan.


"Tamam, tamam, iyisin." dedim hiçbir yara görmediğimde. "İkimiz de iyiyiz." Ellerim daha beter titredi, bir küfür mırıldanıp Minel'i göğsüme bastırdım. Yüzünü boynuma gizlerken kollarını boynuma sardı.


"İyisin bebeğim benim, iyisin babam, iyisin."


Saçlarını okşayıp şakağından öptüm. Aklım çıkmıştı. Kalbim hâlâ çok fena atıyordu, kokusunu içime çektim. "İyisin, tamam." dedim bir kez daha. Kendimi ikna etmeye çalışıyordum sanki. "İyisin güneşim."


Ya bir şey olsaydı? Ya yetişemeseydim, dönmeseydim? Mahvedecektim o adamları, korumalar yakalamıştı hepsini, her birini mahvedecektim. Bana bu korkuyu yaşattıkları için, kızımı korkuttukları için, onun canını benden almayı düşündükleri için hepsinin canına okuyacaktım.


"Gökhan Bey..."


Hemen yanıma gelen Kâmil'in sesini duydum, o tarafa baktım. Kızıma silah doğrultan adam birkaç metre ötede, yerde yatıyordu; korumalardan biri tutuyordu onu. Kâmil'se dizleri üzerine çökmüştü, bana bakıyordu.


"Sakın bırakmayın onları." dedim kaşlarım çatılırken, göğsüm öfkeyle inip kalkarken Minel'in kulaklarını kapattım boynuma gizlenmesinden yararlanıp. "Duydun mu beni Kâmil? Hiç kimse bırakılmayacak."


Her zaman "Tamam Gökhan Bey." derdi ama bu sefer demedi. "Gökhan Bey!.." dedi sesini yükseltip, elini de omzuma koymuştu. Kaşlarım daha çok çatıldı bu haline. "Ne oldu?" diye sordum aksi aksi. Hâlâ endişeden kalbim manyak gibiydi, birine patlamaya yer arıyordum.


Omzumda olmayan elini uzattığında başımı eğdim, kana bulanmış avuç içini görünce "Vuruldun mu?" diye sordum hızlıca üzerine bakıp. Kan lekesi yoktu.


"Gökhan Bey, siz..." deyip elini belime bastırdı. Hiçbir şey hissetmedim. "Siz vuruldunuz." diye fısıldadı. Yutkundum, o tarafa baktım, tişörtümde büyüyen bir kan lekesi vardı.


Hayır, hayır.


Minel çok korkacaktı.


"Babamı ara, ambulans ve polis çağır, abimler de gelsin." dedim Kâmil'e. Adrenalin sayesinde acı hissetmiyordum ama kan kaybediyordum, sıkıntıyla alnımı ovuşturdum, Minel'e onu bırakmayacağımı söylemiştim.


"Etrafımızda durun, kalkan olun, arabama doğru yürüyeceğim." Ortada durmaktansa arabanın yanına gitmek daha mantıklıydı, inci tanemi tehlikeden uzaklaştırmalıydım.


Minel kucağımdayken ayağa kalktım, bir an gözlerim kararınca gözlerimi kırpıştırdım. "Bu kadar güçsüz değilsin." dedim kendi kendime. "Minel yanında, kendine gel.'


On beş yirmi adımda geldik arabanın yanına. Arabanın içine girmedim, yere çöktüm, korumalara baktım. "Etrafımızı çevirin, tek bir açık bırakmayın." dediğimde bir iki adım ötede bir yarım halka oluşturdular.


Meleğimin kulaklarını açtım. "Babacığım..." dedim sesimi enerjik tutup. "Bu sesler neymiş biliyor musun?"


"Biymiyoyum." Ağlıyordu, çenemi sıktım, elim yumruk oldu. Şu vurulma işini hallettikten sonra mahvedecektim onları.


"Arabamızın lastikleri patlamış!"


Heyecanlı bir tonlamayla söylediğim şeye karşılık "Ne?" diye mırıldandı başını geri çekip. Burnunu çekti, inandırıcı olmak için yüz ifademi değiştirdim. "Evet." dedim üzgünce. O an belimdeki sızı kendisini belli etti, burnumdan bir nefes aldım. Adrenalin gidiyordu herhalde.


"Arabamızın lastikleri patlamış, o yüzden arabaya girmedik, dışarıda bekliyoruz. Dedenler gelecek, ben amcanlarla arabayı tamire götüreceğim." Minel zeki çocuktu, ekledim. "Çekici çağıracağız."


Burnunu çekti bir kez daha. "Geyçekten mi?" diye sorduğunda başımı salladım. "Evet biriciğim, o yüzden arabaya geldik hızlı hızlı, lastiklere bakmak istedim."


