@imposiblety
|
Gökhan Aktuna'dan "Babacım, uyan." Yanağıma konan öpücükle uykum hafifleşti. Bir kıkırtı duydum, kolumu üzerimdeki ufak bedene sararken başımı diğer yana çevirdim. "Babacım... Çok uyuyoyşun, hadi, uyan." Diğer yanağıma da bir öpücük kondurdu. Gülümsedim, gözlerimi açtım. "Baba!" dedi göz göze geldiğimizde. "Günaydın!" Kollarını boynuma uzatıp başını göğsüme yasladı, hafifçe doğrulup saçlarından öptüm. "Günaydın inci tanem." Başını kaldırdı, yanağı hâlâ göğsümdeyken bana baktı. "Yoygunyukun geçti mi babacım?" diye sordu tatlı tatlı. "Topayyandın mı?" "Toparlandım güzelim." dedim gülüp. Gülümsedi. "Oyun oynucak mıyıs? Yoygunyukun geçmiş. Hem, şey, şeninye, şeninye oynamayı ösyedim." "Oynarız biriciğim ama koşmayalım, olur mu?" "Oyuy ama neden?" Toparlandığımı söylemişken şimdi koşmak istememe nasıl bir bahane bulacaktım? Etrafa baktım, gözlerim pencereye gidince güneşi gördüm. "Hava sıcak." dedim aniden. "Çok terleriz, o yüzden." "Tamam." diye kabullendikten sonra "Şey..." dedi gözleri açılırken. Aklına bir şey gelmişti, anlatacaktı, diğer kolumu da beline sarıp daha rahat uzanmasını sağladım. "Ben tey oyunca, tey oyunca babanem aykama... Şey, peçete koyuyoy. Soydum, dedi ki... Dedi ki, tey tişöytüme, şey, gideyşe kötü oyuy. Ökşüyüyüm. O yüsden peçete..." "Öksürürsen ne olur?" "Buyam acıy." Boğazını gösterdi, gülümseyip gösterdiği yeri öptüm, o da gülümsedi, bana birkaç saniye sessizce baktıktan sonra yine değişti bakışları. Şu birkaç günde bana anlatacağı çok şey birikmişti herhalde. "Baba... Biy kez, şey, buyam acımıştı. Şonya haştaneye gittik, şenye beyabey. Neden oymuştu o gün?" Ciddi bir konuydu bu, doğruldum, sırtımı yatak başlığına yaslarken derin bir nefes aldım. Dikişler zorluyordu ama önemli değildi. Minel'i bacağıma oturttum, kolumu sırtına sardım. "Bazen bazı şeylere alerjimiz olur meleğim. Bazı insanlar fıstık yiyemez, bazıları üzüm yiyemez. Yediklerinde canları acır, kaşınırlar, öksürürler. Sen de elma yiyemiyorsun. Alerjin var. Elma yediğinde o zamanki gibi oluyorsun, boğazın acıyor." Merakla dinledi söylediklerimi, dediğim her şeyi hatırlayacağını biliyordum ve bu beni rahatlatıyordu. Bilmeyip elma yemesinden korkuyordum, bu konunun açılması iyi olmuştu. "O yüzden elma yememen lazım bir tanem." Düşündü elini yanağına koyup dirseğini bana yaslarken, künyeme bakıp onunla oynuyordu bir yandan, birkaç saniye sonra bana döndü. "Sayı eyma yemicem mi?" Başımı iki yana salladım. "Hayır babam." "Yeşiy eyma?" "Hayır meleğim." "Eymayı kuyabiye?" "Hayır inci tanem." Yine künyemle oymadı. "Eyma yok!" dedi sonra. "Eyma yemicem!" Parmağını salladı kural öğretir gibi. Gülüp parmağından öptüm, dün böyle yaptığında öpememiştim, içimde kalmıştı. "Evet, elma yok." "Şey, sen yicek mişin?" "Ben de yemeyeceğim." O yemezken ben yiyemezdim, tadını merak edebilirdi, canı çekebilirdi. Hem eve sokmazdım o meyveyi, büyüdüğünde ve alerjisine alıştığında bile ne burada ne de kendi evimizde elma olacaktı. "Neden babacım? Şenin de buyan mı acıyoy?" Boğazıma dokundu. Dürüst olacaktım, anlayabileceği ve üzülmeyeceği şeylerde ona yalan söylemek istemiyordum. "Hayır ama senin yemediğin bir şeyi yemek istemiyorum." "Neden?" Saçlarını yüzünden çektim, tutamları nazikçe okşarken "Ben yemek yiyemeseydim sen gözümün önünde bir şey yer miydin güzelim?" diye sordum. Cevabı çoktan biliyordum, benim meleğim çok merhametliydi, sadece sevdiklerine de değildi, herkese öyleydi. "Yemem." "Neden?" Yerleri değişmiş gibiydik. "Çünkü, şey, yemek işteyşin. Ama yiyemiyoysun. O yüzden üzüyüyşün. Sen üsgün oyuyşan, şey, ben de üzgün oyuyum. O yüsden yemem." Tatlı tatlı konuşmasına dayanamayıp boynundan öptüm dediklerine karşılık vermeden önce. "Sen elma yiyemediğin için ben de elma yemiyorum çünkü yemek isteyebilirsin, senin dediğin gibi olur. Anladın mı beni şimdi güneşim?" "Hıhı, anyadım. Teşekküy edeyim babacım." Gülümsedim. "Rica ederim." Ayaklarını salladı başını bana yaslarken. "Gitmiceksin, di mi?" diye sordu bir anda. İçinde tuttuklarını gayet normal, hatta mutlu bir şekilde konuştuktan sonra aniden söylemesine alışmıştım; saçlarından öperken sorusunu garipsemeden ve bıkmadan cevap verdim. "Hayır babam, gitmeyeceğim." "Beni bıyakmıcakşın." "Bırakmayacağım. Babalar..." "Kısyayını bıyakmaz." "Evet, bırakmaz." Rahatlamış gibiydi, saçlarından öptüm bir kez daha. Korkması normaldi, daha çocuktu, annesi olacak kadın onu terk etmişti ve beni çok sevse bile daha yeni yeni tanıyordu. Tüm korkuları geçene kadar aynı cümleleri tekrar edecektim, bu yıllar sürse bile. "Seni çok seviyorum bebeğim benim." Başını kaldırdı, gözlerine bakıp yanağını parmaklarımın tersiyle okşarken devam ettim. "Hep yanında olacağım, hiç gitmeyeceğim. Okula başladığında tüm etkinliklerine, gösterilerine geleceğim; tüm öğretmenlerin