Imposiblety'den
Toprak yolda yürürken otlara ve çiçeklere dikkatle bakan, sinekler babasının tüm vücuduna sürdüğü tuhaf kokulu sıvıya rağmen ona geldiğinde rahatsız olup kaçan kız çocuğu, Hale'nin ona verdiği beyaz tişörtün üzerine şortlu, kahverengi bir tulum giymişti. Ayaklarında beyaz sandaletleri vardı, kıvırcık saçları beyaz tokalarla iki yandan toplanmıştı, birkaç kısa bukle alnına düşünüyordu.
"Ne olursa olsun atların ve ineklerin arkasına geçmiyorsun babam, tamam mı?" dedi Gökhan Minel'in elini tutmadan yürürken. Kızının elini tutmak için iki büklüm olunca dikişleri acımıştı, nasihat dinlememek veya doktorla tekrar yüz göz olmamak için de inci tanesinin elini tutmasa da ona göz kulak olabileceğine karar vermişti; normalden daha da dikkatliydi.
"Neden baba?"
"Çünkü hayvanlar tekme atabilir, o zaman da yaralanabilirsin."
"Ama, şey... Hayvanyay iyi, kibay. Yapmasyay ki..."
Hakan "Evet, hayvanlar iyi ama bazen, fark etmeden onları öfkelendirecek şeyler yapabiliyoruz. Bu yüzden dikkatli olmamız gerekiyor." diye açıkladı gülümseyerek, böyle söylerek inci tanesinin hayvanlardan korkmasının veya onlara duyduğu sevginin azalmasının önüne geçmişti.
"Tamam."
Minel'in her zamanki kabullenişine güldü Engin, Gökhan ve Raif. Zaten Hakan ve Minel dışında sadece onlar vardı. Gülten yemeklerle uğraşmak istediğini söylemişti; Hale ve Doruk havuza girecekti, Arda kitap okuyacakken Kuzey de arkadaşlarıyla konuşacaktı. Ayaz'ınsa günlük "bilgisayar oyunu" dozunu alması gerekiyordu.
"Yumuyta aycak mıyıs... Şey... Tavukyayın evinden?"
"Alacağız bir tanem, babaannen o yüzden o sepeti sana verdi."
Gülten evde ne olup olmadığına bakmak için kilere girdiğinde küçük, hasır bir sepet bulmuştu. İçindeki reçel kavanozlarını çıkarıp rafa dizdikten sonra kırmızı, kareli bir örtü sermişti sepetin zeminine; daha sonra da merdivenlerden neşeli bir şekilde inip tavşanına bıcır bıcır neler yapacağını, hangi hayvanları göreceğini anlatan Minel'u uzatmıştı sepeti.
"Yumuytayayı koyucam. Meyveyeyi koyucam. Tavşanım da yanyayında duyucak." Gökhan son cümleyle sepette rahat rahat oturan, Minel tarafından arada sırada başı okşanan oyuncağa baktı. İneklerin tezek yığına onu atsaydı en fazla ne olabilirdi ki?
Kümesin yanına geldiklerinde Minel'in gözleri açıldı gördüğü tavuklarla. Kümes küçük, alçak, tuğlayla örülmüş bir binadan oluşmuyordu yalnızca. Tellerle çevrili bir bahçesi de vardı tavukların dolaşıp yiyebilmesi için. Kız çocuğu da bu ufak bahçede görmüştü heyecanlanmasına neden olan hayvanları.
"Yemek yiyoyyay! Baba bak! Şenin sevdikin yenk! O yenkte tavuk! Şu da... Şey... Sayıya bensiyoy! Göydünüs mü? Amca bak, dede bak!" Herkesin paçasını çekiştirip önce siyah, sonra açık kahverengi tavuğu gösterdi. Sepeti koluna takmıştı gördüklerini daha rahat işaret edebilmek için.
"Gördük bal kızım, sarıya benzeyen bir tavuk, evet."
Minel Engin amcasının kendisini onaylamasıyla mutlu oldu, sevimli bir şekilde güldü. Raif onun saçlarını şefkatle okşadıktan sonra "Gel, yumurtalarını alalım şimdi." dedi kümesin dıştakı kısmına açılan tel kapıyı hafifçe aralamaya hazırlanırken.
"Ama... Şey... Doyaşıyoy tavukyay." dedi kız çocuğu. Buraya gelene kadar her şey iyiydi, hoştu ama bunca tavuğun arasına girme fikri onu tedirgin etmişti. Bir değildi, iki değildi. "Onyay gidince ayayım, ayayım yumuytayayı."
"Burası onların evi biriciğim, neden gitsinler?" diye sordu Gökhan hafifçe gülüp. Minel sıkıntılı bir ifadeyle kümese baktı, daha sonra babasının yanına gidip "Baba..." diye mırıldandı mahzun mahzun. "Koyktum. Yumuyta ayamam. İştemiyoyum."
