Yeni Üyelik
12.
Bölüm

🐣45🐣

@imposiblety

Imposiblety'den

"Deniz babacım?" diye seslendi arabadaki sarı koltuğunda oturan, tavşanına sımsıkı sarılmışken ayaklarını sallayarak babasına bakan kız çocuğu. Saçları iki yandan, üstte küçücük topuzlar olacak şekilde toplanmıştı; kıvırcık saçlı olması dolayısıyla bazı bukleler alnına, şakaklarına ve ensesine düşüyordu. Sarı, dizlerine kadar gelen, sıfır kol bir elbise giymişti; ayakkabılarıysa tokalarıyla aynı renkti, beyazdı.

"Efendim güneşim?" diye sordu Gökhan gözlerini yoldan ayırmadan. İstediği havuz evin kapalı otoparkının bir kısmı alınarak yapılmaya başlamıştı, bu yüzden fazlasıyla gürültü oluyordu, Gökhan da bunu daha fazla çekmek istemeyip kızını almış, Aktunaların evine doğru yola çıkmıştı.

"İstedikim yengi buydum." dedi kız. Üç gündür bunu düşünüyordu, bu sürede bir kez daha pedagoğuna gidip oyum odasındaki çeşitli oyuncaklarda bile renk aramıştı.

"Ne buldun meleğim?" diye sordu Gökhan, renk bulma maceralarının sona ereceğine inanılmaz derecede sevinmişti ama belli edip inci tanesini üzmek istemiyordu. Uyumadan önce okudukları masal kitaplarında dahi renk arıyorlardı, Gökhan her renge güzel dese bile Minel "Bu oymaz." diyerek eliyordu hepsini, babasıyla isim koyacakları rengin mükemmel olmasını istiyordu.

Bulduğu rengi utandığı için söyleyemedi hemen; şeffaf, delikli sırt çantasında uyuyan yavru kediye baktı. Kendisi de arılı sırt çantasını almış, önce babaannesinde kalabilecekleri ihtimaliyle yarım kalan boyama sayfasını koymuş, daha sonra kedisinin mamalarını ve oyuncaklarını yığmıştı.

"Şey... Senin gösyeyinin yengi. Mavi. Ama şey, çok güzey mavi. Ona işim veyeyim."

Gökhan duraksadı, dikiz aynasından saniyeliğine baktı kız çocuğuna, yanakları kıpkırmızı olmuştu inci tanesinin, ne cevap alacağını merak ederek bakıyordu adama.

Gülümsedi Gökhan, her gün daha da fazla seviyordu Minel'i ve bu kulağına imkânsız gibi geliyordu. Şu an, tüm dünyaları ayağına serecek, onun için canını verecek kadar seviyordu kızını; yarın nasıl daha fazlası olabilirdi? Oluyordu, deneyimliyordu ve her seferinde şaşırıyordu.

Mucizeydi, berrak ve herkesin başına gelmeyecek kadar güzel, hiç kimsenin tam olarak hak edemeyeceği kadar mükemmel bir mucizeydi.

"Neden benim gözlerimi seçtin?" diye sordu adam kendisine engel olamayıp. Kızından sevgi sözcükleri duymak istemişti, suç muydu?

"Çünkü, şey..." Nasıl anlatacağını bilemedi inci tanesi. En sevdiği renk sarıydı ama bu hayatta bakmayı en sevdiği şey babasının gözleriydi; en güven veren, en mutlu eden renk onun mavileriydi. Bir sıcaklık hissediyordu o soğuk, fırtınalı mavilerde. Kış günü onu ısıtabilecek bir sıcaklık, kibritçi Kız'ın kibrit ışıklarında gördüklerinin sıcaklığı gibi hayali ama çok güzel bir ısı...

"Gözyeyini seviyoyum. Çok güzeyyey. Bakınca... Şey, bakınca mutyu oyuyoyum. Ayyemizde... Ayyemizde kimşe öyye değiy. Doyuk abimin gözyeyi... Gözyeyi mavi. Ama faykyı. Babanem faykyı. Şen biy tanecikşin babacım. Geyçekten!.."

Gökhan'ın saf tebessümü büyüdü, direksiyonu çevirirken sırıtmamak için kendini tutuyordu hatta. Mutluluğuyla mutlu olduğu meleği babasının gözlerine bakınca yaşıyordu bu duyguyu demek.

"Senin gözlerin de çok güzel inci tanem." dedi adam. Ceyda'yı sevdiği zamanlarda da en çok gözlerini ve saçlarını severdi zaten, annesine tıpatıp benzeyen biriciğinde de öyle olmuştu.

"Geyçekten mi? Güzey mi gösyeyim?"

"Evet babacığım, gerçekten, çok güzel senin gözlerin."

Kız çocuğu mutlu oldu, ayaklarını sallayıp başını tavşanına yasladı, Gökhan sessizliğin sürdüğünü fark edince dikiz aynasından bakmamasına rağmen inci tanesinin mutlu bir şekilde tavşanına sarılıp camdan dışarı baktığını tahmin etti, bu anı bozmamak için kendisi de ses çıkarmadı.

Ezbere bildiği yollardan geçer, İstanbul'un insanı bıktıran trafiğiyle uğraşırken aklı dün akşama gitti. Aklından çıkmayan, hiçbir zaman da çıkmayacak dün akşama gitti. Kendisini vuran, kızına zarar vermeye çalışan adamlara hiçbir şey yapamamak; olayların ardındaki asıl insana tam ulaşamamışlarmış gibi hissetmek onu sinirlendiriyordu. Bu siniri bir şeyden çıkarmak istediğinde de...

.

Yerdeki paramparça camlara baktı Gökhan, başını yana eğip derin bir nefes aldı daha fazlasının olmaması için. Bir an kendisine engel olamamış, mutfak dolabına yerleştirmesi gereken tabakları bir kerede yere fırlatmıştı.

Çömeldi, kırıkları toplamaya başladı. Bir yandan da "Sakin ol." diyordu kendi kendine. "O adamları bulacaksın, Minel güvende olacak, sakin ol."

"Baba?"

Başını kaldırdı duyduğu uykulu sesle. Minel sarı, hilal desenli pijamalarıyla mutfak kapısında duruyordu. Bukleleri dağınıktı, bir eliyle tavşanının kulağı kavramışken diğer eli gözündeydi, orayı ovuşturuyordu.

Kız çocuğu bir adım atar atmaz "Gelme!" dedi Gökhan hızlıca. Kızın uzun pijamalarından sadece uçları gözüken ufak ayakları çıplaktı, Gökhan kırıklara basmamaya çalışarak inci tanesinin tarafına geçip onu kucağına aldı.

Minel mahmurdu, üstüne babası kendisine bağırınca ne olduğunu anlamamıştı, dudakları titremeye müsaitti bu yüzden. Adam bunu görünce "Ayağına cam batmasını istemedim meleğim." dedi yumuşacık bir sesle. "Canın acırdı biriciğim."

İnci tanesi bu açıklamayla rahatladı, başını babasının omzuna yaslarken oldukça kısık bir sesle "Neden kıyıydı camyay?" diye sordu. "Düştüyey mi babacım?"

"Evet güneşim, düştüler. Tabakları mutfak dolabına koyacaktım, o sırada elimden kaydılar. Sen geldiğinde de kırıkları topluyordum."

"Şey..." Kız uykusunun ortasında uyanmasının etkisiyle kelimelerini toparlayamıyordu. Gökhan bir tebessümle izledi bu hallerini.

"Noyucak küçük... Küçük camyayı göymessek? Ayakımız acıy."

"Elektrik süpürgesini kullanacağız babam."

"Kuyyanıcaz." diye tekrar ettikten sonra birkaç saniye bekledi. "Kuyyanayım."

Gökhan kızın cam kırıklarının toplandığını görmeden uyumak istemediğini anladı, Minel'i mutfaktaki küçük masanın sandalyelerinden birine oturttu. "Ben süpürgeyi alıp geleceğim, sakın kıpırdama babacığım, tamam mı?" İnci tanesi başını salladı.

Gökhan süpürgenin nerede olduğunu bilmediğini fark etti mutfaktan çıkınca, kısa bir müddet etrafına bakındıktan sonra çamaşır makinesiyle kurutma makinesinin olduğu küçük odaya yöneldi. Kapıyı ve ışığı açınca hemen köşede olduğunu gördü süpürgenin, gururlandı.

"Geldim."

Minel başını masaya yaslamıştı, gözlerini babasının sesiyle açtı. Gökhan kendine kızdı uyuyakalan kızını bir kez daha uyandırdığı için ama bu öfkesini yüz ifadesine yansıtmadı.

"Süpüyeyim babacım."

Gökhan daha önce hiçbir yeri süpürmemişti ama işinin çok zor olacağını da düşünmüyordu. Fişi prize takacaktı ve... Fiş neredeydi peki? Çömeldi, süpürgenin yanlarına baktıktan sonra arkada olduğunu gördü fişin, çekti, kablo uzayınca kızına rezil olmayacağının rahatlığıyla derin bir nefes alıp genelde su ısıtıcısını veya tost makinesini taktığı prize gitti.

Süpürgeyi çalıştırmadan önce büyük cam parçalarının geri kalanlarını topladı. İnci tanesi bu sırada "Dikkatyi oy babacım.", "Eyini keşebiyiyşin babacım.", “Canın acıy babacım.", "Kan oyuy sonya babacım." minvalinde cümleler söyledi.

"Cam kırıklarını topladık, şimdi yeri süpüreceğiz."

"Evet." diye onayladı kız, başını salladı. Gökhan dayanamayıp kızın saçlarını karıştırdıktan sonra yeri süpürmeye başladı. Hiç olmadığı kadar dikkatliydi, Minel canı sıkıldıkça evi dolaşıyordu, bu sırada uğradığı yerlerden biri de mutfaktı ve onun ayağına küçük bir camın girmesini, o güzel yeşillerinin yaşlarla dolmasını istemiyordu.

Küçücük bir yeri yarım saatte süpürdü. Minel elektrik süpürgesinin sesiyle iyice mayıştı, başını sandalyenin sırt kısmına yasladı, gözlerini kapattı. Süpürge sesi saç diplerine masaj yapılıyormuş gibi hissettiriyordu ona, tavşanına sarılırken bir şeyler mırıldandı.

Gökhan tüm odağını verdiği süpürme eylemini bitirip, fişi prizden çekip kızına döndüğünde parlayan yeşillerle değil, göz kapaklarıyla karşılaştı. İçi inanılmaz bir şefkatle dolarken süpürgeyi olduğu yerde bırakıp kızına yöneldi.

Yanağını okşadı meleğinin, daha sonra saçlarını. Böyle durabilirdi dakikalarca, seyredebilirdi onu ama boynu ağrırdı küçüğünün. Bir kolunu dizlerinin altından geçirdi, diğer koluyla sırtını destekleyerek kızı kaldırdı.

"Baba?" diye mırıldandı Minel hareketlilik yüzünden gözlerini aralarken. Gökhan'ı görünce bahçedeki kulübede keyfi yerinde bir şekilde uyuyan Kedi gibi kıvrıldı adamın göğsüne, Gökhan eğilip alnından öptü inci tanesinin. "Uyu güzeller güzelim, buradayım."

