Yeni Üyelik
8.
Bölüm

🐣42🐣

@imposiblety

Doruk Aktuna'dan


"Neyeye gidiyoyuz abi? Meyve topyamıcas mı? Neyeye?"


Sonunda iddianın günü bitmişti, fıstığımla takılabiliyordum. Voldemort öldükten sonra rahagtlayan büyücü dünyası gibi bir rahatlık vardı üstümde.


"Toplayacağız fıstık, ondan önce kedi ve köpekleri gör istedim."


İlk tepkisini ben görmek istiyordum, daha doğru konuşmak gerekirse sadece ben görmek istiyordum, bu yüzden atların yanına gittikten sonrasını beklememiştim, o zaman bir sürü insan olacaktı çünkü.


"Minel! Doruk abi!"


Ayaz'ın sesini duyunca arkama dönmedim ama Minel döndü. Neşeyle "Ayas!" deyip el salladı beş dakika önce beraber değillermiş, ben Ayaz tuvalete gidince Minel'i kaçırmamışım gibi.


"Ayda abimye Kusey abim de geyiyoy."


Bu cümleyle baktım, cidden geliyorlardı. Ofladım, omuzlarım düştü. Bu ailede rahat yoktu bize fıstığımla, her yerden biri çıkıyordu. Rapunzel'i kuleye kilitleyen Gothel gibi davranmama az kalmıştı.


Şaka yapıyordum, ben inci tanesinden özgürlüğünü almazdım, alanla kavga ederdim.


"Biz geldik canım abim!" Ayaz'ın abartılı bir şekilde neşeli sesine gözlerimi devirdim, kollarımı kavuşturdum, sırıttı bu halime, yanağımdan makas alıp dizleri üzerine çökerek Minel'le göz göze geldi.


"Nereye gidiyordunuz bebeğim?"


Sesinde az önceki alay yoktu, çok sakindi, kibardı. Kaşlarımı kaldırdım, isteyince böyle olabiliyordu demek. Hulk'un Hulk formundayken aklı başında davranmayı öğrenmesinden bile büyük bir başarıydı bu.


"Şey... Kedi ve köpek göyüces. Buyda vaymış. Bis de göyücez." Başını sallayarak kendisini onayladı, toz pembe şapkası gözlerinin üzerine düştü. İkimiz de güldük, Ayaz şapkayı geri çekip bağını düzeltti.


"Şapka takmaya alışamadın mı prensesim?"


Abimin sesini duyunca başını kaldırdı, son sezonlarında insan dünyasına gelen ufak Keloğlan gibiydi, herkese böyle bakmak zorundaydı, zordu kesin.


"Şey, şevdim şapkayı. Eybisemye..." Toz pembe şortunu gösterdi. "Eybişemye aynı yenk, güzey göydüm."


Minel gibi saf bir çocuğun Gökhan amcamın kızı olmasına şaşırıyordum ama şaşırılmayacak, çok kesin bir şey de vardı: Kesinlikle halamın yeğeniydi.


"Sevdiysen sorun değil." dedi Arda, Minel Arda'ya uzun uzun baktı, kaşlarımı çattım bu haliyle şaşırarak, neden toprak yolun ortasında Arda'ya bakıyordu böyle?


Birkaç adım atıp Arda'nın bacaklarına sarıldı bir anda. Arda şaşırdı, başını kaldırıp bize baktı yardım için, abim yavaşça "Sen de sarıl." dedi. "Yapabilirsin, seni engelleyen bir şey yok abim."


Arda Minel'in kollarını çözdü önce, sonra dizinin yere değmemesine dikkat ederek çöktü, fıstığıma sarıldı. Kollarımı kavuşturup arkamdaki ağaca yaslandım. Ayaz ve abim de gülümseyerek izliyordu bu ikiliydi, seviyordum lan kerataları.


"Annen öydü, di mi abicim?"


Minel'in bir anda sorduğu soruyla durduk hepimiz, yaslandığım yerden doğrulup dudaklarımı ıslatırken abime baktım. Ne yapacaktık? Arda hassastı bu konuda, yanında yengemin adı bile anılmazdı.


"Benim annem de öydü." diye devam etti Minel, donakalan Arda'yı fark etmeyip. "Biy daha geymicekmiş. Ama şey..." Sesi titredi. "Çok ösyedim onu, geymeşini iştiyoyum." Kırık bir tavırla omuz silkti yanağını Arda'nın omzuna yaslayıp tişörtünün yakasıyla oynarken. "Heykeşin anneşi vay, neden bisim yok?"


Herkesin annesi var, neden bizim yok?


Boğazım düğümlendi sanki, ben annelerden ve ölümden bahsedilince direkt Arda'ya odaklanmıştım ama şu an aklıma geliyordu, bizim de annemiz yoktu. Her anneler gününde, okulda anneler için düzenlenen her etkinlikte bir sürü neden sormuştum abime. Neden gelmedi, neden bizi bıraktı, biz mi onu yorduk?


Herkesin annesi var, neden bizimki burada değil?


"Biy de, şey, annem çok güsey, biyiyoy muşunus? Böyye, böyye... Sayı saçyayı vay. Gösyeyi yeşiy. Çok güzey eybişeyeyi vay."


Artık olmayan insanlar için geçmiş zaman kullanmayı öğrenmemişti daha.


"Şenin annen de çok güsey Ayda abi. Yeşmini göydüm. Saçyayı çok güsey. Upusun! Biy de, şey, şen çok küçükşün. Kısacıkşın, benim gibişin."


Arda kendine engel olamayıp ters bir tepki verir veya ağlamaya başlar diye korktuğum için geriye çekecektim Minel'i, bir adım attım ama Arda konuşunca durdum. "Evet, benim annem de çok güzel."


Sesi titriyordu ama gülümsedi. "Benim annem de öldü ama buna üzülmeye devam edersem çok üzülür, onu üzmek istemiyorum, bu yüzden hep gülmem gerekiyor. Sen de öyle yapmalısın."