Gökhan dizleri üzerine çöktü. "İstemezsen yapmazsın." dedi tebessüm edip. "Sadece senin bunu seveceğini düşünmüştük çünkü hayvanları seviyorsun."
"Seviyoyum ama çok fasya." diyerek kendini açıkladı kız çocuğu zayıf bir sesle.
Gökhan elinin üzerine okşarken konuştu. "Biliyorum." Yumuşak bir sesle devam etti. "İstersen ben seni kucağıma alayım." Hakan abisi öksürünce derin bir nefes alıp cümlesini değiştirdi. "Hakan amcan seni kucağına alsın, böylece tavuklar sana ulaşamaz. Hem kümese girip orayı dolaşmış olursun hem de korkmazsın, olur mu?"
Bir süre düşündü inci tanesi. "Oyuy." dedi sonra. Zihni az sonra yaşayacaklarına o kadar odaklanmıştı ki neden babasının kucağına gitmeyip amcasının onu aldığını sorgulamadı.
Raif kapıyı açtı. Engin annesinin market poşetine koyduğu, çürümeye yüz tutmuş ananas dilimlerini döktü yere en önde girip bir kenara geçtikten sonra. Gelirken marketten yine ananas almışlardı çünkü Minel bu konuda fazlasıyla hevesliydi.
"Bise geyiyoy tavukyay." deyip ayaklarını karnına doğru çekti küçük kız. Hakan onun bu haline gülüp saçlarından öptüğünde Gökhan'ın ters bakışlarıyla karşılaştı, kardeşi normalde Minel'i öpen taraf olurdu, şu an kıskançlıktan çıldırıyor olmalıydı.
"Amca, kaçabiyiy mişin?" diye sordu Minel tüm telaşına rağmen kibarlığından ödün vermeden. "Tavukyay bize geyiyoy, gitmeyiyiz amcacım, yütfen."
Hakan "Bir şey yok, sana ulaşamazlar." dedi ama bir yandan da kümesin tenha bir köşesine geçti inci tanesinin güvenini boşa çıkarmamak, onu korktuğu şey kendisine ne kadar mantıksız gelirse gelsin o şeyden koruyacağını göstermek için.
"Teşekküy edeyim. Babacım, şen de gey yütfen. Tavukyay şana geyiyoy. Güzey değiy böyye."
Gökhan geride bırakılmayışına mutlu oldu, Hakan abisine hava atar gibi baktıktan sonra onun yanına geçti, kızının avuç içinden öptükten sonra iki büklüm bir şekilde kümese giren Engin abisiyle babasını beklemeye başladı.
Marka terliklerine saman giren ikili küçük kulübeden birkaç yumurtayla beraber çıktıklarında ellerini çırptı Minel. "Yumuyta geydi!" dedi neşeli neşeli. "Yumuyta! Yumuyta!" Kolunu öne uzatıp sepetin görünür olmasını sağladı.
Raif önce kendi elindeki yumurtaları kırılmamaları için dikkatlice yerleştirdi, sonrasında Engin'den yumurtaları aldı. Özellikle tavşana uzak koyuyordu elindekileri, kız çocuğunun oyuncağının başına herhangi bir şey gelirse çok üzüleceğini biliyordu çünkü.
"Topyadık, şimdi napıcas?" diye sordu Minel kümesten çıktıklarında. Ayaklarını hareket ettirip yere inmek istediğini belli etti, Hakan onu yavaşça yere bıraktı. Bu sırada gözleriyle sepeti de kontrol etti. Sadece beş yumurta vardı, o kümeste çok daha fazlası olduğuna emindi ama babası ve kardeşi inci tanesini yumurtaların ağırlığıyla zorlamak istememiş olmalıydı.
"İneklere bakalım bir tanem, sonra atlara bakarız ama bugün binmeyiz, geç oldu, yarın geliriz, olur mu?"
"Oyuy." deyip başını salladı kız. Böyle bir ortamı daha önce hiç görmemişti; atlara hiç binmeyeceği söylense dahi itiraz etmez, yapabildiklerinin tadını çıkarırdı. Üç senelik kısa ömrünü annesiyle ve onun eşiyle geçirmesi kendisine bunu yapmayı öğretmişti.
"Süt de mi sağacağız?" diye sordu Gökhan kaşlarını kaldırıp. Babası bu işlerden anlıyor olabilirdi ama inek sağabileceğini de düşünmüyordu.
Raif "Hayır." demek için ağzını açtığı sırada "Şüt mü?" diye atladı inci tanesi. "Şüt mü ayıcas inekyeyden? Ben de izyicek miyim? İzyiyebiyiy miyim? Sessiz oyucam, sös, yayamasyık yapmıcam."
