Yeni Üyelik
11.
Bölüm

🐣44🐣

@imposiblety

Not: Psikolog veya psikoterapist değilim, internetten bulunan bilgiler de bir yere kadar işe yarıyor, dolayısıyla bölüm içinde yanlış bir bilgi elbette ki bulunabilir, anlayışınızı rica ediyorum.

.
.
.

Gökhan Aktuna'dan

"Eminsin, değil mi? Sürekli hapşırırsan Minel çok endişelenir canımın içi."

"Eminim." dedim bıkkınca. Sabahtan beri aynı şeyleri söylüyordu valide, arkadaki şeffaf çantada duran yavru kedi onu endişelendiriyordu. Minel'e kedi alacağımı söylediğimde bana kedilere alerjim olduğunu söylemişti. Beş dakikadan fazla kedi okşasam, tüylerine yakın dursam hapşırıyordum onun dediğine göre, çocukluğumdan biliyordu.

"Bahçeye kulübe yaptırdım, orada kalacak. Kedi tüylerine ben dokunmayacağım yani, Minel'in de üzerini değişirim kedinin yanından gelince."

"Tamam, mantıklı." diye mırıldandı, birkaç şey daha söyledikten sonra telefonu kapattık. Babam Minel'i benim evime götürmüştü, ben de oraya gidecektim, kediyle ona sürpriz yapacaktım. Kulübeyi de daha görmemişti, babama söylemiştim dikkatini dağıtıp Minel orayı görmeden eve girmesini.

"Önceden anlaşalım, kızımı fazla meşgul etmeyeceksin, benim de onunla oyun saatlerim var, anladın mı?" Aynadan tüyleri sarıya yakın kediye baktım kırmızı ışıkta durunca, yerinde durmuyordu hiç, Minel nasıl usluysa bu da öyle yaramazdı.

"Geldik." dedim eve gelince, meleğimin bana verdiği bir alışkanlıktı. "Biz geydik!" diyordu nereye gitsek.

Kedinin çantasını bir elime, eşyalarını diğer elime aldım. Aşıları yapılmış, tüm hastalıkları kontrol edilmişti. Sağlıklı bir kediydi, nasıl yemesi gerektiğini de bana anlatmışlardı, maması da çantasındaydı.

Minel çok sevinecekti.

Eve anahtarla girip üst kata çıktığımda bebeğimin cıvıl cıvıl sesini duydum hemen. "Bu oyunu oynayamayıs dedecim, döyt kişi oymamıs geyek. Bis iki kişiyiz. Babam ve... Şey, şey, Kâmiy amca geyiyşe oyuy."

"Kâmil amca mı?" diye sordu babam, ben de duraksamıştım bunu duyunca, ona amca dediğini bilmiyordum. "Amcaların duymasın bir tanem."

"Neden? Kızayyay mı bana?"

"Kızmazlar güzelim, amcaların sana hiçbir zaman kızmaz, seni çok seviyorlar. Sadece... Biraz kıskanabilirler."

"Kışkanabiyiyyey." diye tekrar etti Minel. Bir süre düşündü, soru soracaktı kesin, kediyi ve çantasını merdivenin yanına bırakıp -kedi ses çıkarıyordu- ilerledim, aralık kapıdan babamla kızıma baktım. Babam beni görünce sessiz olmasını işaret ettim, Minel'in dikkatinin dağılmasını ve soracağı şeyden uzaklaşmasını istemiyordum.

"Ne demek o? Ne oyuyoy, şey, kışkanınca?"

"Şöyle anlatayım dedeciğim." deyip biraz düşündü babam. "Sevdiğin bir insan başka biriyle yakın olunca onunla vakit geçirmek istediğin için o kişiyi kıskanabilirsin, tabii ki bunun için kimseye kötü davranamazsın, bu yanlış ama kıskançlık hepimizde olan bir duygu."

"Anyamadım." Bebeğimin cevabı çok hızlıydı, hafifçe güldüm. İçeri girer girmez öpecektim onu.

"O zaman örnek vereyim... Babanın başka bir kız çocuğunu sevdiğini, onunla oynadığını düşün."

Güneşimin yüzünü göremiyordum ama babam gülüp bana baktı.

