@imposiblety
|
Imposiblety'den Kuzey misafirler için olan oturma odasına girdiğinde ve babaannesini sonunda bulduğunda onu ağlarken görmek hiç hoşuna gitmemişti. Derin bir nefes aldı, birkaç adım attı. Gülten ayak seslerini duyunca başını kaldırdı, torununu görür görmez sildi yanaklarını ama bunun işe yaramayacağını biliyordu, Kuzey onu çoktan görmüştü. "Babaanne..." dedi Kuzey Gülten'in yanına otururken. "Konuşmak ister misin? Şu an güçlü olmana gerek yok." Gülten başını iki yana salladı hemen. "Yok oğlum." dedi kısılmış bir sesle. Torununun omuzlarına kendi endişelerini yükleyemezdi; annelik içgüdüsüyle dolu, birçok çocuk yetiştirmiş bu kadın bunu yapmayı kendisine yakıştırmazdı. "Tamam." dedi delikanlı, itiraz etmedi, başını babaannesinin omzuna yaslayıp elini tutarken "Her şey geçecek." dedi sakin bir ses tonuyla. "Gökhan amcam çok güçlü bir insan. Yıkılmaz." Bunun babaannesini içini dökmeye o fark etmeden ikna edeceğini biliyordu. Gülten'in yanaklarına yaşlar aktı yine. Başını iki yana salladı zihninde dönen en kötü ihtimallerin acımasız etkileriyle. "O benim oğlum." cümlesi döküldü dudaklarından. Gökhan herkes için güçlü, yıkılmaz olabilirdi ancak Gülten'in gözlerinde hâlâ daha o haylaz, küçük çocuktu. "İyileşse bile..." Bile kelimesi ağlayışının hızlanmasına neden olunca birkaç saniye bekledi. Kuzey bu sırada babaannesinin avuç içini okşadı, Gökhan amcası bunu Minel'e yapıyordu ne zaman yumruklarını sıkmak istese, belki babaannesinde de işe yarardı bu yöntem. "İyileşse bile..." diye tekrar etti kadın. "Olanların peşini bırakmayacak, kendi başına bir şeyler yapmaya çalışacak ama bunu yapanlar..." Ellerine bakarken başını iki yana salladı. "O kadar korumaya rağmen... Markete gittiler, markete. Otoparktayken, on beş dakikada... Bunu yapabilen daha neler yapar?" Kuzey diyecek cümleler bulurdu, babaannesini ikna edebilirdi bile soğukkanlılığıyla ama bir Aktuna olduğu seneler boyunca onlarca olay, tehdit gören kadının içini dökmesini bekledi. "İlk kez böyle oluyor, daha önce sadece korkutuyorlardı, belliydi. Şimdi amaçları..." Derin bir nefes verirken üzüntüsünü perdeleyen bir öfke çöktü okyanus gözlerine. "Şimdi amaçları..." diye tekrar etti hâlâ çatlak ve kısık olmasına, gözyaşlarının berrak izlerini taşımasına rağmen bir annenin korkutucu kararlılığını taşıyan sesiyle. "Öldürmek." "Öyle." dedi Kuzey saniye geçmeden. Olayları inceleyen, davranışların arka planını sorgulayan bir insan olmuştu en büyük torun olması, kardeşinin ve kardeşi gibi gördüğü kuzenlerinin mimiklerinden dahi tüm duygularını anlaması gerektiğini düşünmesi sebebiyle. Bu olayın da sahne arkası belliydi. Korkutmak için yapılan bir hareket yoktu ortada, her şey planlanmıştı ve bu planlar rayında giderse... "Sen de hastaneye gitmek ister misin? Ben yanında dururum bizimkilerin." Gülten başını iki yana salladı kararından emin bir şekilde. Oğlunu kalbi kuş gibi çırpınarak merak ediyordu ancak torunlarını da yalnız bırakamazdı, hem eşi ve tüm çocukları -Hale'nin evde durmayacağından emindi- hastanedeydi, kalabalık yapmaktan ve gözyaşlarıyla işlerini zorlaştırmaktan başka bir şey yapmazdı. Gitmeyecekti, en azından bu akşam. "Sen bilirsin. Yukarı çıkıp biraz uzanmak ister misin? Yüzünü yıkayıp üzerini de değişirsin, rahatlamana yardımcı olur." Kadının tereddüdünü görünce gülümsedi delikanlı içindeki sert poyraza rağmen. "Hadi, gel." dedi ayağa kalkarken. Gülten ayağa kalktı zorluk çıkarmadan. Zarif bir hareketle gözyaşlarını tamamiyle sildi başka bir torununu görebilecek olma ihtimaliyle. Kuzey'in koluna girdi, matemin verdiği ağırlıkla çıktılar merdivenleri. Kuzey Gülten'i odasının önüne kadar bıraktıktan sonra Doruk'un odasına yönelmeden önce kendi odasına girdi, banyoya geçip aynanın karşısında durdu. "Mantıklı ol Kuzey." diye mırıldandı. "Mantıklı ol, kötü düşünme, iyi olasılıklar da var, mantıklı ol." Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Doruk'a, Arda'ya, Ayaz'a destek olması gerektiğini düşündü. Sonra Minel geldi aklına. Çok yaralı bir çocuktu inci tanesi; canından çok sevdiği, görünce gözlerinin parlamasına neden olan babasını da kaybederse yaraları hiçbir zaman kapanmazdı. Çok eksik kalırdı. Minel'in odasına gitti kendi odasından biraz toparlanıp çıktıktan sonra. Kız çocuğu tavşanına sarılmış uyuyordu. İnce örtüsü bacaklarına kadar inmişti. Ev klimaların etkisiyle ılık olduğu için Kuzey örtünün orada kalmasını istemedi, sarı örtüyü kızın omuzlarına kadar çekti. "Abi?" "Abi?" "Abi?" Doruk'un odasına girdiğinde üç ağızdan duydu "abi" kelimesini, bir kez daha hatırladı neden güçlü kalması gerektiğini. Hafifçe gülümsedi. "Beni mi bekliyordunuz?" dedi