benden sıkılacak." Gülümsüyorken bir anda kaşları çatıldı. "Şıkıyamasyay!" dedi hemen. "Sen benim babamşın!" Kaşlarımı kaldırdım şaşkınca. Öfkeli halini daha önce görmüştüm ama şu an daha farklıydı, beni koruyordu kendince. Ben bu kızı yerdim. "Yiyip bitireceğim seni." Boynundan öptüm birkaç kez, karnını mıncırdım canını acıtmayacak şekilde, yüzünü elimi kaydırarak sevdim, yanaklarını sıktım nazikçe. En sonda da kolunu ısırdım. "Bal benim kızım!" Geri çekildiğimde bana baktı dikkatle, daha sonra eğilip karnında olan elimin parmağını ısırdı. Isırışı çok hafifti, güldüm bu haline, eğilmesinden yararlanıp ensesinden öptüğümde kıkırdayarak geri çekildi. "Bay benim babam!" dedi neşeyle. Bu inci tanesi benim ömrümü uzatırdı, gerçekten uzatırdı. Kıvır kıvır saçlarına, çırptığı ufak ellerine, kızarmış yanaklarına, parlayan gözlerine baktım hayran hayran. Ellerinden öptüm. "Sen öyle diyorsan öyledir." dedim bana bal demesine itiraz etmeyip. Başını salladı. "Öyyeşin babacım." dedi bilmiş bilmiş. Daha fazla konuşursak dayanamayıp gıdıklayacaktım ve çok fena kızaracaktı, bu yüzden ayağa kalktım yavaşça, daha sonra onu aldım. Hâlâ daha sevdiği için lavuğu da alıp ona verdikten sonra odadan çıktım. Beni uyandırdığında saatin çok erken olduğuna emindim, fazla zaman geçmemişti, ev sessizdi. Merdivenlerden inerken sordu. "Neyeye gidiyoyuz?" "Oturma odasına babam. Seninle şarkı öğrenelim." "Tamam, öğyeneyim. Ne öğyences?" "Seçeriz." Başını salladı, yanağını omzuma yasladı. Merdivenin iki yanındaki korumalara merakla baktı oradan geçerken, bakışlarına gülüp alnından öptüğümde gözlerini onlardan çekti, bana bakıp konuştu. "Şen yokken... Şey, ben ayta incektim. Sonya, şey, o adamyay dedi ki, dedi ki oymas." "Ben öyle söylemiştim babacığım." diye dürüst oldum. Oturma odasına girmiştik, televizyonu daha iyi görmek için üçlü koltuğa oturdum her zaman oturduğum teklik koltuk yerine. "Sana bir şey olmasından endişeleniyorum, bu yüzden yalnız dolaşmanı istemiyorum." "Kusey abim de öyye dedi!" dedi hemen. "Düşebiyiyim, o yüsden oymaz." Keşke tek sorun bu olsaydı... Benim meleğimi öldürmeye çalışan birileri vardı, kimseye güvenemiyordum, yıllardır yanımızda çalışanlardan bile şüpheleniyordum. Yine de gülümsedim, inci tanem bunların hiçbirini hissetmeyecekti. "Evet güneşim, o yüzden." Kumandayı aldım orta sehpanın üzerinden. Aklımda bir şarkı vardı vurulmadan önce, Minel'e öğretmek için ezberlemiştim, Youtube'a girip ana sayfada dolaşırken hatırlamaya çalıştım. "Pepe'ye bakayım." dedi o çizgi filmi görünce. Bazen onun şarkılarına da bakıyordum sevebileceği bir şey ararken, o yüzden videoları karşımıza çıkmıştı. "Tamam, ben sana şarkı isimlerini okuyayım, sen sevdiğini söyle." Ben de Minel'le beraber öğrenecektim şarkıyı, kızım Pepe'den bir şarkı istediyse onu aklımdaki şarkıya zorlamazdım. Şarkının adını da hatırlamamıştım zaten. "Kalbim Kırıldı, Le Hanım, Çayeli, Pepe Çok Üzülüyor..." Hiçbirine tepki vermedi, merakla televizyona bakmaya devam etti. Şarkılara döndüm, tam en baştaki şarkının ismini okuyacakken gözüme "baba" yazısı takıldı, oraya odaklandım. "Benim Güçlü Kocaman Babam." dedim hemen, bu şarkıyı seçmeliydi, benim kızım beni üzmezdi, kesin bu şarkıyı seçecekti. "Bu oyşun babacım!" Gülüşümü gizlemeye çalışarak şarkıyı açtım, sırtını bana yasladı. Melodi yavaştı, kaşlarım çatıldı, üzgün bir şarkı olmasını istemiyordum, duygusaldı benim biriciğim, ağlardı. "Benim tatlı bir babam var, benim güzel bir babam var." Sözlerine bakılırsa üzgün değildi, derin bir nefes aldım. "O bize çok güzel bakar, benim canım bir babam var." Bir anda hareketlendi şarkı. "Benim güçlü kocaman babam, benim güçlü kocaman babam, benim güçlü kocaman babam, benim güçlü kocaman babam, ba ba ba ba ba ba ba babam, ba ba ba ba ba ba ba babam..." Başını salladı inci tanem, şarkının bu kısmı hep aynıydı, gülümseyerek eşlik etmeye başladı. "Benim güçyü kocaman babam, benim güçyü kocaman babam, ba ba ba..." Bu kısımda dili dolanıyordu, gülüp başından öptüğümde bana baktı. "Şen de söyye babacım, yütfen." O isterse ben her şarkıyı söylerdim. "Benim güçlü kocaman babam, benin güçlü kocaman babam..." "Benim güçyü kocaman babam, benim güçyü kocaman babam..." Şarkı bittiğinde kıkırdayıp ellerini çırptı. "Tekyay dinyeyeyim!" Videoyu başa sardım, yavaş kısma eşlik etmesi ancak bir dahaki tekrarda oldu. "Benim tatyı biy babam vay, benim güzey biy babam vay, o bise çok güzey bakay, benim canım biy babam vay." Onu gıdıklamamak için buraya gelmiştim ama sanki işe yaramayacaktı, ayaklarını sallayıp iki yana sallanarak benim hakkımda şarkı söylüyordu, gıdıklamayıp ne yapacaktım? "Çok güzel söyledin güzelim." Bunu söyleyen ben değildim, Hakan abimdi, kapının kirişine omzunu yaslamıştı, bizi izliyordu. Fark etmemiştim orada olduğunu, inci tanem