Aktuna erkekleri bakıştı, kıvırcık saçlı prenses bu cümleleri dillendirdikten sonra ona "Hayır." diyemezlerdi. "Evet." dedi Gökham. "İneklerden süt alacağız." Engin "Umarım." diye ekledi kısık bir sesle. Hakan hafifçe güldü bu hallerine, nedense yeğenine rezil olacaklarını hissediyordu.
Ağıra yaklaştıklarında durdu Minel. Gökhan ne olduğunu anlamak için "İyi misin?" diye sormadan hemen önce tüm vücudunu taradı gözleriyle. Bir yerine bir şey mi batmıştı? Arı mı sokmuştu, sinekler mi çok rahatsız etmişti?
"Şey..." deyip kaşlarını çattı kız. "Şey..." Elini ufak burnuna götürdü. Etraftaki kokunun ne olduğunu anlayamıyordu, sadece kötü olduğunu biliyordu. "Kokuyoy." diye mırıldandı.
Gökhan rahat bir nefes aldı, bu evhamlılığı normal miydi bilmiyordu ama kendine engel olamıyordu olanlardan sonra. Alerjisi, hastalığı, az kalsın vurulacak olması... Tüm bunlar aklına geliyordu saniyenin sadece onda birinde, aklı çıkıyordu başka bir şey daha olacak diye.
"Kokması normal babam, ineklerin..." Dudaklarını ıslattı, argo olmayan bir kelime bulamayınca Hakan abisine baktı. Hakan bu bakışları görünce "İneklerin dışkısı yüzünden." diyerek cümleyi tamamladı.
"Dışkı? Ne o? Anyamadım."
"Kaka." dedi Engin uzatmayıp. "O yüzden böyle kokuyor."
İnci tanesi başını salladı elini burnundan çekmeden. Yürümeye devam etti. Yol toprak olduğu için sandaletlerine kum giriyordu ama umursamıyordu, hatta hoşuna gidiyordu doğayla böyle iç içe olmak, apartman boşluğunda büyümüş bir çocuktu o, toprağa hasretti.
"Hep mi kokuyoy?" diye sordu bir dakika sonra kendine engel olamayıp. Eli yorulunca bırakmıştı burnunu tutmayı, rahatsız edici kokunun daha da keskinleştiğini fark etmişti o an.
"Evet, hep."
"Neden temisyemiyoyyay? Temiz oymamız geyek. Kiyyi oymak kötü. Eybiseyeyimiz... Şey... Temiz oymayı. Eyyeyimizi yıkamayıyız. Sonya... Dişyeyimizi fıyçayamayıyız. Çünkü, şey, kiyyi oymak kötü, temis oymak güzey. Neden onyay... İnekyey... Temiz değiy? Suyayı mı yok? Ne içiyoyyay? Şey... Sabunyayı mı yok? Neden kokuyoyyay? Cevap veyiy mişiniz?"
Herkes Gökhan'a bakıyordu, Minel bile. Ondan cevap bekleniyordu, Minel'in sorularına en iyi yanıtları bulan oydu. Bunu görünce derin bir nefes aldı dev adam, kızının ensesinin ağrıyacağını düşünerek diz çöktü, göz hizasına yaklaşarak başının düzelmesini sağladı.
"Hayvanlar bizim gibi temizlenmiyor, onların temizlik anlayışı daha farklı güzelim. Sabun kullanmıyorlar. Bu, onların kirli olduğunu göstermez; onların hayatı böyle."
İnci tanesinin hayvan sevgisini kırmamaya çalışıyorlardı ellerindenn geldiğince ama bu zordu; Gökhan gibi doğa anlayışı denizler, yüksek uçurumlar, keskin kayalıklar, derin okyanuslar olan bir adam için daha da zordu ineklerin kirli olmadığına dair bir konuşma yapmak.
"Anyadım. Teşekküy edeyim babacım." Babasının yanağına bir öpücük kondurdu kız çocuğu. Bu adamı babası olduğunu öğrendiğinden beri fazla fazla seviyordu ama son zamanlarda, özellikle onun yokluğunu yaşadığı üç günden sonra sevgisi boyut atlamıştı. Bu yüzden diğer yanağını da öptü, sepetini yere bırakıp ona sarıldı.
Gökhan şaşkınca güldü. "Bebeğim?" dedi kollarını kızın beline sararken. "Bir şey mi geldi aklına?" Kaşları çatıldı kız çocuğunun yüreğini dolduran endişeleri hatırladığında. "Korktun mu güneşim?" Şakağından öptü.
Engin, Hakan ve Raif anladılar baba kız konuşacaklarını, yürümeye devam ettiler, hatta ağırı geçtiler, tur atacaklardı mecburen.
"Koykmadım." dedi Minel başını Gökhan'ın boynundan çıkarmadan, adamın yıllardır kullandığı odunsu kokuyu içine çekti. Gökhan "Yolun ortasındayız." demedi, "İşimiz var, dedenler bizi bekliyor." da demedi. Kızı sarılmak istediyse yer ve zaman önemli değildi, sarılacaklardı.