Odasına çıkılıp yatağa bırakılınca gözlerini açtı Minel. "Yanımda uyuy muşun?" diye mırıldandı. Gökhan Minel'in küçük yatağında rahat edemeyeceğini biliyordu ama umursamadı, kızının isteğini geri çevirmezdi, ayakları yataktan sarkacak şekilde uzandı meleğinin yanına, kolunu başının altından geçirip göğsüne yasladı kız çocuğunu aradaki tavşanı bir yana fırlatıp.

Minel tanıdık kokuyka gülümsedi, tekrar uyuyacakken gördüğü kâbus geldi aklına. "Baba?" dedi kısık bir sesle. Gökhan başını eğip gözlerine bakınca devam etti. "Beni bıyakmıcakşın, di mi?"

"Hayır güzeller güzelim, hiç bırakmayacağım seni."

Gözünü ovuşturdu kız, Gökhan o elini tutup öptü. "Gözlerini acıtacaksın çiçeğim." Ovuşturduğu gözünü de öptü. Minel gülümseyemedi, kâbusu aklındaydı hâlâ.

"Şey... Aykut geyiyşe noyucak?" Bu ihtimal çok korkutuyordu inci tanesini, babasının göğsüne iyice sinerken dudakları büküldü, gözleri ıslandı.

Gökhan duyduğu isimle dişlerini sıktı, burnundan bir nefes verirken öfkesine zıt bir şefkatle okşadı güneşinin saçlarını. "Bebeğim, benim güzel bebeğim, bir tanem... Aykut öldü babacığım, gelemez. Ölen insanlar geri gelmez, söylemiştim sana, unuttun mu?"

Gözlerini kaçırdı Minel. Unutmamıştı ama korkuyordu. Kâbuslar görüyordu bazı geceler. Evlerindeki koltuk, koltuğun arkasındaki gizlendiği boşluk, karanlık ve rutubetli tuvalet, soğuk apartman boşluğu, siyah taştan mermerler, annesinin çalıştığı mutfakta görünmez olmak istercesine sığıştığı köşe ve en önemlisi, en korkuncu Minel'i gördüğü an yüzüne o bir çöpmüş, iğrenilecek bir şeymiş gibi bakıp ya küfretmek ya da "Ceyda, çek şunu gözümün önünden!" demek için ağzını açan, Ceyda yoksa kızı kolundan sımsıkı tutarak bir yerini çarpacak olmasına aldırmadan bir köşeye fırlatan Aykut...

"Çok mu korkuttu o adam seni biriciğim?" diye sordu Gökhan. Hiçbir zaman Minel'den duyamamıştı olanları; kızın ağlama krizine girmesinden, avuç içinde yaralar oluşturacak kadar yumruklarını sıkmasından korktuğu için de soramamıştı.

İnci tanesi artık güveniyordu babasına, herkesten çok güveniyordu. Terk edilme endişesi kalbinde bir yerlerdeydi, onu atamıyordu ama biliyordu adamın onu canı pahasına koruyacağını, kollarıyla göğsü arasında tüm dünyadan gizleyeceğini, bu yüzden söyledi ufak kalbinde ağırlık yapan o duyguyu. "Çok koyktum baba."

Gökhan bu sefer öfke bile hissedemedi; o kadar kırgındı, o kadar zayıftı ki Minel'in sesi... Sadece üzülebildi adam, üzüntüden titredi elleri bu sefer, yutkunamadı.

"Ne yaptı sana güzelim? Ne yaptı benim biriciğime? Söyle babacığım, hiçbir şey yapamaz artık sana, söyle güzel çiçeğim benim."

"Koyuma..." Minel'in aklına ilk gelen bu olmuştu, kendisini en değersiz hissettiren hareketlerden biriydi çünkü kolunun sıkılması. "Böyye yaptı." diye şikâyet etti Aykut'u kırgın kırgın. Gözleri doldu. "Çok üzüydüm öyye, geyçekten."

Gökhan eğildi, minik öpücükler bıraktı kızının kollarına. Kendisi dokunmaya kıyamıyordu, baba olduğunu kabullenemediği zamanlarda bile korka korka uzanıyordu miniğine, o adam...

"Başka ne yaptı?"

Burnunu çekti Minel. "Buyama vuydu." deyip yanağını gösterdi bu sefer. "Çok acıdı. Annem..." İç çekti, ağlamıyordu, o kadar içerlemişti ki bu yüzdendi iç çekişi. "Annem biy şey demedi. Kısmadı hiç. Neden kısmadı Aykut'a? Canım acıdı."

Gökhan cevap veremedi. "Ben kızacağım." diyebildi. "Ben senin canını acıtan herkese kızacağım." Yanaklarını öptü kız çocuğunun.

"Başka?"

"Biy keye... Şey... Biy keye..." Aklında dönüyordu anılar, korkuyordu seslerden ama söylemek de istiyordu, devam ettirdi cümlesini. "Eyimi acıttı. Çok... O da çok acıdı." Elini sıkmıştı Aykut, Minel birkaç gün ağrıdan parmaklarını oynatmadığını hatırlıyordu direkt olarak acıyı hatırlamasa da.

Gökhan elini tuttu kızının, tüm parmaklarını tek tek öptü. "Bir daha kimse acıtmacak elini." dedi kısık bir sesle. "Bu parmaklara hiçbir şey olmayacak, sadece oje süreceğiz, başka bir renk olmayacak." Kızarmayacaktı kızının elleri, morarmayacaktı.

Minel derin bir nefes aldı. Kendisine uygulanan şiddetin anlayabildiği kadarını anlatınca üzerinden yük kalkmıştı sanki. Başını eğdi. "Babayay kızyayını koyuy." dedi büyük bir inançla.