de fark etmemişti, etseydi "Günaydın amcacım!" derdi kesin. "Günaydın amcacım!" Demiştim. "Teşekküy edeyim. Babamya söyyedik şaykıyı, o da güsey söyyedi." Başını sallayarak kendini onayladı. "Sen de güzel söyledin Gökhan." dedi Hakan abim yanıma otururken. Belime de bakmıştı o sıra, aklı yaramdaydı. "Eyvallah." dedikten sonra sesimi kısarak devam ettim. "İyiyim, bakma, Minel anlar." Başını salladı, bizi merakla izleyen güzelime gülümsedi. "Şarkı söylemek nereden aklınıza geldi?" diye sorduğunda cevap vermek için hiçbir şey yapmadım, hem uğraşamazdım hem de abimin konuşmak istediği kişi değildim. "Bis hep şaykı söyyüyoyuz. Biy süyü şaykı... Babam açıyoy. Yemek yapayken, sonya... Oyun oynayken... Basen banyo yapayken... Hey zaman..." "Nasıl şarkıları seviyorsun?" Düşündü biraz. "Şey..." diye başladı sözüne. "Yenkyi şaykıyayı, mutyu şaykıyay. Mutyu şaykı dinyeyşen... Dinyeyşen sen de mutyu oyuyşun. Ben de oyuyum. Mutyu şaykıyay güzey. Mutyu şaykıyayı seveyim. Sen sevey mişin amca?" "Severim." dedi Hakan abim, alayla güldüm. Klasik müzik dinliyordu, mutlu müzik falan yalandı yani, çok yavaş şeyler oluyordu dinledikleri, özellikle onları seçiyordu. Zihnimi açıyor, falan demişti. Sonra klasik müziğin faydaları hakkında bir şeyler anlatmıştı, dinlememiştim. "Babam da seviyoy." Bana döndü, hemen yüzümdeki alayı silip samimi bir şekilde gülümsedim. "Evet, çok seviyorum." Minel hayatıma gelmeden önce müzik dinlemiyordum, o geldikten sonra da onunla söylediğimiz şeyleri sevmiştim. Ben Hakan abim gibi yalan söylemiyordum. "Günaydın hayacım!" Ablam diğer yanıma oturdu, kucağımda duran Minel'in boynundan öptü seslice. "Oh, halasının bebeği! Çok özlemişim bu enerjik hallerini." Minel memnun bir şekilde gülümsedi. Gördüğü ilginin, sevginin onu mutlu ettiğini biliyordum; bu yüzden az da olsa kızıma yaklaşmalarına izin veriyordum. "Günaydın." Annemle babam gelmişti bu sefer de, bıkkın bir nefes verdim. "Günaydın dede, günaydın babane!" Babam eğilip Minel'in elini öptükten sonra ablamın yanına geçti, kolunu onun omzuna attı. Ablam gülümseyip babama yaslandı, annem Hakan abimle aramıza girdi. Minel'in elini okşarken "Nasılsın oğlum?" diye sordu bana endişeyle bakıp. "Iyiyim." "Evet babane, babam iyi. Yuvayyandı. Şey, hayıy, neydi? Topayyandı, evet. Aytık yoygun değiy. Ama koşmıcaz. Koşaysak, şey, tey oyuyuz. Tey oyuysak ökşüyüyüz, buyamıs acıy. Sonya doktoy iğne yapay. Büyük iğne, hem de... Şey, biy süyü!" Doktorun iğne yapmasıyla ilgili hiçbir şey söylememiştim, burayı kendisi eklemişti. Bebekleriyle oyun oynarken doktor rolündeki bebeğine "Sana iğne yapıcam." dedirtmesi aklıma geldi, o zamandan belliydi bu halleri. "Tamam, koşmayacağız ama bence açık havada vakit geçirebiliriz." Babama baktım kaşlarımı kaldırıp. "Bir köy evi var, izole bir yerde. Etrafını korumalarla çeviririz, bu olaylar..." Gözleri Minel'e takılınca değiştirdi kelimesini gülümseyip. "Bu sıcaklar bitince geri döneriz." Annem fısıltıyla "Adamların sorgusundan bahsediyor." diye açıkladı. "Köy mü? O ne? Neyeye gidicez? Evimise noycak? Hey yeyde... Şey, öyümcek ağyayı oyuy. O saman napcas? Evimise dönmicez mi?" Bu hevesinden belli oluyordu ki köye kesin gidecektik, zaten benim de aklımdaydı buradan uzaklaşmak. İşler ciddileşmişti. Hepimiz tehlikedeydik, olanlara bakarsam Minel daha da tehlikedeydi, onun üzerine oynuyorlardı. "Hayır bir tanem, döneceğiz. Köyde sadece birkaç gün kalacağız." "Öyümcek oymucak." "Evet canımın içi, olmayacak." "Tamam." Bana baktı babam Minel'den onay alınca, başımı salladım. "Gidelim." İnci tanem köy gibi bir yerde, hayvanlarla falanken çok mutlu olurdu. Bir kediye çıldıran kızımdı o, inek görürse nasıl heyecanlanacağını tahmin bile edemiyordum. "O zaman kahvaltı yapıp çıkalım, orada kahvaltı yapmak istersek yiyemeyiz." "Doğru, Hale uzun sürede hazırlanıyor." Ablam abime baktı. "Aşk olsun abi." dediğinde "Haklı." dedim hemen. Ablam istediği zaman çok çabuk biriydi ama hazırlanırken hiçbir zaman hızlanmak istemiyordu. "Günaydın." Engin abim esneyerek içeri girdiğinde "Günaydın amcacım!" diye cıvıldadı güneşim. Abim gülümsedi uykulu uykulu. Saçları da dağınıktı. Gece uyumamış ve Nida yengemle konuşmuştu, belliydi. Terapiye gitmeye tekrar başlasa iyi olurdu bu aralar, benim vurulmam onu etkilemişti kesin. "Günaydın bal kızım." Boş bir yere oturdu hepimizin endişeli bakışlarını fark etmemiş gibi davranıp. "Neden bahsediyordunuz?" "Hale'nin hazırlanma süresinden." "Bir yıl yani." "Abi ya... Sen de mi? Ben sen bana destek olursun zannediyordum." "Güzelim..." dedi abim gülüp. "Sana bu konuda ben de destek çıkamam. Çocukken..." Tekrar güldü. "Annem sana tatil günlerini bir hafta öncesiymiş gibi söylüyordu sen hazırlan diye, hatırlamıyor musun?" Ablam duraksadı. "Hayır." diye mırıldandı. "Hep tatiller erteleniyordu