Yeni Üyelik
7.
Bölüm

🐣41🐣

@imposiblety

İyi okumalarrrrr

.

Gökhan Aktuna'dan

Islak saçımın üzerinden havluyla geçtim, pek saçım yoktu, havluyu bir köşeye atıp "Minel?" diye seslendim koridora çıkarken. Ağırdan çıkıp eve geldiğimizde bize koktuğumuzu söylemişlerdi, bu yüzden duşa girmiştik, annem de Minel'i yıkayacaktı bu sırada çünkü ben yıkanana kadar bekleyemezdi, dikişlerime su değdirmeyince işim uzun sürmüştü.

"Babacığım?"

Annemin yatağının üzerinde oturuyordu meleğim ama kıyafetleri değişmemişti, saçları da ıslak değildi. Anneme baktım. "Sen ona banyo yaptıracakmışsın." deyip hafifçe omuz silkti. Bu kokuyla bir saat beklemiş miydi gerçekten?

"Güzelim?" deyip güldüğümde yataktan indi, tavşanını alıp ayaklarımın dibinde belirdi. "Şey... Şen banyo yaptıy babacım, yütfen." dedi yemyeşil gözlerini gözlerime dikip.

"Tamam, gel." Beyaz tokalarla bağlanmış saçlarına hafifçe vurdum, bukleleri hareket ettiğinde başını eğip yüzünü kırıştırdı, sevimli sevimli güldü sonra. "Napıyoyşun babacım?"

"Saçlarınla oynadım bebeğim."

Ses çıkarmadı, benim odama geldik. Minel için hazırladığım sarı, arılı çantasıyla uyumlu olması için arı desenli bavulu açtım. Kıyafetlerini ve mikrofiber havlusunu aldım. İnternette görmüştüm, saçlarının kırılmaması için böyle bir havlu kullanmam gerekiyordu. Şampuanını, duş jelini ve bornozunu çıkardım. Kurutma makinesini de yere koyduktan sonra her şeye baktım, hazır gibiydik.

"Ne saman yapıcas banyo?" Yanıma gelip gözünü ovuşturarak sorduğu soruya gülümsedim. "Şimdi güneşim." Saçlarından öptükten sonra yerdeki malzemeleri ve bornozunu aldım, ayağa kalktım. Ben banyoya giderken peşimden geldi, ayakları pat pat yere vuruyordu, bu ses bile şirin geliyordu, çıldırmıştım herhalde.

"Gel babacığım." İçeri girdiğinde hemen kapıyı kapattım suyu açıp, içerisinin buhar olmasını istiyordum. Duşakabine baktım bir an geri çekilip, burada küvet yoktu, ona su hazırlayamayacaktım, hasta olur muydu?

Ben onu süzüp hasta olup olmayacağını anlamaya çalışırken meleğim de gözlerini ovuşturuyordu, uykusu gelmişti bugün yorulduğu için, yemek yiyip uyuyacaktı kesin. Daha fazla bekletmek istemedi onu, sıcak suyu açıp içerisinin buhar olmasını sağlarken dizlerimin üzerine çöktüm. "Gel biriciğim, üzerini çıkaralım."

"Baba..." diye mırıldandı tavşanını yere bırakıp, uysalca kollarını kaldırıp beyaz tişörtünü çıkartmamı beklerken. "Çok uykum geydi."

"Yıkan babacığım, sonra yemek yeriz, uyursun."

"Yemeşem?"

"Olmaz çiçeğim." dedim hemen. "Öğünlerimizi hiçbir zaman atlamayacağız, unuttun mu? Sen daha çocuksun, bir sürü şey yemen gerekiyor."

İtiraz etmedi; biliyordu bu konuda onun dediklerine kanmadığımı, ısrarcı olduğumu.

Tüm kıyafetlerini çıkarınca "Hemen banyoya, gel." dedim onu koltuk altlarından kaldırıp duşakabine sokarken. Tokalarını çıkardığım için yüzüne gelen saçları geriye attı. "Çok şıcak." dedi şaşkınca. "Hasta olmaman için güzelim."

Duş başlığını alıp saçlarını yavaşça ıslattım. Gözlerini sımsıkı yumdu, başından aşağı su döktüğümde hep böyle yapıyordu, şu an oyuncağı yoktu, gözlerini bir daha açmazdı.

Saçlarını yıkamamı bekledi. İkinci kez yıkayıp onu köpüklerden arındırdığımda "Açabilirsin gözlerini güneşim." dedim, sorgulamadı, gözlerini açtı. Islak kirpiklerinin altından bana baktığında gülüp alnından öptüm, yüzüne yapışan saçları nazikçe geriye ittim.

"Beş dakikaya çıkacağız."