"Ne oldu o zaman çiçeğim?" diyerek ani sarılmayı irdelemeye devam etti Gökhan. Minel olumsuz duygularını bazen içine atıyor, dökmek için bekliyordu; yine öyle bir şey olduğunu düşündüğü içindi bu ısrarı.
"Biy şey oymadı." Geri çekildi inci tanesi ama babasının boynundaki kollarını çözmedi. Adamın parlak mavi gözlerine bakarken gülümsedi. Bu mavi sarıdan bile çok neşe ve güven veriyordu ona.
"Seni seviyoyum babacım." Gülümsedi Gökhan anında, omuzları bir rahatlamayla çöktü hafifçe. Devam etti kız. "Denisyey kadar seviyoyum! Bu yüsden... Şey... Şevdikimi göşteydim. Sen yapıyoyşun. Diyoyşun ki... Diyoyşun ki seni seviyoyum, seni bıyakmıcam... Sonya... Minik bebekimşin. Biy tanecikşin. Ben de, şey, öyye yaptım."
Çocuklar gördüklerini yapardı.
Gökhan ne diyeceğini bilemedi çünkü çok fazlaydı duyguları, kimseyi bu kadar sevmemişti daha önce, şu anda o yüzden atıyordu kalbi bu kadar hızlı, heyecanı da aynı sebeptendi.
"Ben de seni seviyorum babam ve hep söyleyeceğim." dedi kızının yanaklarını okşadığı, boynuna uzanan kollarını öptüğü bir dakikanın sonunda. "Sen benim güneşimsin, minik bebeğimsin, bir taneciksin. Hiç kimse senin yerini tutamaz, bu dünyadaki en sevdiğim kişi hep sen olacaksın."
Minel duyduklarıyla gülümsedi, yanakları pembeleşirken bir kez daha gizledi kendisini babasının sayesine. "Bıyakmıcakşın beni, di mi?" diye sordu. "Gitmicekşin hiç." Çok korkuyordu hâlâ daha, güvense bile çok korkuyordu; mutluluklarının bozulmasından, babasını bir daha görememekten çok korkuyordu.
"Bırakmayacağım. Gitmeyeceğim." dedi Gökhan bıkmadan. İçinde çok büyük bir istek duydu kolları arasında kaybolan bedeni kaldırıp eve gidinceye kadar ondan ayrılmamak hususunda ama yapamazdı, doktoru başına dikerlerdi.
"Dedemyey bisi bekyiyoymuş! Gideyim babacım!" Duygu seli geçmişti inci tanesinin, diğer aile fertlerini hatırlamıştı, onun sesini birkaç metre öteden duyan Engin hayal kırıklığıyla başını iki yana salladı, resmen unutulmuşlardı.
"Biz geydik!" Beş dakika geçmişti sadece ama herkes ayak uydurdu Minel'e. "Hoş geldin amcasının gülü."
"Hoş geldin güzelim."
"Hoş geldin bir tanem, ne iyi ettin de geldin."
İki yana sallandı kız mutlu mutlu, yürümeye devam etti. "Kıymısı bayık göyde, kıvyıya kıvyıya yüsüyoy. Bayıkçı Hasan geyiyoy, oytaşını atıyoy."
"Yanlış yöne gittiğini şimdi mi söyleyelim, arazi bitince mi?" diye sordu Engin kollarını kavuşturup ufaklığın arkasından bakarken. "Bence arazi bitince." dedi Gökhan. "Her yeri görmek istiyordu, ağıra dönüşte gideriz." Bu fikir herkes tarafından kabuk gördü, Minel'i takip ettiler aradaki mesafeyi birkaç büyük adımla kapatıp.
"Benim güçyü kocaman babam... Benim güçyü kocaman babam..."
Aktunaların inci tanesi nereye gittiğini bilmiyordu; sadece arada sırada arkasını tamamen dönüp, herkesin yerlerinde olduğundan emin olup, "Kayboymadık!" diyerek gülüp yürümeye devam ediyordu.
"Ayı vıs vıs vıs, ayı vıs vıs vıs..."
Minel'in duymayacağından, şarkısına daldığından emin olunca saatlerdir kafasını kurcalayan ama kızı sürekli yanında olduğu için kimseyle konuşamadığı meseleyi açtı Gökhan.
"Silahlı adamlar..." Açık kahverengi topraktan yola bakıp yürüyen, yüzünde saf bir tebessüm olan Engin başını kaldırdı; tebessümü silindi. Hakan ellerini cebinden çıkardı, Raif kaşlarını çatıp Gökhan'a baktı.
"Ne dediler? Polise mi verdiniz?"
Yerdeki çakıl taşına sıkkın bir tavırla tekme attı Engin. "Ben hastanedeydim, abimle babam biraz sohbet ettiler onlarla." Alayla güldü. "Sonra polise teslim ettiler."