babamın işi olduğu için." Sırıttım, bazen çok saf oluyordu. "Baba, öyle değil miydi?" Babam gözlerini kaçırıp ensesini kaşıdı. "Baba!.." diye cırladı ablam. Onun yüksek sesinden sonra hepimiz Minel'e döndük, ablam onun korktuğunu unutmuştu, yoksa bağırmazdı. Ellerine uzandım ben çiçeğimin, yumruk olmuş ellerini açacaktım ama... Bir dakika... Yumruk değildi elleri. Başımı eğip yüzüne baktım, neden ona baktığımızı anlamaya çalışıyordu. Bana yaklaşmamıştı, yerinde küçülmemişti. Benim kızım korkmamıştı. Ablam yüksek sesle konuşmuştu ama korkmamıştı. Dudaklarımı ıslattım, başımı kaldırırken sırıtmaya başlamıştım. Saçlarından öptüm birkaç kez, geçiyordu korkuları, benim meleğim çocukluğunu yaşamaya başlıyordu. "Baba diyordum." dedi ablam kısık bir sesle, onun yüzünde de bir gülümseme vardı, hatta sanki... Gözleri mi dolmuştu onun? "Evet, öyle diyordun." dedi babam gözlerini Minel'den zar zor ayırırken. Ablam bunu gördüğü için birkaç saniye ses çıkarmadı, babam ona tamamen döndüğünde konuştu. "Yalan mı söyledin bana? Hani işin çıkıyordu da erteleniyordu bizim tatiller, yalan mıydı?" "Pembe yalan." dedi babam gülümseyip. "Sen pembeyi çok severdin, o yüzden..." Ablam kollarını kavuşturdu, babamın kolunun altından çıkıp sırtını koltuğa yasladı. "İnanmıyorum sana." Yüzünü astı. Daha da sırıttım, komikti bu halleri. "Babacığım ama sen de..." diye isyan etti babam yumuşak bir sesle. "Çok yavaş hazırlanıyordun. Bir hafta sürüyordu bavulunu hazırlanaman, o zaman bile bir şey unutuyordun, geri dönüyorduk." "O kadar paramız var, geri dönmemiz mi battı? Benzinimiz mi biter? Alamaz mıyız bir daha? Hem benim için dönmeyip kimin için dönecektiniz? Başka kız evlat mı vardı? Söylesene baba..." Bu halleri bana Minel'i hatırlattı, kızımın kime çektiğini yavaş yavaş anlıyordum. "Bazen diyorum ki..." Ellerini açıp kafasını kaldırdı ablam, tavana baktı. "Allah'ım keşke bir kız kardeşim olsaydı... Benden daha kokoş olsaydı da anlasaydınız kıymetimi... Ama nerede? Elimizdeki malzeme belli." Beni gösterdi. "Ben ne alaka?" dedim kaşlarımı çatıp. "Çok alaka." dedi ablam da benim gibi kaşlarını çatarken. "Ben sana nasıl makyaj yapacağımı bile düşünmüştüm, isim bakıyordum, sonra bir öğrendik, bir XY daha. Çok az Y varmış gibi!" "Yine de makyaj yapmaya çalıştın Hale, Gökhan'ı kovalıyordun." diye hatırlattı Engin abim yaşadığım işkenceleri. "Evet." dedim ciddi bir şekilde başımı sallarken. "Senin yüzünden odama kilitlemiştim kendini." "Evet, saftın azıcık." "Gökhan'ın ismine de yine sen karar vermiştin." "Doğru. Gözleri mavi mavi olunca... Annem 'Renkleri değişir belki.' demişti ama değişmedi Allah'tan, ilk kez bir diledigimi yaptı." Başımı iki yana salladım. "İlkokuldayken sinir olduğun çocuğu..." Minel'i hatırlayınca dövmek kelimesini kullanmadım. "Uyarmamı istemiştin, ben de uyarmıştım." "O bir dilek değildi!" diye sitem etti ablam. "Dört yaşındaydın, sana dert yanarken nereden bileyim annemin başının etini yiyip okuluma gelip çocuğun kafasını..." Isırmak demedi o da. "Öpeceğini?" Abimler güldü kullandığı kelimeye. Ben ciddiyetimi bozmadım. "Çocuğun fotoğrafını istediğimde de mi anlamadın?" "Kusura bakma ya..." deyip güldü. "Dört yaşındaki kardeşimin mafya gibi davranacağını o an düşünemedim. Organize iş yaptın resmen, şaka gibiydi!" Kaşlarımı çattım iyice. "Saçını çekmişti." Haklıydım, kimse benim ablamın saçlarına dokunamazdı. Ben şaka yaparken kesmemiştim onun saçlarını, kıyamamıştım, başka biri o saçları çekecek miydi? Mahvederdim. Gülen herkes bir anda durdu. Abimler ve babam aynı anda "Saçını mı çekmişti?" diye sorduğunda ablam umursamazca omuz silkti. "Evet. Ben de onu ıslatmıştım sonra su mataramla. Gökhan'a anlattım olanları eve gelince, sonrası da malum." "Neden bize söylemedin?" Suratına öfke gelen babama bakıp güldü ablam rahat rahat. "Ne yapacaktın baba on yaşındaki çocuğa? Anne babasına şikayet etmekle mi tehdit edecektin onu, ne yapacaktın?" Haklıydı, babam bir şey diyemedi. Alaycı bir tavırla "Ben hallettim baba, rahat ol." dedim sırıtıp. "Bir daha hiçbir kızın saçını çekmemiştir, küçüklükten aldı dersini." "Saç çekmek ne?" Sessiz sessiz bizi dinleyen kızımdı bu soruyu soran. Başımı eğdim. "Saçını acıtmak bebeğim benim." dedim saçlarını okşarken. Ben onun için saç kremi bakarken, kıvırcık saçlar için bakım videosu izlerken kimse onun ipek saçlarına dokunamazdı; saç çekmenin anlamını bir tek kelimelerle bilecekti. "Neden saçını acıtıyoy?" Duraksadı, yavaşça kaşları çatıldı. "Kim çekti hayacımın saçını?" diye sordu kızgın kızgın. "Ya bebişim!" dedi ablam, Minel ona döndü ama ciddi ifadesini bozmadı, ablam bunu görünce güldü abimler gibi. "Sen büyüdün de korumacı mı davranıyorsun? Yerim seni ben." Her zaman gülümserdi bunlara ama bu sefer gülümsemedi güneşim, bana döndü. "Kim çekti hayamın