Gökhan saçlarından öptü Minel'in. "Evet babacığım." diye onayladı. "Babalar kızlarını korur."


.

Evin yoluna girdiklerinde zihnindeki düşünceleri sildi, yüzüne bir tebessüm oturttu Minel'in "Geydik!" derken kendisine bakacağını bildiği için.

"Geydik!"

"Evet babam, geldik."

Kız çocuğu ayaklarını salladı koltuğundan alınmayı beklerken. Ailesine kedisini tanıtacaktı, heyecanlıydı, Hakan amcasına "Kimşeye söyyeme kedimi." demişti pedagoğun ofisinin çıkışında adama kedisinin nasıl bir karakteri olduğunu anlatmadan önce. Hakan Minel'e kedi alındığında herkesin haberdar olduğunu bilse de başını sallamış, eve gelir gelmez herkese "Kediyi bilmiyormuş gibi davranmanız lazım, Minel sürpriz yapacak." demişti.

Gökhan kızı kucağına almadı, biliyordu onun kendisi yürümek isteyeceğini. Kedi çantasını da ona verdi, bunu da isteyecekti çünkü inci tanesi.

"Kedi, bak, buyaşı babanemye... Babanemye dedemin evi. Abiyeyim de buyda. Ayas buyda. Sonya... Hayam buyda. Amcamyay da vay. Heykeş buyda. Bisim... Şey... Senin biydikin ev... Babamya benim evim. Oyda uyuyoyuz. Gündüz uyanınca... Uyanınca buyaya geyiyoyuz."

Zili çaldı Gökhan. Kapıyı çalışanlardan biri açtı. Minel başını kaldırıp "Meyaba." dedikten sonra gülümsedi, çalışan "Merhaba Minel Hanım, hoş geldiniz." diyerek karşılık verip geçmeleri için yana çekildi.

Kedi çantasını içeri, temiz mermerin üzerine bıraktı kız çocuğu. Eğildi, ayakkabılarını çıkardı, içeri ayak basınca eteğini düzeltip çoraplarını yukarı çekti. Tokalarının yerlerinde olup olmadığını da kontrol ettikten sonra kenarları sarı, diğer kısmıysa şeffaf kedi çantasını kucağına aldı.

Gökhan onun bu hallerine güldükten sonra başını iki yana sallayıp çıkardı ayakkabılarını. Küçükken ablasıyla çok dalga geçtiği için böyle olmuştu inci tanesi belki de: modaya düşkün, süslü ve giysileri, giysilerinin renkleri konusunda titiz.

"Şimdi heykeşi göyücez Kedi." Tavşanıyla kedi çantasını aynı anda tutmak onu yorduğu için adımlarını hızlandırdı, oturma odasına enerjik bir şekilde girip "Biz geydik!" dedi cıvıl cıvıl bir sesle.

Oturma odasında kimse yoktu.

Hakan, Engin ve Hale işteydi. Raif de onlarla gitmişti çünkü rakiplerin, potansiyel suçlu olabilecek kişilerin listesine tekrar bakacaklar, eksik biri olup olmadığına dikkat edeceklerdi tüm tanıdıklarını düşünüp. Gülten mutfaktaydı, son zamanlarda terapisi gibi olmuştu yeni yemekler denemek. Aktuna torunları ise üst kattalardı, Kuzey ve Doruk'un arkadaşlarıyla voleybol oynamak için hazırlanıyordu Arda dışında her biri. Arda izleyiciydi.

Yüzü düştü kız çocuğunun. "Heykeş neyde babacım?" diye sordu. Gökhan kaşlarını çattı. "Bilmiyorum bebeğim." deyip telefonunu çıkardı ama birini aramasına gerek kalmadan merdivenlerden Doruk'un sesi geldi.

"Alacağız bu maçı; hadi aslanlarım, kaplanlarım!

Gözlerini kırpıştırdı Minel. Merakla salona çıktı, merdivenden inen abilerine ve Ayaz'a baktı fark edilmeden önce. Hepsi sarı giymişti, önceki maçlarda beyaz giyiyorlardı ama bu sefer
-Minel'in etkisi dolayısıyla- sarı giymek istemişlerdi.

"Biraz abartmıyor musun abi? Sizin arkadaşlarınızla oynayacağız."

"Abartmıyorum! Bu oyunda artık arkadaş, kuzen, kardeş yok! Kana kan, dişe diş!"

Gökhan hemen çömelip "Kana kan derken gerçek kandan bahsetmiyorlar." diye açıklama yaptı Aktunaların inci tanesine. "Lafın gelişi söylediler babacığım, şaka olsun diye."

"Güzey şaka değiy." diye itiraz etti kız. Kötü bir çağrışımı olan kelimelerden, hastalıklardan, kandan, şiddetten ve öfkeyle yükselen seslerden hoşlanmıyordu.

"Söylersin abine meleğim, bir daha yapmaz." Gökhan da Doruk'a söyleyebilirdi Minel olunca bu şakalara, kelimelere daha dikkat etmelerini ama iki nedenden ötürü bunu yapmıyordu. Birincisi, Doruk ne kadar şakacı olursa olsun inci tanesine çok dikkat eden bir çocuktu, şu an "kana kan" gibi bir kalıp kullanma nedeni kız çocuğunu fark etmeyişiydi ve o böyle değilmişçesine bir uyarı yapmak istemiyordu. İkincisi, Minel rahatsız olduğu şeyleri aile üyelerine kendisi gidip söyleyebilmeli, kötü tepkilerle karşılaşmayacağını görmeliydi.

"Tamam, söyyücem." dedi kız. Bu sırada abileri ve Ayaz merdivenlerin sonuna yaklaşmışlardı, kız çocuğunu ilk fark eden kişi Kuzey oldu.