Başını salladı, iyice mayışmıştı. Her yerini köpüklerken yavaştım, cildi çok hassastı, kızarıyordu. Hasır sepetin çizdiği yeri lifle sürtmedim, köpüğü oraya elimle azıcık yayarken yüzünü kontrol ediyordum. "Acıyor mu canın?"

"I-ıh."

Lifi bir kenara bırakıp tüm köpüklerini akıttım, kollarını boynuma sarıp yanağını bana yasladı, ıslansam da umursamadım. Uykusu geldiği için böyleydi, zaten öyle olmasa da önemli değildi, tişörtüme iki su damlası geldi diye kızımı kendimden uzak tutmazdım.

Suyu kapattım, onu kucağıma almama kuralını umursamayıp ayağa kalktım ona sarılarak, bornozu alıp üzerine örttüm hızlıca, kafasını da kapattım. Saçlarını bornozun havlusuyla kurulamayacaktım ama başına rüzgar da gelmemeliydi.

Kıyafetleri alıp yere çöktüm, sırtını kuruladım sıvazlayarak. Kollarını boynumdan çekmedi, yüzüne baktım kapüşonu hafifçe çekerek, gözleri kapalıydı.

"Babacığım..." dedim yumuşak bir sesle. "Güzelim, bebeğim... Uyan biriciğim, üzerini giyeceksin, yemek yiyeceğiz daha." Boynundan öptüm korkmaması için hafifçe. "Hadi babam."

Gözlerini araladı, mahmur mahmur başını kaldırıp kollarını çözerken "Uyumak iştiyoyum." diye mırıldandı. "Uyuyacağız, tamam." dedim kollarını kurularken. Bacaklarını da kurulayıp üzerini giydirdim, en son sarı hırkasını üzerine geçirdim.

"Şimdi gel, saçlarını kurutalım."

Gözünü yumruğuyla ovuşturup önümden ilerledi, tavşanını kulağından tutmuştu. Yatağa oturduğunda "Üzerimi değişip geliyorum." dedim, başını salladı.

Islanan kıyafetlerimi banyoda değişip odaya geri döndüğümde uzandığını gördüm, tavşanına sarılmıştı, sarı çoraplı ayakları yatağın hafifçe dışındaydı. Gözleri kapalıydı. "Babacığım..." dedim gülerek, çok şirin gözüküyordu, eğilip boynundan öptüm. "Kalkman lazım."

"İştemiyoyum." diye mırıldandıktan sonra başını diğer tarafa çevirdi, olduğu yerde iyice büzüşüp uyku haline geçti. Doğrulup birkaç kez daha öptüm onu. Uyandırmazdım ama açtı, böyle uyuyamazdı.

"Kalkarsan seninle ananas yeriz."

"Ne?" Hafifçe araladı gözlerini. "Geyçekten mi? Yices mi?"

"Yiyeceğiz, kalk."

Mahmur mahmur baktıktan sonra elini yatağa yaslayıp kalktı, esnedi, ıslak saçları hafifçe kıvrılmıştı. Başından öptüm, saçlarının kolay açılması için olan spreyi sıkıp yavaşça taramaya başladım saçlarını.

"Konuşmucak mısın?" diye sordu kısık bir sesle. Anlamadığım için hafifçe kaşlarım çatıldı, başımı öne getirip yüzüne baktım, gözlerini kaçırdı, yanakları kızarmıştı. Hemen alnını kontrol ettim, ateşi yoktu, utandığı için kızarmış olmalıydı.

"Ne konuşayım bebeğim?"

"Şey..." Hırkasını sıkıp bıraktı. "Şey... Bana dedin ki... Dedin ki..." İyice kızardı. "Saçyayımı tayayken..." Daha konuşmadı.

Saç tutamlarını okşarken kaşlarımı kaldırdım, utangaç hali çok şirin geldiği için hafifçe gülümserken sordum. "Seni sevdiğimi mi anlatmamı istiyorsun?"

Cevap vermedi, başını diğer tarafa çevirip göğsüme gömdü. Utançtan kendini gizleyişine sesli bir şekilde gülüp birkaç kez saçlarından öptüm. "Söylerim güzelim."

Başını bana çevirmedi, saçlarını öyle taramaya devam ettim. "Ben kızımı çok seviyorum, benim kızım çok güzel bir melek. Onun için her şeyi yaparım. O kadar seviyorum ki onu hiç yanından ayrılmayacağım, her zaman ona destek olacağım, hiç yalnız kalmayacak benim bebeğim."

Başını bana çevirdi, yanağını vücuduma yaslayıp bana baktı, burnundan öptüm. "Şimdi saçlarını kurutalım, aşağı inip yemek yiyelim, olur mu babacığım?"

"Oyuy Mineycim."