Başını bana yasladı, iç çekti. "Koyktum." diye mırıldandığında alnını öptüm. "Korkma, bir şey yok." Saçlarını okşadım.


Kâmil geldi, babamları aramıştı herhalde, ceketini çıkarıp yanıma çöktü, yarama bastırdı. Dişlerimi sıktım, bir şey yoktu, dayanırdım.


Kızım için dayanırdım.


Meleğim birkaç dakika sessizce durdu, başımı arabaya yasladım, yoruluyordum. Derin bir nefes aldım, bir günde geçmezdi bu, Minel'e gelemeyeceğimi söylemem lazımdı.


"Güneşim?"


"Efendim?" Sesi hâlâ titrekti.


"Bu tamir işi biraz uzun sürebilir."


"Ne?" Başını kaldırdı. "Naşıy uzun?"


"Bizim arabamız çok... Değişik bir araba. Her yerde lastiği satılmıyor, amcanlarla lastiğinin satıldığı bir yere gideceğiz."


"Neyeye?" dedikten sonra telaşla ekledi. "Akşam geyicek mişin baba? Geyiceksin, di mi? Evimise gidicez. Şey, ben, şey, eybiseyeyimi gösteyicem sana. Gidicez."


Elleri yumruk olduğunda bir elini yavaşça açıp avuç içini okşadım, gözleri dolmuştu yine, gülümseye çalıştım. "Geleceğim çiçeğim benim, bugün değil ama. Söz, geleceğim. Seninle de sürekli telefonda konuşacağız. Ben seni bırakır mıyım bir tanem? Bırakmam. Babalar kızlarını bırakmaz."


Zorlanmaya başlıyordum.


"Ama..." dedi kısık bir sesle. Gözlerini kaçırdı. "Noyuy gitme."


"Ama gitmem lazım, arabamız bozulur lastiklerini hemen değişmezsek." Merhametine oynamaya karar verdim, ancak öyle ikna olurdu. "Arabamız bozulursa ben çok üzülürüm, üzülmemi mi istiyorsun?"


"Hayıy." diye itiraz etti hemen. Kollarını boynuma sarıp başını boynuma yasladı. "Üzüyme baba." Bir kolunu çözdü birkaç saniye sonra, künyemle oynadı. "Geyicekşin, di mi?"


"Geleceğim, söz."


İyileşmek zorundaydım, Minel'imi bırakamazdım. Çok kırılırdı bana, çok üzülürdü, çok korkardı eğer... Neyse, düşünmeye gerek yoktu, öyle bir şey olmayacaktı, dayanacaktım.


"Teyefonya konuşcak mıyıs? Öyye dedin."


"Konuşacağız."


"Tamam."


Birkaç dakika süren sessizlik boyunca Minel'imin saçlarını kokladım, en az birkaç gün uzak kalacaktık, özlerdim kokusunu.


"Gökhan!"


Babamın sesini duydum, korumalar açıldığında ve bana telaşla koşan ailemi gördüğümde "Arabanın..." dedim hemen. Minel'in yanında yanlış bir şey söylemelerini istemiyordum. "Arabanın lastikleri patladı, abimlerle tamire gideriz diye düşündüm. Minel de kabul etti, babaannesiyle kalacak, değil mi meleğim?"


Kelimelerim arasında duraksamamak için kullanmıştım tüm gücümü, zorlandığım için terlediğimi hissettim.


"Hıhı."


Yutkundum, gözleri yaşlarla dolu bir şekilde belime bastırılan cekete odaklanan anneme baktım. "Anne, abla, Minel'i alın." Ciğerlerime bir nefes çektim ama zorlanıyordum. "Gidin."


"Gökhan..."


Ablama baktım. "Gidin." dedim bir kez daha, beni yalnız bırakmak istemediklerini biliyordum ama Minel'i hastaneye sokmazdım.


Annem arkasını döndü, ağladığı için böyleydi, biliyordum. Ablam bize yaklaştı, Minel'i almak için kollarını uzattığında inci tanem yanağıma bir öpücük bıraktı. "Hemen gey babacım, seni çok ösyüyoyum."


"Geleceğim bebeğim."


Ablam onu kucağına aldığında el salladı, halim yoktu ama ben de el salladım gülümseyip.


Onlar korumalarla arabaya giderken abimler ve babam yanıma çöktü, babam başını kaldırıp Kâmil'e baktı.


"Kâmil, sen şu adamların bir yere götürüldüğüne emin ol; ellerinden kaçırmasınlar. Korumaların yarısı ambulansın peşinden gelecek, yarısı Kâmil'in peşinden gidecek."


Babam cümlesini bitirince yaramın üzerindeki baskıyı artırdı. Dişlerimi sıktım. "Bu... Anı mı... Bekliyordun?" diye sordum alayla, yüzüme baktı, alnı terlemişti. Endişelenmişti peder. Göğsü hızla inip kalkarken "Bari burada ciddi ol." dediğinde güldüm acıma rağmen. "Olmaz, içim... Rahat etmez."


