Yeni Üyelik
13.
Bölüm

🐣46🐣

@imposiblety

Imposiblety'den

"Hoş geydinis!" Raif, Hakan, Engin ve Hale'yi karşılayan kişi Aktunaların inci tanesiydi. Raif'in olasılık düşünmekten, kötü ihtimallerle boğuşmaktan düşen yüzü bir anda aydınlandı. "Bir tanem?" dedi büyük bir gülümsemeyle. "Ne zaman geldin sen?"

Dedesinin kucağına alındığı için bir anda yükselen Minel etrafına bakındı, sonra Raif'e döndü. "Gündüz geydim." cevabı herkesin "Tabii." dercesine başını sallamasına neden oldu, zamanla alakalı bir soruya kız çocuğundan keskin bir cevap almaları imkânsızdı.

"Sonya, şey, voyeyboy oynadıyay. Ben izyedim. Ayda abimye izyedim."

"Abilerin mi oynadı bal kızım?"

"Hıhı." diye onayladı Engin amcasının sorusunu. "Abimyey ve Ayas. Şey, diğey takım... Ayın abi, Kağan abi, Seyim abi."

Arın, Kağan ve Selim hem Doruk'un hem de Kuzey'in çocukluktan beri arkadaşlarıydı, aileler de birbiriyle tanışıyordu. Bu yüzden bu tarz oyunlara, voleybol maçlarına alışıklardı.

"Nerede şimdi abinler ve Ayaz?"

Bu soruyu sorma nedeni torunlarının nerede olduğunu öğrenmekten ziyade Minel'i konuşturmaktı, zira Doruk ve Arın'ın sesi oturma odasından adeta taşıyordu.

"Siz kaybettiniz! Kabullen! Yenmeniz zaten imkânsızdı, bize karşı şansınız bile yoktu!"

"Nasıl yoktu lan? Kazanıyorduk, biz kazanıyorduk da işte..."

"İştesi falan yok, faul yaptınız, biz aldık, bitti."

"İşin gücün yalan, hile hurda! Öyle değil mi Kuzey? Aman, sakın onaylama! Kırılır kardeşin, ağlar."

"Tabii onaylamaz, abim o benim, benim abim. Gel abim, gel, kıskanıyorlar bizi."

Hale "Kıskanıyorlar bizi, çekemiyorlar bizi." diye mırıldandı ufak bir dans yaparken. Minel halasına kıkırdadı, o ne yaparsa gözlemliyordu; halasının özgüvenine, enerjisine, güzelliğine hayrandı.

Hale kıkırtıyı duyunca yeğenine baktı. "Ya bebişim!" deyip yanağından öptü. "Sen bir de bana gülüyor musun?" Küçük kızı güldürmek için az önceki mırıltısından daha yüksek bir sesle şarkıyı söylemeye devam edecekti ki Ayaz'ın sesini duydu.

"Annem olsa 'Kıskanıyorlar bizi, çekemiyorlar bizi.' diye şarkı söylemeye başlardı."

Hale'nin kaşları büküldü, omuzları çökerken "Ya..." dedi a'yı uzatarak. "Oğluşum benim, nasıl da tanıyor annesini. On bir saatte doğurmama değmiş, maşallah!"

Engin gözlerini devirerek güldü, Hakan kolunu Hale'nin omzuna atıp şakağından öptü kız kardeşinin bu tatlı anne halleri fazlasıyla şirin gözüktüğü için. Hale otuz altı yaşında olabilirdi ama bazenleri Hakan'ın gözünde o beş yaşındaki, süslü, abilerinin peşinde dolanan kızdı.

Minel amcasıyla halasının arasındaki bağı belki derinlemesine anlayamadı ama hissetti, çocuklar sevgiyi hissederdi, Minel de bir çocuktu ve öfkeli bir suratla sevgi dolu göz bebeklerinin arasındaki farkı seziyordu.

Raif oturma odasına girdiğinde başlar çevrildi, Hale babasının arkasından hızlıca koşup Ayaz'ın yanına gitti. "Oh, bebeğim benim!" deyip içinden taşan sevgiyle öptü oğlunun yanaklarını. Bunu yaparken anne eksikliği yaşayan yeğenlerini de unutmamıştı, Ayaz'dan uzaklaşır uzaklaşmaz Arda'nın yanına gidip saçlarından öptü. Daha sonra Kuzey ve Doruk'un yanaklarını onlar küçük çocuklarmışçasına cimcikledi. En son durağı da Minel'in elleri oldu, onlara da birkaç öpücük kondurdu.