Arda ve Ayaz'ın yana kayarak kendisi için açtığı yere otururken. "Biz de hastaneye gidelim." dedi Arda Kuzey'in sorusuna cevap vermeden. Evde duvarlar üstüne geliyormuş gibi hissediyordu. "Abi hastaneye gidelim." diyerek tekrar etti isteğini. "Abiciğim..." dedi Kuzey anlayışla. "Bizim gitmemiz bir işe yaramaz, hem babamlar bize dikkat etmek istedikleri için daha çok yorulur. Normal bir durumda da değiliz. Ben sürekli arar, ne olduğunu sorarım, tamam mı? Sana da söylerim." "Şimdi de arayalım." Derin bir nefes aldı en büyük torun, telefonunu siyah eşofmanının cebinden çıkarıp babasını aradı. Engin amcası şu an çok endişeli olmalıydı; dedesi de kesin tanıdığı ünlü cerrahlarla görüşüyor, bir yandan da polislerle iletişim kuruyordu. "Efendim Kuzey?" Babasının yorgun sesini duyduğunda duraksadı genç çocuk istemeden. Hakan onlara belli etmezdi yorgunluğunu, şu an gizleyemeyecek kadar yorgundu demek. "Gökhan amcam nasıl?" Konuyu uzatmak istemiyordu. "Ameliyata aldılar, daha bir şey demediler." "Anladım." dedikten sonra bir sessizlik oldu, Kuzey telefon7 bu kadar az bilgiyle kapatmak istemiyordu, bu yüzden sordu olumsuz cevap almaktan endişe duyarak. "Hastaneye giderken kendinde miydi?" "Hayır." Derin bir nefes verdi Aktuna kardeşlerim en büyüğü. Bir kez daha okudu kırmızı "ameliyathane" yazısını. Hastanenin parlak, beyaz ışıkları başını ağrıtmaya başlamıştı. Birkaç kelime daha söyledikten sonra kapattılar telefonu. Hakan başını eğip alnını ovuşturdu ağrının biraz da olsa geçmesini umarak. Gökhan'ı hastaneye ulaştırdıkları anı hatırladı. Esmer teninin bembeyaz oluşunu, sedyenin yanından sarkan elini, kapalı gözlerini... Geç kaldılarsa ne olacaktı? Göğsüne denk gelmemişti kurşun, bel boşluğundaydı ama kan kaybı... Yüzünü sıvazladı, Engin takıldı o sırada hedefi belli olmayan gözlerine. "Nida gibi olursa ne olacak?" diye geçiriyordu içinden Engin, dizini titretiyordu farkında olmadan. "Nasıl dayanacağım? Arda ne olacak, Minel? Minel çok küçük daha." Başını eğdi, ellerini yüzüne kapatırken derin nefesler alıp verdi, ciğerlerine dolan hastane kokusu daha da kötü hissetmesine neden oldu. "Tamam abim, kendimi mahvetme." Hakan abisinin sesini duyunca kaldırdı başını, adamın ne zaman yanına oturduğunu bile fark etmemişti. Kızarık gözlerle baktı ona, küçük bir çocuk gibi "Abi..." diye mırıldandı. Cümlesinin devamını getirecekti ama Hale'nin sesini duyuşu engel oldu. "Abi? Baba?" Hakan ilk gören kisi oldu fırtına gibi gelen, saçları alelade toplanmış, yanına çanta bile almamış kız kardeşini. Ayağa kalktı. "Neden geldin Hale?" diye sordu koridoru ve korumaları gözleriyle kontrol ederken. Engin de üzgün halinden kurtuldu, sırtını dikleştirip ayaklandı. "Evet." dedi ciddiyetle. Kalbi hızla çarpmıştı Hale'nin sesini duyunca. "Buraya gelmemeliydin." Korkuyordu başka birine de bir şey olmasından. "Evde kalamazdım." dedi Hale çaresizce. "Çıldırırdım, siz de biliyorsunuz." Sesini çıkardı ne Engin ne de Hakan. Hale kabullenildiğini anlayınca hemen duvarlara baktı. Ameliyathane yazısını görünce "Hâlâ mı?" diye sordu sorusunun mantıksızlığını bile bile. Arabasına binmeden abilerini arayıp bu haberi almıştı ve anın endişesi ve çaresiz ümitliğiyle ameliyatı bitmiş görmeyi ummuştu. "Hâlâ." dedi Engin derin bir nefes verip hastanenin rahatsız koltuğuna geri çökerken. "Babam dışarıda. Avukatlarla konuşuyordu en son. Ondan sonra da bildiği cerrahları arayacak durumu takip etmeleri için. Polislerle de konuşacak. Yani, öyle diyordu." Zihnindeki düşünceleri takip edemiyordu Engin. Hale başka bir şey sormadı, Engin'in yanına oturdu, kollarında güç yokmuş hissettiğinden öne eğilip dirseklerini dizlerine yasladı. Üç kardeşin de gözleri ameliyathane yazısına gitti. Akıllarına aynı anı geldi her birinin, beraber büyümelerinin etkisiydi belki de aynı hatıraları düşünmeleri. . "Hoş geldin canımın içi." dedi Gülten Gökhan'ı görünce. "Gel, yemeğe otur." "Yok." dedi Gökhan durgun bir tonla. Gülten bunu fark etmedi o an, cevaba odaklanmıştı ses tonundan ziyade. "Nasıl yok? Sabah da yemedin." Dudaklarını ıslattı on sekiz yaşına nisanda girmiş, lisesinin son aylarında da bunun keyfini çıkararak araba süren genç. "Aç değilim." dedikten sonra arkasını döndü, adım atacakken o ara daha bir yaşında olan Ayaz bacaklarına dolandı. Başını eğdi Gökhan, çocuğun şirin suratına ve emziğinin izin verdiğince oluşan birkaç dişli gülümsemesine baktı, başka bir tepki vermedi. Hale onları izliyordu, kaşlarını çattı. Gökhan yeğenleriyle uğraşmadan, onları bacaklarından tutup sallandırmadan durmazdı; şu an Ayaz'ı böyle görüp havaya atmamasının da imkânı yoktu. "Gökhan?" "Efendim abla?" Masadaki herkes