"Neden oynucak babamya? Benim babam o. Beni şeviyoy. Oynayabiyiy ama, şey... Benden çok mu? Babamın kısı benim. Güneşim diyoy bana. Beni şeviyoy. Başka biyişiyye... Biyişiyye oynamas. Babam benim babam. Başka çocuku yok. Biy tanecikim ben, başka kısı yok babamın."

Minel'in kıskanç halini daha önce görmemiştim, gülüşüme engel olamadım, gerçekten bana çekmişti, kıskanç meleğimdi benim.

"Baba?" Gülüş sesimle bana dönmüştü, göz göze geldiğimizde "Babacım!" deyip ayaklandı. "Hoş geydin!" Eğilip hemen kucakladım onu, dikişlerim artık acımıyordu, bünyem güçlü olduğu için toparlanmıştım, doktor öyle demişti.

"Naşıyşın babacım? İyi mişin? Ben iyiyim. Şey, seni göydüm, daha iyi oydum."

Boynundan öptüm, birkaç saatte bile çok özlemiştim. "Ben de iyiyim biriciğim; seni gördüm, daha iyi oldum." Kolumu bacaklarının altına sardım, elini künyeme atarken kolunu boynuma sardı, yanağını omzuma yaslayıp babama baktı.

"Ne konuşuyordunuz?" diye sordum dinlememiş gibi. Başını kaldırdı "Şey..." dedi kaşlarını çatıp, öfkeli değildi, nazlı bir ifade vardı yüzünde. "Şen başka kısya... Başka kısya oynucak mışın? Cevap veyiy mişin babacım? Yütfen cevap veyiy mişin?"

"Nereden çıktı bu güzelim?"

Babama kaçamak bir bakış attı. Kısık bir sesle "Biymem." deyip tekrar konuştu, sitem ediyordu bu sefer. "Cevap veymedin babacım. Oynuyoy muşun başka kısya? Benden çok mu? Ama ben... Şey, ben şenin kızınım. Neden oynuyoyşun başka? Söyyey mişin?"

Bu hali çok sevimliydi, biraz daha onu böyle görmek istiyordum ama biraz daha cevap vermezsem fazla düşünecek, onu artık sevip sevmediğimi soracaktı. "Hayır babacığım, başka bir kızla oynamıyorum. Benim kızım sensin, ben seninle oyun oynamayı seviyorum."

"Geyçekten mi?"

"Gerçekten bir tanem, ben sana ne zaman yalan söyledim?"

Gülümsedi, yanağını omzuma yasladı. "Şöyyemedin babacım." dedi tatlı tatlı. "Sen yayancı değiyşin, yayan söyyemek kötü. Sen çok iyi... Çok iyi biy inşanşın."

Saçlarının arkasını karıştırıp şakağından öptüm. "Sana bir sürpriz yapacağım." dediğimde "Ne şüpyisi?" diye sordu hemen. "Ne şüpyisi? Söyyey mişin babacım? Ne saman yapıcakşın? Ne zaman göyücem?"

"Şimdi."

"Ne?" Sesini kalınlaştırmıştı, gözleri de büyümüştü. Onu yere indirdikten sonra "Hemen geliyorum." deyip salona çıktım. Kediyi aldım, çantasından ben çıkarmayacaktım hapşırmamak için, evde de durmayacaktı, kediye özel bir kulübe yaptırmıştım bahçeye.

"Bak, ne getirdim sana."

Çantaya baktı, görür görmez ağzı açıldı. "Baba?" diye sorarken sesi kısıktı. "Geyçekten mi?"

"Gerçekten güzelim." deyip güldüm, çantayı yere bıraktım. "Bu kedi artık senin kedin, oyun arkadaşın."

Bana baktı, kediye baktı. Yumruk yaptığı ellerini salladı. "Kedi!" dedi heyecanla, derin bir nefes almıştı. "Kedi, kedi! Sayı kedi!" Eğildi, başını yana eğip kediye baktı. "Kedim oydu, kedim!" O kadar heyecanlıydı ki nefesi değişmişti sanki, güldüm.

Ayağa kalktı, yerinde duramıyordu. Çantanın etrafında döndü, sonra "Kedim oydu! Kedim!" Yerinde zıpladı. "Kedim!" İlk kez bu kadar heyecanlanıyordu, bu kadar belli ediyordu mutluluğunu.

Babam yanıma geçti. "Aferin oğlum." dedi samimi bir sesle. "Bu çok güzel bir karardı."