"Geyçekten mi?"


"Gerçekten." 


Gülümsedi Minel de. Başını kaldırıp abimle bana baktı. "Sis de güyün." dedi yavaşça. "Annemiz yok bisim." Bunu bize bu kadar açık diyen ilk kişi olabilirdi, rahatsız hissetmedim, doğruydu işte, yalan mı söylüyordu fıstığım? Annemiz yoktu, bu konuda Disney prensesleriydik demiştim, haklıydım.


Abim de ben de güldük, Ayaz da güldü. "Şenin annen vay Ayas." dedi Minel bilmiş bilmiş. "Hayam vay." Gözleri hülyalandı, gülümsedi tekrar, şirin şirin konuştu. "Hayam çok güzey. Saçyayı güzey, gösyeyi güzey. Hayamı çok seviyorum."


Halam bunları duysaydı tüm İstanbul belediyelerinden anons ettirirdi, bu kadar da nettim. Hatta sadece İstanbul olmasından şüphe duyuyordum, tüm Türkiye de bayağı bir olası geliyordu. Engin amcam ona "Abartmıyor musun?" derse "Ne abartması?" diye çıkışırdı. "Benim bebişim bana çok güzel demiş, 'Halamı çok seviyorum.' demiş, sana demedi diye kıskanma!"


"Sadece güzel olduğu için mi seviyorsun annemi?"


Ayaz'a baktı. "Hayıy." diye itiraz etti hemen. "Şey... Ben önce geyince... Şey, hayam beni uyku yaptı. Beni öptü, dedi ki... Dedi ki... Akşam koykayşan... Koykayşan yanıma geyebiyiyşin. Bana hiç kısmadı. O yüsden seviyoyum."


"Biz ne yaptık sen gelince? Söyle bakalım." dedim bizim hakkımızda aklında tuttuğu ayrıntıları merak edip. Halamın ona iyi davranışını, sıcakkanlılığını hatırlıyordu; onu o yüzdej sevmişti. Bizi neden seviyordu?


"Ayas'ya oyun oynadık. Önce, şey, onunya. Çünkü hayam dedi ki... Dedi ki... Ayas'ya oyun oynayın. Onunya tanıştım. Yenkyi oyun oynadık, istedikim kısı seçti Ayas."


Ayaz kaşlarını çattı, sanki hatırlamıyordu son kısmı. Bu da iyi bir işaretti işte, bizim için önemsiz olan şeyler bile çok önemliydi bu Casper çakması için.


"Doyuk abi, şen, şey... Dedin ki, dedin ki... Bu saçyay ne? Sonya yanakımı sıktın. Ben anyadım, şen beni şevdin. O yüzden ben de şeni şevdim."


Şimdi de yanağını sıkmama ramak kalmıştı ama amcamdan yeterince azar yiyordum, yapamazdım, yapmamam lazımdı, önünde sonunda ortaya çıkıyordu Pixar filmlerinin sonunda kötülerin mutlaka yenilmesi gibi.


"Kusey abim eyimi öptü, güydü. Şey, Hakan amcama bensiyoy. O yüzden şevdim. Hakan amcamı şevdim önce, poyişyeye gidince... Şey, gidince... Hep benim yanımdaydı, o yüzden. Ayda abim dedi ki... Dedi ki... İşmim Ayda, Ayda değiy. Ama kısmadı. Ayda abim kızmas. Çok kibay biyişi, boya yapıyoyum ben onunya, bana kızmıyoy hiç, o saman da kısmadı."


Arda burada yokmuş gibi konuşuyordu ama buradaydı ve her saniye daha fazla kızarıyordu. Tom ve Jerry'de biber yiyince kızarıp patlayan karakterlere benziyordu, bir yerden bir yelpaze bulup yelleseydim keşke... Bu gidişle sonumuz çizgi filmle aynıydı çünkü.


"Nasıl da her şeyi hatırlıyorsun abim? Isıralım mı seni, söyle." dedi abim yere çöküp. "Işıy." diye karşılık verdi maki bitki örtüsü. "Ben de şeni ışıyıyım." Keyifle güldü, onun gülüşüne biz de güldük. İlk halinden çok farklıydı, bize karşılık veriyordu, hatta karşı çıkıyordu.


Şekil 1. a. Karşı çıkış, iyi izleyin.


"Bence Gökhan amcam kaba birisi. Hiç kibar değil. Hiç gülümsemiyor."


Gözleri büyüdü. "Ne?" diye sordu şoke olmuş bir şekilde. "Ne dedin Doyuk abi?"


"Gökhan amcam kaba biri." diye tekrar ettim ciddi bir suratla. "Hiç kimseye kibar davranmıyor."


"Hayıy!" diye itiraz etti. Kaşları çatıldı. Onu böyle görmek Wanda Witch'in Avengers filmlerinde güçlerini doğru düzgün kullandığı anlar gibiydi, nadirdi yani. Keyifle arkamdaki ağaca yaslandım.


"Benim babam kaba değiy! Kibay biyişi! Şadece... Şey... Ben teşekküy edicem diye, edicem diye etmiyoy. Hem hep güyüyoy babam! Hatta gamsesi vay!" Durdu, yumuşak bir tonla "Çok güsey gamzesi, çok şeviyoyum." diye ekleyip devam etti, sesi yükselmiyordu ama sitemliydi. "Babam kaba değiy! Çok iyi biy inşan! Biy daha kaba deme Doyuk abi, babam üsüyüy. Üzüymeşini iştemiyoyum. Benim babam kibay biyişi!"


Ayaz kahkaha attı onun bu haline, arka arkaya konuştuğu için kızarmıştı. Abimle ben de sesli güldük, Arda başını eğip gülümsedi. Bize şaşkınca baktıktan sonra kaşlarını yine çattı. "Neden güyüyoyşunuz?" diye sordu zayıf bir sesle. Kollarını kavuşturup arkasını döndü. "Ben eve gidicem." dedi küskün küskün.