"Sevgi pıtırcığı olmuşsun." dedi Ayaz kaşlarını kaldırıp. Annesinin ani duygu patlamalarına alışık olması bunlara dikkat çekip kadınla dalga geçmeyeceği anlamına gelmiyordu.

"Evet, oldum! Böyle güzel bir ailem varken nasıl olmayayım? Bir de güzelim, gencim, daha ne olsun? Bu arada çocuklar, hoş geldiniz, söylemeyi unuttum bir an. İşte, her güzelin bir kusuru var maalesef."

Raif başını salladı üçlü koltuğun en kenarına oturup Minel'i dizlerine oturturken. "Son cümlen haricinde kesinlikle haklısın güzelim." Kız babası olduğu otuz altı sene boyunca öğrendiği bir şey varsa o da kızına kendisi hakkında kurduğu kötü cümleler haricinde hak vermesi gerektiğiydi.

"Ya... Teşekkür ederim babacığım, çok kibarsın."

Raif'in yanına geçti Hale. Raif'in bir kolu inci tanesinin sırtındaydı, diğer kolunu da Hale'nin omuzlarına attı.

Engin Arda'nın yanına geçip oğlunun saçlarını bozmamaya dikkat ederek okşadıktan sonra konuştu. "Keyif de sende baba." Arda başını babasının omzuna yasladı dedesinin cevabını beklerken. Engin bu temasla derin bir nefes alıp Arda'ya döndü. Raif bu hallerini görünce cevap vermedi Engin'e, dikkati kendi üzerine çekmek istemedi.

Engin kolunu oğlunun omuzlarına attı alacağı tepkiden çekinerek. "Rahat mısın böyle?" diye sordu. Arda son yıllardır yaptığının aksine başını salladı. "Evet, rahatım. Sorduğun için teşekkür ederim." Utangaçtı, yanakları kızarmıştı ama umursamıyordu, artık ailesinden uzak durmak istemiyordu çünkü onlarla yakın olmanın, onlara sarılmanın ne kadar iyi hissettirdiğini fark etmişti.

Herkes bu hallerini fark etti baba oğulun ama kimse tek kelime etmedi. Verecekleri büyük bir tepki Arda'nın kabuğuna yine çekilmesine neden olabilirdi, temkinli olmak zorundalardı.

Onlar oturma odasındayken Gökhan hâlâ annesinin yanındaydı. Babasının yalnızca şirkete gittiğine dair Gülten'den yeminler aldıktan sonra kızının yanına dönmek istemişti ama kadın onu tutmuştu. "Sen de yemeklere yardım edeceksin, yoksa yetiştiremiyorum." demişti başından önküğü geçirirken.

Gökhan belki daha önce olsa kabul etmezdi bunu ama şu an bir babaydı, yemek yapmayı öğrenmesi gerekiyordu. Hem meleğine yemek masasındayken "Bu yemeği ben yaptım." diyerek ondan "Çok güzey oymuş babacım." öpücükleri kapabilirdi.

"Doğradın mı soğanları?"

Gözleri yaşaran, ilk başta buna bir çare bulmaya çalışsa da sonra pes eden Gökhan başını salladı. Ellerinin üzeriyle gözlerini kurulayıp burnunu çekti. "Evet."

Gülten oğluna güldü, doğrama tahtasını önünden alıp soğanları kızgın yağa dökerken "Camı açmamı ister misin?" diye sordu muzip bir tavırla.

"Yok, dışarısı sıcak." diye itiraz etti Gökhan. Sıcağı sevmiyordu, evinin deniz kenarında olma nedenlerinden biri de bahçeye veya balkona çıkınca denizden gelen sert esintilerle rahatlamaktı mesela.

"Neyse o zaman, hadi, bu domatesleri de doğra."

"Neden sürekli bir şey doğruyorum?" diye homurdandı adam ama domatesle dolu kabı da çekti kendine. Söylenmeye devam ederken birini aldı domateslerin. "Yemek yapacaktım, bu yemek yapmak mı? Kaç saattir buradayım, hiçbir şey öğretmedin. "

Gülten oğlunun huysuzluklarına alışkındı, onun ergenliğine dahi dayanmış bir anne olarak bu söylenmelerinin bir hiç olduğunu biliyordu. Bu yüzden melodik bir tonla karşılık verdi. "Söylenme canımın içi, her şey küçük adımlarla başlar, bir anda aşçı olamazsın."