Kaşlarını kaldırdı Gökhan, Hakan ve Raif'e baktı hayretle. "Siz mi sohbet ettiniz?" diye sorduğunda Hakan ciddiyetinden ödün vermeden "Evet." diye yanıt verdi. Her zamanki sakin, huzurlu havası kaybolmuştu; karanlık bir enerji yayılıyordu sanki etrafına. "Sohbet ettik."
Kardeşini vuranın kim olduğunu öğrendikten sonra attığı yumruk canlandı gözünde, dudağının bir kenarı soğuk bir edayla kıvrıldı. Gökhan biliyordu Hakan abisinin tersinin uğraşılacak olmadığını, bu yüz ifadesine şaşırmadı o yüzden, şaşırmadı ama dikkatle baktı, onu böyle gördüğü anlar nadirdi.
"Biz sohbet ederken pek bir şey söylemediler." diye devam etti Raif. "Pek vakit geçiremedik hem, senin yanına gelmek istedik. Dolayısıyla ne öğrendiysek polislerden öğrendik."
"Ne öğrendiniz?"
"Halit Öz'ün yaptırdığını söylediler."
İsim tanıdık gelmişti ama bir yüz canlanmadı Gökhan'ın zihninde. Alnı kırıştı, gözleri hiçbir şeyden habersiz şarkı söyleyen kızındayken "İşten biri mi?" diye sordu.
"Evet, bir ara ihaleye girmiştik, kirli işlerle uğraştığı söylenen bir adam." Durdu Hakan, babasına baktı, Raif elini Gökhan'ın omzuna koyarken "Hani..." dedi sıkıntılı bir tavırla. "Hale'yi rahatsız ettiği için kavga ettiğin bir adam vardı, çalışanlarının önünde dövmüştün."
Gökhan'ın zihninde bir silüet belirdi. "Siyah saçlı..." diye mırıldandığında başını sallayarak onayladı diğer Aktuna erkekleri. "Evet, o."
Kızından uzaklaşmamak için tekrar yürümeye başladı parlak mavi gözlü adam, düşünceliydi. Kavganın tarihini hatırlamaya çalıştı çünkü içinde zaman çizgisiyle alakalı kötü bir his vardı.
Hatırladı ve kötü hissin nedenini anladı.
Ceyda'yla üç ay kadar geç gittikleri balayı tatilinden -Ceyda balayı istememişti ilk başta, sonrasındaysa Gökhan onun sosyal medya hesaplarından tatillere baktığını görmüş ve eşine istediği gibi bir tatil hazırlatmıştı- döndükten sonra çalışmaya başlamış, ihaleyle ve güvenlik önlemleriyle uğraşmıştı Halit Öz karanlık bir adam olduğu için. İhaleden çıktıklarında kazanmalarının haklı gururu üzerlerindeyken Gökhan Halit Öz'ün Hale'ye bakışlarını fark etmişti ve ipler kopmuştu.
Ceyda'yla evlendikten üç ay kadar sonra... Ceyda'nın Minel'e hamile kaldığı zamanlarda...
"Minel'i o adam mı..." Öfkesi kendisini aşınca kilitlendi çenesi, sorusunun devamını getiremedi. Tesadüf müydü her şey? Kavga etmişti o adamla, o kavgadan sadece üç ay sonra Ceyda'yla boşanmışlardı ve Ceyda o zaman üç aylık hamileydi. Halit Öz, Gökhan'ın canını acıtmak için bir yol ararken hamileliği duyup kullanmış olabilir miydi?
"Adam inkâr ediyor ama bence olası." dedi Hakan. "Yine soru işareti kalan bir sürü nokta var ama Minel'i bizden uzak tutan, Aykut'un nüfusuna geçiren kişiyi bulmuş olabiliriz."
Bir şey demedi Gökhan, Hakan'ın bahsettiği soru işaretlerinin yanına gerçekleşmemiş ihtimaller silsilesi de eklenmişti. O adamı dövmeseydi Minel onunla mı büyüyecekti? Mutlu bir bebeklik mi geçirecekti, seslerden korkmayacak mıydı Karanlıkta beklemeyecek, öpülmesi gereken yumuşacık yanaklarına gelen tokatlarla baş etmeyecek miydi?
"Geçmişi düşünmenin bir manası yok oğlum." dedi Raif, gözünden tanıyordu Gökhan'ı, hem biliyordu oğlunu söz konusu inci tanesi olduğunda kendisini suçlamaya oldukça meyilli olduğunu.
"Hiçbir şey bilmiyorduk, bilseydik böyle olmazdı. Ayrıca yalnızca üç sene kaybettik, bundan sonrasınıysa beraber yaşayacağız, her zaman Minel'in yanında olacaksın, onun büyüyüşüne şahit olacaksın, asıl önemli nokta da bu."