"Tamam, tamam, gel." diye seslendim hemen onu takip edip ama dönmedi, kolları göğsünde yürümeye devam etti. O kadar sevimli duruyordu ki eve gelene kadarki bir dakikada alamadım gönlünü gülmekten, küs hali bile çok şirindi, ara sıra bilerek kızdıracaktım onu.


"Babacığım, ne oldu?" diye sordu amcam biz eve oturma odasının bahçeye açılan kapısından girer girmez. Minel cevap vermedi, bize kaçamak bir bakış attı, gülmemek için yanağımı ısırdım.


Amcam bize baktı, suratlarımızı görünce ciddi bir şey olmadığını anladı, yüzü gevşedi. "Kim ne dedi benim kızıma?" diye sordu hobbitin başını göğsüne yaslarken. "Söyle güzelim."


Omuz silkti bizim maki, başını diğer tarafa çevirdi, sırıttım artık bizi görmediği için. Amcam ters ters baktı bana ama umursamadım, çok tatlıydı lan.


"Neden dizildiniz burada böyle?"


Halamın sorduğu soruya amcam cevap verdi Minel'in saçlarını okşarken. "Benim meleğimi çok kızdırmışlar, ne yaptıklarını soruyordum."


"Minel'i mi kızdırmışlar?" Bize döndü halam, başımı salladım otuz iki diş sırıtıp. Önce ayıplarcasına baktı; daha sonra birkaç adım öne gelip amcam ona sarılmasına rağmen kollarını çözmeyen, başı diğer tarara dönük Minel'i gördü. "Çok şirin duruyor." dedi hafifçe gülüp.


"Değil mi?" diye atladı Ayaz. "Gönlünü alacaktık ama çok şirindi."


"Bak, çok şirinmişsin, abilerin öyle söylüyor."


"Ayaz abim değiy." Sesi Gökhan amcamın göğsüne yaslandığı için boğuk çıkıyordu. "İkisim."


"Tamam, ikizin çok şirin olduğunu söylüyor."


Bir şey demedi ama içten içe mutlu olduğunu biliyorduk, amcam da biliyordu, gülümseyip saçlarından öptü. "Amca?" dedim sessizce. Elimle üst katı işaret ettim. "Gönder, gidip gönlünü alayım." Burada çok utanırdı, konuşamazdı.


"Bebeğim? Odamıza çıkmak ister misin? Sakinleşirsin azıcık, olur mu?"


Geri çekildi. "Oyuy." diye mırıldandı gözünü ovuşturup. Minik adımlarla merdivene yöneldi, korkulukları tuta tuta çıkmaya başlad. Gözden kaybolduğunda "Ne yaptınız da benim melek gibi bebişimi kızdırdınız bu kadar?" diye sordu halam gülüp koltuklardan birine otururken.


"Deneyeyim kızıp kızmayacağını dedim, amcamın kaba olduğunu söyledim, olanlar oldu." Amcam ona kaba dememe bir şey demezdi, bunu bildiğim için rahattım.


"Babasına laf ederseniz tabii sinirlenir, Gökhan gülünce gülen çocuktan bahsediyoruz, üç kuruşluk aklınız da gitmiş."


"Ayıp oluyor ama anne." diye sitem etti Ayaz kaşlarını çatıp. Halam bunu umursamayacak bir insan değildi, düz saçlarını geriye atarken "Ninniyle uyuturum oğluşum seni, tamam." dedi gülümseyip. "Bu alınganlık iki yaş sendromuna özel olmalı çünkü."


Ayaz homurdanarak kollarını kavuşturdu, merdivenlere gitti hemen. O ara Engin amcam geldi. "Neden yüzü asık Ayaz'ın?" diye sordu kaşları çatık bir şekilde ama bizi görünce, ciddi bir şey olmadığını anlayınca yüzü düzeldi. Arda'nın yanına gidip ona gülümsedikten sonra tekrar sordu. "Ne oldu?"


"Halam laf soktu, her zamanki şeyler." diye geçiştirdim, olan her şeyi anlatacak değildim ikinci filmde ormana girince karşılaştıkları askerlere geçmişi tiyatro yaparak anlatan Olaf misali.


"Doruk." Gökham amcama baktım. "Çık ve kızıma kendini affettir." dedi ciddi bir sesle. "Üzülüyordur şimdi."


"Tamam." diyerek kaderimi kabullendim, üst kata çıktım. Seksen santimlik ölçü biriminin üzüleceğini düşünmüyordum, bence hâlâ öfkeliydi, amcamın odasına girdiğimde onu etrafta göremeyip kaşlarımı çattım, tam seslenecekken bir burun çekiş sesi duydum.


"Kısmak iştemedim. Şimdi... Şimdi sevmicekyey beni. Kötü oydum ben. Kibay değiydim. Biy de... Biy de... Doyuk abim geymedi, bana küştü. Napıcam?"


Ağlıyordu, yüzümdeki gülüş gitti, her şeyi dinlemek istediğim için ses çıkarmayıp yere çöktüm. Yatağın arkasında oturuyordu.


"Özüy diyeşem oyuy mu? Oymazsa noycak? Benimye... Benimye... Oynamıcakyay. Ama, ama..." İç çekti. "Yayamas çocuk oydum ben, şevmicekyey beni. Napıcam tavşan?"


Cebimden telefonumu çıkardım. Abime mesaj attım beş dakika sonra yukarı gelmeleri için. Minel bu sırada ağlıyordu, sessizleşmişti, daha konuşmayacağını anlayıp yerimden çıktım. Korkmaması için yavaşça "Fıstığım?" dediğimde başını kaldırdı, gözleri kıpkırmızıydı. "Doyuk abi?" Yanaklarını sildi.


"Neden ağlıyorsun?" dedim yere çöküp. Düşündüklerini söyleyip söylemeyeceğini merak etmiştim.


İç çekerek bana baktı birkaç saniye, sonra boynuma atıldı. "Özüy diyeyim." dedi tekrar ağlamaya başlarken. "Biy daha... Biy daha kısmıcam. Küşme bana, yütfen. Ben... Ben çok seviyoyum şeni, kötü çocuk oymucam."