"Kedim! Babacım, kedim! Kedimis oydu! Sayı kedi hem de! Baba! Teşekküy edeyim! Babacım! Babacım, kedim!"

Babam alerjimi biliyordu, eğilip Minel'in göz hizasına geldi. "Kediyi kucağına almak ister misin?" diye sordu. "Çantadan çıkaralım mı onu?"

"Evet, evet! İstiyoyum!"

Babam çantayı açtı, kediyi dikkatle alıp başını okşadı. Babam da severdi kedileri, özellikle biz çocukken bulduğu her kediyi sevdiğini hatırlıyordum, belki de sonradan bu alışkanlığını bırakma nedeni benim alerjimdi, kaşlarım çatıldı, soracaktım bunu.

"Al dedeciğim."

Minel kollarını uzattı. "Kedi!" dedi bir kez daha. Babam kediyi kollarına bıraktığında derin bir nefes aldı. "Meyaba kedicim." dedi yavaşça. "Ben Miney. Seninye tanıştım için... Şey, çok mutyu oydum."

Başını okşadı kedinin, büsbüyük bir gülümseme vardı yüzünde. Kedi başını meleğimin boynuna yaslayınca "Baba!" dedi başını kaldırıp. "Bana şayıydı! Dedecim, şen de göydün mü?"

"Gördüm bir tanem."

"Evet güzelim, sana sarıldı."

Başını kediye yasladı, iki yana sallandı. "Kedi, kedi!"

Biraz daha oyalandığında "İsmini ne koyacaksın kedinin?" diye sordum. Başını kaldırıp güldü. "Çok komikşin babacım, işmi vay kedimin."

Babam güldü, ben kaşlarımı kaldırdım. "Neymiş ismi kedinin?"

"Kedi." dedi çok normal bir şeymiş gibi. "İşmi kedi."

"Emin misin babam?"

"Evet. Tavşanımın ismi Tavşan, kedimin işmi Kedi oyucak. Öyye iştiyoyum, işteyşen... Şey, sen de... Sen de... İki işim koyabiyiyiz. Faykyı işimyey."

Eğilip yanağını okşadım. "Teşekkür ederim babacığım, istemiyorum. Kedi ismi bence gayet güzel."

Gülümsedi, kedisine daha sıkı sarıldı. "Neyde uyucak?" diye sorduğunda "Gel, onu da göstereyim sana." deyip elimi uzattım. Bir kediye bir bana baktığında anladım elimi tutamayacağını. "Onu çantasına koyalım, aşağıda çıkarırız."

"Tamam." Kediyi bana uzattı, kısa süre dokunduğumda bir şey olmuyordu, bu yüzden ondan aldım. "Baba!" dedi şaşkınca. "Eyin... Şey... Eyin daha büyük. Kedi küsküçük!"

Küpküçük yerine küsküçük demesine babamla güldük, cevap verdim gülüşüme rağmen. "Evet babam, öyle." dedim sarı şeyi çantasına koyup fermuarı çekerken. Haklıydı, elim kadardı kedi.

"Çok küçük kedi." diye konuşmaya devam etti, merdivenlerden iniyorduk o ara. "Büyücek, ben de büyücem. Beyabey oynucaz. Şu an bebek. Ben daha... Şey... Daha büyüküm, çocukum. O bebek. Ama, şey... Bebekyeyi seveyim. Kedimi de seviyoyum. Çok güzey kedi. Sayı saçyayı vay, şey, hayıy, tüyyeyi."

Bu kadar mutlu olacağını tahmin etseydim bu kediyi ona çok daha önce alırdım ama aklıma gelmemişti.

Bahçeye çıktık. Kulübe en köşedeydi, iki duvarı taş duvarla birleşikti.

"Baba! Küçük ev vay! Kedimin mi evi?" diye sordu toz pembe, yarım metrelik çitleri geçip kulübenin ufak bahçesine girerken. Sarı duvarlara dokundu, camların önündeki çiçeklere baktı, her şey onun boyuna göre yapılmıştı.

"Hem kedinin hem de senin bu ev, beraber oynayacaksınız. Hadi, içeri de bak."

Heyecanla içeri girdi ayakkabılarını çıkarıp, dizimin üzerine çöktüm alçak camlardan onu görebilmek için. Yerdeki yün, daire şeklindeki, rengarenk halıya dokundu. Sonra köşedeki, onun boyuna göre ayarlanmış, sarı, üzeri desenli tekli koltuğa oturdu. Etrafındaki kedi oyuncaklarına baktı.