bir şeylerin ters gittiğini fark etti o an. Gökhan'ın sesi de durgundu, bakışları da. Normal bir şekilde "Efendim abla?" diye cevap vermişti bir de, Gülten'in tüm "Kibar ol canımın içi." uyarılarına karşın "Ne?" demeliydi oysa. "İyi misin sen?" dedi Raif hemen ayaklanıp. Gökhan'ın deli akan kanı endişelendiriyordu adamı, oğlu eve gelmeden uyumuyordu hiç, ne zaman onu sapasağlam görse derin bir nefes alıyordu hatta. "İyiyim." diye kestirip attı Gökhan, arkasını döndü tekrar, adım atacakken karnındaki sancı engel oldu, eli oraya gitti sadece bir saniyeliğine. Aktunalar bu ufak anı fark etti, herkes ayaklanırken Hakan "Ne oldu?" dedi bu sefer de. Nida elini Engin'in koluna koydu sakinleştirici bir tavırla, sevdiklerine bir şey olmasından hep endişelenirdi eşi. "Bir şey yok, yorgunum." Bir adım attı uzun bir süre evin en küçüğü olarak kaldığı için bunu istemediği, hatta bu durumdan nefret ettiği halde üzerine düşülen delikanlı. En yakınındaki Suat kolunu tuttu abivari bir tavırla, buna karşılık Gökhan'ın kendisine ters ters bakmasını -ablasını kıskandığı için Suat'a hiçbir zaman iyi davranmıyordu- bekledi ama Gökhan bir şey yapmadı. Elini alnına götürdü sadece. Raif hemen kontrolü eline aldı. "Gülten sen Ayaz'ı al ve çık, hadi." Eşinin Gökhan'ın halini gördükçe daha da çok endişeleneceğini biliyordu. "Raif hayır." Gülten'in mavi gözlerine baktı Raif, iyice halsizleşen Gökhan'ın koluna girerken "Lütfen bir tanem." dedi sakince. "Hadi." Gülten derin bir nefes alıp Ayaz'ı aldı, endişeden arkasına baka baka çıktı odadan. Aklı Gökhan'da kalmıştı diğer torunlarının beraber oynadığı odaya giderken. "Şöyle otur, gel." Delikanlıyı koltuğa oturttular, Gökhan itiraz etmek istiyordu ama halsizleşmişti. Eli alenen karnındaydı artık. Hakan Gökhan'ın elini yavaşça oradan çekti, tişörtünü kaldırıp bakmak istemişti bir yumrukla oluştuğunu tahmin ettiği morluğa ancak bunu yapamadı, gördüğü beyaz tişörtün üzerindeki gittikçe büyüyen kırmızı leke oldu, duraksadı. Nida'dan bir şaşkınlık sesi geldi, Hale'nin kahverengi gözleri büyüdü, Suat hemen elini eşinin sırtına koydu telaşlanmasını engellemek için. "Tamam güzelim, sakin ol." "Bu ne?" diye sordu gözleri büyüyen Engin, Raif çoktan telefonuna sarılmıştı, tanıdığı bir doktoru arayacaktı. "Kavga..." diye mırıldandı Gökhan. "On dört yaşında bir çocuk vardı, onu tartaklıyorlardı." Oldukça kibar bir insan olan ve saygı duyduğu Nida yengesinin varlığını, babasının ve Hakan abisinin de yanında oluşunu hatırlayınca dilinin ucuna gelen küfürlerin orada kalmasını sağladı. "Ben araya girince..." Engin tişörtünü kaldırıp ufak yaraya baktığında duraksadı, ellerini çekip tişörtü geri itmeye çalıştı, kimsenin abartmasını istemiyordu, bıçak derine bile girmemişti, şu an kanaması olmasının nedeni zorladığı dikişlerinin büyük bir ihtimalle açılmış olmasıydı. "Bir şey yok, tamam." "Nasıl bir şey yok?" diye çıkıştı Hale. "Döveceğim seni Gökhan, bıçaklanmışsın, farkında mısın?" Ses çıkarmadı genç çocuk, ablası ikna olmazdı kolay kolay, kendisini yormayacaktı, onunla büyüdüğü on sekiz senede tecrübeler edinmişti Hale Aktuna'yla -ablasının isminin sonuna başka bir soyadı geldiğini inkâr ediyordu- baş etme konusunda. "Ne zaman oldu bu?" diye sordu Raif telefonda konuşmak için çekildiği köşeden hızlı adımlarla gelip hem endişeli hem de öfkeli gözlerle Gökhan'a bakarken. "Sabah dokuz gibi." Konuştuğu kişiye bu bilgiyi aktardıktan sonra telefonu kapattı Raif. Koltuğa, Gökhan'ın hemen yanına, otururken "Doktor gelecek şimdi." dedi sıkıntılı bir sesle. "Doktora gittim zaten." dedi Gökhan bıkkın bir şekilde. "Dikişler..." Hakan abisi yarasına bastırınca duraksadı, burnundan bir nefes verdi. "Açıldı sadece." "Ah, o zaman sıkıntı yok!" dedi Hale Suat'a bakıp. "Öyle değil mi? Her şey normal." Abartılı bir şekilde hareket ettirdi ellerini, Gökhan yine ses çıkarmadı, ablasının kredisi çok daha fazlaydı. "Bıçaklanmış ya... Bıçaklanmış." diye söylendi bir kez daha. Gökhan dışında herkes başlarını sallayarak onayladı Hale'yi. Gökhan bunu gördüğünde anladı başına gelecekleri. Günlerce, hatta haftalarca ailesinin üzerine titreyeceğini; ona çocuk gibi davranacağını, annesinin sürekli kemik ilikli ve internette tarifini bulup "çok sağlıklı" olduğunu iddia ettiği çorbalardan içirmeye çalışacağını... Başını koltuğun arkasına yaslayıp tavana bakarken "Ulan Gökhan..." dedi kendi kendine. "Odana çıkana kadar dayanamadın mı oğlum?" . "Ameliyat iyi geçti ancak kan kaybı fazlaydı, hayati tehlikesi devam ediyor, bu yüzden hastayı yoğun bakıma alacağız. Geçmiş olsun." Tüm Aktunalar yorgunca koltuklarına çöktü. Ameliyat iyi geçmişti ama kardeşleri hâlâ daha... Engin yüzünü ovuşturdu, kendisini o kadar berbat hissediyordu ki midesi bulanıyordu. Hakan bir kolunu Engin'in, bir kolunu Hale'nin sırtına sardı. Raif üçüne de bakıp "İyi olacak." dedi büyük bir inançla, içinde kopan tereddüt ve korku fırtınaları tüm olumlu duyguları boşluğa karıştırmasına rağmen. "Ameliyat iyi geçmiş, bir gün içinde hayati tehlikeyi de atlatacağına eminim. Gökhan'dan bahsediyoruz." Kendisini de ikna etmeye çalışıyordu saçma dahi olsa sebepler sunarak. "Baba..." Hale'nin zayıf sesini duyduğunda koyu kahve gözlerini hemen kızına çevirdi, kadının gözleri doldu babasının şefkatli bakışlarıyla, dudakları titrerken kollarını kaldırdı, Raif bu hareketi hemen anlayıp diz çöktü kızının önünde, Hale kollarını Raif'in boynuna sardı. "Çok korkuyorum." Hale'nin hastane koltuğunda oturmasından, Raif'inse diz çökmesinden kaynaklanan boy farkının el verdiğince sırtını sıvazladı Raif titrek sesle konuşan kızının. "Bir şey olmayacak bir tanem." dedi yavaşça. Bir an aklına Nida geldi, onun için de Engin'le sarıldığı ve aynı cümleleri söylediği, ürperdi, bu benzerliği hemen zihninin gerilerine itti. "Kardeşini tanımıyor musun? Yaşamayı sever, çok da güçlüdür. Hepimize kafa tuttuğu zamanlar oldu, ölüme mi direnemeyecek?" Burnunu çekti Hale. "Doğru." diye mırıldandı küçük bir çocuk edasıyla. Gökhan dayanıklıydı, herkese kafa tutardı. Hem şimdi Minel de vardı, daha önce hiç kimseyi sevmediği kadar seviyordu kızını adam; hal böyleyken o yaralı kız çocuğunu babasız bırakır mıydı, en sevdiği insandan mahrum eder miydi? Hale bunları düşünürken düşüncelerine konu olan Minel'se huzursuz bir uykudan uyanmıştı. Gözlerini ovuşturdu abajurunun loş ışığında, tavşanına baktı, oyuncağı kendisine çekip ona sımsıkı sarılırken "Babam gitti." diye mırıldandı kırık bir sesle. "Geyicek ama, şey..." Gözleri doldu. "Çok ösyedim onu, şimdi geymeyi." Daha birkaç saat geçmişti ama hissediyordu parlak mavi gözlü, odun kokulu parfüme sahip adamın; onu sarıp sarmalayan, yanındayken hep gülüp güzel gamzesini belli eden, Minel'e daha önce hiç tatmadığı bir sevgi ve şefkati tattıran babasının eksikliğini. Yatağından indi, gözlerini ovuştura ovuştura odasından çıkıp babasının odasına girdi. Adamın siyah nevresimli, Minel'in cıvıl cıvıl karakterine taban tabana ters yatağına uzandı. Başını bir yastığa yaslarken diğer yastığa da sarıldı yastık yüzü değiştirilmiş olmasına, Gökhan'ın kokusu bu nedenle yastıktan silinmesine rağmen. "Babamı iştiyoyum." dedikten sonra bir bir döküldü yaşlar gözlerinden. Bu isteğini gidip söyleyemezdi kimseye, babasına "Tamam." demişti çünkü. Nereden bilebilirdi uykusunda bile onu özleyeceğini, kâbuslar görerek kan ter içinde uyanacağını? Minel'in odasında durup pencereden karanlık gökyüzüne bakarak dua eden Gülten yaşaran gözleri daha fazla dayanamadığında, sesli bir şekilde ağlayacak gibi olduğunda bir bardak su içmek için çıkmıştı odadan. Geri dönüp inci tanesini yatağında göremeyince üzüntüden solan kalbi kuş gibi çırpındı endişeyle. "Minel?" diye seslendikten sonra aklına geldi kız çocuğunun babasının odasına gitmiş olabileceği. "Minel?" Minel gözlerini açtı, babaannesini görünce ufak elleriyle sildi gözyaşlarını. "Babane?" dedi hafif bir şaşkınlıkla. "Napıyoyşun buyda?" Gülten tebessüm edip yatağın kenarına oturdu, kızın yumuşacık saçlarını okşarken "Asıl sen ne yapıyorsun burada?" diyerek cevap vermekten kaçındı, inci tanesine art arda yalanlar söylemekten iyiydi hiçbir şey söylememek. "Hiç." dedi Minel, omuzlarını silkip daha sıkı sarıldı yastığına, tavşanını yanına bırakmıştı yastığa daha dolu dolu sarılmak istediği için. "Lütfen canımın içi, söyleyebilir misin?" Minel babaannesinin ricasını duyunca tereddüt etti; gözlerini kaçırıp perdesi açık olduğu için bahçenin ışıklarının içeri girmesine izin veren, odanın loş olmasını sağlayan pencereye dikti, birkaç saniye düşündükten sonra konuştu mırıl mırıl. "Babamı ösyedim. Ne saman geycek? Hem, şey, şey, ben ayaba aydım ona. O yetey. Yetmes mi? Ayabamız oymaşa da oyuy." Gülten diyecek bir şey bulamadı bir an, dudaklarını aralayıp kapattı birkaç kez yanlış bir şey söylememek isteğiyle. "Çok yakında gelecek babaanneciğim; arabanızı çok seviyor, o yüzden." Gözleri yine doldu küçük kızın. "Beni sevmiyoy mu?" diye sordu kırgınca. "Öyle şey olur mu?" diye itiraz etti Gülten çarçabuk. "Baban seni herkesten çok seviyor. Senin yanında hep gülüyor, beraber yemek yapıyorsunuz, film izliyorsunuz, sana masal okuyor... Başka kimseyle yapmıyor bunları baban, hiç gördün mü öyle bir şey?" Başını iki yana salladı inci tanesi. "Bak, dedim sana, çok seviyor seni baban bir tanem. O kadar seviyor