Derin bir nefes almaya çalıştım. "Telefonum..." dediğimde Engin abim titreyen ellerle telefonumu çıkardı cebimden. "Telefonun..." dediğinde sesi de titriyordu, gözlerimi kapattım birkaç saniyeliğine. Abim bir kaybı daha kaldıramazdı, Minel için dayandığım gibi onun için de dayanmam lazımdı.


"Gökhan..." Hakan abim omuzlarımı tuttuğunda "Yaş... Yaşıyorum." dedim kısık sesle. "O kadar... Kolay... Ölmem."


"Sus!" dedi Engin abim, gözlerimi açtım, gözleri dolu doluydu. Alayla gülümsedim, gülümsemeye çalıştım. "Sulugöz."


Gözlerini sildi elinin tersiyle. "Ne yapacağım telefonunu?" diye sorduğunda "Ses kaydı..." diye mırıldandım. "Minel'e... Telefonda ko... Konuşacağız... Dedim."


Hakan abim "Hayır, kendini yorma." diye itiraz etmeye çalıştı, en sakin olan oydu ama o bile yerinde duramıyordu. "Abi..." dedim dişlerimi sıkıp. "Ses..."


Ofladı Engin abim, ses kaydını açtı. "Durduğum... Yerleri... Çıkarın." dedikten sonra konuşmaya başladım Minel'in telefonda bana ne diyeceğini tahmin etmeye çalışıp.


"Merhaba... Güzelim." Gönül isterdi ki güzeller güzelim diyeyim ama nefesim yetmiyordu işte, her yiğidin bir kusuru vardı.


"Çok az... Kaldı... Döneceğim. Arabamız... Tamir oluyor... İyiyim, sen... Nasılsın? Başka ne... Yaptın... Meleğim? Babalar kızla... Kızlarını... Bırakmaz."


Konuşmak beni çok yormuştu, başımı arabama yaslayıp bekledim. Gözlerim kapanınca "Tamam!" diye çıkıştı babam. "Tamam, bu kadar yeter! Sapsarı oldun, bir şey..." Sustu, yarama bastıran ellerinin titrediğini hissettim.


Ellerimin titremesi konusunda pedere çekmiştik demek, bunu otuz yaşında öğrenmeseydim iyiydi.


"Konuşacağım." diye direttim. O kadar kararlıydım ki kelime tek seferde çıkmıştı ağzımdan.


Minel başka ne diyebilirdi? Neden bahsederdi benim kızım bir telefon konuşmasında? Soru sorardı.


"Bu soruya... Şimdi... Cevap... Veremem babam. Tamirciler... Geldi. Eve... Eve dönünce... Cevap vereceğim."


Seni seviyorum, derdi. Seni çok özledim, derdi.


"Ben de... Seni... Seviyorum... Biri..." Nefes aldım, niye bu kadar zordu konuşmak? "Biriciğim... Ben de... Seni... Çok... Özledim."


"Tamam, yeter!" diye araya giren bu sefer Hakan abimdi. Ses kaydını durdururken sert bir ifade vardı yüzünde. Ben ona baktığımda yumuşadı. "Yapma abim, kötü oluyorsun." dedi şefkatle. Bir şey demedim.


"Sakın kapatma gözlerini, tamam mı? Sakın!" Engin abime baktım, bembeyazdı yüzü, ona baktığımı görünce devam etti. "Sakın abim, bizi düşün, bizi düşünmüyorsan... Minel var! Minel var."


"Biliyorum... Kızımı... Benden çok... Mu düşüneceksin? Babasıyım... ben."


Başım dönüyordu, abim yana kayıp geldi. Hayatımda içki içmeden sarhoş olmadım da demezdim bu baş dönmesiyle.


"Evet, senin kızın." diye onayladı Hakan abim. "Birkaç gün boyunca biz onun yanında olacağız, sen hastanede olacaksın."


Kalan gücümle güldüm. "Hayır. Tamire... Sizinle... Gideceğimi... Söyledim." Her şeye rağmen keyiflenmiştim. "Gidemezsiniz... Kızımın... Yanına."


"Postu deldirdin, hâlâ kıskançlık peşindesin." dedi babam kaşlarını çatıp. Peder böyle ciddi durmaya, kızmaya çalışıyordu ama o da bembeyazdı. Yaşlıydı bir de, o kalp krizi geçirmeden ambulans gelmeliydi.


Siren sesleri duyuldu uzaktan, babamla dalga geçemedim hepsi hareketlenip etraflarına bakınca. Dudaklarımı ıslatmaya çalıştım, ağzımın içi çamur gibiydi.