"Babam haklı." dedi Engin, elini Gökhan'ın omzuna koydu, yorgunca gülümsedi. "Biz de çok isterdik onun bizimle büyümesini ama bunları düşünmek acıdan başka bir şey vermiyor, önümüzdeki yıllara bakmamız lazım, bal kızımın bizimle olacağı yıllara. Bak, şimdiden çok mutlu, iyileşiyor, korkmuyor bizden, bize güveniyor."
Gökhan kızına çevirdi bakışlarını, iki yana sallanarak yürüyordu. Arazi bunca süredir yürüyecekleri kadar büyük değildi ama hem kızın adımları küçücüktü hem de çiçek gördüğü an durup inceliyordu, hâlâ daha konuşmaya vakitleri vardı.
"Doğru." Gözleri karardı sanki bir anda, denizlerine amansız bir fırtına hakimiyet kurdu. "Yine de mahvedeceğim buna sebep olanı. Halit Öz'se onu, başka biriyse başka birini... Gökyüzünü bile görmeyecekler bir daha."
"Görmeyecekler." diye onayladı Hakan anında. Çok keskindi sesi. Raif ve Engin de başlarını salladı yüzlerinde her zaman olan yumuşaklığın şu an esamesi bile okunmazken.
"Şen güzey biy çiçekşin. Çocukyayın da vay. Onyay da güzey. Yenginis de güzey. Ne yenkşin biymiyoyum ama. Ben..." Dört parmağını açıp yol kenarındaki zarif, küçük, mor çiçeğe gösterdi. "Döyt yenk biyiyoyum: sayı, pembe, mavi ve yeşiy. Şenin yengin faykyı. Üsüyme. Babam dedi ki, dedi ki... Faykyı oymak güzey. Benseyebiyiyiz ama faykyı da oyuy. Şen de faykyışın çiçekçim."
Adım sesleri yaklaşınca başını yana çevirdi, gözlerini kısıp yaklaşan ailesine baktı. "Bak!" dedi çiçeğe, yol boyunca tüm çiçeklere tanıtmıştı Aktunaları, botanik camiasında da tanıdıkları vardı artık Minel sayesinde. "Ayyem! Bu kaday değiyyey, daha fazya. Ama şey, onyay evde. Evimisde. Dedem evimis dedi. Biy şüyü evimiz vay, anyamadım. Şey... Dev adam oyan babam. Çok usun, kocaman!" Ellerini açtı.
"Yanında, şey, Hakan amcam vay. Diyey tayafta Engin amcam. Hakan amcamın yanında dedem. Dedem onyayın babaşı. Biy de hayam vay, onun da babaşı. Dedem hayamı çok seviyoy çünkü... Şey, çünkü, babayay kızyayını sevey. Benim babam da... Şey, beni çok seviyoy." Başını sallayarak kendisini onayladıktan sonra gülümseyip devam etti. "Ben de onu seviyoyum, biy tanecik babam."
"Ne anlatıyorsun ballım böyle hararetli hararetli?"
Engin amcasına baktı Minel. "Çiçekye konuşuyoyum." diye cevap verdi.
"Ne konuştuğunu soruyorum ben de." dedi Engin gülüp. Minel "Sisi anyattım." deyip doğruldu. Sepetini yerden alıp koluna taktı, Gökhan kaşlarını çattı o an, hasır sepetin sapı kız çocuğunun kolunu kızartmıştı, dizleri üzerine çökerken "Minel..." dedi yavaşça. Sepeti alıp yere bıraktı tekrar, kızarıklık ortaya çıktı. "Kolunu acıtmış, neden söylemiyorsun inci tanem?"
Başparmağını kızaran yerin üzerinde gezdirdi; ince, beyaz çizikleri görünce içi acıdı, burnundan bir nefes verdi. "Neden söylemiyorsun?" diye sordu tekrar.
Minel babasının çatık kaşlarına, koluna odaklanışına baktı; onun sorularını yanlış yorumladı her zamanki tebessümü ve yumuşacık ses tonunu duyamayınca. Ne yapacağını bilemedi kendisine kızıldığını düşününce, her zaman gülen babasıydı hem de ona kızan. "Özüy diyeyim." derken bu yüzden dolmuştu yeşilleri çarçabuk.
Gökhan kızın kırık sesini duyunca başını kaldırdı, kaşları gevşerken "Babacığım..." dedi hemen. "Kızmadım ben sana güneşim, canın acıdı diye üzüldüm."
Kız çocuğunun suratındaki o mahzun ifade değişmedi; Hakan, Raif ve Engin karışmıyorlardı bu an onların arasında olduğu için. Tabii, konu ağlamayla sonuçlanırsa dayanamayıp onu güldürmek için her şeyi yaparlardı, orası ayrıydı.
"Bebeğim..." dedi Gökhan kızaran yere minik bir öpücük bıraktıktan sonra belinden tutup Minel'i kendisine çekerken. "Kızmadım sana, bakma bana öyle. Ben ne zaman kızdım sana biriciğim?"