"Kedi için mi bunyay?"

Başımı salladım, gülümseyip ayağa kalktı. Ufak mutfak tezgahına ve musluğa baktı, mutfak dolabında ahşap mutfak malzemeleri de vardı. Birkaç abur cubur da koydurmuştum son kullanma tarihlerini kontrol ettirip, kedi mamaları da buradaydı.

"Bu ne?"

Klimayı gösteriyordu. "Kedinin kışın üşümemesi için." diye açıkladım. Başını salladı, etrafı incelemeye devam etti. Burada kedisiyle oynamayı çok sevecekti.

"Bu kulübe güvenli mi?" diye sordu babam, o da yanıma çökmüştü, Minel'i izliyordu gülümseyerek. "Cam bir şey yok, değil mi oğlum? Kediler yerinde durmaz, kırması önemli değil, hem Kedi'ye zarar verir kırıklar hem Minel'e."

"Güvenli." dedim rahatça. Açıklama yapmadım, uğraşamazdım, güvenliydi işte. İçeri özellikle cam bir şey koydurmamıştım, penceredeki camlar da kırılamayacak kadar kalındı. Tüm mobilyalar sabitlenmişti. Bir kamera da vardı, telefonumdan kutu kadar evin her yerini görebiliyordum.

"Çok güzey oymuş babacım!" dedi minik bebeğim evden çıkar çıkmaz. "Çok şevdim! Teşekküy edeyim." Kollarını boynuma sarıp yanağımdan öptü. "Biy tanecik babacım! Bay babacım!" dedi tatlı tatlı. Bana her şeyi böyle yaptırabilirdi, kulübe yapabileceklerimin yanında çok küçük kalıyordu.

Ev mi alsaydım ona? Şimdiden döşemeye başlardı. Sarı bir araba? Garajda dururdu, on sekiz yaşına gelince kullanırdı. Yıldız? Severdi yıldızları, kendi yıldızı olması hoşuna gidebilirdi.

"Biy tanecik kısınım, di mi? Hı babacım? Söyyey mişin? Biy tanecikim, di mi?"

Hâlâ daha kıskançlığının etkilerini görüyordum galiba, gülüp avuç içinden öptüm. "Evet güneşim, bir taneciksin, biriciğimsin."

Başını gülümseyerek omzuma yaslarken babama baktı. "Biy tanecikim dede, duydun, di mi?" diye sordu. "Babacımın kızı benim, başka kızı yok. Beni seviyoy çok."

Güldü babam. "Evet bir tanem, öyle." Ellerini dizlerine vurup ayağa kalktı. "Ben gideyim, akşam yemeğine yetişmezsem annen..." Derin bir nefes alıp başını iki yana salladı, sırıttım bu haline. "Tamam, git, görüşürüz."

Biraz kabaydı herhalde söylediklerim, tuhaf tuhaf baktı. Minel "Göyüşüyüz dedecim!" deyip büyük bir enerjiyle el sallayınca normale döndü. "Görüşürüz."

.
.
.

Meleğim pedagoğun ofisinden çıktığında gülümsedim. Artık kendi başına terapiye gidebiliyordu, sadece dışarıda beklememi istiyordu ki bu da normaldi, her çocuk böyle olmasını isterdi.

"İki gün sonra görüşürüz Minelciğim."

"Göyüşüyüz Esya Hanım."

Bana yaklaştığında "Güzel oynadın mı bebeğim?" diye sordum onu dizime oturturken. Başını salladı. "Hıhı." dedi tavşanının kulaklarıyla oynayıp. "Oyuncakyayı... Şey... Seviyoyum. Ama benim odam, oyun odam daha güsey!"

Onayladım. "Evet babam, daha güzel." Saçlarını okşadıktan sonra "Hakan amcan dışarıda." dedim yavaşça. "Onun yanına gidebilir misin? Bugün Esra Hanım'la biraz konuşmam gerekiyor. Sana da söylemişti zaten, değil mi?"

"Hıhı, şöyyedi." Beş parmağını gösterdi. "Beş kez oynucaz, sonya, şey, seninye konuşucak."

Başımı salladım. "Evet güzeller güzelim, biz onunla konuşurken sen de dışarıda amcanla bekleyebilir misin?"

