Yeni Üyelik
10.
Bölüm

🐣43🐣

@imposiblety

Kuzey Aktuna'dan

"Baba?"

Kapıyı çaldığımda başını dosyalardan kaldırdı. "Efendim oğlum?" dedi gülümseyip. Çiftlikten apar topar dönmüştük, avukatın ölü bulunduğunu ve onu öldürenin Minel'in annesini öldürenle aynı kişi olabileceğini, amcamı vurduğu için yakalanan insanın asıl suçlu olmayabileceğini söylemişlerdi. Son bir iki gündür bu yüzden güvenlik önlemleri artırılmıştı ve babam sürekli çalışıyordu.

"Sana meyve getirdim."

Tabağımı görünce gülümseyişi büyüdü, önündeki dosyayı kapattı, boynunu esnetip ayağa kalktı. "Kendine yetecek kadar da getirdin, değil mi?"

Gülümseyip başımı salladım. "Evet." Babam ona yiyecek bir şey götürdüğümüzde o şeyi bizimle yemek isterdi, bu yüzden her seferinde iki kişilik hazırlardık.

İşlemeli, ahşap çalışma masasının önündeki koltuklardan birine oturdum; babam da karşıma geçti. Bir dilim elma alıp arkasına yaslanırken "Nasılsın?" diye sordu. "Bu aralar pek..." Bir vicdan azabı belirdi yüzünde. "Sizinle ilgilenemedim."

"Baba..." dedim sitemle. "Olanları biliyoruz, senin ne kadar yoğun olduğunu da. Önemli değil, inan bana."

"Soruma cevap vermedin."

Derin bir nefes aldım, inat etmeyip cevap verdim. "İyiyim, bu yaz bir yere gitmeme rağmen sıkılmadım. Minel'in etkisi olabilir. Arkadaşlarımla daha sık konuşuyorum, üniversiteden mezun olunca ne yapacağımı düşünüyorum."

"Son dediğini düşünmene gerek var mı?" Gülümseyip masanın üzerindeki dosyaları gösterdi. Babam işletme mezunuydu, üniversite biter bitmez dedemin yanında çalışmaya başlamıştı. Ben de işletme okuyordum ve içten içe, hepsinin aynı şeyi benden beklediklerini biliyordum.

"Yok, biliyorum ama... Bilmiyorum, ilk tecrübemi başka bir şirkette edinmek istiyorum galiba."

Kızmadı babam, şaşırmadı, zaten böyle tepkileri ondan kesinlikle beklemezdim. "Olabilir, nasıl mutlu olacaksan öyle yaparsın, istediğin kariyeri yaşamak senin hakkın. İstersen kendi şirketini bile kurabilirsin, belki ihalelerde rakip oluruz."

"Aktunaların parasıyla şirket kurup Aktunalara rakip mi olacağım? Pek mantıklı gelmedi."

Gülüp yeni bir meyve dilimi daha aldı. "Doruk nerede?" diye sordu bir anda. Kaşlarını hafifçe çattı. "Onun da başka bir meyve tabağıyla peşine takılması gerekiyordu."

Doruk küçüklüğümüzden beri benim peşimde dolanır, ne yaparsam aynısını yapmaya çalışıp babama "Benimki daha güzel oldu, değil mi?" diye sorardı, babam hiçbir zaman istediği cevabı ona vermeyip ikimizin yaptığı şeyin de farklı yönlerde güzel olduğunu söyleyince de kollarını kavuşturup bir köşeye çekilirdi. Gidip babam bir yanağından, ben bir yanağından öpünceye kadar da orada kalırdı.

"Ayaz'a playstation oynuyorlar, Minel'i ve Arda'yı da yanlarına almışlar."

"Umarım küfretmezler." dedi babam başını iki yana sallayıp. Bir şey diyemedim, garanti veremiyordum, Doruk şaka yaparken küfredebilen bir insandı, Minel geldiğinden beri bu özelliği törpülense de aklı oyundayken kendine engel olacağından şüpheliydim.

"Sen nasılsın baba?" diye sordum bir anda. "Hep benden konuştuk."

Her zamanki gibi gülümsedi. "İyiyim oğlum." dedi sımsıcak bir sesle. "Kötü olmam için bir neden yok." İnanamazca baktığımda "Gerçekten." diye diretti.