Gökhan kendi kendine konuşmayı bıraktı bu cümleyle ama kaşları hâlâ çatıktı. Aşçılık kursuna gitmeyi düşündü o an, en ünlü aşçılarla bire bir ders alacak kadar parası vardı, inci tanesine değişik yemekler yapabilirdi.

"Tamam, ben gidiyorum artık. Yeter." dedi Gökhan domatesleri de doğrayınca. Kırmızı, kareli önlüğü başından çıkardı. Çok saçı varmış da dağılmışlar gibi ellerini saçlarının üzerinde gezdirdi mutfaktan çıkarken.

Oturma odasına girdiğinde herkesi sakin bir şekilde konuşurken buldu ki bu, Aktunalar için oldukça şaşırtıcıydı. Kaşlarını kaldırdı, tam alaycı konuşacağı sırada Minel'in varlığını ve kinayeleri anlamayınca üzülebileceğini hatırladı, sustu.

"Babacım!" dedi Gökhan'ı fark eden Minel. Sohbet ettiği dedesini satması saniye bile sürmedi, hemen yere inip babasına koştu. Gökhan gülüp inci tanesini yerden aldı, tavşanın kulağı boynuna değince canlı bir varlıkmıçasına aksi bir tavır takınarak bakındı oyuncağa, sonra her zamanki tekli koltuğuna oturdu.

Gökhan kız çocuğunun saçlarından öptükten sonra "Kedi nerede güzelim?" diye sordu etrafa bakıp. Dolanan, sarı bir yumak göremiyordu. Kaldı ki Kedi'nin bulunduğu bir ortamda Minel'in ondan uzaklaşmasının imkânı yoktu.

"Baba!" dedi Minel gözlerini kocaman açarak. "Neden şöyyedin? Süpyis yapıcaktım! Unuttun mu süpyizi?"

Gökhan dudaklarını ıslattı. "Evet, unuttum." dedi inandırıcı olması için çaba sarf ederek. Aktunaların Kedi'yi çoktan bildiğini duysa inci tanesinin nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyordu. Trip atıp on beş dakika boyunca Gökhan'dan uzak durabilirdi; Gökhan da bunu istemiyordu kızının tripli, kaşları çatık halini ayrı bir sevse de.

"Tamam." dedi Minel. Hevesi kırılsa da belli etmedi, babasının üzülmesini istemiyordu, adamın künyesine uzanırken konuştu. "Soyun değiy babacım. Üzüyme. Başka süpyis yapayız."

Arın Doruk'a baktı, sessizce "Çok tatlı lan, siz nasıl aynı evde durup yanaklarını ısırmıyorsunuz?" dedi gülerek. Doruk derin, sıkıntılı bir nefes vererek başını iki yana salladı. "Amcam yasakladı."

Kaşlarını kaldırdı Arın. "Sen de bu yasağa uydun, öyle mi?" Doruk'u azıcık tanıyorsa o, bu kuralı çiğnerdi.

"Uymadım, uymadım da amcam yakaladı. Sakin bir azar yedim."

Sırıttı Ayaz, Doruk abisinin kıvranışını daha dünmüş gibi hatırlıyordu. "Çok iyiydi.'

"Sakin azar ne oluyor?" diyerek konuya dahil oldu Selim. Kaşları hafifçe çatıktı, genelde ya bıkkın ya da öfkeli olurdu zaten.

"Oğlum işte..." dedi Doruk doğru kelimeleri bulmaya çalışırken. "Böyle bağırmıyor, kötü hiçbir şey söylemiyor, hatta sakince konuşuyor ve bu, daha korkutucu. Gökhan amcamın o haline alışık değilim, azar boyunca acaba nerede patlayacak diye bekledim, o bekleyiş beni bitirdi zaten. Amcamın amacı da buydu büyük ihtimal."

"Büyük ihtimal." dedi Kağan. Gökhan'ı Doruk kadar olmasa da tanıyorlardı ve çocukken de, şu anda da en çekindikleri Aktuna oydu. Herkes çok tatlı, güler yüzlüyken Gökhan hep çatık kaşlı olurdu. Gerçi Minel, adamı biraz değiştirmiş gibiydi; Gökhan gülüyordu, on yıldan fazladır bu eve gidip gelirken ilk kez gamzesini görmüşlerdi ama belli olmazdı.

"Bugün Minel'in düştüğünü duyunca ne olacak?" diye sordu Arın bir anda aklına gelen şeyle. Doğruldu, daha sonra omuzları çöktü ve tekrar eğilip dirseklerini dizlerine yasladı. "Kızsa da hak ettim, topu öyle atmayacaktım."