"Abim?" Yüzüne güzel, Hakan'ın tebessümüne çok benzeyen bir gülüş yerleşti. "Hoş geldin. Sen de hoş geldin amca."

"Hoş bulduk aslanım."

"Benim fıstığım gelmiş!" diye yükseldi Doruk Gökhan'ın cümlesi biter bitmez. "Kesin bize uğur getirecek!" dedi kuzenlerine ve abisine dönüp. Merdivenin işlemeli korkuluklarına bastırdı parmağını. "Bakın, buraya yazıyorum."

"Uğuy? O ne?"

"Şans." dedi Arda. Minel başını çevirip Arda'ya baktı, tebessüm etti. Ayaz bu ana gülümsedi ama tabii ki uzun bir süre boyunca en küçük olmasının etkilerini de gösterecekti inci tanesinin dikkatini kendi üzerine çekerek.

"O kucağındaki ne bebeğim?" Bilmiyormuş gibi davranacaklardı, Hakan dayısı öyle söylemişti.

Heyecanlandı Minel. Çantayı kaldırabileceği kadar kaldırarak kocaman gülümsedi, gülümseyişinin etkisiyle yanakları daha bir belirginleşti. "Kedim!" dedi enerjik bir şekilde.

O an orada Minel'e bakan herkes bu güzel karede bir değil, iki yavru kedi olduğunun farkındaydı.

"Aaa, kedi mi aldın?" dedi Doruk şaşkın şaşkın. Çömeldi, çantadaki kediye baktı. "Ne kadar güzel bir kedi bu böyle, hem de sarı."

Kollarını kavuşturdu Ayaz, alayla kaşlarını kaldırdı. "Çocuk tiyatrosu oyunculuğu yapmasan sanki her şey daha iyi olur."

Doruk'un buna cevap vermemesi düşünülemezdi, çocuklaşmayı umursamadı. "Sen beni bozmasan her şey daha iyi olur asıl."

Kuzey kardeşine ve kuzenine baktı, derin bir nefes alıp başını iki yana salladı hafifçe gülerek. Onları merakla, yeşil gözlerini kocaman açarak izleyen kız çocuğu bu ikisinden -on yedi ve on üç yaşlarındaki iki gençten- daha olgundu.

"Şey... Kedim sayı." diyerek araya girdi Minel, kedisini tanıtmak istiyordu. "İşmi Kedi. Daha bebek oyduku için... Oyduku için biyascık yayamas. Ama geçicek. Geçmesse... Şey... Yine onu sevicem. Çocukyay yayamazyık yapay."

Gökhan Minel'in bunu kabullenişine gülümsedi, belki de Kedi'nin yaramazlıkları Minel'in de normal, hatta haylaz bir çocuk olmasını sağlayacaktı. Gökhan bunu o kadar isterdi ki... Kızının bir şeyleri dökmesini, kırmasını, bir yerlerde bebeklerini dağınık bir şekilde bırakmasını, gizli gizli abur cubur yemesini, yatakta zıplamasını... Hayali bile güzeldi ailesinden korkmayan bir Minel'in.

"Evet, çocuklar yaramazlık yapar. Hem biz yaramaz kedileri de çok severiz. Kedi dediğin yaramaz olur, öyle değil mi?" Herkes onayladı Doruk'u, Gökhan bile ciddiyetle başını sallamıştı.

"Geyçekten mi?"

"Gerçekten fıstık. Gel, kedini bahçeye çıkaralım, burada olmaz." Arda'nın titizliğini biliyorlardı, kedi tüyü görürse kendini çok kötü hissedeceğini de. Arda nasıl ki herkese saygılı ve sevgi doluysa ailesi de ona karşı öyleydi, onun bu takıntılardan kurtulmasını istiyorlardı ama kurtuluncaya kadar da saygı duyacaklardı.

"Tamam." Arda'ya baktı inci tanesi. "Abicim şen de gey. Tutucam ben Kedi'yi, sonya, şey, şana dokunmucak. Geyçekten. Yütfen şen de gey. Yütfen abicim."

Arda buna olumsuz bir cevap veremezdi, takıntılarını biraz zorlamaktan daha az istediği şeyler de vardı ve kız kardeşini üzmek bunlardan biriydi. Hafifçe gülümsedi. "Tamam, geleceğim."

Minel ellerini çırptı. "Şen geyicek mişin babacım?" diye sordu. Gökhan gülümsedi. "Önce bir babaannene bakayım meleğim." Raif'in neden evde olmadığını soracaktı, komşularla konuşmaya haber vermeden gittilerse çıldıracaktı çünkü.

"Tamam. Şey, babanemi öp benim için, tamam mı?"

Güldü adam. "Tamam bebeğim, öperim."

"Maça ne zaman başlayacağız?" Ayaz'a baktı Kuzey, kolunu çocuğun omzuna atarken "Kedi'ye bakalım, zaten daha gelmediler, gelsinler, başlarız." dedi rahat bir tavırla. Ayaz anladığını belli etmek için başını salladı, Kedi'yle oynamadan gidemezlerdi, kız çocuğu çok üzülürdü.

"Havusun yanına gitmeyeyim. Kedi daha bebek. Düşebiyiy."

Kendisi bebek olan inci tanesinin söyledikleriyle Doruk kendini sıktı kızı ısırmamak için. En son dayanamadı, Minel'i belinden tutarak kedisiyle ve tavşanıyla beraber kucağına aldı. "Oh, çok canım çekmişti. Kedi daha bebek, diyor. Sen bebeksin asıl, sen!"

Minel kaşlarını kaldırdı. "Bebek miyim?" diye sordu şaşkın şaşkın. "Hayıy Doyuk abi, çocukum ben. Büyüdüm. Önce bebektim. Şimdi değiyim."