saçını?" diye tekrar etti sorusunu. Güldüm haline, burnundan öptüm. "Öğrensen ne yapacaksın?" "Ona dicem ki... Dicem ki..." dedi coşkuyla. "Ssaç çekmek kötü. Saçyay sevmek için. Saç acıtmamayışın dicem. Öğyencek, biy daha yapmıcak." Keşke dünya onun düşündüğü kadar temiz bir yer olsaydı... "Ben dedim babam, biz çocukken olmuştu zaten, şimdi büyümüştür." Kabullendi, başını salladı, kaşları düzeldi. Orta sehpaya bakarken ellerini dizlerine koyup ayaklarını salladı, sessiz kaldı. "Ne zaman köy-" Engin abimin cümlesi inci tanemin bir anda heyecanla sorduğu soruyla yarıda gitti. "Çocukken mi?" Ancak dikkat etmişti dediğime. "Sen naşıydın çocukken babacım? Hayam naşıydı, amcamyay naşıydı? Yine usun muydun? Yokşa kışacık mıydın? Kışacıktın, di mi? Benim gibiydin. Cevap veyiy mişin babacım?" Kısacık diyordu kendine, elimde olmadan güldüm. Boyunun çoğu yere yetmediği, yaşıtlarına göre ufak olduğu doğruydu ama çocuktu, büyüdükçe uzardı. "Nereden anladın sen 'kısacık' olduğunu ballım?" "Şey... Bis payka gidince..." Yüzü düştü bir anda, heyecanı gitti. "Annemye gidince..." Künyeme odaklandı, sessiz kaldı, elinin üzerindeki başparmağımı hareket ettirdiğimde kendine geldi. Hâlâ o kadına üzülüyordu, hafızasının iyi olduğunu biliyordum ama unutamaz mıydı onları? "Oydaki çocukyay... Şey, uzundu. Sonya buyaya geydim. Heykeş usun. Biy tek ben kışayım. Neden böyye? Usamıcam mı ben? Hep böyye mi kayıcam? Naşıy okuya gidicem böyye kayıyşam? Şey... Öğyetmenyeyim göymes beni, noycak? Sonya... Yüskek ayakkabı mı giycem? Düşeyim. Napıcam? Cevap veyiy mişinis?" Boş zamanlarında bunları mı düşünüyordu, bir anda mı aklına geliyordu bu sorular? Yavaş konuşuyordu, ara sıra da düşünüyordu ama yine de... Fazla soru soruyordu kısa zamanda. Şikayetçi değildim, merak ediyordum. "Hayır babam, uzayacaksın sen." dedim bana baktığını görünce. "Sormuştun ya çocukken kısa mıydık diye, evet, biz de kısaydık. Normalsin sen." Yaşıtlarına göre gerideydi gelişimi ama bunu ona söylemezdim, üzülürdü. "Sen de kışaydın." Gözlerini kırpıştırdı. "Şaşıydım." Kimsenin kalkmasına ve kızıma yaklaşmasına fırsat bırakmadan eğilip boynundan öptüm birkaç kez. "En son ısıracağım seni, zorluyorsun." "Ben de şeni ışıyıyım." "Isır." "Tamam." Önümüze döndük, bazen böyle konuşmalar yapıyorduk. "Bındın bıbı ılmız, bın kıbı bır ınsınım." Dillerinden kurtulamayacaktım. İlk başta korkmuştum baba olmaktan, kabul ediyordum da yeterdi dalga geçtikleri, ben nereden bilecektim bir kızımın olmasının bu kadar güzel hissettireceğini? "İyi ki bir şey buldunuz dalga geçecek, hemen oğlumun üzerine gidin." Annem kolunu sırtıma sardı, kaşları çatık bir şekilde baktı Engin abimle ablama. Engin abim ellerini kaldırdı. "Ben ne yaptım?" "Ben seni biliyorum, ben konuşmasam sen de Hale'ye eşlik edecektin." Haklıydı. "Haklı." "Yapardı." "Doğru." . Imposiblety'den "Çık, ben oturacağım kuzenimin yanında. Abisiyim ben onun!" Arabada Minel'in çocuk koltuğunun bir yanında Gökhan oturacaktı, ne kadar itiraz etse de ailesi araba sürmesine karşı çıkma kararlarından dönmemişlerdi. Minel'in diğer yanında kimin oturacağıysa... Tartışma konusuydu. "Sen abisiysen ben ikiziyim! Senden üç tane var, benden bir!" dedi Ayaz Minel'in ona yüklediği sıfatı kendi lehine kullanıp, ilk başta abi demeyişine üzülse de şimdi seviniyordu, diğer kuzenleriyle bir değildi inci tanesi için. "Lan kendine gel!" diye sitem etti Doruk. "On yaş var aranızda, ne ikizi?" Ayaz alayla gülüp kaşlarını kaldırdı. "Bunu Minel'e de söylemek ister misin? Minel! Doruk abi-" Doruk Minel'in bu dediklerini duyarsa üzüleceğini, "Neden öyye dedin Doyuk abi?" diye soracağını, sorusuna mantıklı bir cevap almadıkça neşelenmeyeceğini biliyordu. İki adımda Ayaz'ın yanına gidip çocuğun ağzını eliyle kapattı. "Sus Ayaz, sus." dedi kısık bir sesle, bir yandan evin kapısını kontrol ediyordu, aileleri bahçeye çıkıp onları bu halde görürse pek hoş olmazdı. Ayaz gözlerini devirdikten sonra başını hafifçe geri çekti; hiç acımadan, sertçe ısırdı Doruk'un elini Minel'e tatlı tatlı davranan, elini sıkı tutmaktan bile korkan o değilmiş gibi. "Susmayacağım! Söyleyeceğim seni. Hatta dayıma da söyleyeceğim. 