Gülümseyip kurutma makinesini açtım. Saçlarını tutam tutam ve parmaklarımla ara sıra tarayarak kuruttum. Kıvırcıkları normal hallerine döndü, saçları yukarı toplandı. Buklelerinin yavaşça kıvrılışını izlemek çok güzeldi.

"Bitti."

"Teşekküy edeyim." Esnedikten sonra yatakta ayağa kalktı, boynuma sarılıp yanağımdan öptü. "Kolumu beline sarıp ayağa kalktım, burnumdan bir nefes verdim bir an belime ağrı girince. Şu vurulma işi canımı sıkıyordu, ne zaman geçecekti yaranın acısı?

"Baba?"

"Efendim güneşim?"

"Şey... Banyo yapınca... Yapınca biy kes... Şey, saçımı öyey mişin?"

Saç örmek hakkında en ufak şey bilmiyordum ama cevap verirken bir an bile tereddüt etmedim. "Örerim tabii." İnternete bakardım, oradan bulamazsam bir kuaföre gidip sorardım, kimin ne düşüneceği umrumda değildi.

Gülümsedi, merdivenlerden inene kadar sessizdi mayıştığı için. Oturma odasına girdim, bu oda evimizdekine göre daha küçüktü, yine de yemek masasını alacak kadar büyüktü, burada yiyecektik.

"Geldiniz mi? Hemen geçin canımın içi, çorbalar soğuyacak yoksa."

Annemin gösterdiği yere oturdum, Minel'i de yanımdaki ona özel sandalyeye oturttum. Sarı, civciv desenli kasesini ona uzatacaktım ki çorbanın rengini görüp durdum; kendi kaseme baktım, aynıydı, yeşildi.

"Ne çorbası bu?" diye sordum anneme bakıp. "Isırgan otu çorbası, çok sağlıklı." Masadakilere baktım, her birinin suratı sirke satıyordu, ailecek memnun değildik validenin "ısırgan otu çorbası" yapmasından.

Civcivli kaseyi meleğimin önüne bıraktım, tepkisini görebilmek için tamamen ona dönmüştüm. Gözünü ovuşturduktan sonra başını eğdi. "Hıı..." dedi çorbayı görür görmez tamamen ayılırken. "Yeşiy bu!" Ağzı açıldı, başını kaseye yaklaştırdı.

"Babane!.." dedi şaşkın şaşkın. "Ne çorbaşı bu?"

Benimle aynı şeyi söylemişti, gururlu bir şekilde gülümseyip arkama yaslandım, abimlere bakıp "Bana çekmiş." dedim inci tanemi gösterip. Engin abim gözlerini devirdi, Hakan abim derin bir nefes aldı.

"Isırgan otu çorbası canımın içi, çok sağlıklı."

"Işıygan otu mu? Ne o? Adı neden öyye? Işıyıyoy mu geyçekten? O saman, şey... Naşıy aydık o saman? Işıydı mı seni babane? Bakim."

Başını kaldırıp annemin kollarına baktı, bir şey göremeyince devam etti. "Işıymadı mı? Şevdiki için mi ısıyıyoy? Yokşa... Şey, bazen onu kısgın yapıyoyuz, o yüsden mi? İnekyey gibi mi? İnekyey onu yiyoy mu? Naşıy yiyoyyay? Cevap veyiy mişinis?"

Cevap vermek için ağzımı açtığımda ekledi. "Yütfen."

Yine cevap veremedim çünkü Doruk kaşlarını kaldırıp Ayaz'a ve onun yanında oturan Arda'ya baktı. Belgesel sunar gibi konuşmaya başladı. "Minel Aktuna: Yüz kelime biliyor, saniyede o yüz kelimenin hepsini kullanarak soru sorabiliyor, her şeyi hatırlayabiliyor, şirin ama bazen çok saf olabiliyor."

Benim kızıma saf mı demişti o?

Ayaz güldü, Arda başını eğip gülümsedi. "Saf değil." diyerek meleğimi savundu Arda, seviyordum bu çocuğu. "Yalnızca yaşı itibariyle bazı şeyleri fark edemiyor."

"Hemen de savun!" deyip arkasına yaslandı Doruk, tam o anda benimle göz göze geldi. Gülümsedim. "Benim kızım saf mı Doruk?"

"Değil!" dedi sesini yükseltip. "Değil amca! Şaka olsun diye söyledim. Minel kadar kurnaz bir insan olabilir mi şu hayatta? Bir gözlerine bak!"

Ciddi ciddi baktım güzelime, tavşanına bir şeyler anlatıyordu kaşlarını kaldırıp çorbayı göstererek, ona baktığımızı hissedince başını kaldırdı. "Noydu?" diye sordu masum masum.

Cidden saftı.