"Başımızda bazı felaketler döndüğünün farkındayım ama şükürler olsun ki hiçbirimize bir şey olmadı, hâlâ gülebiliyoruz, mutluyuz, güvenlik önlemlerini bir sorun olmadan alabiliyoruz. Bunlar benim iyi olmam için gayet yeterli, sence de öyle değil mi?"

"Asla kendini düşünemiyorsun." Uzun süredir aklımı kurcalayan ufak şeyleri soracaktım. "Büyük kardeş olduğun için mi böyle? Yani... Çocukken de mi böyleydi? Herkesi kollar mıydın?"

Düşündü bir süre, kaşları çatıldı ama çehresi sertleşmedi, dalgalı saçlarından çıkan bir tutamı yerine geri iterken "Galiba." diye cevap verdi yavaşça. "Galiba herkesi kolluyordum, evet. Büyük kardeş olmamın etkisi olabilir, karakterimin de bir yansıması vardır, birçok etkenin birleşimi gibi düşünebilirsin."

"Yorulmuyor musun hep böyle olmaktan?"

"Bazen düşünmeyi bırakabilmek, rahatlayabilmek istiyorum." diye itiraf etti. "Bazen bunu yapabiliyorum ama genelde..." Masasındaki sebze suyuna uzanıp bir yudum aldı. "Sizi gözlemliyorum."

Hiç kimseye söylemediği şeyleri bana söylüyordu şu anda, kendimi çok değerli ve büyümüş hissettim, dikkate alınıyordum, sorularıma cevap veriliyordu.

"Eğer birisi rahat edemiyorsa sen de rahat edemiyorsun, herkes mutlu olmalı, hiç kimseyi rahatsız eden bir faktör olmamalı."

Güldü hafifçe. "Yerinde bir tahmindi." diye mırıldandı. "Kendinden biliyorsun, değil mi?" Başımı salladım, babamla karakterlerimiz zaten benziyordu, üstüne üstlük ikimiz de kuşaklarımızın en büyüğüydük, bu durum bizi daha da benzer yapıyordu.

"Senin işin daha zor." dediğinde anlamadığım için açıklama istercesine yüzüne baktım, nasıl gözüktüğümü bilmiyordum ama koltuğunda öne gelip gülerek saçlarımı karıştırdı.

"Doruk, Arda, Ayaz ve Minel; hepsi birbirinden çok farklı. Engin, Hale ve Gökhan da farklı ama aynı şey değil. Hale ve Engin ne yapıyorlarsa beraber yapıyorlardı, onları kontrol etmek kolaydı. Gökhan..." Durdu, derin bir nefes verip başını iki yana salladı. Güldüm, defalarca dinlemiştim Gökhan amcamın babamı hayatının her döneminde nasıl uğraştırdığını.

"Ona bir şey diyemeyeceğim, seni o kadar zorlayacak biri yok ama genel olarak, çok farklı insanlara abilik yapıyorsun." Burukça gülümsedi. "Yaralı insalara abilik yapıyorsun, kendin de yaralısın."

Söyledikleri o kadar ani ve doğruydu ki itiraz edemedim, kardeşlerime takındığım "Ben iyiyim." maskesini bulamadım.

"Çok iyi bir iş çıkarıyorsun babam, mükemmel bir abisin, beni defalarca şükrettiren bir evlatsın ve iyi bir insansın, çok iyi bir insansın. Çabanı görüyorum ve her seferinde ne kadar başarılı olduğuna hayran oluyorum; bu kadar güzel bir evlat olduğun için, benim oğlum olduğun için teşekkür ederim."

Babam her zaman başarılarımızı takdir ederdi. Onun başardığının binde birini bile başarsak dünyaları ona vermişiz gibi davranırdı. Tüm iş yoğunluğunun arasında bile hem benim etkinliklerime hem de Doruk'un etkinliklerine gelirdi, seyirciler arasında durup bizi ilk alkışlayan kişi o olurdu. Kısacası onun tarafından tebrik edilmeye alışıktım ama meyve yemek, hafifçe de sohbet etmek için geldiğim sırada bu kadar derin sözler duymayı, bu kadar net bir şekilde okunmayı beklemiyordum.

Şaşkınlığımın, duygusallığımın ilk baştaki büyük dalgalarından sıyrılınca gülümsedim. "Sen de çok iyi bir babasın, iyi ki babam sensin." Başka bir şey diyememiştim, son cümlem her şeyi özetliyordu, iyi ki babam Hakan Aktuna'ydı, hayatım boyunca şükrettiğim başlıca şeylerden olmuştu.