'Doruk abim senin biricik kızının kararlarına ve dediklerine saygı duymuyor.' diyeceğim." Doruk yüzünü sıvazladı. "Ne istiyorsun?" dedi bıkkınca. Gökhan amcası işin içine girmişti, buradan sıyrılamazdı. "Bugün boyunca..." dedi Ayaz sırıtıp. Dediğini tekrar vurguladı. "Tüm gün boyunca..." Sırıtışı büyüdü. "Minel'den uzak duracaksın." "Ne?" dedi Doruk şoke olmuş bir şekilde. Bir iki saniye sonra güldü. "Hayatta yapmam, yolda ben ona pop müzik dinleteceğim, köydeki evde kum havuzuna gömeceğim." "Yapabilirsin." Ayaz sakindi, Doruk abisi önünde sonunda bu anlaşmanın şartlarını kabullenecekti. "Ama yarın. Bugün Minel'den uzak duracaksın. Yoksa seni dayıma söylerim. Minel'e de söylerim. İkizin değilmişim Minel, derim. Doruk abin öyle söyledi." Doruk sıkıntılı bir nefes verdi. "Tamam!" dedi öfkeyle. "Dediğin gibi olsun." "Bavulları bagaja koymanız niye bu kadar uzun sürdü?" Kuzey'in sesiyle o tarafa döndüler, iki elinde de büyük valizler vardı, hızlı adımlarla geliyordu. Ayaz da Doruk da elinden valizleri aldılar birkaç adım atıp. "Arda nerede?" diye sordu Ayaz diğer kuzenini göremeyince. "O içeride, amcamla konuşuyor." "Gökhan dayımla mı?" Başını salladı Ayaz, Minel Gökhan dayısının yanından ayrılmadığı için geç kalınsa da bu konuşmanın yapılması gerekiyordu. Şu üç günde dayısı için endişelendiği kadar da Arda için endişelenmiş, onun haber vermeden hastaneye gitmesinden korktuğu için geceleri birkaç saatte bir gidip abi demese de içten içe öz abisi olarak kabul ettiği kuzenini kontrol etmişti. Çok panikliyordu, yerinde duramıyordu çünkü. "İyiyim ben, bir şeyim yok oğlum. Bak, sağlamım." Arda'nın omzuna elini koydu Gökhan, samimi bir şekilde gülümsedi. Belli etmese de canından çok seviyordu yeğenlerini, bu yüzden Arda'nın içini rahatlatmadan bu odadan ayrılmak istemiyordu ablasının Minel'i makyaj malzemeleriyle oyalamasının yalnızca bir yere kadar işe yarayacağını bilse de. "Fakat amca..." dedi Arda zayıf bir sesle. Gözleri amcasının beline kaydı. "Bu vaka farklı neticelenebilirdi." "Ama olmadı, değil mi? Senin düşündüğün gibi düşünsek sokağa da çıkamayız, hiçbir şey yiyemeyiz, gülemeyiz. Yapma, hayatı zorlaştırma kendine, tamam mı aslanım?" Derin bir nefes aldı on altı yaşında olmasına rağmen kırkını devirmiş, fazla tedbirci insanlar gibi onlarca ihtimali süzgecinden geçiren genç. "Tamam, dikkat edeceğim." Gökhan elini Arda'nın omzundan çekti, saçlarını karıştırmak istedi Arda küçükken yaptığı gibi ama hatırladı çocuğun hassasiyetini, yapmadı, babacan bir tavırla gülümseyip hafifçe sırtına vurdu. "Gel, Minel'in yanına gidelim." Hale'nin odasına ilerlediler, kapının önüne geldiklerinde Arda yavaşça kapıyı tıklattı. "Hala, iznin var mı?" "Gel bebeğim." Kapı açılınca Gökhan gördüğü görüntüyle durdu. Hale de Minel de çift kişilik, siyah nevresimli yatağın üzerinde oturuyorlardı. Minel'in ufak eli Hale'nin dizindeydi, komodinin üzerinde bir oje vardı. "Sarı elbisen ojelerinle çok güzel olacak bebişim, bak, aynı tondalar." Minel'i ürkütmemek için yanlarına gidene kadar ses çıkarmadı dev adam, daha sonra kızının arkasına oturdu, saçlarından öptüğünde Minel elini yerinden oynatmadan başını kaldırdı. "Meyaba babacım! Meyaba abicim!" "Merhaba Minel." "Merhaba güzelim, ne yapıyorsunuz? "Şey..." dedi Minel cıvıl cıvıl bir neşeyle eline, tırnaklarını boyayan sarı renge bakarkan. "Oje süyüyoyus. Hayam da, şey, başka yenk süycek. Haya yeğen oycas." "Hala yeğen olmayacağız bebişim, zaten hala yeğeniz." dedi Hale gülüp. Eğilip Minel'in burnundan öptü. "Hala yeğen kombini yapacağız, dedim. Ben de sarı giydim, sen de giydin. Kombinimizi yaptık." "Evet, yaptık." Başını salladı inci tanesi. Gökhan onun makyaj malzemelerine bulaşmasını istemiyordu, daha çok küçüktü, malzemelerin içindekilerden endişeleniyordu ama hevesini de kırmak istemedi, hiçbir şey demedi. Hale gördü onun bu halini. "Çocuk ojesi aldım." dedi gülümseyip. Kardeşinin kendisine hiç dikkat etmeyip söz konusu kızı olduğunda ufak şeylere evhamlanmasını tatlı buluyordu. "Siz naptınız babacım? Abimye naptınız?" "Konuştuk bir tanem." "Neden?" "Amcasıyım bebeğim." dedikten sonra kız çocuğunun durumu daha iyi anlaması için benzetme yaptı adam. "Hakan amcan ve Engin amcan seninle konuşmuyor mu?" Düşündü Minel. "Konuşuyoy." dedi sonra. "Ne konuştunus?" Gökhan Arda'ya baktı, sessizce ve gülümseyerek halasını ve inci tanesini izleyen Arda bu bakışları sezince amcasına döndü. Anladı, Minel'e baktı. "Kitaplar hakkında sohbet ettik." dedi yavaşça. "Kitapyay... Ben de okucam. Okuya gidicem. Şey... Aykadaşyayım oyucak. Çocuk aykadaşyayım..." Gökhan bunu duyunca derin bir nefes aldı. Kızı yaşıtlarından çok uzak büyüyordu, güvenlik konusunda endişelendikleri için bir parka gitmeleri de mantıklı değildi ancak böyle de içi rahat etmiyordu, onu daha ne kadar izole edebilirlerdi? Ailedeki herkes onunla oyun oynasa bile kendisi yaşındakilerle iletişim kurmaya ihtiyacı vardı. "Bitti ojelerin, ellerini sakın bir yere sürme bebişim, bozulmasınlar, tamam mı?" "Tamam hayacım, teşekküy edeyim." deyip elini çekti Minel. Sarı ojelerine hayran hayran baktıktan sonra ellerini kaldırıp dalgın babasına gösterdi tırnaklarını. "Bak babacım, güsey oydu mu?" "Çok güzel olmuş güneşim." "Abicim?" "Çok yakışmış Minel." Kız çocuğu keyifli keyifli güldü. Yataktan indi, ellerine bakarken iki yana sallandı. "Güzey oydu, yakışyıkyı oydu." dedikten sonra bir kez daha güldü. Tavşanına uzandı. Hale hemen "Bir yere