ki..." Sesli söyleyebileceği bir şey bulamadı, içinden tamamladı cümlesini. "O kadar seviyor ki senin için gerekirse ölür." Gözleri dolacak gibi oldu son kelimeyle, kendisini tuttu derin ama titrek bir nefes verip. "Gelecek baban canımın içi, söz, gelecek. Sen böyle ağlarsan, uyumazsan çok üzülür geldiğinde. Üzülmesini ister misin babanın?" "İştemem." "O zaman şimdi beraber uyuyoruz, sen sabah çok mutlu bir şekilde uyanıyorsun, anlaştık mı?" Terliklerini çıkarıp Minel'in yanına kıvrıldı kadın. Kızın kıvırcık saçlarını okşadı Minel'in babasının böyle yaptığını söylediğini hatırladığı için. "Bir varmış, bir yokmuş." diye başladığında Minel tanıdık bir sıcaklık hissetti masalın sözlerle açılan sayfalarında. Başını Gülten'in kolunun üzerine koydu, gözlerini kapattı. "Büyük bir aile, güzel ve büyük bir evde beraber yaşıyormuş. Bir gün ailenin annesiyle babası oturma odasında otururken ailenin en büyük oğlu yanında küçücük bir kızla gelmiş. Bu kız çocuğu dünyalar güzeliymiş. Sarı, kıvırcık saçları; açık yeşil gözleri varmış." "Benim saçyayım sayı. Gösyeyim yeşiy. Onun da öyye." "Evet babaanneciğim, bu kız aynı zamanda bembeyaz bir elbise giyiyormuş. Konuşması da çok şirinmiş. Uzun sözün kısası; ailedekiler bu sevimli, beyaz elbiseli kızı görür görmez çok sevmiş." "Sonya noymuş?" "Sonra ailedekiler bu kızın üzgün olduğunu fark etmiş. Ailye gelmeden önce kötü şeyler yaşamış. Büyük ailedekiler buna çok üzülmüş. Kızı mutlu etmeye çalışmışlar, ona sevgilerini göstermişler, sürekli sarılmışlar." Gözleri kapanıyordu artık Minel'in, babaannesinin sıcak kokusuna iyice sığınırken "Mutyu oydu mu?" diye mırıldandı, cevabı duyamadan uyuyakaldı. Gülten derin bir nefes alırken Minel'in alnından öptü. "Buna bir tek küçük kız cevap verebilir." . Minel sabah erkenden uyandığında Gülten'in hâlâ daha yanında uzandığını fark etti. Gözlerinin etrafı kızarık olan kadın yorgun bir uykudaydı; sabaha karşı uyumuş, onun öncesinde ağlayarak dua etmişti eşinden aldığı Gökhan'ın haberiyle, oğlunun hayati tehlikesi devam ediyordu. Aktunaların inci tanesi yataktan destek alarak doğruldu, tavşanını aldı, bir süre etrafa bakındı. Uyku mahmurluğu geçince babasının odasında olduğunu fark etti ve sonrasında hatırladı Gökhan'ın evde olmadığını, çok üzgün ve yalnız hissetti o an, dudakları aşağı doğru hareketlenirken tavşanına sarıldı. Beş dakika sonra sessizce yataktan indi, koridora çıktı. Odaları tek tek gezmeye başladı, bir yandan da sesleniyordu masum masum. "Baba? Babacım? Geydin mi? Neydeşin?" Üst kattaki hiçbir odada sorularına cevap alamayınca merdivenlerden indi yavaşça, dikkatli olmalıydı, babası her zaman merdivenlerde dikkatli olmasını söylerdi. Merdivenin dibinde bekleyen ve çalışanların üst kata çıkmasına engel olan korumalar kız çocuğunu gördüklerinde birbirlerine baktılar. Onun alt katta Aktunalardan başka biri yokken dolaşmasına izin veremezlerdi, Gökhan Bey özellikle Minel'e çok fazla dikkat etmeleri konusunda her birini ayrı ayrı tembihlemişti. Daha üst bir konumda olan koruma kızın alt katla buluşmasına birkaç basamak kala diz çöktü, kızın göz hizasının bir tık aşağısına geldi. "Minel Hanım..." dedi sıkıntılı bir tavırla, yanındaki arkadaşına kaçamak bir bakış attı. Eğer Minel'i korkuturlarsa veya ağlatırlarsa ne olacağını tahmin bile edemiyorlardı, Aktunaların her birinin bu kız çocuğunun üzerine nasıl titredikleri çalıştıkları süre boyunca görmüşlerdi. "Efendim?" dedi kız çocuğu bir an üzüntüsünü unutup. Kaşlarını kaldırdı, tavşanına daha sıkı sarılırken şaşkındı. Babasının sevdiği rengi giyen bu insanların daha önce kendisiyle konuştuklarını hatırlamıyordu. "Yanınızda kimse yokken alt katta gezinmemelisiniz, babanız böyle istedi." Açık yeşil gözlerini daha fazla açan kız sesli bir tepki vermedi bu cümleye. Saçları kısa, kalıplı adamı inceledi ilk kez gördüğü çoğu insana yaptığı gibi. Daha sonra bir basamak daha indi, adamın elini tuttu. "O saman beyabey gezeyim." Koruma neye uğradığını şaşırdı, elini çekse kızı ağlatabilirdi, çekmeseydi de ayrı dertti. Söz konusu olan kişi Gökhan Bey'in kızıydı, Aktunaların tek kız torunuydu, kız çocuğunun bir korumayla gezinmesinden hoşlanmayabilirlerdi. "Buna da izin yok Minel Hanım." İnci tanesi "Neden?" diye sordu ayağa kalkan adama başını kaldırarak bakıp. "Gesmek iştiyoyum. Babamı ayıcam." "Babanız gelmedi Minel Hanım." diye müdahale etti diğer koruma. "Alt katta değil." Kız çocuğunun yüzü düştü. "Ya..." diye mırıldanırken elini korumanın elinin içinden çekti. Birkaç saniye öyle durduktan sonra arkasını döndü, merdivenleri çıkmaya başladı. "Geymemiş tavşan." dedi titrek bir sesle. "Babam yok." Üst kata çıktığında