"Evet, çok kurnaz." dedi Engin abim. Dirseğini masaya koyup çenesini eline yasladı. "Ensene vurur, ekmeğini alır, o derece."

"Ekmeki kayıncayay ayıyoy, ben aymıyoyum ki amca..."

Kafası karışmış gibiydi, saçlarıyla oynarken "Şaka yapıyor Engin amcan." dedim dediği şeyi açıklayamayacağım için. "Gülmen için."

"Güymem için." diye tekrar ettikten sonra abime bakıp gülümsedi sevimli sevimli. Güldüm, dayanamayıp boynundan öptüm birkaç kez. "Seni ısırayım mı? Onu mu istiyorsun?"

"Işıygan otu!" dedi bir anda, işaret parmağını kaldırdı. "Cevap veymedin babacım."

Parmağını öperken "Isırgan otu gerçekten ısırmıyor, dokununca insanı kaşındırdığı için öyle demişler. Babaannen ısırganı toplamadı, bir yerden aldı, oradakiler de ısırganı eldivenle topladığı için yanmadılar. Çorba olunca hiç yakmıyor ısırgan. İnekler yiyor mu bilmiyorum ama biz ineklere vermiyoruz onu." diyerek hatırladığım tüm sorularına cevap verdim.

Gülümsedi. "Teşekküyyey babacım. Yakın oyuy muşun?" Yanağımı öpeceğini bildiğim için hemen başımı çevirip yaklaştım inci taneme, hafifçe yerinden kalkıp ufak bir öpücük bıraktı sakallarıma.

Yemeğin geri kalanı her zamanki gibi geçti. Güneşim yine ve yine tabağına koyduğum yemeklere itiraz etti, tatlı tatlı konuşup beni ikna etmeye çalıştı. "Göbüşünün yalan söylediğini" söyledi, karnına kızdı.

"Ananaş yices şimdi, di mi?" diye sordu masadan kalktığımız anda. "Evet biriciğim." deyip yanağından öptüm. Marketten aldığımız ananasların içi zaten çıkarılmıştı, bir tek dilimlemek vardı. "Sen otur, ben dilimleyip getireyim."

"Tamam."

Mutfağa girdim, tüm ananası dilimleyip küçük tabaklara koydum. Tabaklardan birini alıp, içine iki çatal koyup oturma odasına döndüm. "Yemek istiyorsanız mutfakta, gidip alın." dedim meleğimin yanına otururken.

"Getirdim ananasımızı babacığım."

Esneyişi bitince gülümsedi. "Teşekküy edeyim." Tabağa baktı. "Sayı geyçekten!" deyip ellerini çırptı. "Evet babam." diyerek onu onayladıktan sonra çatalı bir dilime batırdım. "Al."

Ananası çiğnedi, çiğnedikçe gülümsedi. "Çok güseymiş!" dedi yuttuğunda. "Hem de sayı!" Nedense favori meyvesi ananas olacakmış gibi hissediyordum.

Odadaki sohbete odaklandığında ben de önüme döndüm. Tabii, ananas yedirmeye de devam ediyordum kızıma. Kırk yılın başında bir şeyi itirazsız yiyesi gelmişti, ne kadar yese kârdı.

"Yarın domates, salatalık, armut falan toplarız." dedi babam. "Minel de meyve toplamış olur, bugün oyalanınca vaktimiz kalmadı."

İnci tanem sesli bir tepki veremedi ağzı dolu olduğu için. Yanakları sincap gibi şişkinken başını salladı. "Lan şu tipe bak, yiyeceğim!" deyip ayağa kalktı Doruk. Ayaz "Abi!" dedi hemen, daha sonra sırıttı. "Otur bence." Doruk gözlerini devirdi, yüzünü asıp oturdu.

Biz hariç birini mi dinlemişti Doruk? Hem de Ayaz'ı? Ayaz'ı, en küçü.. Minel'den sonraki en küçüğümüzü?

"Doruk?" dedi ablam gülüp. "İyi misin? Neyle tehdit ediliyorsun?"

"Hiç." dedi Doruk hızlıca. "Hiçbir şeyle. Ne olabilir? Ben sadece Ayaz kardeşimi mutlu etmek istiyorum, bu aralar üzerine gittim. Başka bir nedeni yok."

Kesinlikle vardı.

Minel bana yaklaşınca Doruk'a bakmayı bırakıp başımı eğdim, kolumu kaldırıp sırtına sardığımda tamamen bana yaslandı, başını kaldırıp fısıltıyla sordu. "Neden abim koyktu?"

"Korkmadı bebeğim, şakalaşıyorlar yine."

"Heykeş şaka yapıyoy." dedi ona uzattığım ananası yemeden önce, kafası karışmıştı, gülüp saçlarından öptüm, buram buram Dalin kokuyordu.