dokunmak yok." diye uyardığında Gökhan kızının yüzünde oluşan endişeye dayanamadı. "Tavşanın benle olacak, sen git babam." Babasının yokluğunun etkilerini atlatmaya başlıyordu adama olan güveninden dolayı, hâlâ daha onunla her yere gitmek istese bile ojelerini ev ahalisine gösterme fırsatını kaçırmayacaktı, tavşanını Gökhan'a güvenerek arkasında bırakıp şarkı söyleyerek odadan çıktı. "Benim güçyü kocaman babam, benim güçyü kocaman babam..." Gökhan tavşanı yere attı. Tekrar düşünmeye başladı yaşıt olayını, ne yapacaktı? Hale kendi ojelerini sürmeyi sonraya erteledi. Gökhan'a döndü, onun düşündüklerini yüzünden anlıyordu. "İstersen Minel için oyunevi ayarlayabiliriz, haftada birkaç gün gider." Gökhan başını iki yana salladı. "Olmaz, tehlikeli." dedi sıkıntılı bir şekilde. Kâbuslarında o kurşunun Minel'e gelişini yaşamıştı, kaç kez uyanıp Minel'i ve onun nefesini kontrol ettiğini, kızına daha sıkı sarılıp onun kokusuyka sakinleşerek tekrar uyuduğunu hatırlamıyordu. "Doğru." dedi Hale. Hiçbir şeyin farkında olmayan ve kendisini savunmaktan bihaber Minel'i yabancı bir ortama sokarlarsa ne kadar güvenlik önlemi alırlarsa alsınlar her koşulu kontrol edemeyişleri ölümcül bir sonuç doğurabilirdi. "Çocukları buraya çağırsanız?" Arda'nın nazik sesiyle hem Hale hem Gökhan yeğenlerine döndü, Arda bu dikkatli ve meraklı bakışlarla utansa dahi sözlerine devam etti. "Çalışanların çoğu sizin yaşlarınızda. Minel'e yakın yaşlarda çocukları olması olasılıklar dahilinde. Zaten birkaç çocuk dahi olması Minel'in bir oyun kurmasına yeter diye düşünüyorum, hem birkaç çocuktan fazlası olacağına inanıyorum. Tüm çalışanlar gün boyu evde, eve yabancı bir yetişkin girmeyecek, sadece çocuklar gelecek. Aile üyeleri çalışırken çocuklar korumalar gözetiminde oynarlarsa bir sıkıntı çıkmayacağını düşünmekteyim." "Çok mantıklı." dedi Hale. Fikir aklına yatmıştı, Gökhan'a baktı. Güvenlik işlemlerinden, risklerden en iyi anlayan kişi oydu. "Sen ne diyorsun?" "İyi fikir." dedi Gökhan. "Köyden dönünce ayarlarız bunu o zaman." Hale'nin dediğine başını salladı. "Hallederim." Kısa konuşuyordu çünkü zihni yapacaklarıyla doluydu. Korumalarla konuşacak, her birini ayrı ayrı tembihleyecekti. Kızı oyun oynarken güvende olacaktı. Onlar koridorda sessizce yürürken Minel babaannesi ve dedesinin odasındaydı, babaannesine ojelerini göstermişti, sıra giyinme odasından yeni çıkan dedesindeydi. "Bak dede!" "Ne oldu bir tanem?" dedi beyazlamasına rağmen gür olan saçlarını düzelten Raif. Yere diz çöktü, torununun göz hizasına yaklaştı. "Ojem vay!" Raif gözlerinin önüne uzatılan ufak ellere baktı, içinde büyük bir merhamet duygusu filizlenirken "Çok güzel olmuş ojelerin." deyip kızın saçlarından öptü, Hale'den biliyordu kurumayan ojelere dokunmaması gerektiğini. "Evet, güsey oyduyay dede, sayı oje. Hayam süydü. İsteyşen... Şey... Sana da süyebiyiy. Hayam yaydım edey. Hayam çok iyi biyisi. Biy de, şey..." Halasından bahsedince ojelerini unutmuştu, ellerini indirirken konuşmaya devam etti. "Çok güzey saçyayı. Böyye, benim saçyayım değiy. Faykyı. Gösyeyi de çok güzey. Sonya... Eybiseyeyi çok güzey. Büyüyünce, şey, ben de hayam gibi oyucam." Annesi yoktu hayatında, olduğunda da Minel'e bir rol model olmamıştı hiçbir zaman; aksine, kız çocuğu onu ne zaman izlemek istese, hareketlerine dikkat etmeye çalışsa bir cezayla karşılaşmıştı. Bu yüzden Hale onun hayatındaki anne figürüydü, kendine örnek aldığı insandı. Raif gülümsedi, Minel'in kendisini ifade etme tarzının ve giyeceği kıyafetlerin stilinin Hale'den farklı olacağını hissedebiliyordu tavırlarının uyuşmayışından ama bunun dışındaki hareketlerinin bazılarının benzer olacağı da çoktan belliydi. Minel'in saçlarıyla oynanınca mayışması, modayla ilgilenmesi, babasına hayran olması, ailesine korumacı yaklaşması, Barbie filmlerini sevmesi... "Çok mu seviyorsun halanı?" "Evet, çok." Yatağa oturdu adam, torununu da belinden tutarak dizine oturttu. "Amcanlar hakkında ne düşünüyorsun dedem?" diye sordu kızın aile hakkındaki fikirlerini öğrenmek istediği için. Hem Gülten'in hazırlanışını bekleyeceği vakti geçirmiş olurdu. "Şey... Hakan amcam, şey... Böyye... Çok kibay biyisi. Heykeşe kibay. Kitap okuyoy, Ayda abim gibi. Sonya... Çok çayışıyoy. "Sonya... Hakan amcam sessis. Biy de... O konuşunca, konuşunca... Heykes şuşuyoy. Biy de... Biy de... Heykes ona soyuyoy. Hayam kitapyayını göşteyiyoy, Engin amcam teyefondan..." İnci tanesinin kitap dediği şey şirket dosyalarıydı, Aktunalar eve iş getirmeyi pek sevmeseler de mecbur kaldıkları oluyordu, o zamanlarda da Hakan'a danışıyorlardı artık işlerle o ilgilendiği için. Raif kızın gözlem gücüne hayran kaldı, parlayan bakışlarla kız çocuğunun ojeli parmakları yüzünden geriye ittiremeyip kollarıyla hareket ettirmeye çabaladığı haylaz saç tutamlarını