Sırtını sıvazlarken "Ağlama abim, lütfen." deyip saçlarından öptüm. "Kızmadım ben sana, küsmedim. Gerçekten küsmedim. Ben sana küsemem. Ağlama fıstığım."


"Geyçekten mi?" diye sordu iç çekişlerinin arasında.


"Gerçekten fıstık. Ben seninle şakalaşıyordum, seni sevdiğim için. Bir de sen kızınca çok şirin oldun, o yüzden özür dilemeden önce beklemek istedim, o şirin halini daha çok görmek için."


Ses çıkarmadı, geri çekilip yanaklarını sildim. Sıkıntılı bir nefes aldım, vicdan azabım çok fazlaydı. Minel'in geçmişinin kötü olduğunu hatırlamam gerekiyordu. Güvendiği, sevgi dolu bir ailede büyümemişti, şimdi de onu bırakacağımızdan korkuyordu, bunu aklımda tutmalıydım.


"Özür dilerin fıstığım, sana öyle davranmamalıydım. Kalbini kırdığımı, seni üzdüğümü fark etmedim ama fark etmeliydim, bir daha seninle şakalaşırsam dikkat edeceğim, özür dilemek için de beklemeyeceğim, beni affeder misin?"


Boynumdaki kollarını sıkılaştırdı. "Küşmedim ki..." diye mırıldandı burnunu çekip. "Ben de özüy diyeyim, biy daha kısmıcam."


"Kızabilirsin abim, neden kızmayacaksın? Öfkeni ifade edebilirsin, sinirlendiğin şeyleri söyleyebilirsin. Bunları yapman lazım, biz sana küsmeyiz, tamam mı?"


Başını salladı. "Tamam."


Sırtını sıvazladım, ara sıra da saçlarını okşadım. Bir iki dakika sonra abimler içeri girdi. Minel'i ağlarken görmeyi beklemiyorlardı, bana baktılar ne olduğunu anlamak için.


"Bizim inci tanemiz..." dedim bana sarılı kollarını okşarken. "Onu artık sevmeyeceğimizi, ona küstüğümüzü düşünmüş. Böyle şey olur mu? Ben ona anlattım, onu çok sevdiğimizi söyledim, özür de diledim."


Dizleri üzerine çöktü abim. Yumuşak bir sesle "Prensesim..." deyip saçlarına uzandı Minel'in. "Biz sana küsmeyiz, neden böyle düşündün?"


Gözünü ovuşturdu. "Ben buyaya geydim, sonya... Şey... Sis geymediniz, babam geymedi. Ben dedim ki... Dedim ki..." Gözleri doldu yine. "Kızdıyay bana, koyktum."


Arda ve Ayaz da çöktüler yere. "Sana kim kızabilir?" dedi Ayaz kaşlarını çatıp. "Kimse sana kızamaz, biz de kızamayız. Kızmayız da." Yüzü yumuşarken "Ağlama bebeğim, lütfen." diye rica etti. "Biz seni çok seviyoruz, hem sen benim ikizimsin, insanlar ikizlerinin her zaman yanında olur."


"Öyye mi?" diye sordu kızarık gözlerini merakla açarak. Gülümseyip bukleleriyle oynadım, bu soruya Ayaz cevap vermeliydi.


"Evet, öyle. İkiz kuralları öyle söylüyor."


"İkis kuyayyayı mı?"


"Evet, bir ara sana tüm kuralları anlatacağım, tamam mı?"


"Tamam." Mırıldandıktan sonra bir gözünü ovuşturdu yine. Arda kendisinin de bir şey söylemesi gerektiğini hissetmişti, yüzünden belli oluyordu. "Seni çok seviyoruz, hepimizin kız kardeşisin." dedi sadece. Kısa ama özdü, her şeyi çok güzel anlatmıştı. Bu cimcime hepimizin kız kardeşiydi.


"Gel, aşağı inelim, kahvaltı hazırdır."


Başını salladı, yürüyecek gibi durmuyordu, kolumu bacaklarına sarıp kalktım, yataktan tavşanını aldım. Başını omzuma yasladı. "Uykum geydi."


Ağladığı için mayışmıştı, alnından öptüm. "Şimdi açılırsın fıstık, yemek yiyeceğiz ya..."


"Ama aç değiyim." diye mırıldandı. "Uykudan önce çok yedim. Ananaş yedim, babam biy şüyü veydi."


"Dündü onlar, bugün yeni bir gün abim."


İtiraz etmedi, oturma odasına girdik, yemekleri burada yiyorduk. Gökhan amcam bize baktı, Minel'i gördüğü an kaşları çatıldı. "Ağladı mı?" diye sordu ayaklanırken.


"Evet." dedim, bunun için azar yesek bile kabulümdü, ağlatmıştık onu.


Bir şey demedi amcam, ters ters de bakmadı, gülümsedi, Minel'i benden aldı. "Babacığım? Neler düşündün sen yine?" dedi yumuşak bir sesle. Arkasını dönüp bahçeye çıkmadan önce koluma hafifçe, babacan bir tavırla vurdu.


"Kızmadı." dedim kaşlarımı kaldırıp babama bakarak. Güldü hafifçe. "Amcanız canavar değil, kızmaları sizinle uğraşmayı sevdiği için." Yanına oturdum bir şey demeden, kolunu omzuma attı. "Kendini suçlama." dedi çok kısık bir sesle. "Ağlayacağını bilseydin bu şakayı yapmazdın."


Beni benden iyi tanıyordu, başımı omzuna yasladım. "Saçlarımla oynasana." Ben çocukken hep böyle yapıyordu, rahatlatıyordu beni.


Parmakları benim saç tutamlarımda dolaşmaya başladı, abim babamın diğer yanına oturdu. "Ben de isterim." dediğinde memnuniyetsizce yüzümü buruşturdum. "Bir şeye de dahil olma." Hiç alınmadan güldü. "Benim de babam, kardeşiz hani."