nereye gideceğini düşündü. Odaları dolaşırken sadece abilerini ve Ayaz'ı görmüştü, başka biri yoktu. Hakan amcasına benzeyen, kendisine güven veren en büyük abisinin yanına gitmeye karar verdi huzurlu hissetmeye ihtiyacı olduğu için. Kuzey'in odasına girdi, yavaşça yatağa yaklaştı, abisinin uyuduğunu görünce derin bir nefes aldı. Birileriyle konuşmak istiyordu, üzgündü, canı sıkılıyordu, babası ne zaman gelecekti? Kız çocuğu yatağa çıktı sessizce, Kuzey'in uykusu olanların rüyalarına girip o rüyaları kâbusa çevirmesi nedeniyle hafifti, yatağındaki hareketlilikle kaşları çatıldı, etrafındaki seslere odaklandı. "Ne saman uyancak tavşan? Canım sıkıydı. Babam da yok. Geymedi. Ayadım." Kuzey biliyordu bu şirin ama üzgün sesin, değişen harflerin kime ait olduğunu. Hemen açtı gözlerini. "Minel..." dedi uykulu uykulu, gözlerini kırpıştırarak odasına giren gün ışıklarına alışmaya çalıştı, bulanık görüntünün netleşmesini istiyordu. "Ne oldu abiciğim?" "Hiç." dedi kız çocuğu omuz silkip. "Canım sıkıydı. Ben de geydim." Dizleri üzerinde emekleyerek Kuzey'in yanına ulaştı, abisinin yatağın dışına uzanan kolunun üzerine koydu başını, uzandı. Kuzey anladı inci tanesinin şefkat istediğini. Saçlarını okşamaya başlarken alnından öptü. "Tamam abim, buradayım ben." Bunları duymaya ihtiyacı olduğunu biliyordu. "Yanından hiç ayrılmayacağım, hatta benden sıkılacaksın." Minel heyecanla başını kaldırdı cümlenin son kısmını duyunca. "Babam da öyye söyyedi!" dedi Gökhan'ı hatırlatan bir şey bulduğu için mutlu mutlu. "Şey, ben haşta oydum. Sonya, sonya babam öyye dedi. Dedi ki, şey, benden şıkıyacakşın." "Sen ne dedin güzelim?" "Şey dedim, şenden sıkıymıcam. Çünkü o babam, benim babam. Babamı seviyoyum. Ondan sıkıymam. O benim babam." Kuzey'in içi burkuldu, babasından gözleri parlayarak bahseden kız çocuğunun onu kaybetme ihtimali vardı, derin bir nefes aldı, inci tanesine kollarını sarıp onu göğsüne çekerek saçlarından öptü, teselli buluyordu. "Ne saman geycek babam?" "Yakında gelecek prensesim, biraz sabırlı olmamız lazım." Kuzey'in tişörtünün yakasıyla oynarken "Tamam." diyerek kaderini kabullendi Minel. Abisinin ferah okyanus kokusunun tadını çıkardı bir süre sessizce. "Acıktın mı? Yemek yiyelim." Başını iki yana salladı kız. "Aç değiyim." diyerek sesli bir şekilde de belirtti cevabını. Kuzey biliyordu kızın aç olduğunu, öylesine sormuştu, Minel'in saçlarını sıkıştırmamak için büyük bir uğraş vererek kalktı, kız çocuğunu da kendisiyle kaldırdı. "Bu cevabını kabul etmiyorum ufaklık, gidiyoruz ve hemen yiyoruz." Sesini kısarak devam etti. "Kimseyi de çağırmayacağız." Minel'in gözleri açıldı. Sesini kalınlaştırdı. "Çağıymıcak mıyıs?" Kuzey kaşlarını kaldırdı. "Tıh!" gibi bir ses çıkardı. "Çağırmayacağız." "Ama, şey..." dedi içi rahat etmeyen inci tanesi. "Babanem, şey, babanem üsgündü. Onu çağıyayım." Minel neler olduğunu bilmese de anlıyordu insanların duygularını, babaannesinin itinayla gizlemeye çalıştığı durgunluğu da görmüştü. "Uyusa daha güzel olur abim, ne dersin?" Kendisini kucaklayarak kalkan abisinin boynuna kollarını sardı kız. "Güzey oyuy." diye onayladı, kıvırcık saçları baş hareketleriyle sallanınca Kuzey dayanamadı, kızın boynundan bir öpücük çaldı. "Ne yiyelim peki?" "Biymem. Bis mi yapıcas?" "Evet, biz yapacağız. Ne yapalım, bilmem deme, söyle." "Biymiyoyum." Kuzey burnundan bir nefes vererek güldü. Başı ağrıyordu, zihninde onlarca kötü ihtimal dolanıyordu ama yine de güldürüyordu onu inci tanesi, bir şeyleri -amcasının hastanede canı için savaştığı gibi bir şeyleri- unutmuyordu belki ama en azından karamsar kalmıyordu kız çocuğu yanındayken. "Şey, Kusey abi..." dedi Minel mutfağa doğru giderlerken. Merdivenin dibindeki korumaları görünce aklına gelmişti. "Ben gündüs doyaşıyoydum, sonya ayt kaya inmek iştedim. Sonya, şey, isin veymediyey. Biyişi yokşa oymas, böyye dediyey." "Doğru demişler abiciğim, yanında birisi olmadan alt katta gezemezsin." "Neden abicim?" Nasıl açıklayabileceğini düşündü Kuzey, gerçekleri söylemek bir ihtimal bile değildi, Minel daha çok küçüktü ve ailedeki herkesi endişelendiren, hatta korkutan olayları ona anlatamazdı. "Mesela..." diye cümlesine başladı mutfağa giren delikanlı. "Ayağın kayıp düşersen, bir yerini çarparsan hemen görmemiz için. Ev çok büyük, sen yalnız dolaşırsan biz senin düştüğünü görmeyebiliriz." "Hııı..." dedi Minel anladığını ufak bir şaşkınlık eşliğinde belli etmek için. "O yüsden." "Evet güzelim, o yüzden." Kuzey Minel'i çoktan bırakmıştı tezgahın üstüne. "Menemen yapalım seninle, ister misin?" diye sordu dolaptan domates ve yumurta çıkarırken. Kız çocuğu gözlerini kırpıştırdı. "Menenem ne?" diye