"Ne yapıyorsunuz burada, bensiz?"

Doruk kapıyı ayağıyla ittirerek içeri girince tüm yoğun atmosfer kayboldu, babamın yanına geçip koltuğun arkasından kolunu boynuna dolarken "Merhaba babam!" diye yükseldi. "Sana da merhaba abi." dedi sonradan, çok kısık bir sesle. Bu haline güldüm, hiçbir zaman vazgeçmeyecekti çocuksuluğundan.

"Konuşuyordum oğlum, sen bizsiz ne yapıyordun?"

"Bir bilsen baba neler geldi başıma!" dedi dramatik bir tavırla ikili koltuğa kendini atarken. Bu çocuk nasıl üniversite sınavına hazırlanacaktı hiçbir fikrim yoktu, bir denemede kötü yaparsa kendisini çimlere atacakmış gibi duruyordu. Gerçi benim kardeşim kötü yapmazdı, dersleri çok iyiydi ve konu okul olunca ciddiydi. Hazırlık okuduğu için normalden bir sene geç gittiği on ikinci sınıf başladığı an disiplinli bir şekilde çalışacağına emindim.

"Neler geldi oğlum? Anlat bakalım, dinliyorum."

"Biz Ayaz'a oyun oynuyorduk, masum bir şekilde." Masum olmadıklarında emindim ama bozmadım. "Çok adil bir oyundu, her şey güzel gidiyordu, ben kazanıyordum. Peki sonra ne oldu? Ayaz bir anda 'Doruk abin boynundan gıdıklanıyor.' dedi. Ne olduğunu anlayamadan bir baktım ki Minel kucağımda, boynumu gıdıklamaya başladı, Ayaz da oyunu aldı tabii."

İkimiz de güldük, hem anlatışı komikti hem de Ayaz'ın Minel'i kullanışı.

"Doyuk abicim?"

İyi insan lafın üstüne gelirdi. Kolunda tavşanı, kırmızı kalpler olan toz pembe şortu ve tişörtüyle içeri girdi. Saçları iki yandan, kalpli tokalarla toplanmıştı. Çok öpülmelik, mıncırmalık duruyordu.

"Üzüydün mü abicim?" diye sordu masum masum Doruk'a yaklaşırken. "Neden üsüydün? Gıdıkyanmayı sevmiyoy muşun? Ama sevdikim için yaptım."

Doruk güldü bu açıklamalara. "Ya fıstığım..." deyip kucağına aldı Minel'i, dizlerine yatırıp birkaç kez boynundan öptü. "Yiyeceğim seni, yiyeceğim!" diye yükseldi. Hak veriyordum, bu sefer dramatiklik yapmıyordu.

"Üzüymedin mi? Kısmadın mı?"

"Üzülmedim, kızmadım. Yani, sana kızmadım. Ayaz abine..." Öksürdüm. "Ayaz'a, Ayaz'a, ikizine..." diye düzeltti telaşla. Minel Ayaz için abi dememizden hoşlanmıyordu. "Kızdım."

"Ama, şey..." dedi Minel, kafası karışmıştı, yüzünden belliydi. "Şey... Ayas dedi ki... Biz ikisis, o yüsden... Şey... Biy şey dedi, unuttum. Ama... Şey, hep yan yana oyucaz dedi. Biyimiz... Biyimiz mutyu oyuyşak... Oyuyşak diğeyi de mutyu. Öyye dedi. Biyimiz üsgünse... Öyye. O yüsden ona kızayşan... Kızayşan... Bana da kısıyoyşun." Başını salladı.

Kaşlarımı kaldırıp babama baktım, gülüp omuz kaldırdı yapabileceği bir şey olmadığını göstermek için. Ayaz bulmuştu tüm azarlardan kurtulma yöntemini, tebrik etmek lazımdı.

Doruk başını kaldırdı. "Çakala bak, cidden çakal!" Şaşkındı, emindim ki neden bunun kendisinin aklına gelmediğini düşünüyordu.

"Çakay? O ne? Güzey biy şey mi?"

"Bir hayvan fıstığım."

"O zaman güzey."

Kaşlarımı çattım aniden gelen düşünceyle, Minel'i inceledim. Büyüyünce veteriner mi olmak isteyecekti? Tüm hayvanları seviyordu, kedilere bayılıyordu. Neyse, önemi yoktu, benim prensesime tüm meslekler yakışırdı.