Vurulmak da ne beter şeydi.


Derin bir nefes almaya çalıştım, işe yaramadı, bir yere kadar nefes alabiliyordum sanki. Telaş yapmadım, kızıma söz vermiştim, onun için dayanacaktım, başka ihtimal yoktu.


Ya varsa?


Hayır.


"Ananas..." dedim bir anda. Aklıma nereden geldiğini bilmiyordum. "Çok... Merak... Etti. Alın... ona." Herkes bana döndü yine. Ne gördüler bilmiyordum ama herhalde iyi değildim, Hakan abim bile soğukkanlı değildi çünkü artık.


Bir el nabzıma gitti, kimin eli olduğuna bakmadım, baksaydım da... Gözlerim çok fena kararıyordu.


Sözümü tutamayacak mıydım? Ölüyor muydum? Çok üzülürdü, hayır. Benim minik bebeğim çok üzülürdü. Yalnız kalırdı. Bizimkiler vardı ama... Hayır, ben de bırakamazdım onu.


Babalar kızlarını bırakmaz.


Babalar kızlarını bırakmazdı da... Hissediyordum. İyi değildim. Ona yalan söylediğimi düşünecekti, çok kırılacaktı ve gönlünü alamayacaktım.


En azından iyi bakılsa...


"Ballı... Süt..." dedim yavaşça. "Masal... Okuyun. Çay... Çay partisi... İstedi. Kurabiye... Seviyor. Mantı... Nanesiz. Yemek... Yemezse... Barbie..."


"Sus, sus! İhtiyacımız yok bunlara, sus! İyileşeceksin zaten."


Aldırmadım. Kime aldırmadığımı bilmiyordum, ayırt edemedim. Bir sürü şey geliyordu aklıma, hepsini söylemem lazımdı, Minel'e iyi bakmalılardı ben yokken.


"Çiçekleri... Sulayın. Üzülür... Solarlarsa... Çok... Üzülür. Seviyor... Çiçek... Sarı çiçek..."


Düşüncelerim uçtu gitti, gözlerimi kırpıştırdım, kararan gökyüzünü görmem lazımdı. Minel gökyüzünün çok güzel olduğunu söylemişti. Kuşlar... Telin üzerinde kuşlar vardı. Neredelerdi? Silah sesiyle mi uçmuşlardı? Gelseler... Güneşim onları çok sevmişti.


Odaklanamıyordum. Hakan abimin "Nabzı çok hızlı." dediğini duydum. "Ambulans... Bir şey oluyor."


"Hayır abi, olmayacak! İyi, tamam mı? Gökhan'dan bahsediyoruz, Gökhan'dan! Ona bir şey olmaz."


Gülümsemek istedim, olmadı. Zaten abimin beni iyi tanıyışına gülümseyecektim, yapamadığıma göre beni iyi tanımıyordu, bana bir şey oluyordu çünkü.


Seni çok ösyedim babacım.


Minel belirdi gözümün önünde; şirin şirin konuşması, şarkı söyleyip sallanmaları, çiçeklerine hayran hayran bakması...


Kıymızı bayık göyde, kıvyıya kıvyıya yüzüyoy.


"Kırmızı balık..."


"Bir şey dedi; oğlum, babacığım, ne dedin?"


Çiçekyeyimis büyücek baba, biy süyü, şey, biy süyü çiçekimiz oycak.


"Çiçek..."


Pyenşeş deniz kısı! Çok güzey! Yapunzey! Peyi Pyenşeş!


"Prenses..."


"Gökhan, abim..."


"Görmüyor ki bizi... Duymuyor. Gökhan, abim bak bana. Allah'ını seversen bak. Bir kaybı daha... Nerede kaldı lan ambulans, nerede kaldı bu ambulans, nerede?"


Ya şen de öyüyşen...


Ölmek istemiyordum, inci taneme bunu yaşatamazdım. Zar zor araladım gözlerini, hemen fark ettiler bunu. Yakınımızdaki kırmızı mavi ışıkları gördüm, gözlerim oraya takılırken "Abi..." dedim yavaşça. "Baba..."


"Buradayız, buradayız."


Yutkundum, susuzdum, konuşmak için yorgundum. Yine de konuştum. "Minel'i... Yalnız... Bırakmayın... Size... Emanet."


"Sus! Ne emaneti?" Hakan abimdi bunu söyleyen, başka zaman olsa dalga geçerdim kaba konuştuğu için ama yapamadım.


"Size emanet." dedim bir kez daha. Yine tek seferde çıkmıştı kelimeler, tüm gücümü harcıyordum çünkü.


Bir şey daha demek istedim, ne olduğu önemli değildi. Bir cümle daha... Olmadı. Birisi nabzımı kontrol etmek için elimi tutuyordu, elim oradan kaydı. En son onu gördüm ya da hissettim, bilmiyordum.