"Ben senin gözünden anlarım, Ayaz'ın gözünden de anlarım, bir şeyle tehdit ediyor seni, hemen bana cevap ver Doruk!"

"Ya hala..." dedi Doruk ellerini kollarını fazla fazla hareket ettirip. "Bir şey yok ya... Yok!"

"Kızıma kibar davran Doruk." diye araya girdi babam. Engin abim gözlerini devirip kollarını kavuşturdu. "Görmemişin kızı olmuş."

Babam kaşlarını çattı. "Sen bana görmemiş mi dedin?"

"Yok." dedi Engin abim kaşlarını kaldırıp. "Gökhan'a dedim, onun da kızı var ya... Durup dururken kızını savunuyor, sürekli sarılıyorlar, saçlarını okşuyor, herkesten kıskanıyor ya... O yüzden." Babam da şu an ablama sarılı haldeydi ve saçlarını okşuyordu, yine de üzerine alınmadı, hatta abime hak verdi. "Doğru, gerçekten görmemiş."

"Benim babam göyüyöy. Neden öyye söyyediniz? Dede, amca, neden? Gösyeyi vay benim babamın, mavi gösyeyi vay, göyebiyiy."

Dilinin döndüğünce bana denileni sorguluyordu, ben bu kızı ısırmayıp ne yapacaktım? Kolunu kaldırdım, bileğine dişlerimi geçirdim ama bana dönmedi, abimle babama bakıyordu merakla, gözlerini kocaman açmıştı yine.

"Şaka yapıyorduk bir tanem, o yüzden." deyip gülümsedi babam.

İnci tanemin yüzü düştü, tişörtümü çekiştirdi. "Baba..." dedi yavaşça, üzülmüş gibiydi. "Anyamıyoyum ben, neden heykeş şaka yapıyoy? Biymiyoy muyum ben? Anyamıyoyum şakayayı. Neden anyamıyoyum? Akıyyı çocuk değiy miyim?"

Şaka diye diye üzmüştük meleğimi, kucağımdaki tabağı bir kenara bırakırken "Hayır biriciğim." diye itiraz ettim. "Sen çok akıllı bir çocuksun, çok zekisin. Biz biraz..." Doğru kelimeyi aradım. "Abarttık bugün, anlamamış olabilirsin."

Yanağını okşadım başparmağımla, derin bir nefes alıp "Tamam." diye mırıldandı, önüne döndü, geçmemişti üzüntüsü. Buklelerini okşarken başka ne diyeceğimi düşündüm, kendini yetersiz hissetmesini istemiyordum.

"Ben de anlamamıştım, şaka mı yaptınız?" Anneme baktım, Minel de ona baktı, devam etti bunu görünce. "Raif gerçekten..." dedi ciddi ciddi. "Şaka mıydı? Ben inanmıştım, nasıl şakaydı?"

"Ben de inandım." diye dahil oldu ablam. Şaşkınlıkla babama baktı. "Şaka mı yapıyordun?" diye sorduktan sonra kaşlarını çattı. "Neden şaka yaptığını bana söylemedin baba?"

"O an aklıma gelmedi bir tanem." dedi babam sıkıntılı bir tavırla, başını eğdi. "Özür dilerim güzelim."

Hepsinin dahil oluşu inci taneme kendini iyi hissettirdi ki gülümsedi hafifçe, Hakan abim yüzü düştüğünden beri Minel'e bakıyordu, bu gülümşeyişi görünce "Ben olayı kaçırdım." dedi babamlara bakıp. "Şaka olan neydi?"

"Gökhan'a görmemiş dedik, o şakaydı."

"Ne?" Kaşlarını kaldırdı. "Şaka mıydı? Nasıl?"

O kadar gerçekçi oynuyordu ki Hakan abime ben de inanacaktım, Minel çoktan inanmıştı kesin. "Amcam da anyamamış." deyip gülümsedi kafasını kaldırıp bana parlayan gözlerle bakarken. "Hayamya babanem de anyamamış."

"Evet." dedim başımı sallayıp. "Söylemiştim, sen çok akıllı bir çocuksun. Şaka olduğunu ilk kabullenen sen oldun, Hakan amcan bile çok geç fark etti."

Ayaklarını salladı, kollarını belime sardı. Eğilip saçlarından öperken annemlere bakıp başımı salladım, anladılar inci tanemi ikna ettiklerini, oynadıkları tiyatroyu bıraktılar.

Sohbet normale döndü, herkes Minel'in anlayamayacağı bir şey söylemekten kaçıyordu. Sevgimi pek belli etmiyordum ama seviyordum bu aileyi; minik bebeğime bu kadar saygı duyan, onu bu kadar seveb, hatta benden daha çabuk kabullenen bir aileyi sevmeme ihtimalim yoktu zaten.