"Başka ne dedi Ayaz?" diye sordu Doruk. Minel'in gözleri büyüdü, heyecanla anlatmaya başladı. "Gündüs uyanınca, şey, uyanınca onu öpücem. O da beni öpücek. Sonya... Sonya sayıyıcaz. Beş kes!" Dört parmağını gösterdi, eline baktı, beşinci parmağını da açtı.

"Oyun oynayınca, şey, aynı yeyde oyucaz. Düşman oymucas. Öyye dedi."

Ayaz'ın "ikiz kuralları" adı altında neler söylediğini kaşlarım kalkık bir şekilde dinledim, güzel uydurmuştu.

"Ne güzel kurallarmış bunlar, abilerine de var mı bu kurallardan?"

Başını iki yana salladı. "Hayıy, ikis kuyayyayı. Abiyey faykyı. Abi, şey, abi demek ki büyük. İkiz demek ki çocuk."

"Ben de istiyorum ama." dedi Doruk suratını asıp. Biliyordu Minel'in merhametini, istediğini yaptırmak için oraya oynuyordu, babamla bize de aynısını yaptığı için biliyordum.

"Ama Doyuk abicim..." Minel'in sesi normalden de tatlıydı, başını Doruk'un göğsüne yaslayıp ellerini onun kahverengi saçlarına uzattı. "İkizim Ayas, şen benim abimşin. Çok sevdikim abim!" Bu prenses nazlanarak, güzel şeyler söyleyerek Doruk'u kandırmaya mı çalışıyordu? Doğru mu anladım diye babama baktım, gülerek başını salladı, halamdan alışkındı herhalde.

"Biy tanecik Doyuk abim, canım Doyuk abim, bay Doyuk abim..."

Doruk güldü, Minel'in boynundan birkaç kez öptükten sonra başını kaldırıp bize baktı. "Beni kandırmak için yaptığını biliyorum ama yine de hoşuma gidiyor."

"Kandıymıyoyum!" diye itiraz etti ufaklık. "Abimşin şen, di mi? Hakan amca, öyye di mi? Neden kandıyıyoyum dedi Doyuk abim? Doyuk abi, neden öyye dedin?"

Kollarımı kavuşturup arkama yaslandım, yeterli bir açıklama yapmadığı sürece Minel'in kıskacındaydı ve buna dahil olmaya niyetim yoktu.

"Kandırmak derken... Yani... Şirin davranıp bana istediğini yaptırmaya çalışıyorsun ya, onu kastettim."

Bize döndü Minel. "Öyye mi yaptım?"

"Evet prensesim."

"Evet güzelim."

İkna olmuştu, ses çıkarmadı, Doruk bir kez daha gülüp öptü onu. "Bal bu kız, bal!" dedi en sonunda. "Engin amcamın ayı demesine ilk kez kızmıyorum, adam haklıymış!"

.
.
.

Gökhan Aktuna'dan

"Sakin olacaksın Gökhan, tamam mı?"

Cevap vermedim, bu soruya "Tamam." dememi beklemeleri bile saçmaydı. İstediğim bilgileri alamazsam öfkeden çıldıracaktım, herkes bunu biliyordu.

O kadın ve adamın -Ceyda'yla Aykut'un- eskiden çalıştığı eve gidiyorduk, adama sorular soracaktık, önceden haber vermiştik, soyadımızı duyunca hemen kabul etmişti, anlaşma gibi bir şey bekliyordu galiba.

Eminim yapardı o anlaşmayı.

Direksiyonu sıkıp bıraktım, çiftlikten dönmemizin üzerinden dört gün geçmişti. Bu dört günde avukatın siyanürle öldürüldüğü kesin olmuştu, daha sonra ne yapacağımızı planlamıştık tamamen. Bu adama gidecektik, bir şey biliyor mu soracaktık, konuşacaktı, komşulara gidecektik, onlara da aynılarını yapacaktık.

Üç katlı, küçük bahçeli, müstakil bir eve girdik. Evin kapısının önünde bizi bekliyorlardı, arabayı görünce bahçeye indiler. "Hoş geldiniz." dedi adam gülümseyerek. Cevap vermedim, belki onların da haberi vardı Minel'e nasıl davranıldığından ama bir şey yapmayı istememişlerdi.