İtiraz etti Ayaz. "Hayır, hâlâ bebeksin." Üç yaşında birine bebek demeleri tuhaf olabilirdi ama çok minikti inci tanesi, çocuk demek tuhaf geliyordu.

Minel gözlerini açtı. "Büyüdüm ben, büyüdüm!" dedi çok bariz bir gerçeği söylermiş gibi.

Büyümek konusundaki ısrarlarına gülüp daha fazla itiraz etmediler, havuzdan uzaklaşıp bahçenin ön kısmını çevreleyen ağaçların arkasına geçince Minel'i indirdi Doruk. Minel alnındaki bukleleri geriye itti. Kedi çantasını yere koyduktan sonra tavşanını düzgün bir köşeye oturttu.

"Şimdi çantayı açıcam. Kedi yayamas oyduku... Oyduku için koşabiyiy. Koşayşa, şey, tutun onu, tamam mı? Kayboyabiyiy. Kayboyşun diye iştemiyoyum."

Herkes, uzunca bir süredir hiçbir hayvana dokunmayan Arda bile, onayladı kızı. Minel gülümsedi, yavaşça çantayı açtı. Kedi gerçekten inci tanesinin dediği gibi yaramazdı, fermuar açılır açılmaz bir miyavlama eşliğinde sıçradı. "Hıı!" dedi kız çocuğu. Hemen yakaladı Kedi'yi, birkaç günde refleksleri gelişmişti adeta.

"Neyeye gidiyoyşun Kedi'cim?" diye sordu kedinin sarı tüylerini dikkatle okşarken. "Sana abimyeyi gösteyicem. Biy de Ayas'ı... Bu Kusey abim. En büyük o. Sonya Doyuk abim. Sonya Ayda abim. En küçük Ayas."

Kuzey çömeldi, Kedi'nin başını başparmağıyla okşarken "Merhaba Kedi." dedi şefkatli bir sesle. "Seninle tanıştığıma memnun oldum."

Kedi anlamış gibi miyavladı, Kuzey güldü. O da severdi kedileri, dedelerinden geçen bir özellikti bu onlara. Minel kadar olmasa da bir düşkünlükleri vardı bu sevimli canlılara.

"Çok şirin bir şey." dedi Ayaz gülüp. Doruk başıyla onayladı. "Çok küçük bir de." Hafif bir şaşkınlık vardı sesinde. Elini açtı. "Elim kadar ancak vardır." diye abarttı.

"Şey... Küsküçücük kedim."

"Ne, ne?"

"Küsküçücük."

Minel neden gülündüğünü yine anlamadı, bir şaka olduğunu düşünüp sormadı. Kedisine baktı büyük bir şefkatle. "Yahat mışın Kedi? Buyayı şevdin mi?"

Kedi tanıdık sıcaklığa, bebek kokusuna sığınıp Minel'in kollarına kıvrıldı. Kız gülüp başından öptü Kedi'nin. Gökhan bu kez dayanamamış, daha Minel'in kızı olduğunu yeni öğrendiği zamanlarda söylediği "Kedileri öpme." cümlesini bu kez söyleyememişti. "Tüyleri yutma babacığım, tamam mı?" demişti onun yerine.

"Çok uyuyoy. Neden böyye? Haşta mı? Veteyiney doktoyuna mı gidicez?"

Ayaz kızın saçlarını okşadı nazikçe. "Hayır bebeğim, kediler fazla uyur, böyle olması normal."

Minel "ikizinin" söylediklerine güvendi. Kedi'yi birkaç kez daha öptü. Ailesinin kendisine karşı yaşadığı sürekli öpme isteğini, büyük şefkati, koruma iç güdüsünü bu kediye karşı hissediyordu o da.

"Abim?"

Başını kaldırıp Kuzey'e baktı. "Biz arkadaşlarımızla voleybol oynayacağız bahçede, sen de izlemek ister misin?"

"Voyeyboy? Ben voyeyboy biymiyoyum."

"Öğrenmiş olursun." Arda'ydı bunu söyleyen, tüm bakışlar kendisine dönünce kızarsa da devam etti. "Ben de izleyeceğim, beraber izleriz."

"Tamam!" dedi Minel hemen. Abileriyle yaptığı herhangi bir aktivite onun için çok değerliydi, bu fırsatı geri çevirmeyecekti.

"Ayas, tavşanımı ayabiyiy mişin?" diye sordu. Kedi kollarında olduğu için tavşanı tutamıyordu, Ayaz gülümseyerek tavşanı aldı, Minel'in "ilk arkadaşım" dediği oyuncağını emanet edecek kadar kendisine güvenmesi çok hoşuna gitmişti.

Bahçenin ileri tarafındaki, üzeri kenarları açık bir çatıyla kapatılmış voleybol sahasına ilerlediler küçük adımlarla. Kuzey telefonuna baktı o sırada. "Gelmişler." dediğinde boynunu esnetti Ayaz. "Ezip geçeceğiz."

"Evet." diye onayladı Doruk, kötü kötü sırıttı Arın'ın kaybedince takınacağı yüz ifadesi zihninde canlanırken.

"Eğlenmek daha önemli."

İkisi de aldırmadılar Kuzey'e, akılları galibiyetteydi. En azından karşı taraf Doruk ve Kuzey'in yakın arkadaşlarıydı, kavga çıkma ihtimali sıfırdı.

Sahanın yanına geldiklerinde Minel fileyi gördü. "Hııı, bu ne?" dedi şaşkın şaşkın. Ayaz eğilip filenin ne olduğunu ve voleybolu basitçe anlatırken Kuzey arkadaşı Selim'le omuzlarını birbirine çarptı. "Hoş geldin."

"Hoş buldum."