"Ama..." diye mırıldandı Minel. Babasının koluna yasladı sırtını, yanağı göğsündeyken künyeyle oynadı. "Güymedin bana, kısdın düşündüm ben."
"Kızmadım." Boynundan öptü birkaç kez. "Ben sana kızabilir miyim?" İstese de yapamazdı, inci tanesine öfke gibi bir duygu besleyemiyordu, ona baktığı an sakinleşiyordu.
"Kızamas mısın?"
"Kızamam."
Babasının künyesiyle oynamanın, kendi altın künyesiyle onun birleşen şıngırtılarını duymanın keyfini çıkardı Minel bir süre. Sonrasında "Yütfen öyye yapma babacım." diye mırıldandı. "Güy bana. Şen güymessen... Şey, kısdın düşünüyoyum ben. Sonya... Şey... Sonya üzüyüyoyum. Yütfen."
"Tamam güzeller güzelim." Ellerinden öptü birkaç kez. "Dikkat edeceğim, özür dilerim."
"Özüy diyeme babacım, şeni seviyoyum."
"Ben de seni seviyorum."
Ayağa kalktı adam kızının boynundan ve saçlarından kokulu öpücükler çalıp. Sepeti yerden aldı, tel örgü birkaç metre ötedeydi. "Gel, dönelim, inekler diğer tarafta." dediğinde Minel itirazsız o tarafa yöneldi.
"İnekyeyi göymedik. Geçtik mi oyayı?"
"Evet."
"Neden söyyemedinis baba? Göymücez mi inekyeyi? Ama göycektik? Yayan mı söyyediniz bana? Şey... Yayan söyyemek kötü. Şaka mı yaptınıs? Niye söyyemediniz? Anyamadım şaka yaptıkınızı. Cevap veyiy mişiniz yütfen?"
Alacağı cevabın yalanla alakalı olmamasını umuyordu. Çocuktu, çoğu şeyi anlamıyordu ama ailesine güveniyordu, yalan söylendiğini duyarsa çok üzülürdü.
"Yanlış yere gittiğini görünce çiftliği gezmek istediğin aklıma geldi bebeğim, o yüzden seni uyarmadım, biz de o sırada amcanlarla ve dedenle bir şey hakkında konuştuk." diyerek tamamen gerçekleri söyledi Gökhan, gerçeğin Minel'i korkutmayacağı veya üzmeyeceği her durumda gerçeği söyleyecekti ona.
"İnekyeye gidicek miyiz?"
"Gideceğiz."
"Süt de ayıcaz."
Güldü Engin. "İnşallah."
Minel anlamadı ama sormadı da. Sessizce ahıra ilerlediler, güneş batıyordu, hava ılıktı, esiyordu. Çiftlik evi yüksek bir yerde olduğu için akşam soğuk olacağı tüm aile tarafından bilinen bir gerçekti, her birinin bavullarında hırka vardı; Gökhan eve döner dönmez Minel'e civcivli hırkasını giydirmeyi, tulumu da uzun bacaklı bir şeyle değiştirmeyi aklına koydu.
"Hııı! Sesi geydi inekin! Buydan geydi! Buyaşı mı?" Beyaz boyalı, tek katlı binayı gösteriyordu. Raif gülümseyip başını salladı. "Evet, burası."
Kız çocuğu ellerini çırptı, içeri girmek için adım atacağı sırada Engin amcası onu belinden tutarak kaldırdı. "Ayakların kirlenmesin ballım, hem kayabilirsin de. Kucağımda dur, olur mu?" diye sordu.
"Oyuy."
Ahıra girdiklerinde ineklerin sesleri arttı, Raif ne yapacağını anlayabilmek için etrafına bakındı, köşedeki kovayı görünce oraya gitti.
"Sayı inek! Babamın şevdiki yenk! Biy süyü inek! Çok büyükyey! Gösyeyi de büyük! Sütyeyi de vay! İnekyey!"
Gökhan gülüp kızının yumruk olan ellerini açtı, avuç içlerini öptü. Heyecandan bile olsa yumruk olmasını istemiyordu o ellerin, tırnakları avuç içine batacak diye korkuyordu. "Sakin ol bebeğim."
"Ama baba!.. İnekyey! İnek!" Kahverengi olan ama sarı dediği ineğe baktı. "Meyaba!" dedi sevimli bir şekilde gülüp el sallayarak. "Ben Miney. Senin adın ne?" İnekten bir cevap gelmedi, Minel tek taraflı diyaloglara tavşanından ve konuştuğu çiçeklerden alışıktı, devam etti.
"Buyaya, şey, sizi göymek için geydim. İyk kez, şey, iyk kez inek göydüm. Çisgi fiymde göydüm ama... Ama... Böyye göymedim. Çok büyükşün inekçim. Gösyeyin de çok güzey."