Adamın yüzü düştü benim soğukluğumla. Hakan abim bunu görünce "Hoş bulduk." dedi sıcak bir tavırla. Abimi tanıyordum, gözlerinden belliydi samimi olmadığı.

"Buyrun, arka bahçeye geçelim. Çardağı hazırladık." Ablam önden ilerledi, mermer yolda topuklu ayakkabıları ses çıkarıyordu, duyulan tek ses de oydu. "Buyrun lütfen, buraya."

Engin abim bir yanıma, Hakan abim bir yanıma geçti. Bunu öfkelenirsem beni tutmak için yaptıklarını biliyordum, boşuna uğraşıyorlardı, işe yaramazdı, söz konusu güneşimdi.

Arkamızdan gelen korumalar çardağın etrafına dizildi. "Önlem." demekle yetindi abim. "Meraklanmayın, varlıklarıyla yoklukları birdir."

Bir süre sessizlik oldu, boynumu yana esnetip derin bir nefes alırken gözlerimi bahçede gezdirdim. Karşıda bir oyun alanı vardı, pembe ve mordu, bir kızları vardı herhalde.

"Bundan yemek ister misiniz?" diye söze başladı kadın, bir tabağı işaret etti. "Şu kurabiyeler de çok güzeldir, özel tari-"

"Yemek faslını geçelim." dedi ablam. Buz gibi gözlerini kadının üzerinde gezdirdi, dudağının bir kenarı kıvrıldı, onu küçümsüyormuş gibiydi. "Siz bize anlatın, evinizde üç yaşında bir kıza nasıl davranıyordunuz?"

Sırtımı dikleştirdim, ablam bir şey biliyordu sanki, ona baksam da bana dönmedi, kadına bakıyordu hâlâ.

Kadın duraksadı, adama baktı, yutkundu. "Hangi üç yaşındaki kız?"

"Biliyorsun kim olduğunu, safa yatma ve açıkla çünkü benim, yeğenimden duyduklarım hiç hoşuma gitmedi."

"Ne duydun?" Engin abim sormuştu bu soruyu, ben ne zaman ne öğrendiğini tahmin etmeye çalışıyordum. Bunlar da mı benim meleğime kötü davranmışlardı? Anne babası sahip çıkmayan bir çocuğa herkes mi tekme vururdu? Nasıl kıymışlardı benin güzelime?

"Laf açıldı, ben de biraz üzerine gittim ve kapalı bir şekilde bir şeyler öğrendim. Bana bebekleri olduğu için çok mutlu olduğunu söyledi, başka birinin odasında görmüş ve çok istemiş. Biz evde ona bebeklere dokunduğu için kızmayınca, bağırmayınca çok mutlu olmuş. Bebeklere dokunduğu için kızmayınca... Annesinin ona bebek aldığını sanmıyorum, ne gördüyse burada görmüştür, kızanların kim olduğu da belli."

Elimi yüzüme götürdüm, alnımı sıvazladım. Şu an çıldıramazdım, öğreneceğimiz bilgiler vardı. Sakin olacaktım, sakin olmalıydım, sakindim.

Değildim.

"Kaç yaşındaydı bebeklere dokunduğunda?" diye sordum elimi masaya vurmamak için yumruk yaparken. "İlk dokunuşunda kızmışsınızdır, ondan sonra da daha dokunmamıştır. Kaç yaşındaydı?"

Bebeklerinin onun olduğunu söylediğimde nasıl mutlu olduğu geldi aklıma. O zaman anlamamıştım, demek bu yüzdendi.

"Kaç yaşındaydı, söylesenize!" diye çıkıştığımda "İkiden fazlaydı!" dedi kadın çok büyük bir yaş söylüyormuş gibi. "Tam ayını bilmiyorum ama ikiden fazlaydı."

Derin bir nefes aldım geriye yaslanırken, başımı kaldırıp çardağın ahşap tavanına baktım. İki yaşında bir çocuğa nasıl kızabilirlerdi?

"Evinizdeki eşyalara çalışanınızın çocuğunun dokunmasını istemeyebilirsiniz ama bunu çalışanınızı uyararak yaparsınız, iki yaşında bir çocuğa bağırarak değil, bu ne akla ne vicdana sığar."

Hakan abimin söyledikleri daha da öfkelendirdi beni. "Çekil, çıkacağım." dedim ona bakıp. "Bir şey yapmayacağım, dolaşacağım." diye ekledim direkt kalksın diye.