Sesimi çıkarmadım, babam saçlarımla oynadıkça uykum geldi, gözlerim kapanıyor gibi oldu. "Oğlum, uyuma." dedi babam yumuşacık bir sesle. Saçlarımı geriye itip alnımdan öptü. "Sonra ayılamıyorsun."


"Yo, ayılıyorum." diye mırıldandım, odadaki herkes yabancı duruyordu, neredeydik biz?


"Tabii ki ayılıyorsun." deyip güldü. "Şimdi bile herkesi unuttun, etrafa yabancı bir ortamdaymışsın gibi bakıyorsun."


"Alakası yok." 


"Ben kimim?"


"Ne?"


"Ben kimim Doruk?"


"Nereden bileyim? Kimsin?"


.

.

.

Hale Aktuna'dan


"Güneş kremlerinizi sürdünüz, değil mi?" diye sordum her bir aile üyemi gözlerimle kontrol ederken. Babam gülümseyip kolunu omzuma attı, şakağımdan öptü, bir anda dinginleşip gülümsedim, çok seviyordum babamı, böyle... Farklı bir sevgiydi.


"Sakin ol bir tanem, hepimiz sürdük, artık biliyoruz."


"Evet, biyiyoyuz."


Bebişim başını sallayarak beni onayladığında "Ya bebeğim!.." dedim yüksek sesle. Artık yüksek seslerden irkilse bile o sesi çıkaranın ben olduğumu gördüğünde normale dönüyordu, bu yüzden rahattım. "Seni ısırırım, seni yerim." Dizlerim üzerine çöküp karnını mıncırdım. Kıkırdayarak ellerimi itmeye çalışırken geri kaçtı. "Gıdıkyanıyoyum, yapma."


"Sen bu kadar şirin olmazsan ben de bir şey yapmam."


Bir şey demedi, gözlerini kaçırdı. Gülüp başından, şapkasının üzerinden öpüp ayağa kalktım. Ağlarken yukarıdaki odada bırakmıştı şapkasını, bir saat aramıştım kombini tamamlanmaz onsuz diye.


"Sinek spreyimizi de sürdük, gidelim, hazırız."


"Hasat falan yapmayacağız hala, ufak bir bilgilendirme. Domates toplayacağız, belki biber falan. Kedi köpek göreceğiz ve döneceğiz. Elimize orak, tırpan falan verip başımızda beklemene az kaldı."


Gözlerimi devirdim, güneş gözlüklerimi taktığım için bu hareketimin belli olmadığını fark edince gözlükleri saçıma itip tekrar göz devirdim. "Çok komiksin Doruk, bu komiklik genetik herhalde, Engin amcandan."


"Ben ne yaptım?" diye isyan etti Engin. "Ben oğlumla konuşuyordum, nasıl diyaloğa dahil oldum?"


"Doğru." dedi Arda yavaşça. "Cidden benimle konuşuyordu hala." Herkes ona bakınca kızarsa da bana bakmaya devam etti, gülümseyip öpücük attım. "Biliyorum bebeğim ama bu, babana laf atmama engel değil."


Gülümsedi, Engin abime yaklaşıp başını omzuna yasladı. Son zamanlarda daha çok temas ediyordu bize, daha çok konuşuyordu. Bebeğim benim, çok seviniyordum o böyle olunca.


"Hadi, hadi, çıkalım artık." dedi annem. Önden ilerledim, bahçeye çıkan kapıyı açtığım an ılık bir esinti yüzüme çarptı. İstanbul'un sıcağı yoktu burada, dün Minel ve Gökhan uyuduktan sonra bahçedeki çardağa geçmiştik ve üşümüştük hatta.


"Benim şepetime meyve koyucas, di mi?"


"Evet meleğim." dedi Gökhan. Hasır sepetin tutma yerine yumuşak bir bez sarmışlardı, Minel'in kolunu acıttığını söylemişti. Ben iyi bir baba olamam, diyordu bir de. Bunu bile düşünüyordu ama.


"Domateş ayayım, domateş şoşu yapayıs. Aymut ayayım. Eyma yok, yaşak. Sonya, şey, sayatayık ayabiyiyis. Başka ne vay?"


"Biber var, fasülye var." diye cevap verdi babam. Minel bu cevaplarla pek ilgilenmedi. "Domateşi fasya koyayıs." deyip önüne döndü. Babam onun bu tavrına güldü, hafifçe eğilip saçlarını okşadı. "Kurban olurum ben sana."


Tarlalara yaklaştıkça sinekler arttı, oflayıp pufladım. Sprey falan sıkmıştım ama işe yaramıyordu, yine ayaklarım kaşınmaya başlamıştı.


"Ne oldu güzelim?" diye sordu Hakan abim. "Sinekler mi?"


Başımı sallayıp "Evet." diye sızlandım. "Ne yaparsam yapayım her yerimi ısırıyorlar."


"Eve dönünce krem veririm sana, Minel'in kremi var, kaşıntının geçmesi için sürersin." Gökhan'a baktım. "Çok iyi olur." dedim bu son çaremmiş gibi. Engin abim bana yaklaştı. "İstersen dön." İlgiliydi, alay etmiyordu. "Sonra her yerini kaşımaktan yara yapıyorsun, çok bunalıyorsun güzelim."


"Yok, yok, iyiyim şu an." Babam kolunu omzuma atıp şakağımdan öptüğünde gülümsedim bunu ne zaman yapsa yaptığım gibi. Kaç yaşına gelirsem geleyim bana prensesmişim gibi davranmaktan vazgeçmiyorlardı. Belki de bu tarz bir sevginin ne kadar güzel olduğunu bildiğim için geldiği günden beri, yeğenim olup olmadığını bilmediğim zamanlarda bile bebişime aynı şekilde davranmaya çalışmıştım.