sorduğunda Kuzey gülüşüne engel olamadı. "Tekrar sorar mısın prensesim, duyamadım." dedi net bir şekilde duymasına rağmen. "Menenem ne?" Yumurtayı tezgahın üzerine bırakıp domatesleri yıkarken cevap verdi Kuzey, gülüşünü zar zor durdurmuştu. "Ekmek bandırıp yiyorduk, hatırlıyor musun? Amcam sana da öyle yedirmişti." "Şey..." dedi Minel hatırladığı anıyla. "Domateş şoşu." Kuzey duraksadı, menemene "domates sosu" demek hiç aklına gelmemişti ama objektif bir şekilde bakarsa eğer bunun yerinde bir benzetme olduğunu söyleyebilirdi bir çocuk için. "Evet, domates sosu." "Ne kaday... Şey... Naşıy saman geçicek?" Kaşlarını çattı Kuzey domatesleri soyarken. "Anlamadım." dediğinde Minel gözlerini tezgahta dolaştırdı, anlaşılamamanın çaresizliğini taşıyordu yine. "Şey... Bis menenem yapayken... Şey... Ne kaday zaman geçiçek?" "On beş dakika kadar abim." Minel gözlerini kırpıştırdığında hatırladı kız çocuğunun süreyi belirten kelimeleri bilmediğini. Derin bir nefes alırken düşündü. "Azıcık zaman." dedi birkaç saniye sonra. "Asıcık zaman." "Evet prensesim." Ayaklarını salladı küçük kız. Bir süre tavşanıyla sessizce konuşarak abisini izledi, daha sonra "Abi..." dedi bir şey isteyeceğini belli eden bir tonla. Kuzey hastaneyle, amcasıyla alakalı düşüncelerinden irkilerek kurtuldu; tebessüm etti. "Efendim?" "Babam dedi ki, şey, teyefonda konuşucaz. Menenemi yedikten şonya... Şonya... Babamı ayayayım." Kuzey duraksadı. Gökhan amcasının ne düşünerek böyle söylediğini anlamaya çalıştı ama fikir yürütemedi, dudaklarını ıslattı, kızın hâlâ daha kendisine baktığını ve açık yeşil gözlerindeki hüzünle karışık umudu görünce "Tamam, babaannem uyansın da..." dedi onun bir çözüm bulabileceģini umarak. Minel gülümsedi, ellerini çırptı. "Babamya konuşucam!" dedi heyecanlı heyecanlı. "Biy süyü, şey, biy süyü şey söyyücem." Kuzey inci tanesinin saçlarını okşayamıyordu elleri domatesli olduğu için, tebessümle yetindi. Menemen hazır olduğunda Kuzey "Bahçede mi yiyelim?" diye sordu. Minel "Babamya bahçede yedik." deyince anladı kız çocuğunun öyle olmasını istediğini. "Yemeği bırakıp geleyim, sonra seni alacağım, tamam mı?" diye sordu kendisi mutfakta yokken düşmemesi için inci tanesini tezgahtan indirirken. "Tamam." Bahçedeki hasır orta sehpanın üzerine bıraktı çiçekli tepsiyi. Menemen pişerken salatalık doğramış; tabağa beyaz peynir, zeytin, pekmezli küçük bir dilim ekmek, kaşar peynir eklemişti. Mutfağa dönerken yorgunca dolaşan babaannesiyle karşılaştı. "Sizi beraber görünce yanınıza gelmedim." dedi Gülten kısık bir sesle. Her zaman gülümseyerek söylediği "Günaydın."ları atlamıştı bugün. "Sen Minel'le bensiz daha iyi konuşursun diye düşündüm." Kuzey kadının kolunu sıvazladı. "Minel'i yedirdikten sonra sana da kahvaltı hazırlayayım, halsiz düşeceksin." dedi sıcak bir tavırla. Gülten hafifçe tebessüm etti. "Teşekkür ederim canımın içi ama ben hazırlarım, sen yeterince şey yapıyorsun." "Tabii ki yapacağım babaanne, ailemsiniz siz benim." Gülten derin bir nefes aldı. Hakan'ın gençliğini çok berrak bir şekilde görüyordu en büyük torununda. Bunun iyi mi kötü mü olduğunu bilmiyordu. Hakan'ın karakterini tabii ki seviyordu; çok iyi kalpli, sorumluluk sahibi, düşünceli, ağırbaşlı bir insandı oğlu. Sadece... Kendisini ailesine adamaya, fazlasıyla fedakârlık yapmaya eğilimliydi ve onun tüm aile üyelerini gözden geçirişini, biri bile üzgün olsa rahat edemeyişini hatırladıkça Kuzey'e de bu özelliğin geçmesine sevinmeyi bencilce buluyordu. Kuzey babaannesine gülümsedikten sonra mutfağa yöneldi. "Cevis adam şip şap şop, buynu usun yü yü yü, saçyayı yüsgay vu vu vu..." İki yana sallanarak şarkı söyleyen Minel'i aldı, kızın başı omzuna yaslanınca büyük bir şefkatle öptü saçlarından. "Nereden öğrendin bu şarkıyı?" diye sordu kız çocuğu mırıltıyla şarkıyı devam ettirince. "Şey... Babam vidyo açıyoy. Şaykı vidyosu. Sonya, şey, beyabey söyyüyoyus. Ben öğyenince, şey, öğyenince kapatıyoyuz." Gökhan Minel'in sadece bir iki tane çocuk şarkısı bildiğini fark edince dayanamamıştı buna. Boş bulduğu zamanlarda televizyondan Youtube'a girip çocuk şarkıları videoları açmaya başlamıştı. Tabii, önceki günün gecesinde Minel uyuduktan sonra o şarkıları kendisi dinleyip ezberliyordu önce ki kızına yardım edebilsin. Minel bu sayede öğrenmişti "Arı Vız Vız"ı, "Ali Baba'nın Çiftliği"ni, "Ceviz Adam"ı. Gökhan eğer vurulmasaydı bugünlerde "Arkadaşım Eşek"i Minel'e öğretmeyi planlıyordu, ondan sonra "Bakkal Amca"yı... Liste böyle uzayıp gidiyordu inci tanesinin bir şeyler öğrenişine, mutlu oluşuna, o şarkıları başka bir şarkıyı öğrenene kadar sürekli tekrar edip iyice ezberleyişine, bu sırada Kırmızı