Oturaktan kalkar kalkmaz tur atmaya başladım çardağın önünde, buradan konuşmaları duyardım, yakındım. "Devam edin." dedim elimi sallayıp. Yüzlerine bakmıyordum o ikisinin, dua etmelilerdi onlara ihtiyacımız olduğu için, yoksa şimdi arardım babamı şirketlerini mahvetmemiz gerektiğini söylemek için.

Neyse, bir saat daha fazla zengin kalacaklardı.

"Ceyda ve Aykut hakkında ne biliyorsunuz? Bir şey dikkatinizi çekti mi?"

"Nasıl bir şey?" İlk kez konuşuyordu adam, başımı yana yatırıp ensemi ovuşturdum. Sesi bile... Tamam, sakin kalacaktım. Minel'i düşünmeliydim. Meleğimi... Gülüşünü, kedi görünce heyecanlanışını, oyun oynayışını... Tamam, sakindim.

"Tuhaf bir durum, kavga ettikleri bir insan..."

Ellerini ovuşturdu adam. "Yani..." dedi yavaşça. Ben onlarca insan görmüştüm, bu adam bir şey saklıyordu. "Aykut'un bize bir yanlışı olmazdı ama diğer çalışanlarla geçinemezdi, yine de işini iyi yaptığı için onu kovmuyorduk."

"Sizden ekstra para istedikleri oldu mu?"

"Tabii ki hayır." dedi kadın rahatsız bir tavırla. Durdum, çenemi sıkıp adama baktım, onun yüz ifadesi... Bu adam o kadınla adama para vermişti. "Neden verelim ekstra para?"

"Kocan vermiş." Çardağın merdivenlerine çıktım, ellerimi ceplerime koyup adama baktım. "Yalan söylemeye çalışma, beni uğraştırma." Bir basamak daha çıkıp masanın başında dikildim, adamı süzdüm. "Neden Ceyda'yla Aykut'a para verdin?"

"Vermedim."

Minel'i düşün, sakin ol.

Minel'i düşün, sakin ol.

Minel'i düşün, sakin ol.

"Yalan söyleme dedim, değil mi?" Elimi cebimden çıkardım, adamın omzunu silkeledim elimin tersiyle. "Sen biraz safa benziyorsun, belki anlamamışsındır."

Sakindim, fazla sakindim, ablam "Gökhan..." dedi endişeyle. "Sakin ol." Umursamadım.

'Bahsettiğimiz o üç yaşında kız benim kızım, Minel Aktuna. Onun için yapamayacağım şey yok, onu üzen insanlara öfkemin..." Gülümseyip omzunu sıktım, yüzü kızardı, yutkundu. "Bir ölçüsü yok. Ben o öfkemle burayı başına yıkmadan önce bana gerçekleri söyle, zaten o gerçekleri her türlü söyleyeceksin, işimi zorlaştırıp beni daha da sinirlendirme."

Köşede sehpa gibi bir şey vardı, çekip üzerine oturdum. "Söyle."

Kadına baktı, sonra abimlere. "Kimse sana yardım etmeyecek." dedim boynumu yana eğerken. "Beni daha fazla öfkelendirmeden!.." Sesim her kelimede yükselmişti, gözlerimi kapattım, bir küfür mırıldanıp ayağa kalktım. "Konuş artık!" diye bağırdığımda "Onlar işi bırakmadan önce..." dedi hızlıca. "Bırakmadan önce para verdim. Başka birinin hesabından verdim."

Hakan abime baktım. "Başka birinin hesabından derken?" diye sordu.

"Yaşlı bir kadın." Ensesini ovuşturdu. "Adını hatırlamıyorum, ben ilgilenmemiştim, muhasebecilerden biri... Başka birinin hesabından olsun istedim çünlü bu parayı verdiğimin öğrenilmesini istemiyordum."

"Neden istemiyorsun? Neden verdin o parayı? Kaçamazsın bu sorulardan. Ya söyleyeceksin ya söyleyeceksin."

Ona şaşkınca bakan karısına baktı, yutkundu. "Bir anlık bir şeydi." dedi yalvarır gibi. Kaşlarımı kaldırdım. Bir aldatma vardı demek, olay ilginçleşiyordu. Kollarımı kavuşturup sırtımı çardağın ahşabına yasladım.

"Ne diyorsun sen? Ne bir gecelik şeyi? Dalga mı geçiyorsun benimle? On beş yıldır evliyiz biz, on beş yıl!"