"Hıı, geydik!" dedi Minel domatesleri görünce el çırpıp. Küçük, kıpkırmızı bir domatese uzanırken başını kaldırıp bize baktı. Güneş yüzünden gözlerini kısıyordu. "Ayabiyiy miyim bunu?"


"Alabilirsin ballım, sormana gerek yok."


Sevimli bir şekilde gülüp domatesi kopardı, fazla kuvvet uyguladığı için geriye gitti, hepimiz ona yönelmişken arkasındaki Kuzey ve Doruk hemen tuttular bebişimi. "Dikkat et fıstığım." dedi Doruk.


"Tamam, edicem. İyk kez... Şey, iyk kez topyadım, o yüsden oydu."


Odaklanmış bir şekilde küçük domatesleri seçerek toplamaya devam etti, bir yandan da konuşuyordu. Ne söylediğini merak ediyordum, çaktırmadan yanına yaklaştım, Gökhan'ın diğer tarafına geçtim.


"Bunyayya sayata yapıcas. Domateş şoşu yapıcaz. Biy de, şey... Menenem yapıcaz. Bize domateş veydikin için, şey, veydikin için... Teşekküy edeyim çiçek." Bitkinin yapraklarını pat patladı.


Dayanamayıp eğildim; boynundan birkaç kez, sesli bir şekilde öptüm. "Ya ne istiyorsun sen?" dedim tatlı bir tavırla. "Seni yiyip bitirelim istiyorsun, değil mi? Seni mıncıralım, gıdıklayalım istiyorsun."


"Hayıy." deyip güldü, kollarımın arasından kaçıp domateslerin ikinci sırasına girdi ama bir anda durdu, bir şey ki gördüğünü anlamak için eğildiğimde yeşil, olgunlaşmamış bir domatese baktığını gördüm.


"Hııı... Baba, haya!" Ben neye şaşırdığını biliyordum ama Gökhan farkında değildi, kaşları çatılırken eğildi hemen. "Ne oldu?" diye sordu Minel'in sırtına elini koyup. "İyi misin?"


Kaşlarımı çatıp doğruldum. Gökhan her zaman, baba olduğunu kabullenemediği zamanlarda bile Minel'e dikkat eden, onun için evham yapan biri olmuştu ama sanki, son zamanlarda bu, aşırı bir boyuta ulaşmıştı. Diken üstündeydi.


"Domateş yeşiy! Neden böyye? Bosuk mu? Napıcas? Yemicez mi? Ama, şey... Şey... Yemeşşek üzüyüy. Napıcaz? Menenem yapşak? Sonya... Yeşiy mi oyucak menenem? Şey... Yeşiy menenem... Yeşiy menenem yeyşek... Yeyşek haşta mı oyuyuz? Cevap veyiy mişin babacım?"


"Bozuk değil bebeğim, daha tam olmadı. Vakit geçtikçe kırmızıya, yani normal rengine dönecek. Biz de o zaman yiyeceğiz, şimdi onu bırakalım, olur mu?"


"Tamam." Diğer domateslere döndü, dikkatinin bizden uzaklaşmasını fırsat bilip Gökhan'a baktım. "Sen benimle gelsene." dedim elimi koluna koyup.


"Olmaz, Minel'e bakıyorum."


Derin bir nefes aldım. Kuzey, Doruk, Arda ve Ayaz arkamdalardı; domates toplamakla ilgilenmedikleri için tarlanın başında bekliyorlardı. Bir el işareti yaptığımda yanıma geldi dördü de. "Minel'e çok dikkat ediyorsunuz bebeklerim, ben Gökhan'la bir şey konuşacağım, gözünüzü üzerinden ayırmayın, soru sorarsa da cevap verin, tamam mı?"


Bahanesi kalmayan kardeşimi kendimle sürükleyecektim ki "Tamam." dedi bıkkın bir nefes verip. "Bekle." Eğildi. "Babacığım?"


Minel kafasını kaldırınca birkaç metre arkamızdaki armut ağacını işaret edip konuştu. "Ben şu ağacın yanında olacağım, tamam mı? Domates toplayışını oradan izleyeceğim, ne zaman istersen yanıma gelebilirsin."


"Tamam babacım." 


Doğruldu, kolunu tutup onu çekmeye başladım. Ben güçlü bir kadındım, düzenli olarak spor da yapıyordum ama gelmek istemeseydi onu sürükleyemezdim, en azından ablası olduğum için sonsuz kredim vardı.


"Ne oldu?"

Derin bir nefes aldım. Konuya nasıl giriş yaparsam öfkesini, fevriliğini üzerime çekmeyeceğimi düşünüyordum. "Sence de..." dedim yavaşça. "Minel için biraz, sadece biraz fazla evham yapmıyor musun?"


"Hayır." diye cevap verdi anında. "Daha çok küçük, kollanmaya ihtiyacı var, ben de öyle davranıyorum."


İtiraz ettim. "Öyle davranmıyorsun Gökhan. Fazla evhamlısın ablacığım, cidden söylüyorum."


Cevap vermek için ağzını açtığı sırada abimler geldiği için bir şey söylemedi. "Ne oldu?" diye sordu Hakan abim. "Ciddi bir şey konuşuyor gibi gözüküyorsunuz."


Destek bulabilme umuduyla açıkladım. "Gökhan'a fazla pimpirikli olduğundan bahsediyordum. Cidden öyle değil mi? Hepimiz tüm çocukların üzerine titriyoruz, tamam. Minel'e de ekstra dikkat ediyoruz, evet ama... Bakma bana öyle Gökhan, Minel sadece sana seslense bile her yerini kontrol ediyorsun, sürekli ateşine bakıyorsun, görüyorum."


"Bağışıklığı düşük, hasta olmasını istemiyorum."


Her şeye bir bahanesi vardı, derin bir nefes alıp abimlere baktım onların da bir şey söylemesi için. Hakan abim elini Gökhan'ın omzuna koydu. "Hale haklı." dedi anlayışlı bir sesle. "Başımıza gelenlerle mi alakalı? Riskler yüzünden mi bu kadar endişeleniyorsun?"