Gözlerim kapandı.


.


.


.


Hale Aktuna'dan


Minel kucağımdaydı, omzuma yaslanmışrı, arabadayken uyuyakalmıştı ve hâlâ uyuyordu. Onun bu hali bizim için iyiydi, annem ağlıyordu, benim de gözlerim dolu doluydu.


Ölü gibiydi, benim kardeşim ölü gibiydi.


Eve girdiğimizde Kuzey hemen yanımızda belirdi, bir şey sormak için ağzını açmıştı ama yanakları yaşlarla ıslanmış annemi görünce duraksadı. "Babaanne..." dedi yavaşça. "Ne oldu? Hala? Birine mi bir şey oldu, babamlar nerede?"


Soğukkanlıydı bunları sorarken ama içten içe korktuğunu biliyordum. "Gökhan amcan..." dedikten sonra boğazım düğümlendiği için yutkundum, dolan gözlerimi kırpıştırıp "Vuruldu." diye fısıldadım.


"Ne?"


Şoke olmuş ifadesine başımı salladım. "Evet." diye mırıldandım. "Ayazları da çağırır mısın? Onlara da..."


"Tamam." dedi fazla konuşmak istemediğimi görünce. Yutkundu, merdivenlerden çıktı hızlıca. Annemin sırtını sıvazladım, bana baktı, dudakları titreyince hızlıca oturma odasına girdi.


Minel'le yukarı çıktım, odasına girip üzerini değiştiğimde uyanmadı ama onu yatağa soktuğumda gözlerini açtı. "Haya?" dedi uykulu uykulu.


"Buradayım bebişim, eve geldik, uyu." dediğimde gözlerini yavaşça kırpıp açtı. "Ayabamısın..." dedi mahmur mahmur. "Ayabamısın laştiki patyamış. Şey..." Uyuyacak gibi oldu ama irkilerek gözlerini açtı, cümlesini tamamladı. "Babam tamiyciye gitti, geyicek."


Titrek bir nefes alırken saçlarını okşadım. "Evet halacığım." dedim yavaşça. "Gelecek." Bunu söylemeye, buna Minel kadar inanmaya çok ihtiyacım vardı.


Gözlerini kapattı, bir şeyler mırıldandıktan sonra uyudu, uyanmayacağından emin olunca ayağa kalktım. Odama gittim, rahat şeyler giyerken ağlamamak için uğraşıyordum.


Kim yapmıştı bunu? Kimdi bizimle uğraşan? Bunca senedir Aktuna'ydık ama şimdi tehdit ediyorlardı bizi, canımızı.


Aynanın kenarını tuttum sıkıca. Gözümden yaş akacak gibi olunca "Rimelin çok pahalı." dedim kendimi güldürebilmek için. "Ağlayamazsın Hale, hem kendine gel, bir şey olmayacak."


Söylediklerimin aksine bir damla yaş düştü yanağıma, aynamın önündeki bordo pufa çöktüm. Ellerimi alnıma koyup ofladım. Gökhan'ın o hali gitmiyordu gözümün önünden. Büyümüş olabilirdi, çok sert duruyor da olabilirdi ama o benim küçük kardeşimdi; beş yaşındayken bile bana kıyamayan ama beni sinir etmekten, ağlatmaktan da geri durmayan kardeşimdi.


.


"Abla?"


Gökhan odasına her zamanki gibi kapıyı çalmadan girdiğinde derin bir nefes aldı Hale. Pembe, tüllü bir elbise giyiyordu. Başındaki pembe prenses tacını düzeltirken "Kapıyı çalmayı öğrenmedin mi sen?" diye cırladı.


Beş yaşındaki Gökhan güldü sinir bozucu bir şekilde. "Öğrendim ama kapıyı çalmak istemiyorum." dedi "istemiyorum"un üzerine bastıra bastıra. Gitti, Hale'nin komodinindeki kitaba uzandı.


"Bırak, benim kitabım o!" diye bağırdı Hale, Gökhan bebekken Hale'nin onlarca kitabını yırttığı için temkinliydi on bir yaşındaki kız. Gökhan sesli bir tepki vermedi. Onun yerine elindeki kitabı aniden yere bıraktı. Hale'nin dudakları şaşkınlıkla aralandığında güldü. "Bıraktım."


"Saçlarını çekeceğim senin!"


Hale Gökhan'ın saçlarını tuttu ama çekmedi, kardeşine kıyamıyordu. Ne kadar sinir bozucu olsa da çok şirindi beş yaşındaki kardeşi. Kahverengi, dağınık, çok uzun olmayan, yumuşacık saçları; esmer, çocuksu bir pürüzsüzlükteki teni, haylazlıkla parlayan mavi gözleri vardı.