"Bir an gaflete düştüm, affet." Gözleri doldu, bize baktı. "Gördüler, Aykut gördü, para istediler, ben de verdim." Karısına döndü. "Seni kaybetmek istemedim, ben seni seviyorum, yemin..."

"Yemin etme!" diye bağırdı kadın ayağa kalkıp. Ellerini adamın tişörtünün yakasına koydu, benim bir şey yapmama gerek kalmayacaktı bu gidişle. "Nasıl yaparsın sen bunu, nasıl? Kızımız var bizim, kızımız var! Benden utanmadın, ondan da mı utanmadın?"

Ablam bir kulağını kapattı. "Bu nasıl bir frekans?" dedi aynısını yapan Engin abim. "Mahvetti bizi." Dudağımın kenarı kıvrıldı, üzülmüyordum, kötü kalplilikse öyleydi. Benim kızıma kötü davranmışlardı ve şimdi bedelini evlilikleriyle ödüyorlardı, birkaç güne kalmadan paraları da gidecekti.

"Bir anlık gafletti, diyorum. Ben kızımıza bunu yakıştıramam, bir seferlik bir şeydi. Geçti, gitti."

"Geçip gitti mi?" Güldü kadın, kahkahalarla güldü. Bir de bana dengesiz, fevri diyorlardı; bu kadın neydi o zaman? "Geçip gittiğini san sen, mahvedeceğim seni, her şeyini alacağım boşanırken." Telefonunu masadan alıp çardaktan çıktı, adam peşinden gitmek istedi ama korumalar önünü kesti.

"Otur." dedim yaslandığım yerden doğrulmadan. "Bitmedi." İtiraz etmeden oturdu, ben istemeden buradan çıkamayacağını anlamıştı korumalar ben bir talimat vermediğim halde önünü kesince.

"Başka bir para verdin mi onlara? Sadece bu aldatma için miydi?"

"Evet, evet. Maaşları dışında bir tek bu. Başka bir şey vermedim."

"Peki zengin mi takılıyorlardı?" Adam ablama baktı, gözlerimi ondan ayırmadım, Engin abimle Hakan abim de daha çok odaklandı, gözü ablamın gözlerinden ayrılırsa mahvederdik onu.

"Anlayamadım."

Gözlerini devirdi ablam. "Karını aldatmayı biliyorsun ama bir cümleyi mi anlayamıyorsun?" diye kızdıktan sonra açıkladı. "Yaşantıları senin onlara verdiğin maaşın yaşantısı mıydı?"

Adam bir süre düşündü. "Pek sayılmaz." diye mırıldandı. "Marka giyiyorlardı, bayağı bir geziyorlardı. Ben de anlamıyordum ama beni ilgilendirmez sonuçta, sormadım."

"Zaten seni ne ilgilendiriyor ki?" Engin abimdi bunu diyen. "Evindeki çocuğa nasıl davranıldığını bilme, karını ve kızını umursama, bunu da bilme. Ne işe yarıyorsun sen?"

Benden sakin kalmamı isteyenlerdi bunlar, bu cümlelerden sonra hiçbir şey diyemezlerdi bana, yumruğumu masaya dayayıp parmaklarımı çıtlattım. Adam önce elime, sonra bana bakınca "Bittin." dedim normal bir ses tonuyla. "Sokaklarda sürüneceksin."

"Yapmayın, etmeyin." Telaşla masaya baktı, abimlere, ablama. "Ablama bakma!" diye kızıp elimi omzuna koyduğumda "Tamam!" dedi hemen. "Tamam, bir an yanlışlıkla baktım."

"Senin gibi birinin gözü bana yanlışlıkla bile değemez." dedi ablam iğrenir gibi. Aldatılmak kırmızı çizgisiydi Ceyda'yla olanlardan sonra, işime geliyordu, benim kadar nefret etmişti adamdan.

"Yapmayın." dedi bir kez daha. "Bir hata yaptım ama... Minel'e sesim çıkmadı benim, yemin ederim."

"Bir de çıksaydı..." Güldüm. "Senin ona sesin çıksaydı ne olurdu zannediyorsun? Sakin bir adama mı benziyorum ben? Baksana bir bana, bak! Benim kızıma bağırsaydın, onu korkutan sen olsaydın..." Devam etmedim, kafasında tamamlardı ne demek istediğimi.