Cevap vermedi Gökhan, anladık ondan olduğunu. Birbirimize baktık. "Ablacığım..." dedim en sakin kalacağı kişi ben olduğum için. "Yapma, böyle yaşamayamazsın. Biz de çok korkuyoruz. Gerçekten çok korkuyoruz ama çocuklarımız için sakin kalmak zorundayız."


"Elimde değil." Yavaş konuşuyordu, içini dökecekti, hiçbir şey demedim, sözünü bir kez kesersek bir daha konuşmazdı.


"Halit Öz yakalansa bile... O kadınla adamı öldürenler var, onların kim olduğunu bilmiyoruz. Adam evimize nasıl girdiğini, sirke için kimle anlaştığını söyleyecek mi bilmiyoruz. Avukatla bile anlaşmışlar, ona bile ulaşmışlar. Onun yaptığını başkası da yapabilir. Minel'i evde tutayım, korumalarla olsun dersem de... Çocuk daha, oynamak istiyor. Pedagoğa gitmesi de lazım. Hem nereye kadar?"


Bayağı düşünüyordu, eski Gökhan cidden yoktu. Bu risklerle Minel'den önce karşılaşsaydık "Buluruz, kimse bizim ailemize bulaşamaz." derdi, gerekirse kendini tehlikeye atıp bulurdu bizi tehdit edenleri. Şimdiyse Hakan abim gibi enine boyuna düşünüyordu, hatta Hakan abimden bile beterdi, kafasında kötü durum senaryoları kurduğuna emindim.


"Halledeceğiz. Eve dönünce..." Derin bir nefes aldı Hakan abim. "Olanları biz de sorgulayacağız. Halit Öz'ün suçlu olduğuna ikna olup hiçbir şeyi bırakamayız. Önce Ceyda ve Aykut'un yanlarında çalıştığı aileyi sorgularız, sonrasında yaşadıkları apartmana gidip fotoğraf göstererek potansiyel şüphelilerini görüp görmediklerini anlarız. Ortadan kaybolan avukatı da polislere bir kez daha sorarım, ona ulaşırsak Minel'i Aykut'un nüfusuna kaydedenleri de bulmuş oluruz, ondan sonrası çorap söküğü gibi gelir."


Çok mantıklı konuşuyordu, Gökhan bir süre düşündükten sonra sessiz kalıp başını salladı. Az da olsa rahatladığını umuyordum, gülümseyip elimi koluna koyduğumda bana baktı. "Abla?" dedi ondan nadiren duyduğum, güçsüz bir sesle. "Minel'e..." Derin bir nefes verdi. "Minel'e bir şey olmaz, değil mi?"


"Olmaması için her şeyi yapıyoruz bebeğim." Kesin konuşmaktan kaçınıyordum, Nida'dan sonra bu konularda öyle konuşulmaması gerektiğini anlamıştım.


"Biz buradayız." Engim abim baştan beri sessizdi, bu tarz konularda çok endişeli oluyordu, konuşmama nedeni buydu. Ancak Gökhan ikna olunca ağzını açmıştı. "Bal kızımıza kim el uzatabilir?"


"Doğru." Omuzlarını dikleştirdi, bildiğim Gökhan'a döndü bakışlarına o soğukluk ve güç yerleşirken. Destek isteyen küçük kardeşimden nasıl bu haline evrilmişti, bunu nasıl o kadar kısa sürede yapmıştı hiçbir fikrim yoktu.


"Güneşim?" dedi tarlada iyice ilerleyen bebişimin yanına giderken. "Neler topladın? Görebilir miyim ben de?"


.


Gökhan Aktuna'dan


"Güneşim? Neler topladın? Görebilir miyim ben de?"


Başını kaldırdı, benim geldiğimi görünce toprağa dikkatlice basarak fidelerin arasından çıktı. "Göyebiyiyşin babacım!" dedi sepetini iki eliyle tutup öne uzatarak.


"Domateş topyadım. Sayatayık topyadım. Bibey de topyadım. Acı değiyyeymiş, babanem öyye dedi. Şey... Patateş kısaytmaşıyya... Şey, öyye yapayşak güzey oyuy. Öyye dedi babanem."


Sepetindekilere baktım. Her şeyin en küçüklerini toplamıştı, gülümsedim bu tercihine. "Çok güzel şeyler toplamışsın meleğim, bunlarla bir sürü yemek yapabiliriz."


"Geyçekten mi?"


"Gerçekten." Boynundan öptüm, geri çekilecekken dayanamayıp birkaç kez daha öptüm. Gülümsedi, artık eskisi kadar utanmıyordu, sevgi görmeye alışmıştı.


"Kediyeyi ne zaman göyücez? Biy de... Şey... Köpeki?"


"Şimdi görmek istiyorsan şimdi görelim."


Bir şey demedi ama parlayan gözlerinden belli oluyordu istediği. Sepetini aldım. "Bu tarafa gideceğiz." deyip yolu gösterdiğimde pıtı pıtı ilerledi. Yürüyüşünü yerdim.


"Kediyey ne yenk?"


"Bilmiyorum güzelim."


"Neden biymiyoyşun?"


"Bakmadım."


"Neden bakmadın? Kediyeyi sevmiyoy muşun?" Sanki bu soruya "Sevmiyorum." dersem kedilerin ne kadar güzel olduğuna dair uzun, tatlı bir konuşma yapardı. Bu konuşmayı duymayı çok isterdim ama kedi sevmeye sırf beni ikna edeceği için dikkatini vermemesini istemiyordum.


"Senin kadar sevmiyordum, o yüzden dikkat etmedim. Şimdi seviyorum, dikkat edeceğim."


Başını salladı, biraz sessizce yürüdük. Bazen böyle birlikte geçirdiğimiz anlarda sessiz kalıyorduk ama tuhaf, sıkıcı bir sessizlik değildi. Huzurluydu.


"Şuyaşı mı?"