Gözlerini devirdi Doruk. "Bu dram yapma yeteneğini Küçük Emrah'tan mı aldın?" diye sordu bıkkınca. Ardından Arın'ın yakasını tuttu, çocuğu boş çuval gibi sallarken "Bilerek yapmadın, kendine gel." dedi ciddi ciddi.

"Sen Bihter Ziyagilsin, kendine gel." diye tamamladı onu Arın dayanamayıp. Selim gözlerini devirip homurdandı. "Bir olgunlaşın."

Doruk esnaf edasıyla omuzlarını kaldırdı, ellerini iki yana açtı. "Beğenmiyorsan arkadaş olma kardeşim!" Ses tonu yükselmişti, ailenin diğer üyeleri onu duysalar da bunun her zamanki gibi bir tartışma olduğundan emin oldukları ve Doruk'un ani yükselmelerine, dramatikligine alıştıkları için kimse meraklanmadı.

Selim cevap vermedi, arkadaş grubunu seviyordu ama yüz anın doksanında huysuzluğunu da yapacaktı, karakteri buydu.

"Bu arada cidden öğrenir mi Gökhan amca Minel'in düştüğünü?"

"Öğrenir." dedi Ayaz, "Öğrenir." diyerek sohbete dahil oldu Kuzey. "Ben zaten söylerim, bir şey gizlemek istemem ama bana kalmadan Minel her şeyi detaylıca anlatır. Bundan emin olabilirsin."

Başını salladı Doruk. "Net, nokta." Tereddüt etmemişti, kız çocuğunun her şeyi babasına söyleme potansiyelini ve bunun sonuçlarını birinci elden deneyimlemişti çünkü.

Arın kendine engel olamadı; ara sıra, boşluğuna gelince dinlediği rehber hocasından öğrendiği kavramı sohbete kattı. "Öğrenilmiş çaresizlik."

Herkes güldü. Biraz daha konuşacaklardı ama Minel'in tavşanını babasına emanet edil, "Kedimi getiyicem!" diyip yere atlayarak odadan koşarak çıkması duraksattı onları.

"Atom karınca." dedi Engin. "Geçen benden kaçmaya çalışıyor, zikcak çiziyor bir de. Tam bir atom karınca."

"Öyle." diye onayladı Hakan. Evin içinde dolanan, üstte bakılınca sadece kıvırcık ve sarı saçları gözüken bu ufaklık ona da bazen bir karıncayı anımsatıyordu sessizliğiyle, hızıyla.

Gökhan Kedi'yi buraya getireceklerini bildiği için önceden misafir odalarından birisini ona özel hazırlatmıştı. Gökhan onu almadan önce tuvalet eğitimi verilmiş Kedi'nin kedi kumu, mama kapları ve oyuncakları bu odaya koyulmuştu. Minel bu odaya girdi, dönüp duran Kedi'yi yerden dikkatle aldı, gülümseyerek başından öptü.

"Naşıyşın? Güzey oynadın mı?" diye sordu koridora çıkarken. Sadece birkaç günde bu sevimli cana çok bağlanmıştı. Kedilere olan sevgisinin ne kadar arttığı ise ölçülemezdi bile, düşündüğünden daha şirindi kediler.

"Biz geydik!"

Aile üyelerine yaklaşmadan önce bir kez daha öptü Kedi'yi. "Bak kedicim, bunyay ayyem. Şana söyyedim onyayı. Tanıyoyşun, di mi?"

Kedi'yi kaldırabildiği kadar havaya kaldırdı daha iyi görebilmesi için. Kendisi biliyordu kısa boyluluğun, dünyaya yetmiş dokuz santim yüksekten bakmanın nasıl bir şey olduğunu.

"Ne tatlı bir şeysin sen." dedi Hale hem yavru kediyi hem de Minel'i kastederek. Kedi'yi dikkatle inci tanesinden aldı, başını okşayıp yumuşak bir sesle konuştu. "Merhaba."

Minel Kedi'yi tanıtmaya başladı heyecanla. "Kedimin işmi Kedi. Tüyyeyi sayı. Daha bebek ve, şey, küsküçücük. O yüsden... O yüsden yayamazyık yapıyoy. Ama oyabiyiy. Daha bebek." Başını sallayarak kendini onayladı.

Engin Minel'i kucağına aldı, Arda yanında olduğu için Kedi'yi alamazdı. "Yerim seni, ısıracağım en sonunda." deyip Minel'in boynundan öptükten sonra kendine engel olamayıp bileğini de hafifçe ısırdı. "Bal, bal!"