"Bekyeyebiyiyim babacım." Dizlerimden indi, tavşanıyla konuşa konuşa odadan çıktı, hemen baktım, Hakan abim Minel'i kucağına alırken bir baş hareketi yaptı, derin bir nefes aldım. Abimi görmeden içim rahat etmezdi.

"Merhaba Gökhan Bey, bu sizinle ilk konuşmamız olacak, öyle değil mi?"

"Evet." Dudaklarımı ıslattım, gergindim, bebeğimin psikolojisinin düşündüğümden daha karanlık olabileceğinin korkusu vardı. Bildiğimizden daha ağır şeyler de yaşamış olabilirdi ve bunlar ortaya çıkacaktı.

"Öncelikle şunu söylemek istiyorum, Minel hakkında bana verdiğiniz bilgilerin etkilerini gözlemledim. Şiddet görmesi, annesinin ölümü, yaşanan ihmalkârlıklar... Ne olduğunu tam olarak anlayamasa bile tüm bunlar onu büyük düzeyde etkilemiş, travma sonrası stres bozukluğuna sahip olduğunu söyleyebiliriz."

"O ne tam olarak?"

Derin bir nefes aldı kadın, sakin görünüyordu ama bu hali beni sakinleştirmiyordu. Beni sakinleştirebilecek tek kişi odanın dışındaydı.

"İnsanları bir korkuya, strese iten ve büyük olaylar sonucunda ortaya çıkan ruhsak bir rahatsızlık. Minel de gerçekten ciddi olaylar yaşamış. Büyük bir yalnızlık korkusu olmasının yanında uğradığı şiddetin etkileriyle de belli şeylerden hâlâ korkuyor."

"Evet." dedim yavaşça. Bunu biz de biliyorduk, korkuyordu benim meleğim, eskiye göre çok daha iyiydi ama hâlâ daha korkuyordu, hemen bana kaçıyordu bir şey olduğunda.

"Belli fiziksel belirtiler gösterdiğini gözlemledim, eminim siz de gözlemlemişsinizdir. Çarpıntı, yumruklarını sıkma..." Başımı salladım.

"Ne yapabiliriz biz? Daha iyi hissetmesi için..." Gözlerimi masada dolaştırdım. "Her şeyi yapabilirim, ne olursa."

"Onu travmasıyla alakalı içeriklerden uzak tutmalısınız, ona karşı dürüst olmalısınız. Sevildiğini ve güvende olduğunu hissetmeli. Kendisini ifade edebileceği kanallara onu yönlendirmelisiniz. Oyun, resim, müzik... Bu tarz alanlar."

"Anladım." dedim aklımda onca şey dönerken. Yaşıtlarıyla oyun oynamasını sağlayacaktım, resim ve müzikte de bir şeyler yapsak...

"Söylemek istediğim bir konu daha var." Gözlerimi kaldırdım, kadına baktım, derin br nefes alıp gülümsedi. "Bu konuda uzman değilim, bir uzmana danışmanızı tavsiye ederim ama gözlemlediğim kadarıyla Minel'in zekâsı biraz daha yüksek, üstün zekâlı olduğundan şüpheleniyorum."

Şaşırmadım, belki de içten içe biliyordum böyle bir şey olduğunu. Sadece sordum. "Neden böyle düşündünüz? Hangi özellikleri..." Cümlemi tamamlamadım.

"Merakı, detayları fark edişi, gelişmiş belleği, dili kullanma becerisi, gözlem ve analiz gücü, yaratıcılığı... Daha böyle birçok özellik var."

Esra Hanım konuştukça daha da oturdu aklıma Minel'in üstün zekâlı olduğu, böyle olması onun için planlayacağım gelecek dışında hiçbir şey değiştirmedi tabii, ben güneşimi her türlü seviyordum. Benim inci tanem oluşu yeterdi.

"Bugünlük söyleyeceklerim bu kadardı Gökhan Bey. Beş seans sonra görüşmek üzere." Ayağa kalktığımda o da ayağa kalkıp elini uzattı, kızıma çok yararı dokunmuştu, ben de elimi uzattım, tokalaştık.

"İyi günler."

"İyi günler."