Raif torununu dinleyemedi, derdi başkaydı. Toz pembe, plastik kovaya baktı; sütün bu kaba sağıldığı belliydi. Derin bir nefes alıp kabı havaya kaldırdı arkasını dönerken. "Buldum!" dedi iyimser davranmaya çalışarak. "Bir tek sütü sağmak kaldı."
"Benim kucağımda Minel var." diyerek kendini geri çekti Engin. Gökhan "Ben hâlâ yorgunum." bahanesine sığındı dikişlerinin varlığını burada söyleyemeyeceği için. Raif Hakan'a baktı son çaresi olarak onu gördüğü için, Hakan tebessüm ettiğinde ümitlendi ama bu ümitlerin yerle kavuşması çok kısa sürdü. "Baba olan sensin." demişti çünkü en büyük oğlu.
Tahta iskemleyi aldı, siyah ineğin yanına geçti, kovayı onun altına koydu. Alnını koluyla sildi, iskemleye oturdu, derin bir nefes alıp ineğe uzandı. "Zor olamaz." dedi kendi kendine. Hayatı boyunca onlarca ihaleyle uğraşmış adamdı, süt sağmayı da becerirdi.
Beceremedi.
"Neden şüt yok? Dedem neden öyye yapıyoy?" Engin dudaklarını ısırdı kahkaha atıp babasının öfkesini üzerine çekmemek için, Hakan başını yana çevirip dudağının kenarını kaşıyormuş gibi yaptı, Gökhan alenen sırıttı.
"İnekyeyin şütü mü bitti? Napıcas? Süt içmicek miyis? Bayyı süt içmicek miyim baba? Babanem kuyabiye yapmıcak mı? Napıcaz babacım? Cevap veyiy mişin?"
Gökhan bir babasına bir de kızına baktı. "Bugün..." dedi bahane düşünürken. Raif inek sağamıyorsa kimse sağamazdı çünkü, cidden sütleri yoktu bugün. "İnekler kendi sütlerini kendileri içmiş."
Minel gözlerini kırpıştırdı. "Ne?" diye sordu sesini kalınlaştırıp. Ağzı açıldı, şaşkınca ineklere baktı, ağızlarını gözleriyle taradı süt izi bulabilmek için.
"Evet." diyerek olaya dahil oldu Engin, matraklık yapabileceği hiçbir yerde kendini geri çekmezdi. "Çok susadıklarında kendi sütlerini içiyorlar, bugün de çok sıcaktı, o yüzden çok susadılar. Hatta o kadar sıcaktı ki bak, şu kahverengi inek var ya..."
Başını salladı kız çocuğu. "Evet, sayı inek."
"İşte o sarı inek, sabahleyin beyazdı. Bronzlaşıp böyle oldu, yaz sonuna kadar da böyle kalacak."
Dayanamayıp güldü Aktuna erkekleri. Minel'se anlamaya çalışıyordu Engin amcasını. "Byosyaştı?" derken kelimenin anlamına dair tahminler yürütüyordu.
"Rengi değişti, koyulaştı yani. Güneşin altında durduğu için öyle oldu."
"Koyu yenk, kapayı yenk. Beyasya kayışıyşa açık oyuy, açık mavi, di mi babacım?"
Gökhan gülümseyerek onayladı inci tanesini, hafızasının limitlerine şaşırmayı bırakalı çok olmuştu, yalnızca ayak uyduruyordu.
Oluşan sessizlik sırasında ahırdan çıktılar ağır kokudan uzaklaşmak, bu kokunun üzerlerine olabildiğince az sinmesini sağlamak için. Süt sağamayacaklarını da ilk dakikadan kabullenmişlerdi zaten, orada durmaları için bir sebep kalmamıştı Minel inekleri görünce.
"Göyüşüyüs inekyey! Ben şize su getiycem, bise süt veyin!" diye seslendi Minel ahıra bakarken el sallayıp, kafa karışıklığını ineklerle vedalaşabilmek adına bir kenara bırakmıştı.
Engin amcası birkaç adım attı, ahırdan uzaklaşmışlardı iyice. Minel önüne dönecekken az önceki cümlelerinin kabalığını fark etti, kendini möleyen ineklere duyurabilmek için yüksek bir sesle son cümlesini düzeltti. "Bize süt veyiy mişiniz yütfen?" İçi rahatladı, gülümsedi.
Minel Aktuna kibar bir prensesti, hep de öyle kalacaktı.
.
.
.
Nasıldı bölümmmmm?
Bence yine şirin bir bölümdüüü, bu aralar azıcık şirin gidelim istiyorum zatenn
Bu arada bu platformda yorumlarınıza cevap verip veremediğimi bilmiyorumm, denediğimde olmamıştı, beni yanlış anlamayın lütfen cevap vermezsemmmm
Bir dahaki bölüme kadar kendinize iyi bakınnnn
Okur Yorumları | Yorum Ekle |