"Uyumaya ne zaman çıkalım güneşim?"

Sesi çıkmadı. Saçlarını okşarken "Babam?" dedim başımı eğip. Bir şeyler mırıldanıp karnıma daha çok gömüldü, uyuyakalmıştı.

Gülümsedim. Yanağını okşayıp öptüm, çok masum uyuyordu ama boynu ağrıyacaktı böyle durmaya devam ederse. Onu hafifçe doğrulttuktan sonra kucağıma aldım, başını göğsüme denk getirip ayağa kalktım.

"Gökhan, kucağına almamalıydın." diye kızdı annem sessizce. "Dikişlerin..."

Sözünü kestim. "Bir şey olmaz." Kuş kadar kalmış kızım mı bana ağırlık yapacaktı? Bir kolum daha ağırdı ondan.

İnci tanemi sarsmamaya çalışarak merdivenlerden çıktım, odama girince ışığı yakmadım. Önce bebeğimi yatağa koydum, hırkasını çıkarıp üzerini örttüm, sonra abajuru açtım. Loş ışık yüzüne gelince gözlerini sıkıca yumdu, söylenerek diğer tarafa döndü.

Uyanmadığından emin olunca banyoya girdim, dişlerimi fırçalayıp çıktım, Minel dişlerini fırçalayamamıştı, sabah "Dişyeyim çüyüy mü? Çüyüyşe noycak? Dişim oymucak mı? Naşıy yemek yicem o saman? Cevap veyiy mişin babacım?" diyecekti kesin.

Sorularına ne cevap vereceğimi düşünürken ona baktım, lavuğa sarılıyordu. Kaşlarım çatıldı. Aşağı inmeyi zaten istemiyordum ama lavuğu görmek tamamen karar vermeme neden oldu. Minel'in yanına uzandım yaramın onun tarafına gelmemesine dikkat ederek, gece eli oraya çarptığı için canım acırsa ve ses çıkarırsam uyanırdı.

Uyanmaması için yavaştım ama hissetti, bana döndü, lavuğu bıraktı. Gülümseyip beline sarıldım, alnından öptüm. Onu uyurken sürekli öpüyordum, garipsemedi, başını daha rahat bir hale getirip uyumaya devam etti.

Günün yorgunluğu ve Dalin kokusuyla gözlerim kapandı beş dakikada.

.

"Baba..."

Minel'in sesi geliyordu bir yerden ama neredeydi? Ben neredeydim? Etrafıma baktım, ormanlıktı. Sese doğru giderken seslendim. "Minel? Neredesin güzelim?"

Kimse yoktu, yerde kurumuş yapraklar vardı. Parçalanıyordu yapraklar, taşlar ayaklarıma batıyordu. "Minel?" dedim bir kez daha. "Minel, neredesin?"

"Baba, babacım, buydayım."

Neredeydi? Neredeydi? Kafayı yiyecektim. Hava bulutluydu, sisliydi hatta. Sis aşağı geliyordu. Tamamen gelmeden inci tanemi bulmam lazımdı, durdum, sıkıntıyla etrafıma baktım, her yer aynıydı, hiç yol yoktu.

"Minel?" diye bağırdım, boğazım acıdı. Sesim yankı yaptı ama yankılar boğuktu, sis sanki engelliyordu. İnci tanemin sesi bu yüzden mi gelmiyordu?

Bu sefer ses vermedi, ellerim o kadar titriyordu ki... Derin bir nefes aldım, sakin kalacaktım ve onu bulacaktım.

Rastgele bir yöne giderken düşünüyordum, neden bu ormana gelmiştik? Ben niye Minel'den ayrıydım? O benim yanımdan ayrılmazdı, asla gitmezdi.

Uzaktayken bir ağaca asılı, sarı bir şey gördüm. Hızla o tarafa koştum, agaç gitgide uzaklaşıyordu sanki. "Minel?" dedim bir kez daha. "Minel buradayım! Minel!"

Seslendikçe yaklaştım, en son sarı şey bana uçtu. Hemen yakaladım, tişörttü. Küçük bir tişörttü, burnuma götürdüm kıyafetini, Dalin kokuyordu. Minel'in...

"Minel?" dedim çaresizce. Niye bulamıyordum onu? Yere bir damla düştü, sonra bir damla daha... Kafamı kaldırdım, yağmur yağmaya başlamıştı. Kollarım üşüdü, Minel çok üşürdü, neredeydi?

"Babacığım?" Sesim çatlıyordu, yanaklarımdaki ıslaklık... Gözlerim yanıyordu, ağlıyor muydum? Minel neredeydi? Neden bulamıyordum onu?