Odadan çıktığımda Minel'in karşı taraftaki koltuklarda, Hakan abimin dizinde oturduğunu gördüm. Bir şeyler anlatıyordu bıcır bıcır, korumalardan beni fark etmemişti, gülümseyip dinledim dediklerini, ailemdekilerle iletişimi görmek hoşuma gidiyordu.

"Kedi çok yayamas. Ama şey, çok seviyoyum onu. Bebek oyduku için, şey, bebek oyduku için öyye. Büyüyünce öğyenicek. Yayamasyık yapmıcak. Oyun oynucaz. Şey, şey... Şimdi oynuyoyuz ama, şey, basen... Basen şaşıyıyoyum amcacım. Kedi çok tuhaf. Bazen çok uyuyoy. Hiç uyanmıyoy. Babam gibi, sonya canım sıkıyıyoy. Ama şey, şey... Çok şiyin uyuyoy! Böyye, böyye... Şey... Küsküçük patiyeyi vay. Küsküçücük! Geyçekten!"

"Küsküçücük?" diye tekrar etti abim, güldü Minel ciddiyetle başını salladığında. "Devam et güzelim, ben seni dinliyorum, sevimliliğine güldüm." dediğinde Minel devam etti. "Size geyiyken... Şey... Geyiyken onu ayıcam, bahçede oyucak. Evde... Evde oymas. Ayda abim üzüyüy. Kediyeyi... Şey... Böyye yapmıyoy kediyeye." Abimin tişörtünü okşadı, okşamak kelimesini her seferinde unutuyordu, "Saçyayıma böyye yapay mışın?" diyordu sonra.

"Kedileri okşamıyor, doğru mu anlıyorum ufaklık?"

"Hıhı, okşamıyoy kediyeyi. Ama seviyoy. Ayda abim heykeşi şevey. O çok iyi biyişi. Şey, beyki... Şey... Eyyeyini yıkamak istemiyoy. Bana öyye demişti. Dedi ki, dedi ki... Eyyeyini yıkamayışın. Beyki iştemiyoy eyyeyini yıkamak. O yüsden..."

Doğru düşünüyordu. Nida yengemin ölümünden sonra Arda temizliğe, düzene takıntılı birine dönüşmüştü. On bir, on iki yaşındayken kafasını dağıtmak için odasını düzenleyip dururdu. Hayvanlardan da bu temizlik takıntısı yüzünden uzak duruyordu, öncesinde kedileri o da çok severdi.

"Olabilir amcam, biliyorsun, Arda abin temizliğe önem veriyor, yoksa o da hayvanları çok sever, senin dediğin gibi iyi kalpli."

Başını salladı meleğim, gözlerini etrafta dolaştırıp anlatacak yeni şeyler anlatırken beni gördü. "Baba!" dedi on senedir birbirimizi görmemişiz gibi el sallayıp. "Buydayız! Buydayız babacım!"

"Görüyorum güzelim, görüyorum." deyip güldüm. Yanına gittiğimde kollarını kaldırdı, onu kucağıma aldığımda tavşanını tutmayan eli künyeme gitti, kendi künyesini de şıngırdatıyordu bu sırada, hoşuna gidiyordu bu ses, biliyordum.

"Ne dedi Eşya Hanım? Usyuydum, di mi? İyiydim, öyye dedi, di mi babacım?" Endişeli bir şekilde cevabımı bekliyordu, alnından öptüm. "Babam..." dedim sakince. "Yaramazlık yapsan bile sıkıntı değil, sen çocuksun, olabilir. Ayrıca unuttun mu, oyun odası sizin özel odanız, orada istediğin her şey olur."

"O zaman, şey, iyi söyyedi, di mi?"

Rahatlamayacağını anlayınca "Evet meleğim, iyi şeyler söyledi." dedim, gülümseyip başını omzuma yasladı tekrar. "Teşekküy edeyim söyyedikin için."

Abim ayağa kalktı daha konuşmayacağımızı anlayınca. "Gidelim." dedi benim yürüyüşüme ayak uydurup. Boş bir anda Esra Hanım'ın neler söylediğini detayıyla soracaktı, emindim.

"Neyeye gidicez babacım?"

"Eve." diyecektim ki "Şirkete gelsen iyi olur." dedi Hakan abim. "İmzalaman gereken şeyler var, kolay kolay dönmeye de niyetin yok." Haklıydı, işe dönmek istemiyordum, gün boyu kızımla vakit geçirmek çok daha iyiydi.