Balık'tan vazgeçmeyişine her seferinde sevindiğini için. "İstersen seninle başka bir şarkı öğreniriz, Gökhan amcama sürpriz yaparız gelince, olur mu?" diye sordu Kuzey hasır koltuğa oturup Minel'i yanına oturturken. Amacı kızın zihnini meşgul etmek, onu Gökhan'ın yokluğunu düşünmekten olabildiğince kurtarmaktı. "Oyuy." Kuzey yemek tepsisini kucağına çekti, kendisi şu an yemeyecekti, Minel'e yemek yedirecekti. "İlk ne yiyelim abim?" "Şey, şayatayık." Salatalığa uzandı, küçük dilime çatalı batırdı. "Al prensesim." Böyle konuşarak ve sorarak, daha fazla yemek istemediğini söylediği yerlerde bekleyip dikkatini dağıtarak tüm tabağını bitirttirdi kuzenine. "Afiyet oyşun." dedi Minel tabak bitince. Kuzey gülümsedi, tepsiye koyduğu peçeteyle nazikçe kızın dudaklarını sildi, her yerine menemen bulaştırmıştı onu yedirmeye çalışırken. "Evet abim, afiyet olsun." İnci tanesi ayaklarını salladı. "Eyyeyine sağyık." dedi bu sefer de. Kuzey eğildi, kıvırcık ve yumuşacık saçlara bir öpücük bıraktı. "Şimdi babamya konuşucam! Hadi abicim, gideyim. Babaneme soyayım, babamı ayayayım." Kuzey itiraz etmedi, söyleyecek bir şey bulamamıştı. Kızı koltuktan indirdi, normalde yavaş olan küçük adımlar şimdi çok hızlıydı, hatta bir yerde kız çocuğuna yetişmek için hızlandı. "Babane!" diye seslendi Minel Gülten'in mutfakta olacağını tahmin edip oraya giderken. "Babane!" Gülten mutfaktan çıktı ellerini kurulayıp, hem hastanedeki ailesine hem de evdekilere bir şey hazırlamak istemişti, zihnindeki düşünceleri de defetmek istiyordu. "Efendim canımın içi?" "Şey, babamya konuşucam. Babam öyye dedi. Teyefonda konuşuyus dedi. Onu ayayayım." Gülten duraksadı, başını kaldırıp Kuzey'e baktı, Kuzey başını iki yana salladı bunu nasıl yapacaklarını bilmediğini belirtmek için. "Bekle babaanneciğim, arayacağız. Sen oturma odasına geç, ben telefonumu bulup geliyorum." Başını salladı Minel, sallana sallana mutfaktan çıktı, neşesini hiçbir şey bozamazdı. "Alo, Raif?" Derin bir nefes aldı Raif. Tüm yorgunluğuna rağmen "Bir değişiklik yok bir tanem." dedi yumuşak bir sesle. "Daha beş dakika önce konuştuk." "Onu sormayacaktım. Minel telefonda konuşacağını söylüyor Gökhan'la, Gökhan öyle demiş." Alnını sıvazladı Raif. "Ses kayıtları var elimizde, sen beni arayacaksın, ben de ses kayıtlarını açacağım Minel konuştukça." Gökhan ameliyata girdikten, kendisi de polislerle ve doktorlarla konuştuktan sonra oğlunun dediklerini hatırlayıp ses kayıtlarındaki sessiz kısımları kestirmiş, cümlelere göre kayıtları sınıflandırmıştı. "Şu an yapabilir miyiz?" diye sordu Gülten kapıyı kontrol ederken. "Bekliyor, çok heveslendi." Raif derin bir nefes aldı. "Bekle, sessiz bir yere geçeyim." Telefonda birkaç hışırtı ve konuşma duyuldu. Daha sonra Raif'in net sesi geldi. "Minel'in yanına git, Gökhan'la konuşuyormuş gibi yapıp telefonu hoparlöre al." "Tamam, bir dakika." Sıkıntılı bir nefes verdi Gülten, oturma odasına girmeden önce yüzünü düzeltti. "Minel seninle konuşmak istiyor." deyip içeri girdi, inci tanesinin yüzü aydınlandı, koltuktan adeta zıplayarak inip babaannesinin bacaklarının dibinde belirdi. "Babam mı?" diye sordu büyük bir heyecanla. Yerinde duramıyordu, salladığı elleri yumruk oldu. "Babam mı? Onunya mı konuşuyoyşun?" "Evet canımın içi." deyip gülümsedi Gülten. "Telefonu hoparlöre alıyorum." "Babacım!" Gökhan'ın sesi duyuldu hoparlörden. "Merhaba güzelim." Minel babasının cümlesiyle daha da heyecanlandı, ne diyeceğini bile bilemedi bir an. "Meyhaba baba!" dedi sesini hafifçe yükseltip. "Şey, şey, naşıyşın?" "İyiyim, sen nasılsın?" "Ben de iyiyim. Şey, seni çok ösyedim." "Ben de seni çok özledim." Yüzü düştü kız çocuğunun, mahzun mahzun sordu. 'Ne zaman dönecekşin?" "Çok az kaldı, döneceğim. Arabamız tamir oluyor. Başka ne yaptın meleğim?" Bunu duyunca tekrar neşelendi inci tanesi. "Şey..." dedi aklına neler yaptığını getirmeye çalışırken. "Gündüs uyandım, Kuzey abime gittim. Sonya, şey, Kusey abim uyandı. Beyabey, beyabey, menenem yaptık. Yedim. Tabakımı bitiydim. Şey, şimdi seninye konuşuyoyum. Sen napıyoyşun?" "Bu soruya şimdi cevap veremem babam, tamirciler geldi, eve dönünce cevap vereceğim." "Tamam. Şey, seni seviyoyum baba. Denizyey kaday!" "Ben de seni seviyorum biriciğim." Gülümsedi Minel. Gülten önce hoparlörü, ardından telefonu kapatmadan önce Gökhan'ın son cümlesi duyuldu. "Babalar kızlarını bırakmaz." . Bölüm nasıldı???? Merak etmeyin uyandıracağım Gökhan'ııı Bu arada buraya fotoğraf koyabiliyor muyuz acabaaaa? Neyse, olmadı Instagramdan paylaşırım. Gökhan'ın ses kayıtlarını Raif'in o halde bile düşünmesiiii Gökhan'ın lisedeyken bile rahat durmaması (ama birine yardım etmiş) |
0% |