"Baba..."

Sesi çok yakından geliyordu, yağmur iyice hızlandı, sis sanki ayaklarımın altındaydı. Tişört avcumun içindeydi, kokusu gitmişti, hissediyordum, kokusu gitmişti.

Uzakta ufak bir silüet görünce durdum, omuzlarım rahatlıkla çöktü. "Minel?" dediğimde sesim çok zayıftı. Ağaçlar sıklaştı, dallar her yerimi çizdi. Yağmur damlaları çizikleri sızlatıyordu, umursamadım.

"Babacığım?" dedim yanına geldiğimde dizlerimin üzerine çöküp. Diz kapaklarım soyuldu, taşlar oraya girdi, umrumda değildi. Kızımı bulmuştum.

"Bana bak, lütfen."

Arkası dönüktü, kollarına ellerimi koydum, buz gibiydi. "Çok üşümüşsün." dediğimde gök gürledi. Meleğim yavaşça bana döndü, saçları yüzüne yapışmıştı yağmurdan.

"Neden eyken geymedin?" diye sorduğunda "Geldim." dedim çaresizce. "Geldim, daha önce bulamadım seni. Her yer..." Anlatmaya çalıştım ama boğazım düğümlendi, tişört ellerimden kayıp gitti, başımı eğdim, artık sarı değildi, kırmızıydı, her saniye daha koyu kırmızı...

"Geç kaydın, gidicem."

"Nereye?" diye sordum tişörte bakmayı bırakıp. "Bak, geldim, evimize gideceğiz. Evimize gideceğiz, oyun oynayacağız. Ama önce... Üşüdün, ısınman lazım."

"Üşüdüm, geymedin."

"Geldim." Tüm güçlü halim yok oldu, dizlerimde güç kalmadı, yere oturdum. "Babam?" dedim onu kendime çekerken. "Kızdın mı bana? O yüzden mi böylesin? Özür dilerim, özür dilerim. Söz, eve gidince... Hadi, evimize gidelim. Özlemedin mi evimizi?"

"Ösyedim." Sesi titredi. Bu, her şeyden çok yaktı canımı.

"Gidelim o zaman."

Başını iki yana salladı. "Geyemem ki..." dedi ağlamaya başlarken. Dudakları bir anda morardı, yüzü soldu, gök bir kez daha gürledi, hava o kadar kararmıştı ki sanki orman yoktu artık.

"Gelirsin, neden gelemeyeceksin? Hadi, gidelim."

"Unuttun mu babacım?" Burnunu çekti. "Neyi?" diye sordum hemen. Kafayı yemek üzereydim, derin bir nefes aldım sakinleşmek için, yağmur kokusu dolmalıydı burnuma ama kan kokusu geldi.

Kan kokusu...

"Koyuyamadın beni."

Bir şey dememe fırsat kalmadı, bir anda yok oldu kollarımım arasından. "Minel?" dedim korkuyla etrafa bakarken. "Minel? Neredesin? Nereye gittin? Koruyacağım ben seni, söz, evimize gidelim!"

Ayağa kalkmak için ellerimi yere koyduğumda gözlerim kuru yaprakların üstüne takıldı, az önce Minel'in olduğu yerde koyu renk bir kan lekesi vardı. Kendi üzerime baktım, ellerime. Az önceki çizikler bile yok olmuştu, hiçbir yerim kanamıyordu.

Kan Minel'indi.

Kalkamadım, nefesim kesildi, yağmur durdu ama benim yanaklarım ıslanmaya devam etti. Kan onundu, benim değildi. Yoktu, etrafıma baktım. Zar zor ayaklandım. "Minel?" diye seslenirken ağlıyordum tamamen.

"Gel güneşim, evimize gidelim, evimizin denizine bakalım, gel! Gel! Neredesin, gel!"

Sesim yankı yaptı, defalarca "güneşim" dediğimi duydum, susmadı yankılar, kulaklarım çınladı, gözlerim yanıyordu. Zemin kayıyordu sanki, kuru yapraklar her yerdeydi, ayaklarım artık acımıyordu ama bir şey... Farklı bir şey sanki yürümeme engel oluyordu.

Başımı eğdim, bir bez parçası vardı yerde. Kızıl yaprakların üzerinde duruyordu. Eğildim, dokunmama kalmadan avcumun içine geldi bez, doğrulmaya gücüm yoktu, yere oturdum. Sert bir rüzgar yüzüme vurdu, gözlerimi kapattım toz girmemesi için, Minel'imi bulacaktım daha.

Gözlerimi açtım, ormanda değildim, Minel'in odasındaydım, yatağının üzerinde oturuyordum. Elimde ormanda kırmızıya dönen sarı, inci taneme ait tişört vardı. Ne sarıydı artık ne de kırmızı.