okşarcasına geriye attı. "Engin amcan peki?" "Engin amcam çok komik! Güyüyoyus hep. Ben de güyüyoyum. Sonya, şey, hep bana sayıyıyoy. Biy kes, biy kes beni yakayayıp..." Gözleri büyüdü. "Böyye böyye yaptı." Vücudunu salladı. Raif anladı Engin'in Minel'i göğsüne bastırıp çocuk uyutur gibi salladığını, güldü. "Ayda abimi çok seviyoy amcam. Yemek yeyken... Yeyken... Ona bakıyoy. Çiçekyeyi seviyoy. Biy de, şey, biyişi vay. Yeşimyeyde... Güsey biy kıs. Onu da amcam seviyoy. Biy kes göydüm, yeşimye uyuyoydu. Geyçekten dedecim!.." Adam Nida'dan bahsedildiğini anladı; kızı gibi gördüğü o masum, melodik sesli kızın ani ölümünü; çocuğuna doyamayışını, Engin'in yıkılışını hatırlayınca yüzü düşse de kendini birkaç saniye içerisinde toparlamayı başardı yıllardır arkalarında durabilmek için karşılarında güçlü gözükmek zorunda olduğu çocuklarıyla ve torunlarıyla vakit geçirdiği için. "Arda abinin annesi o, bir tanem." dedi Raif. Engin'in ve Arda'nın bunun Minel'e söylenmesinden rahatsız olmayacağını, aksine birinin ona Nida'nın kim olduğunu anlatmasını ve kendilerine gelecek sorulardan kurtulmak istediklerini biliyordu. "Geyçekten mi? Neyde? Neden geymiyoy?" Derin bir nefes aldı adam, Nida'nın ölümünden bahsetmeyi sonraya erteledi. Kızın köyde geçireceği vakti gözyaşlarıyla baltalamak istemiyordu. "Bunu sonra konuşuruz dedem, olur mu? Şimdi babaanneni bekleyelim." Saatine baktı. "İki dakikanın sonunda giyinme odasından çıkacak." Eşinin hazırlanma süresini ezberlemişti, kadın ne giyerse giysin aynı süre içerisinde hazırlanıyordu. "Ne giyiyoy?" "Bilmiyorum, göreceğiz." "Babanem de çok güsey." "Evet." diye onayladı Raif anında. Onaylamaktan tereddüte bir an bile düşmeyeceği nadir cümlelerdendi Gülten'in güzelliğine dair cümleler. "Gözyeyi mavi. Babamın gözyeyi mavi. Mavi gözyeyi seviyoyum." "Senin gözlerin de çok güzel." Utandı kız çocuğu, başını dedesine yaslarken "Teşekküy edeyim." diye mırıldandı. Adam başının üzerinden öptü inci tanesinin, bitiyordu onun bu utangaç hallerine. "Hazırım." Gülten odasından çıktı. Çiçekli, kırmızı, dizlerinin birkaç parmak altına kadar uzanan, yazlık bir elbise giymişti. Saçları alttan bol bir topuzdu, Raif ayakkabı olarak ne giyeceğini de biliyordu eşinin, kahverengi sandaletlerini tercih edecekti. "Çok güzel olmuşsun bir tanem, elbise çok yakışmış." "Evet babane, güsey oydun." Gülten ikisine de gülümsedi, giyinme odasındayken defalarca aynaya bakmasına rağmen yine aynaya baktı. "Hadi, gidelim." dedi şarkı gibi bir sesle. Eğilip Minel'in alnından öptü, sonra eşinin elini tuttu. Merdivenlerden indiklerinde tüm aileyi kendilerini bekler bir şekilde buldular. "Sonunda!" dedi yüzü bayağı bir asık olan Doruk. "Sizin romantizminizi bekliyorduk." Gülten utandı, Raif'se rahat bir şekilde güldü. "Tabii ki bekleyeceksiniz." Ayıplarcasına "Bu nesilde hiç çekinme kalmamış." dedi Doruk, evden çıktı. Hale oğluna baktı. "Ayaz..." dedi yavaşça. "Sen Doruk abine bir şey mi yaptın?" Ayaz "Hayır, ne yaptıysa kendi kendine yaptı." deyip sırıttıktan sonra dedesinin yanına gidip Minel'i ondan aldı. Aniden yumuşayan sesiyle konuştu. "Çok şirin olmuşsun bebeğim." "Şiyin oydum." Başını Ayaz'ın omzuna yasladı Minel, birkaç saniye sonra kendisine engel olamayıp sordu. "Güsey oydum mu?" "Evet, güzel de oldun." diye onayladı Ayaz. Kızın kıvır kıvır saçlarından öptü, ona ancak tam anlamıyla ilgi gösterebiliyordu son birkaç gündür, dayısı hastanedeyken onun yanında endişesini belli edip bir şeyi ortaya çıkaracağından korkup kız çocuğundan uzak durmuştu biraz. "Yakışyıkyı oydum mu?" "Evet, yakışıklı da oldun." Sırtını sıvazladı, ne kadar sarılırsa sarılsın doymayacak gibiydi. Boynundan öptü bir kez de. Hale hemen yanındaki Engin'in kolunu dürttü "Oğlum çok güzel abi oldu!" dedi sessiz bir coşkuyla. "Şuna bak, daha önce kimseye böyle davranmıyordu." Durdu; düz, kahverengi saçlarını savurdu. "Benden başka kimseye." "Sana da pek böyle davranmıyordu Hale." diyerek kardeşini bozdu Engin. "Arada sırada, duygusal anına denk gelirsen." Haklıydı, Hale de bunu biliyordu. Genç yaşında anne olmasından ve matrak kişiliğinden kaynaklı olarak pek ciddi olmayan bir ilişkileri vardı oğluyla. Tabii ki Ayaz annesine sevgisini belli eder, ona kimsenin laf etmesine izin vermez, aklıma bir şey takılsa ona sığınırdı ama genelde... Eh, pek öyle olmuyordu. Yine de hak verdiğini belli etmedi. "Giderken ne dinleyelim ufaklık?" diye sordu Hakan kendi süreceği arabaya binmeden önce, iki arabayla gideceklerdi. Aktunaların inci tanesi hiç düşünmeden cevap verdi. "Kıymısı bayık!" Köy evine giderken geçirdikleri dört saat boyunca başta Kırmızı Balık olmak üzere sadece çocuk şarkıları dinlediler, bir süre sonra sinirleri bozulacak gibi olsa da ayaklarını sallayıp eşlik eden kız çocuğunun varlığı bunu onlara unutturdu. |
0% |