Minel kıkırdadı, amcası geri çekilince eğilip o da Engin'in bileğini ısırdı. Engin bu harekete güldü ama şaşırmadı, Minel'in "kısasa kısas"larına herkes alışmıştı.
"Kedi de şiyin, di mi?" diye sordu ısırmayı bırakınca. Başını salladı Engin. "Evet amcasının gülü, öyle." Minel gülümsedi, o sırada Arda abisiyle göz göze geldi, saatlerdir görmüyormuş gibi davranarak "Abicim!" dedi büyük bir coşkuyla. Engin'in onu tutmasına fırsat bırakmadan Arda'nın kucağına kayıp başını göğsüne yasladı. "Naşıyşın?"

Ani temasla duraksadı Arda, derin bir nefes alıp Minel'in bu anları hatırlamasa dahi gördüğü sevginin kalbinin derinlerinde kalarak karakterine etki edeceğini içinden tekrarladıktan sonra kolunu kız çocuğunun sırtına sardı. Rahat davranmaya çalışarak "Teşekkür ederim, iyiyim, sen nasılsın?" diye karşılık verdi.

Engin nadir hissettiği o saf, eksiksiz mutluluğu hissetti o an. Genelde tüm olumlu duyguları gölgeli olurdu; güldüğü anların çoğunda, zihninin gerisinde Nida'nın gülüşünü duyup onsuz mutlu olduğu gerçeğiyle boğuşurdu. Bunu çoğu zaman fark etmezdi sorumlu taraf bilinci değil, bilinçaltı olduğu için ama fark etmeyişi duygularının eksikliğini gidermiyordu. Eksiksiz mutluluklara hasretti Engin, sevdiği kadına hasretti.

"Ben de iyiyim. Kedimi sevdi heykeş, bu yüsden... Şey, mutyu oydum."

Biraz daha gülümsedi Engin Minel şirin şirin konuşunca ve Arda gülümseyince.

"Galiba Kedi uyuyacak Minel, burada mı uyusun bebişim?"

Hale'nin sesiyle o tarafa döndü inci tanesi. "Oymas." dedi hemen. "Onun odaşı vay, oyda uyumayı." Kedi'yi aldı, kollarında tuttu, yavru Minel'in bebek kokusuna birkaç günde çok alışmıştı sürekli kızın kucağında dolaştığı için, zayıf bir miyavlamayla gözlerini kapattı.

"Odaşına koyup geyicem." diye fısıldadı Minel, ayaklarını yere yavaş yavaş basarak çıktı odadan. Kedi'nin odasına giden tüm yolu da öyle kat etti Kedi'nin uyanmasını istemediği için.

"Babam nereye gitti?" Engin etrafına bakınınca fark etmişti Raif'in yokluğunu. Hale cevap verdi. "Anneme bakacak, yardım edecek, mutfağa gitti."

"Ben de anneme yardım ettim." Bakışlar Gökhan'a döndü, şaşkın olduklarını görünce "Ne?" dedi adam soğuk soğuk. "Ettim. Kızıma da öyle söyleyeceğim, yemekleri ben de yaptım."

"Bunu söylemek için yardım ettin, değil mi? Seni azıcık tanıyorsam öyle yaptın."

İtiraz etmeye gerek duymadı parlak mavi gözlü Aktuna, her şey apaçık ortadaydı. Gökhan annesine zor durumda kalması durumunda tabii ki yardım ederdi ama şu an böye bir durum söz konusu değildi, herkes de bunu biliyordu.

"Geydim." dedi Minel odaya girince. Arda'ya baktı. "Eyyeyimi yıkadım abicim." deyip tek elini kaldırdıktan sonra diğer elindeki ıslak mendil paketini halasına verdi. "Şen de eyyeyini şiymeyişin." dedi bilmiş bilmiş. Arda'nın rahat etmesini istiyordu.

Hale güldü, eğilip Minel'in buklelerinden öperken ıslak mendillerden bir tane aldı, iki elini de güzelce sildikten sonra mendili atmak için ayağa kalktı. "Bir anneme de bakayım o sırada, belki ben de yardım ederim, Gökhan bile etmiş."

"Yaydım mı ettin babacım?" Hemen Gökhan'ın ayaklarının dibinde bitti inci tanesi. "Yakın oyuy muşun?" Gökhan hemen eğildi, sakallarının üzerinde hissettiği minik öpücükle gülümsedi. "Bay babacım, kibay babacım..." dedi kız çocuğu, kollarını adamın boynuna sardı. "Çok iyi biy inşanşın."