"O zaman, şey... İşe mi gidicez?"

"Evet babam, şirkete gidelim, sonra eve geçeriz."

"Tamam."

Alnından öptüm, gülümsedi. Onu koltuğuna oturtturdum, Hakan abim kendi arabasına geçerken ben de şoför koltuğuna geçtim.

"Baba?" dedi arabayı çalıştırdığımda. "Efendim güzeller güzelim?"

"Şey, bis yenk buyucaz. Unuttun mu onu?"

Hatırlamaya çalıştım neden bahsettiğini, bunu yapmak yarım dakikamı aldı. Renklerden bahsettiğim gün kendimize bir renk bulup isim koyup koyamayacağımızı sormuştu, ben de tabii ki yapabileceğimizi söylemiştim, ondan bahsediyordu.

"Hatırladım güneşim."

"İşte, şey, ne zaman buyucaz yenk? Çok oydu baba, unutucaz yine." Gözlerini aça aça söylemişti bunları, dikiz aynasından görmüştüm, gülüp "Tamam." dedim. "Buluruz. Sen renklere dikkat et, tamam mı?"

"Tamam!" dedi oldukça enerjik bir şekilde. Başını hemen cama çevirdi, dışarıya odaklandı. "Yenk buyucaz tavşan, tamam mı?"

Yol boyunca kendi kendine konuştu, bazı renkleri sevdi ama farklı farklı şeyler söylerek onları eledi, şirkete geldiğimizde elimizde hiçbir renk yoktu.

"Buyamadık baba, napıcaz?" diye sordu onu kucağıma aldığımda.

"Hallederiz, üzülme sen." Gerekirse bir ressamla anlaşırdım, gösterebileceği tüm renk tonlarını gösterirdi Minel'im birini sevinceye kadar.

"Tamam, üzüymücem. Mutyu oyucam." Büyük bir şekilde gülümsedi mutlu olduğunu göstermek için, otoparkın aıcaklığı yanaklarını kızartmıştı, dayanamayıp öptüm yanaklarından, bunu o hiçbir zaman duymayacaktı ama Doruk'a bazen hak veriyordum, inci tanemin yanaklarını öpmemek zordu. Çok zordu.

"Merhaba Gökhan Bey, hoş geldiniz. Merhaba Hakan Bey."

"Hoş buyduk." dedi Minel utanıp başını boynuma gizlemesine rağmen. Kimseyi cevapsız bırakmıyordu; ona odasına çıkarken bir şey dediğimde tüm merdiveni inip, dediğim şeye cevap verip tekrar çıkıyordu. Neden bunu yaptığını sorduğumda "Ben kibay biyişiyim." diye cevap vermişti. "Hem, şey, pyenşeşyey böyye oyuy."

"Cam yeye gidicek miyis?" Çalışanların olduğu yeri kastediyordu, başımı iki yana salladım. "Hayır meleğim." Orada hem işimiz yoktu hem de ne kadar az insanla denk gelirsek o kadar iyiydi, son olanlar beni geriyordu, ablamın konuşması ilk başta işe yarasa da gördüğüm kabuslar... Neyse.

"Neden?"

"İşimiz yok orada, odama gitmemiz yetiyor."

"Senin... Şey... Sayı kağıtyayın vay mı? Sayı kağıt vaydı cam yeyde."

Onun için çalışanlardan aldığım yapışkanlı kağıttan bahsediyordu, o kağıtları ne yapmıştı? Kaşlarımı çatıp hatırlamaya çalıştım ama hiçbir yere yapıştırdığını görmemiştim.

"Sen aldığın sarı kağıtları ne yaptın bebeğim? Görmedim ben hiç."

"Şey... Doyabıma koydum, sonya... Sonya kuyyanıcam. Okuya gidince..."

Odamın önüne gelmiştik, abim "Ben dosyaları sana gönderirim." deyip Minel'in yanağından öptükten sonra kendi odasının olduğu tarafa gitti. Ben odama girdim, Kâmil tekerlekli bir sandalyeyle peşimden geldi, hemen bu sandalyeyi bulduğuna göre yoldayken çalışanlara haber vermişti.

"Teşekküy edeyiz Kamiy amca."

Amca dediğinde kaşlarım havaya kalktı, babamla konuşurken böyle dediğini duysam da Kâmil'e Kâmil amca olarak seslenmesi yine tuhaftı.