Arın ve Kağan'la da selamlaştılar, Arın ve Doruk'sa çok daha sert bir şekilde selamlaştı, Doruk Arın'ın sırtına öyle bir vurdu ki çıkan sesle Minel kafasını kaldırdı. "Yavaş, yavaş!" diye sitem etti Ayaz.

"Pardon!"

Takımlar belliydi. Kuzey, Doruk ve Ayaz bir takımda; Selim, Kağan ve Arın bir takımdaydı. Sahanın iki tarafına geçtiler, Arda yanındaki ufak çantada getirdiği örtüyü çimenlerin üzerine serdi. Hiçbir yerin katlanmamasına dikkat etti, bir köşeye oturdu.

"Minel, gel." diyerek yanını işaret ettiğinde Minel Kuzey'in getirdiği kedi çantasını kucağındaki Kedi'den dolayı zar zor aldı. Sonrasında çantayı örtünün Arda'dan uzak köşesine koyup Kedi'yi nazikçe çantanın yanına yatırdı. Tüylerini okşadıktan sonra "İyi uykuyay Kedi'cim." diye fısıldadı. Ayaz'ın bir yere bıraktığı tavşanını da alıp Arda'nın yanına koydu.

Arda ufak çantaya bebeklerin cildine uygun ıslak mendil, peçete ve dezenfektan da koymuştu. Islak mendili çıkarıp Minel'e uzattı. "Ellerini kirlerden arındırmalısın."

Minel itiraz etmedi Kedi'nin kirli olmadığını düşünse de, Arda abisini kırmazdı. Islak mendili aldı, parmaklarını dikkatle sildikten sonra mendili örtünün üzerine koydu, giderken yanında götürecekti, etrafa çöp atmak doğru bir davranış değildi.

Voleybol maçı başladı. Minel topu takip ediyordu merakla, ilk kez böyle bir oyun görüyordu ve şaşkındı. İki abisi ve Ayaz çok yükseğe zıplıyorlardı. Top yere çok sert çarpıyordu. Bu nasıl bir şeydi böyle?

"Çok değişik!" dediğinde Arda gülümsedi. "Evet, çok değişik." Duraksadı, tereddüt etti, dudaklarını ısırdı ama en sonunda o kelimeyi ekledi. "Abim."

Arda'dan "abim" kelimesini duyunca tebessüm etti Minel. Yavaşça o yöne kayıp başını gencin koluna yasladı. Arda yutkundu, daha sonra derin bir nefes alıp kolunu inci tanesinin sırtına sardı. Minel başını bu sefer de gövdesine yasladı abisinin.

"Kim kazanıcak abicim?"

"Bilmiyorum, ancak oyunun nihayetinde öğrenebiliriz."

"Ne?"

"Sonunda. Ancak sonunda öğrenebiliriz."

Minel sahadan gözlerini ayırmadı, tam Selimlerin sayı aldığı sırada "Bence bizim takım kazanıcak, çok güzey oynuyoyyay." dedi büyük bir güvenle. Arda kızın oyundan bir şey anlamayışına tebessüm etti, zar zor elini kaldırıp kızın buklelerini okşadı. "Evet, güzel oynuyorlar." diye onayladı.

Arın'ın attığı servis saha dışına gidince Ayaz tişörtünü silkeleyerek isyan etti. "Abi atıyorsun, doğru düzgün at! Sonra ben gidip alıyorum!" En küçük olmasının etkisiydi, abilerine göre kısa kalan boyunu top alıp gelerek tarif ediyordu.

Arın sırıtıp ensesini kaşıdı. "Kusura bakma." diye seslendi Ayaz'ın arkasından. Ayaz topu çimenlerin üzerinden aldı, uzatmak istemediği için "Tamam, sıkıntı yok!" deyip sahaya attı. "Hadi, devam!"

On beş dakika kadar daha devam ettiler. Kedi hareket eder gibi olunca Minel doğruldu, Arda abisinin saçlarındaki elleri kız çocuğuna büyük bir huzur ve sakinlik vermişti, bir an neden kalktığını hatırlayamayıp etrafına baktı.

"Kedi'cim, uyanmışşın!"

Arda abisinden uzaklaştı, eğilip Kedi'nin tüylerini okşadı. "Günaydın güzey Kedi, minik Kedi. Naşıyşın? Güzey uyudun mu?" Kedi miyavladı, Minel bu miyavlamayı olumlu kabul edip neşelenerek ellerini çırptı. "Uyumuşşun."

Kedi gerindi, daha sonra başını kaldırıp etrafına bakındı. Birkaç metre ötedeki küçük, beyaz kelebeği görünce hareketlendi. Oraya meylettiğinde Minel de ayaklandı ama bu sefer Kedi'yi yakalamadı çünkü yaramaz kedisi koşmuyordu, demek ki oraya buraya kaçıp Minel'e kendisini arattırmayacaktı.

"Neyeye gidiyoyşun? Hııı, keyebek! Onu mu göydün? Geyçekten güzeymiş Kedi." Çömeldi kız çocuğu, kelebeğe uzattı elini, kelebek hemen kaçtı. Minel kıkırdadı, Kedi ise bunu bir oyun zannederek zarif, bir yandan da Kedi'nin radarına takıldığı için zavallı olan hayvanı yakalamak için zıpladı.

"Sayı çiçek vay!" Çiçeğe baktı dikkatle. Küçücük bir çiçekti, üç yaprağı vardı. Babasının kendisine çiçek aldığını hatırlayınca Minel de bu jeste karşılık vermek istediğini fark etti, koparılan çiçeklerin solduğunu henüz bilmediği için sarı çiçeği dikkatlice kopardı.

"Çok güzey çiçekşin. Şeni babama veyicem. Mutyu oyucak. Mutyu oyunca, şey, gamsesi oyuyoy."