Gökhan kızının boynundan öptü, bebek kokusunu içine çekti. Başını geri çekti bir süre sonra. "Teşekkür ederim güzelim."

"Yemekleri getiriyoruz, hadi bakalım, masaya geçin."

Gülten'in söylediği cümle herkesi kaldırdı ama kimse masaya geçmedi, herkes mutfağa yöneldi birkaç şey alıp masaya getirerek az da olsa yardımcı olmak için.

"Tatlımızı alacaksınız, değil mi?" diye sordu Doruk Arın'a, dilimlenmiş ekmeklerin olduğu hasır sepeti kapıp küçücük bir dilimi ağzına atarken.

"Alacağız, tamam, tamam." dedi Arın. "Merak etme, yiyeceksin o tatlıyı, tamam."

Ayaz kaşlarını kaldırdı, ciddiyetle konuştu. "Tatlı önemli, bünyeye lazım."

"Tabii, öyledir kesin."

"Evet, öyle. Sen benim kuzenime ne demek istedin? Gel Ayaz gel abim, ben yanındayım."

Bir elinde tavşan, diğer elindeyse herkes yardım ederken kendini dışlanmış hissetmemesi için Gülten'in ona verdiği ufak bardak olan Minel hemen "Ben de!" diye araya girdi. "Ayas benim ikisim, ben de... Şey, ben de yanında. İkiz kuyayyayı öyye."

"İkiz mi?" Kaşlarını çattı Selim, başka bir şey daha diyecekti ki "Bozma." dedi Kuzey sessizce. "Yaştaş olmadıklarını biliyor, Ayaz'ı abisi gibi değil de arkadaşı gibi gördüğü için söylüyor, Ayaz da kabullendi."

Ayaz kabullenmekten de öte, bu sıfatı tamamiyle sevmişti. Kendisini Minel'in bir yakını olarak tanıtması gereken bir durumda "Abisiyim." yahut "Kuzeniyim." demek yerine "İkiziyim." diyecek ve tuhaf bakışlara aldırmayacak bir haldeydi. Bu hitap şekline sahip tek kişi olmak onu onure ediyordu.

Kağan da duymuştu Kuzey'i, hafifçe gülümseyip "Ne var ikiz kurallarında?" diye sordu. Kafede olduğu ve sessizce oturduğu süre boyunca şirin bulduğu kız çocuğunun o zaman düşündüğünden çok daha sevimli olduğuna karar vermişti son birkaç saatte. Bu yüzden onu konuşturmaya çalışıyordu bir yandan da.

"Şey... Gündüz uyanınca... Uyanınca Ayas'ı öpücem. Sonya sayıyıcaz. Biygişayayda... Şey... Oyun oynayşak... Oynayşak aynı yeyde oyucaz. Ama şey... Kızyayımızı ben seçicem, eybiseyeyi de ben seçicem. Öyye dedik."

Ayaz kendi lehine uydurduğu ikiz kurallarını Minel'e sayarken kız çocuğu bu maddeye gelindiği anda "Ben seçebiyiy miyim kızyayı?" diye sormuştu. Ayaz ilk başta neyi kastettiğini anlamasa da Minel açıklamaya çalıştıkça oyundaki karakterlerden bahsettiğini anlamış, hemen "Tabii ki seçebilirsin bebeğim." demişti.

"Başka ne var?"

"Şey... Çok vay. Kağıtımıs vay, getiyiyim mi?"

Doruk "Getir bakalım." dedi Minel'in saçlarını karıştırıp. Minel koştu, önce bardağı yemek masasına bıraktı, sonra merdivenlere yöneldi. "Dikkatli ol güzelim." dedi Kuzey arkasından.

Minel dolabının gözüne dikkatle yerleştirdiği, Ayaz'ın simetrik bir şekilde katladığı -Ayaz kendi kağıdını böyle katlamamıştı ve Minel bunu görünce "Napıyoyşun? Öyye oymaz Ayaz!" demişti, bu yüzden Ayaz Minel'in kağıdını düzgünce katlamıştı- anlaşmayı aldı.

Koşarak odasından çıktı ama merdivenlere gelince yavaşladı, babası her zaman dikkatli olmasını söylüyordu, onun sözünden çıkmayacaktı, basamakları ağır ağır indi, korumaların arasından geçip mermere ayak bastığı an tekrar koştu.

"Geydim!"