Küçük kulübeyi gösterdiğinde "Evet." dememle koşmaya başlaması bir oldu. "Güzelim düşeceksin!" dedim endişeyle, yerler topraktı, dizleri çok acırdı, peşinden koştum, bir an yaram sızlasa da umursanacak bir şey değildi.


"Hıı, baba! Baba! Kedi, şey, kedi!" O kadar heyecanlanmıştı ki konuşamadı, elleri yumruk oldu, art arda nefes aldı. "Kedi, sayı kedi! Bak!" dedi ellerini sallayıp. "Bak! Sayı! Sayı!" Kedilerin ikisi de tekirdi, sarı dediği oydu ve şu an gerçekten çıldırıyordu onun için.


"Meyaba! Kediyey, meyaba! Ben geydim!"


Yanlarına yaklaştı hiç korkmadan, küçük olan kediye dokundu önce, tüylerini okşadı hayran hayran bakıp. Sonra bir anda sarıldı. "Yumuşacık!" dedi mutlu mutlu. "Babacım çok güzey! Patiyeyi vay!" Kıkırdayıp kediye sarılıyken sallandı, bu tepkileri bana çok tanıdık geliyordu, aynılarını ben de ona yapıyordum.


"Güzey kedi, cici kedi, şen çok şiyinşin." Başını kaldırıp diğer kedinin tüylerini de parmak uçlarıyla okşadı. Her okşayışında başka bir şey söylüyordu. "Usyu kedi, güzey kedi, bay kedi..."


Kollarımı kavuşturup kulübeye yaslandım, ona kesinlikle kedi almalıydım, gözleri parlıyordu tekirlere bakarken, telefonumu çıkardım cebimden.


Kime: Kâmil

Bana tekir kedi bul.

Yavru olsun.

Aşılarını falan yaptır.

Satın alma.

Sokaktan annesiz bir tane bulabilirsin.


Kaba bir adam olabilirdim, kedi görünce sevmiyor da olabilirdim ama kızıma bir kedi alacaksam da sokaktan alırdım.


"Köpek neyde babacım?"


Kedilerin kulübesinin açıldığı boş arazinin öteki ucundaki kulübeyi göstermeden önce önüne geçtim. "O köpeğe önce ben bakayım biriciğim, olur mu?" diye sordum. Bayağı büyük, korumacı bir köpekti. Beni tanıyordu, buraya gidip geldiğim olmuştu. Ters tepki vermezdi ama bir anda Minel'i -tanımadığı birini- görürse ne yapacağını kestiremiyordum.


"Toprak..." dedim kulübeye yaklaşırken. Rengi buranın toprağıyla aynı olduğu için bu ismi koymuştuk. "Ben geldim oğlum." Önce ses çıkmadı, bekledim. Minel bacağıma asıldı. "Neyede baba?" diye sorduğunda ben cevap veremeden Toprak kulübeden çıktı.


"Hııı..." dedi Minel ellerini bacaklarımdan çekip geri kaçarken. "Büsbüyük köpek! Baba, döneyim, yütfen."


"Ama güzelim, bir şey yok. Toprak bize zarar vermez; o bizi, evimizi korumak için burada. Korkma, bana güven, gel." Elimi uzattım, bir süre tereddütle baktıktan sonra elimi tuttu. "Ama koykunca dönüces, tamam mı?" diye sordu.


"Tamam babam."


"Sös vey."


"Söz."


Yere uzanan ve bize bakan Toprak'a yaklaştık. Adım attıkça sızlanıyordu ama elimi de bırakmıyordu, korkusunu yenmesini istediğim için ilerlemeye devam ettim. Toprak'ın tamamen yanına geldiğimizde "Biy şey yapmadı." dedi yavaşça. Kendini rahatlatıyordu. "Güzey köpek, cici köpek o. Biy şey yapmadı."


"Evet güneşim, yapmadı. Başını okşamak ister misin? Ben yanındayım, hatta istersen beraber okşayalım başını, olur mu?"


"Oyuy."


Tuttuğum elini Toprak'ın başına getirdim, tüylerine dokununca irkildi biriciğim ama elini çekmedi, çok cesurdu benim kızım.


"Tüyyeyi yumuşak."


"Evet babam, yumuşak."


Elini gezdirdim yavaşça. Kolunu her an çekecekmiş gibi durmayı bıraktı, Toprak'a merakla bakmaya başladı. "Meyaba Topyak, ben Miney, yütfen bana biy şey yapma." Kendini tanıtır tanıtmaz söylediği şey güldürdü beni.


"Şana bakmaya geydim. Biyasdan gidicem. Evine giymicem, bu yüzden kızmamayışın. Biy de... Şey... Şeni şevdim. Sen de şiyinşin. Bu yüzden aykadaş oymayıyız. Aytık aykadaşız."


Saçlarından öptüm, arkadaş olduklarını söylüyordu bir de. Nasıl bir iyilik yapmıştım ki Allah bana Minel'imi vermişti?


"Gökhan!.."


Babamın sesiyle başımı kaldırdım kaşlarımı çatıp, endişeli gibiydi. Yola baktım, hızla buraya geliyordu. "Baba, noydu?" diye sorduğunu duydum Minel'in, doğrulurken "Bir şey yok babam." diye cevap verdim. "Gel, kedileri sev sen."


Peşimden geldi, kedilerin yanına gittiğimizde babam da oraya gelmişti. "Ne oldu?" diye sordum biraz aksi, biraz da endişeli bir şekilde. Sesimi kıstım. "Minel'i korkutuyorsun."


"Avukat..." deyip bir nefes verdi. "Kaybolan avukat ölü bulunmuş." Duraksadım, Minel'in duyup duymadığını kontrol ettim, kedilerle oynuyordu. "Otopsi yapılacak ama duyduğuma göre..." Dudaklarını ıslattı.


"Ne, söylesene, ne oldu?"


"Siyanürle öldürüldüğünü söylüyorlar, Ceyda ve Aykut'un öldürüldüğü gibi."


Loading...
0%