Ayağa kalktı, mutlu mutlu arkasını dönüp Arda abisine çiçeği göstereceğı sırada "Lan, lan, lan! Minel!" bağırışını duymasıyla afalladı, irkilerek döndü arkasını, o an bacaklarına voleybol topu çarptı.

"Hı!" gibi bir sesle geriye, kalçasının üzerine düştü. Ne olduğunu anlayamamıştı; bir bir kenara giden topa baktı, bir de elinden düşen çiçeğe. Gözlerini kırpıştırdı.

"Elinizin ayarına tüküreyim sizin! Minel, fıstığım, iyi misin?"

Minel cevap vermedi. Hâlâ ne olduğunu anlayamamıştı. Ondan bir cevap alamayınca etrafına toplanan her bir insan daha da endişelendi, minnacık bir şeydi zaten kız, top sert çarptıysa bir yerini ciddi bir şekilde bile yaralamış olabilirdi.

"Sert mi atmıştın topu?" diye sordu Kuzey Arın'a. Bu sefer dışarı çıkan topu Ayaz değil, Arın almıştı. Sahaya geri atmak isteyince ama konumu tutturamayında da olanlar olmuştu.

"Hayır ama bilmiyorum, çocuk daha." dedi Arın vicdan azabıyla. Kuzey daha soru sormadı Arın'a, mantıklı cevaplar almayacağının farkındaydı.

"Minel, abim, iyi misin?" diye sordu Arda endişeyle Minel'in kollarını ve bacaklarını kontrol ederken. Aklında binbir şey dönüyordu, kötü bir şey olduysa ne yapacaklardı?

İnci tanesi gözlerini etrafındakilerde dolaştırdı. Şaşkınlıkla aralanan dudakları kıvrılırken "Çok komik düştüm!" dedi büyük bir enerjiyle. Güldü, ellerini yere koyup kalktıktan sonra insanların açılmasını fırsat bilip "Böyye düştüm!" diye gösterdi düşüşünü. Çiçeği yerden alıp bir kez daha atmıştı güzel bir canlandırna yapmak çin. "Çok komik!"

Derin bir nefes aldı tüm Aktunalar ve Aktunaların çocukluk arkadaşları. Kıza bir şey olmamıştı. Arda yutkunurken "Bir yerin acımadı, değil mi?" diye sordu emin olmak için.

"Iıh, acımadı. Şadece şaşıydım, geyçekten! Top geydi, çok hısyı geydi, anyanamadım. Sonya düştüm. Çok komiktim, di mi?"

Bu tarz olayları yaşının ve uzunca bir süre en küçük olmanın verdiği vurdumduymazlıkla Ayaz atlatırdı en kolay, nitekim bu sefer de öyle oldu. İçten bir şekilde gülerek başını sallarken "Evet bebeğim." diye onayladı kızı. "Çok komiktin."

Minel kıkırdadı, ayağa kalktı, sarı çiçeğini alıp örtünün üzerine baktıktan sonra eteğini düzeltti. Kedi yorulup kedi çantasının yanına kıvrılmıştı, tavşan da yerli yerindeydi, Minel bu ikisini görünce iç rahatlığıyla devam etti abileriyle konuşmaya.

"Kim kasandı?"

Maç daha bitmemişti, Selimler öndeydi ama Doruk "Biz kazandık!" diye atladı. "Fıstığıma yapılan bu faul götürür tüm setleri, kazanmama şansımız yok, nokta!"

Karşı takımın en dişlisi olan Atın dahi itiraz etmedi, zaten kız çocuğuna bir şey olmadıysa bile vicdan azabı sürüyordu, Minel'in orada olduğunu görmüştü, çok daha dikkatli davranmalıydı.

"Tamam, üzme kendini." deyip arkadaşının sırtına vurdu Kuzey. "Minel'e bir şey olmadı, hatta düşmeyi sevmiş gibi." Sessizlik uzayınca tavşanının ve kedisinin ortasına geçip onlara nasıl düştüğünü gösteren, bunu tekrar tekrar yapan kız çocuğunu işaret etti parmağıyla. "Bak."

Bu manzarayla bir nebze daha rahatladı Arın. Çömeldiği yerden kalkıp Minel'in yanına gitti yine de. "Minel?"

Minel başını kaldırdı; güneş çatıdan dolayı giremese bile gözlerini gökyüzüne çevirmesinin, fazla ışığın etkisiyle gözlerini kıstı. "Efendim Ayın abi?"

Kuzey abisi kafeye gittiklerinde tanıtmıştı bu arkadaşlarını, isimlerini hatırlıyordu.

"Topu sana attığım için özür dilerim."

İnci tanesi "Özüy diyeme." dedi hemen. "Ben düştüm, şen biy şey yapmadın."

Kızın yanaklarının kızardığını görünce itiraz etmedi Arın, zaten itirazı bir işe yaramazdı. Minel hem çok iyi kalpliydi hem de kötülüklerin kötülük olduğunu yavaş yavaş öğrendiği kadar küçüktü.

"Olayı tatlıya bağladıysanız... Bana ne tatlı ısmarlayacaksınız? Malum, kazandık."

"Bize!.." diye araya girdi Ayaz. "Doruk abim "bize" demek istedi, bir an dili şürçtü. Eee, ne yiyoruz?"

Bu cümleleri sarf edenler Aktunaların torunlarındandı. Türkiye'nin en güçlü, zengin, köklü ailelerinden birinin beş torunundan ikisi... Bazen zenginlik göz doyurmuyordu, çeşitli kelime oyunlarıyla elde edilen bir zafer gerekiyordu, bu hadise bunun kanlı canlı bir örneğiydi.

Loading...
0%