Oturma odasına elindeki kağıdı sallayarak girince yemek masasında oturan herkesin dikkatini ve gülüşünü çekti. "Ne oluyor babacığım?" diye sordu Gökhan, Minel nasıl açıklayacağını bilemedi, kağıdı Doruk'a verirken "Şey, şey..." dedi nefes nefese. "İkiz kuyayyayımız, Ayas'ya."

Gökhan tabii ki biliyordu bu kuralların varlığını, Minel kendisine anlatıyordu her şeyi, yine de meraklanmadan edemedi tüm maddeler için.

"Okuyabilir miyim?" Doruk'tu bunu soran, Ayaz'a bakıyordu. Çoğu yerde gevşek davranabilirdi ama ailesinden herhangi birini rahatsız edecek, üzecek bir şey de yapamazdı.

"Oku, oku." Ayaz rahattı, hatta memnundu durumdan.

Doruk kağıdı dikkatle açtı. Önce başlığı gördü, sonra imzalara takıldı gözü. Ayaz'ın imzası düzgündü ama Minel Aktuna yazan yerde sarı kalemle yapılmış bir karalama vardı.

"İmzasına bakar mısınız?" dedi kağıdı kaldırıp.

"Neden öyye dedin abicim?"

"Çok güzel bir imzan var fıstığım, ondan."

"Teşekküy edeyim."

Boğazını temizledi Doruk, liste uzundu.

"Madde 1: Ayaz Minel'in hep ikizi olarak kalacak.
Madde 2: Hep birbirlerine destek olacaklar, yan yana olacaklar.
Madde 3: Biri mutluysa diğeri de mutlu, biri üzgünse diğeri de üzgün.
Madde 4: Sabah Minel Ayaz'ı öpecek ve beş kez sarılacaklar.
Madde 5: Oyun oynarlarsa aynı takımda olacaklar.
Madde 6: Bilgisayar oyunlarında karakterleri Minel seçecek.
Madde 7: İkiz kuralları başka kimseye olmayacak.
Madde 8: Ayaz bir şey yaparsa Minel bunu ispiyonlamayacak, sadece babasına anlatabilecek. (Ayaz'dan not: Gökhan amcam da saklayacak, ispiyon yok.)"

Hale araya girdi. "Buna güvenip kötü bir şey yaparsan külahları değişiriz. Ben seni on bir saatte doğurdum, akıllı uslu olacaksın oğluşum, tamam mı?"

Bıkkın bir nefes verdi Ayaz. "Tamam anne, tamam." Çocukluğundan, hatta bebekliğinden beri aynı şeyleri duyuyordu. Annesinin onu karşısına alıp kız arkadaşlarına nasıl davranması gerektiğini uzun uzadıya anlattığı çok olmuştu mesela.

"Devam edeyim mi?" diye sordu Doruk. Hiç kimse yemek yememişti ama meraklılardı. "Et canımın içi." dedi Gülten. Onun sözünden sonra kimseyi beklemedi Doruk, babaannesi dediyse dediğini yaparlardı.

"Madde 9: Minel'in yaramazlıklarına Ayaz yardım edecek; duruma göre Doruk, Kuzey ve Arda'nın da yardımı alınabilir.
Madde 10: Doğum günlerinde mutlaka yan yana olacaklar.
Madde 11: Kavga edip küserlerse küslükleri en fazla beş dakika sürecek, sonra sarılıp barışacaklar, bir taraf yine barışmak istemezse o kişiye sarı çiçek alınacak.
Madde 12: Minel'in bir gün sevgilisi olursa bunu Ayaz'dan saklamayacak. (Ayaz'dan not: Tercihen olmasın, kız kardeşimi paylaşamam.)
Madde 13: Gökhan amcam kızar, 12. maddeyi düzenliyorum, Minel sevgilisini kimseden saklamayacak."

Anlaşma okunurken çoğu yerde gülümsüyordu aile üyeleri ama sevgili kısmına gelince tepkilerinin pek iyi olduğu söylenemezdi. Tüm Aktuna erkekleri yüzlerini ekşitmişti, Arda bile dahildi.

"Benimle yaşayacak benim kızım." dedi Gökhan, kaşları burnuna kadar çatıktı. Engin "Çok haklısın kardeşim." diye desteklerken Hakan kollarını kavuşturdu, sırtını sandalyeye yaslarken "En doğru karar." dedi ciddi ciddi. Ağırbaşlı ve mantıklı biri olsa da sonuçta Aktuna'ydı, kıskançlık kanında vardı. Vaktinde Suat'ın her hareketini gözlemlemiş, kafasında notlar almıştı. Bir işe yaramamıştı bu yaptıkları, orası ayrıydı.