"Amca?" Kâmil de şaşkındı. Minel başını salladı. "Hıhı, amca." dedi tatlı tatlı. "Şen büyükşün, bu yüzden amca diyoyum." Kâmil bana baktığında bir baş hareketi yaptım sıkıntı olmadığını göstermek için, inci tanem öyle seslenmek istiyordu, Kâmil'e kızacağım bir durum yoktu.

Kâmil benim kızmadığımı görünce rahatladı sanki, odadan çıktı. Gören de canavarım sanacaktı, Minel hayatıma çok güzel bir sürpriz yaptığından beri kimseyi doğru düzgün azarlamamıştım bir de.

"Sarı kağıtlardan bahsediyorduk babam." diyerek bir önceki konumuza döndüm düşüncelerimi bir yana atıp, kimin ne düşündüğü önemli değildi, biriciğim bana yeterdi.

"Okula gidene kadar saklamana gerek yok, hem okula gitmene çok var hem de o zaman yenilerini alabiliriz, kağıtlarını şimdi kullan."

"Ama bitey." dedi üzgün üzgün. Gülümsedim. "Güzeller güzelim, güneşim..." dedim saçlarını okşarken, mahzun yeşillerini gözlerime dikti, gülümşeyişim büyüdü. "Bitmesi önemli değil, ben sana yenisini alırım. Ben babanım, senin ailenim ve senin ibtiyaçlarını karşılamak benim görevim, anlıyor musun? Sen bir şeyi sevdiysen ben o şeyi sana alırım, almam lazım."

"Ama payamıs yokşa? O zaman noyucak?"

Bu ihtimali hiç düşünmemiştim, yine düşünmeyip başımı iki yana salladım. "Paramız olacak." dedim rahatlaması için, beş jenerasyona daha lüks hayatlar yaşatacak kadar paramız vardı, belki de daha fazlaydı, finans işlerine Engin abim bakıyordu.

"Oyucak. Şevdiyşem... Şey, ayıyoyşun. Sayı kağıt da ayıcakşın."

"Evet, alacağım."

Gözlerini kaçırırken gülümsedi, dosyaların üzerinden bir kağıt alıp çekmecemde onun için sakladığım rengarenk kalemleri çıkardım. Gözleri büyüdü. "Yeşim mi yapıcam?" diye sordu ellerini çırpıp.

"İstiyorsan evet."

"İştiyoyum!"

Böyle hevesli konuşuyordu ama resin yapmaktan çok kalemlerle oynamak heyecanlandırıyordu onu. Geçen kırmızı kalemle yeşil kalemi konuştururken görmüştüm onu.

"Yenk de buyucam! Biy şüyü kayem vay!"

Ensesindeki buklelerle oynamak dışında bir tepki vermedim, yarım dakika bie sürmeden parmaklarım ensesine kaydı, huylanıp başını geriye yatırdığında elimi çektim. "Kim gıdıkladı benim kızımı?" diye sordum ciddi ciddi.

"Şen gıdıkyadın!" dedi gülerek. "Biyiyoyum babacım, şen!"

Başımı iki yana salladım. "Hayır, ben yapmadım." diye inatlaştım. "Hayıy baba!" dedi aynı güleçlikle. "Şen yaptın. Çünkü, şey, başka biyişi... Biyişi yapayşa kızayşın."

Nasıl da tanıyordu beni benim kızım, benim güneşim, bana "babacım" diye seslenen meleğim.

"Doğru." Kabullenmiştim, biraz daha uzatırsam inanabilirdi çünkü ona yalan söylemeyeceğimi düşünüyordu, bu düşüncesini boşa çıkartmazdım.

Haklı çıkınca kıkırdadı, kalemleri masaya döktü. Tam o sırada bir adam içeri girip önüme bir yığın dosya bıraktı. Derin bir nefes aldım, inci tanem burada olmasaydı küfrederdim.

Her imzamdan sonra saçlarını öptüm, o anda resim yapmayı bırakıp önü öpmemin tadını çıkardı her seferinde, odamda durduğumuz yarım saatin sonunda da art arda öpücüklerim yüzünden kıpkırmızı olmuştu çoktan.

Utangaç meleğimdi. Utangaç, kibar, üstün zekâlı, iyi kalpli, güzel gülüşlü, cıvıl cıvıl meleğimdi.

Loading...
0%