"Ben bir tek para attım. Öncesinde de başlarında biri var mıydı, bir belaya bulaşmışlar mıydı bilmiyorum. Yemin ederim, tüm bildiklerimi söyledim."

Hakan abim ayaklandı, adamı süzdü. "Yemin edip durma." dedikten sonra çardaktan çıktı. Ablamla Engin abimin gitmesini bekledim, ablam çıkmadan önce "Hırpalama." diye uyardı. "Böyle bir anda onunla uğraşmayalım."

Öfkem tam tersini söylese de bir şey yapmadan ben de çıktım, şu an karakolluk olamazdım. İnci tanem yalnız kalamazdı, ben sakin kalacaktım.

"Komşulara ne zaman gideceğiz?"

Ablama baktı Hakan abim. "Önce şu adamın dediklerinin doğruluğuna bakalım, emin olalım, sonra onlara gideriz."

"Yapacak çok şey var."

"Evet ama yaklaşıyoruz, yurtdışına çıkmalarını sağlayacak parayı kimden bulduklarını öğrendik. Onları öldürenle Minel'i bizden saklayanın aynı kişi olduğunu da biliyoruz, bir şeyleri çözmemize az kaldı, sakin kalıp mantıklı düşünürsek hallederiz."

"Halit Öz?" Aklımda bu vardı günlerdir, düşünüp duruyordum, eğer suçlu oysa, kızımı benden uzak tutan oysa... Her şey çözülürdü, yakalanmıştı, yargılanacaktı. Ama değilse? Araştırıyorduk ama abimin dediği gibi çözülmeyebilirdi. Kimseyi bulamayabilirdik, ben meleğime hapis hayatı mı yaşatacaktım onlarca korumayla? Son günlerde pedagoğa bile gidememiştik, hep böyle mi olacaktı? Olamazdı. Ben bebeğime bunu yapamazdım.

"Onun yeri ne bilmiyorum ama bulacağız. Suçlu o değilse de suçluyu bulacağız, her şey çözülecek, tamam mı?"

.
.
.

Şimdi millet, ne olduğunu bir özetleyeyim, kafalarımız karışmasın, ben de her şeyi toparlayayım.

Ceyda ve Gökhan evliydi, bunlar birkaç aylık evliyken Gökhan aldatıldığını öğrendi ve boşandılar. Boşandıklarında altı aylık evlilerdi, Ceyda üç aylık hamileydi. Minel'in doğduğunda Gökhan'ın nüfusuna geçmesi gerekiyordu ancak biri bunu engelledi ve onu Aykut'un nüfusuna geçirdi, büyük ihtimalle güçlü bir insan, bu cepte dursun.

Ceyda ve Aykut patronlarını eşini aldatırken görüp ondan para aldılar, patronları parayı yaşlı bir kadının hesabından attı çünkü karısının para olayını öğrenmesini istemiyordu aldatmayla bağlantılı olduğu için, bu parayla Ceyda ile Aykut yurtdışına çıkıp ülke değiştirdiler ve Karadağ'da siyanürle öldürüldüler. Bunu kimin yaptığı hâlâ daha belirsiz.

Aktunaların bir avukatı vardı, bu avukat nüfusa geçirilme konusunu ve bunu birinin yaptığını Aktunalara söylemedi, söylemediği öğrenince de kayıplara karıştı ve birkaç gün önce ölü bulundu. Yine siyanürle öldürülmüş, kim yaptı bilmiyoruz.

Aynı zamanda sirke olayı ve vurulma var. Minel'i öldürmeye çalıştılar, sirkeyi bir şekilde -nasıl bilmiyoruz- eve soktular. Sonrasında otoparkta Minel'i vurmaya çalıştılar, bunu yapmaya çalışanlar "Sirkeyi beğendin mi?" diye bağırdılar, yani iki olayı yaptıran kişi bağlantılı, aynı kişi olabilir. Adamlar yakalanınca Halit Öz'ün -Gökhan'ın tam Ceyda Minel'e iki üç aylık hamileyken çevreye rezil ettiği bir adam- ismini verdiler. Aktunalar bu adamın gerçek suçlu olabileceğini düşünüyorlar çünkü rezil olunca Gökhan'dan intikam almak istemiş olabilir. Bunu yaptıysa bile Ceuda ve Aykut'un neden öldüğü belirsiz, bunu Halit Öz'ün yapıp yapmadığı belirsiz.

Umarım anlattıkların yardımcı olmuşturrrr.

Loading...
0%