Simsiyahtı.


.


İrkilerek açtım gözlerimi. Nerede olduğumu anlayamadım, sersemce etrafa baktım. Minel'in "Koyuyamadın beni." deyişi kulaklarımda yankılanıyordu. Sanki her yer hâlâ sisti.

"Babacım, noydu?"

Kafası karışık bir şekilde bana bakıyordu. Ne zaman uyanmıştı? Gözlerine baktım, daha sonra vücuduna. Bir şeyi yoktu, ellerimi yanaklarına uzattım ne yaptığımı bilmeden, ağlamıyordu. Parmaklarıma baktım, ıslanmamışlardı, ağlamıyordu, hayır, ağlamıyordu.

Üşüdüm, geymedin.

"Minel?" diye sordum varlığından emin olmak için. Nefesim korkuyka çıktı dudaklarımdan, yine kötü bir şey söylemesinden o kadar korktum ki kalbim mahvediyordu beni.

"Hı?" dedikten sonra gözünü ovuşturdu.

Gözlerimi kapattım, burnumdan bir nefes verdim, rahatlamam gerekiyordu ama olmadı, hâlâ kâbusun etkisindeydim, etrafımdaki şeyleri anlayamıyordum.

Titreyen ellerimi kollarına kaydırdım. Sıcaktı. Gözlerimi açıp camdan dışarı baktım, yağmur yağmıyordu, gök gürüldemiyordu. Abajurun ışığı vuruyordu bize, odamızdaydık, gece olmalıydı, sis yoktu, yıldızları görüyordum. Sis yoktu.

Evdeydik, Minel yanımdaydı, bana bakıyordu. Sakin kalmam lazımdı. Saçma sapan bir kâbustu, hiçbir anlamı yoktu, son olanlara öfkelenmiştim, Minel'e bir şey olacak diye korkmuştum, o yüzden böyle bir kâbus görmüştüm.

"Babacım? İyi mişin? Kötü yüya mı göydün?"

Yutkundum, boğazım kupkuruydu. "Evet." dediğimde kısıktı sesim. "Evet." diye tekrar ettim. "Kötü rüya gördüm."

Saçlarına götürdüm elimi, buklelerini okşadım, kalbim hâlâ... Çok gerçekçiydi. Kan kokusu, soğuk, sis... Neden o ormandaydık? Neden Minel benimle değildi? Kan vardı, kan, tişörtü simsiyah olmuştu.

Yatakta oturuyordu, doğruldum. Kolumu beline sarıp kaldırdım onu, başımı boynuna koyup kokusunu içime çektim. Şakağından, yanaklarından öptüm. Parmaklarım buklelerinin ucundaydı. İyi olduğunu hissetmem lazımdı.

"Koyktun mu babacım?" diye sordu kollarını boynuma sararken. Minik parmaklarını ensemde hissetmek bile ayrı güzeldi. "Şükürler olsun." dedim içimden. "Şükürler olsun." Kokusunu almak bile... Beş dakikalık kâbus bana kafayı yedirtmişti.

Başımı salladım sorusuna cevap olarak, boynundan öptüm birkaç kez. İyiydi, sakinleşmem lazımdı, iyiydi. "Korktum güzelim, çok korktum." dedjm sığınabileceğim tek kişi o olduğu için.

"Neden koyktun? Şey... Canavay mı göydün? Sen çok büyükşün, canavayyay biy şey yapmas."

"Doğru, yapmazlar." Geri çekildim, onu korkutmak istemiyordum, zaten yeterince zayıf davranmıştım, gülümsedim. "İyiyim babam, geçti."

Gülümsedi uykulu bir şekilde, yanağını bana yaslarken "Koykma babacım." diye mırıldandı. "Bisim ayyemiz vay. Evimis vay. Heykeş, şey, heykeş iyi. Canavayyay geymicek, evimisin duvayyayı çok... Şey, çok yüşkek."

Farkında değildi ama sakinleştiriyordu beni, ondan başka kimse yapamazdı bunu. "Gelmeyecekler." diye mırıldandım alnından öpüp ona sarılı olan kollarımı sıkılaştırırken. "Hiçbiri gelmeyecek."

Cevap vermedi, uykuya dalmıştı. Yüzüne baktım, her detayını inceledim. Sarı, uzun kirpiklerini; beyaz tenli olduğu için göz kapağının altından fazla fazla belli olan damarlarını, kızarık yanaklarını, alnının kenarlarındaki buklelerini...

Canavarlar gelmeyecekti.


.

.

.

İkidir bölümler kısa oluyor farkındayım ama gündelik hayat dinlenme vs derken bu kadar çıktııı, lütfen kusura bakmayınnn


Loading...
0%