Gökhan canı acımamasına rağmen kaşlarını çattı. "Çekil!" dedi ters ters. "Benim saçlarıma dokunamazsın!"


"Dokunuyorum, bak!" dedi Hale nispet yaparcasına. Boştaki elini de Gökhan'ın saçlarına soktu. Gökhan küçük ellerini ablasının karnına koydu, kız çocuğunu hafifçe itti. "Saçlarımı keseceğim, görürsün!" dedi öfkeyle.


"Kes, bana ne." Omuz silkti kız.


Gökhan sinsi sinsi sırıttı. "Senin saçlarını da keseceğim, görürsün." dedi kendinden emin bir şekilde. "Sen uyurken. Yamuk saçla gezeceksin, tüm arkadaşların sana gülecek."


"Hıhı." dedi Hale kayıtsızca. "Eminim kesersin, tamam."


O günün gecesi Gökhan derin bir şekilde uyuyan Engin abisinin odasına girdi, çalışma masasının çekmecesinden makası aldı. Kendi odasına dönüp banyoya girdi, küçük sandalyesine çıkıp aynadan kendisine bakarak saçlarından bir tutam kesti. Ablasının saçlarından daha koyu renkti saçları ama kızın bunu fark etmeyeceğini biliyordu.


Sessiz adımlarla ablasının pembe döşenmiş odasına girdi. Yatağa çıkmaya çalışırken yatağın tül, tavandan sarkan cibinliğine takıldığında kaşlarını çatıp cibinliğe yumruk attı ama bu durum keyfini bozamadı, uyuyan ablasına döndüğü an yine güldü.


Makası bir elinde, saçları bir elinde tutup kahkaha attı. Hale irkilerek uyandı; gözlerini ovuşturup prensesli gece lambasının pembe ışığında gördüğü, başında dikilen, lacivert, üzerinde kırmızı arabalar olan bir pijama giyen kardeşiyle bir an neler olduğunu anlayamadı.


Gökhan'ın elindeki saçları gördüğünde ve anladığında...


Hale'nin çığlığı tüm odalardan duyuldu; ev halkı üzerine titredikleri kız çocuğuna bir şey olmasının korkusuyla onun odasına doluştuklarında ilk başta kızın ağladığını, çocuğunsa güldüğünü fark etmediler.


Raif bir elini Hale'nin koluna, diğer eliniyse Gökhan'ın koluna koydu endişeyle. "Ne oldu?" diye sordu üzerlerini kontrol ederken. En son gelen Engin ışığı açtığında daha net gördü en küçük iki çocuğunu. Bir şeyleri yok gibiydi ama korkusu yine de geçmedi.


"Ne oldu?" Bu sefer soruyu soran Gülten'di. Yatağa oturdu, iki çocuğuna da uzandı, bir şeyleri olmadığını görünce derin bir nefes aldı.


"Gökhan..." dedi Hale ağlaya ağlaya. "Gökhan..." Hıçkırdı. "Saçımı kesti. Baba..." Kız çocuğu babasının boynuna sardı kollarını, Raif şaşkınca beş yaşındaki oğluna bakarken Hale'nin sırtını sıvazladı.


"Evet, kestim!" dedi Gökhan kötücül bir gülüşle. İki elini de öne uzattığında herkes gördü makası ve kahverengi saç tutamını.


"Gökhan!" diye kızdı Raif. "Neden yaptın böyle bir şey? Derdin neydi?" Hale hıçkırdığında kızının sırtını sıvazladı derin bir nefes alıp. "Tamam babacığım, tamam bir tanem. Ağlama, çok üzülüyorum sen ağlayınca, lütfen güzelim."


"Canımın içi..." dedi Gülten anlayışlı yaklaşmaya çalışıp. Ters davranırsa Gökhan daha da öfkelenecekti, tanıyordu haylaz oğlunu. "Neden yaptın böyle bir şey?"


"Ablam 'Kesemezsin." dedi." Omuz silkti yaşıtlarına göre uzun olmasına rağmen ailesinin yanında cüce gibi kalan Gökhan. "Ben de kestim."


Engin uykuyla gözlerini ovuştururken Hale'nin çift kişilik yatağının boş kısmına uzandı. "Bilmiyor musun Gökhan'ı?" dedi esneyip. "Neden tersine gidiyorsun Hale?"


"Ben mi suçluyum şimdi?" diye çıkıştı kız. Hakan gülümsedi, Gökhan'la Hale'nin arasına oturup kız kardeşinin elinin üzerini okşadı sakince. "Hayır abiciğim, suçlu değilsin. Sadece Gökhan'ın bir tık yaramaz olduğu bir gerçek, böyle şeylerle uğraşmamak adına sen de böyle davranmamalıydın, Engin abin bundan bahsediyor."


"Evet, ondan." diye seslendi gözleri kapalı Engin.


"Evet abla, öyle davranmamalıydın." Başını salladı Gökhan bilmiş bilmiş, kendisine kaşları çatık bir şekilde bakan babasını görünce ellerini teslim olmuş gibi kaldırdı. "Yeni saçı daha güzel oldu baba, eskisi süpürge gibiydi."


"Ne?" dedi Hale şoke olmuş bir şekilde. Güzel, kahverengi gözlerini iyice açtı; Gökhan'a döndü. "Süpürge gibi miydi? Baba, abi, ne dedi, duydunuz, değil mi?"


"Duyduk babam, duyduk." diye cevap verdi Raif derin bir nefes alıp. Gökhan son çocuklarıydı, onun öncesinde üç çocuk daha büyütmüşlerdi ama tüm tecrübeleri bu parlak mavi gözlü yaramazda etkisiz kalıyordu.


"Doğru söylüyorum!" diye çıkıştı Gökhan. Öfkelenmişti ablasının saçını cidden kesmemesine rağmen. Hale bunu görünce dayanamadı, babasının kollarından kurtulup kardeşinin üzerine atlayarak...


Kafasını ısırdı.


Birkaç saniye öyle kaldıktan sonra konuşmak isteyince ısırmayı bıraktı, Gökhan bebekken karnından çok gıdıklanırdı, son zamanlarda bu özelliği iyice körelse de hâlâ gıdıklanıyordu, Hale de bundan yararlanıp kardeşinin karnını mıncırırken cırladı. "Ben saçlarımı on senede büyüttüm, sen nasıl kesersin benim prenses saçlarımı?"


"Makasla kestim, kolay oldu." dedi Gökhan bir yandan gıdıklandığı için gülüp bir yandan ablasını itmeye çalışırken. "Bana bir daha bir şeyi yapamayacağımı söyleme."


"Sen beni delirteceksin!"


Gülten Gökhan'ı çekiyordu, Raif'se Hale'nin beline sarılmıştı ama birkaç saniye daha ayıramadılar onları. Bu sırada Hale öfkeden, Gökhan gıdıklanmaktan ve hırçınlıktan kıpkırmızı oldu. Hakan da aralarında kaldı, karınlarından hafifçe iterek durdurmaya çalıştı kardeşlerini.


Engin?


Engin uykuya dalmıştı.


.


Burukça güldüm aklıma gelen anıyla. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip derin bir nefes aldım, sırtımı dikleştirdim. Güçlü olmam gerekiyordu.


Ayağa kalktım, telefonumu alıp merdivenden indim. Annem ortada yoktu, oturma odasından çıkmıştı, büyük ihtimalle ağladığının görülmesini istememişti.


"Anne?" dedi Ayaz beni görür görmez. Ayağa kalktı, yanıma gelip ellerini koluma koydu. "Ne oldu?"


Doruk ve Arda da bana döndüler. Beni görünce onlar da ayaklandı. "Hala?" dediler aynı anda. Doruk devam etti. "Ne oldu sana? İyi misin?"


Ayaz sözü devraldı. "Biri bir şey mi dedi sana? Bir şey mi yaptı? Nerede dayımlar?"


"Yok." diye itiraz ettim. Sesimin kısık ve çatlak çıktığını fark edince boğazımı temizledim koltuklardan birine oturup yeğenlerime ve oğluma da oturmalarını işaret ederken.


Arda çok telaşlanmıştı, hemen benim yanıma oturdu. Ayaz diğer yanıma geçerken Doruk soğukkanlı bir şekilde oturan ama bir yandan da parmaklarını çıtlatan Kuzey'in yanına oturdu.


"Bugün şirketteydik hepimiz. Babamlar oraya geldi alışveriş merkezinden sonra. Gökhan ve Minel markete gitmek istediler, on beş dakika sonra..." Gözlerim doldu hafifçe, bir reklam arası kadar kısa olan sürede kardeşim o hale gelmişti.


"Kâmil babamı aradı."


"Minel'e mi br şey oldu?"


"Minel?"


"Sirke meselesini yapanlar mı?"


"Kim yaptı?"


Bir ağızdan konuştuklarında derin bir nefes aldım. Gökhan'a bir şey olmasına ihtimal vermiyorlardı çünkü hep çok güçlü görmüşlerdi onu. Gökhan sık hastalanmazdı; hastalanırsa da bizi dinlemez, uyuyup dinlenmezdi. Kavgalardan pek bir darbe almadan çıkardı, alırsa da önemsemezdi. Bunun gibi daha bir sürü şey vardı.


"Hayır, Minel'e bir şey olmadı." dedim sakin kalmaya çalışarak. "Yukarıda uyuyor ama Gökhan..." Yutkundum, fısıltıya yakın bir sesle devam ettim. "Gökhan vuruldu."


Bir sessizlik oldu. Kuzey hemen Doruk'un omzuna koydu elini ama bir şey demedi. İlk konuşan kişi normalde çok sessiz olan Arda oldu.


"İyi mi? Nasıl? Neresinden vuruldu? Yanına gidelim, hastanede mi? Nerede? Amcamı görmek istiyorum."


Nefesi daralmaya başladığında elini tuttum hemen. "Arda..." dedim yavaşça. "Gökhan amcan çok güçlü ve hiçbir şey olmayacak, şu an mantıklı olan şey sakin kalman, tamam mı? Ben de çok üzgünüm ama telaşlanırsak her şeyi daha da dağıtırız."


Bu konuşmayı yapma nedenim Arda'nın normalden çok daha fazla endişeleneceğini bilmemdi. Dudakları titrerken dolan gözlerini kaçırdı, başını salladı.


"Abimler ve babam Gökhan'ı hastaneye götürdü, Minel arabalarını tamir etmeye gittiklerini zannediyor, siz de ona bir şey belli etmeyin. Zaten Gökhan birkaç gün sonra dönecek."


"Tamam, etmeyiz." dedi Kuzey herkes adına. Ayaz başını omzuma yasladı, Arda'nın elini tutmayan elimi dizine koyduğumda kollarını koluma sardı sıkıca. "Bir şey olmayacak, değil mi anne?"


"Olmayacak tabii ki bebeğim, bir Aktuna bu kadar kolay yıkılmaz." Enerjik olmaya çalışıyordum, karamsarlığımı onların önünde belli edemezdim.


"Babaannem nerede?"


Annem aklıma geldiğinde dudaklarımı ıslattım, şu an canından can gidiyor olmalıydı. Ayaz'a böyle bir şey olsaydı ben ne hissederdim diye düşünüyordum da... Delireceğim kesindi.


"Buraya girmişti ama ben gelince çıktı." dedi Kuzey, derin bir nefes alıp ayağa kalktı. "Ben onun yanına gideyim, hala sen sanırım hastaneye gideceksin, git ama korumalarının her an yanında olmasına dikkat et lütfen. Doruk sen de Ayaz ve Arda'nın yanında dur, abileri olarak."


"Abileri olarak." kısmını vurgulamıştı, Doruk'a güçlü kalması gerektiğini hatırlatıyordu. Hakan abimin oğlu olduğu çok belliydi.


"Tamam, öyle yapalım." deyip ayağa kalktım. Koridora çıktığımda Ayaz hemen yanıma geldi. "Ben de geleyim." Başımı iki yana salladım. "Olmaz Ayaz. Ne olacağı belli değil."


Kaşları çatıldı. "O yüzden gelmek istiyorum." dedi öfkeyle. "Kendini hiç düşünmüyor musun? Hedefleri kim olur zannediyorsun anne? Aktunaların tek kızı, yani..." Gözlerini yerde dolaştırdı düşündüğü için biraz sakinleşirken. "Minel de var, evet ama o uyuyor." Tekrar gözlerime bakarken öfkesi geri geldi. "Seni hedef alırlar, kim olduklarını da bilmiyoruz."


"Bebeğim benim..." dedim anlayışla. "Bir sürü koruma olacak yanımda, onlardan ayrılmayacağım, meraklanacağın bir şey yok."


"Ama anne..."


"Ayaz lütfen." dedim derin bir nefes alıp. "Yanımda olursan etrafıma dikkat edemem, bunu sen de biliyorsun. Lütfen anneciğim, Doruk abinin yanına gider misin?"


Yutkundu. "Tamam." diye mırıldandı. "Ama aradığımda cevap vereceksin hemen, vermezsen ölümü gör."


"Ayaz!" diye kızdıktan sonra sitemle ekledim. "Tamam, vereceğim cevap, tamam!"


Zar zor gülümsedi, kollarını belime sarıp "Dikkatli ol." diye mırıldandı. Tüm öfkem uçup giderken saçlarının arkasına koydum ellerimi. "Tamam bebeğim, çok dikkatli olacağım." deyip başının üzerinden öptüm.


Dışarı çıktığımda yüzüme ılık bir rüzgar vurdu, gözlerim bunu bekliyormuş gibi doldu. Gökyüzüne baktım. "Allah'ım lütfen..." diye fısıldadım titrek bir şekilde. "Lütfen kardeşime bir şey olmasın, lütfen."


.


.


.


Evettt, bölüm nasıldı?


Çizgi çok kastığı için bir türlü soru yazamamıştımmmm


Satır arası yorum yapabiliyor muyuz bilmiyorum ama olsunnn


36'yı da şimdi atacağımmm


Loading...
0%