Ayaz "Bu yüzden bu maddeyi ekledim." diyerek göğsünü kabartınca Engin "Otuz yaşına kadar sevgilisi olmayacak yazamamışsın, bir de burada..." dedi aksi aksi.

"Otuz erken." dedi Gökhan hemen. Bu düşünceyle dehşete düşmüştü, kâbus gibiydi, bir an ne diyeceğini bulamadı "Otuz çok erken." diye tekrar etti. "Daha gençliğinin başı otuz, niye otuz yaşında... Yok, benim kızım benimle kalacak. Benimle kalacaksın, değil mi güzelim?"

Şaşkınca ailesine bakan, neden böyle davrandıklarını anlamayan Minel bir şey diyemeden Hale konuştu. "Tabii ki kalmayacak Gökhan. İstemezse tabii ama isterse neden bir sevgilisi olmasın? Gelip tanıştıracak bizi hatta, değil mi bebişim?"

Masadaki Aktuna erkekleri Minel'in birini elinden tutarak getirdiğini, "Bu benim sevgilim." dediğini düşündü. İnci tanesine hiçbir şey demezlerdi, hatta gülümserlerdi ama o odadan çıktığında getirdiği çocuğa ne olurdu, orasını Allah bilirdi.

"Hale yapma, yüreklerine inecek." dedi Gülten gülüp. Alışkındı bu hallerine, geçmişte ne zaman Hale'nin bir sevgilisi olması konusu açılsa da aynı yüz ifadesini takınmışlardı. Hale'nin Suat'tan ilk bahsedişini hatırladı, Raif bir hafta boyunca kendine gelememişti.

"Devam et canımın içi sen okumaya."

Doruk devam etmedi, o da sinirlenmişti aklındaki görüntülerle. Ya Minel'in sevdiği çocuk doğru düzgün biri olmazsa, fıstığının kalbini kırarsa? Çok duygusaldı bu inci tanesi, ağlardı kesin. Ağlar mıydı, Doruk ne kadar öfkeleneceğini kestiremiyordu.

"Halacığım devam et, hadi. Böyle bir kıskançlık olamaz ya... Kendinize gelin, hadi. Görüyor musunuz çocuklar? Aktunaların bu halleriyle uğraşıyorum otuz altı senedir."

Arın, Selim ve Kağan; Kuzey gibi mantıklı, şefkatli bir çocuğun bile Suat'tan bahsedilince gizlemeye çalışsa dahi öfkelendiğini biliyorlardı. Tabii ki bunun en büyük nedeni Hale'nin üzülmesiydi ama kıskançlığın da bir etkisi vardı şüphesiz.

"Tamam, devam ediyorum. Madde 14: Aktunaların hiçbiri bir gün sevgilileri olursa bunu Minel'den saklamayacak, her şey karşılıklı."

Kuzenler başlarını salladı, inci tanesinden bir şey saklamazlardı, bunun onu ne kadar üzeceğini tahmin ediyorlardı.

"Madde 15: Minel bir şeye üzülürse bunu gelip Ayaz'a anlatacak, Ayaz da onu dinleyecek."

"Beni de ekle." dedi Gökhan. Ayaz başını salladı, bir anda herkes "Beni de." demeye başlayınca bıkkınca konuştu. "Tamam, direkt Aktunalar yazarım."

"Madde 16: Her gün beş dakika da olsa konuşacaklar.
Madde 17: Ayaz da Barbie izleyecek, önce Barbie Prenses Deniz Kızı.
Madde 18: Ayaz kötü söz söylemeyecek."

Hale gülüp öpücük attı masumca Doruk'un yanında bekleyen, iki yana sallanan Minel'e. "Sağ ol bebişim, belki seni dinler."

Minel atılan öpücükle utansa da avuç içini dudaklarına götürdü, daha sonra elini salladı halasına. Hale "Ay, öpücük attı bana! Gördünüz mü siz de?" diye tepki verdi büyük bir enerjiyle. "Yerim seni bebeğim, ısıracağım karnını, hatırlat bana."

Minel bir şey demedi, bunu hatırlatmazdı, karnından çok gıdıklanıyordu çünkü.

"Devam ediyorum, lütfen konuyu dağıtmayalım.
Madde 19: Ayaz tavşanı koruyacak." Derin bir nefes aldı Gökhan, kurtuluş yoktu bu elemandan.

"Madde 20: Anlaşma hep geçerli olacak, kağıdın yırtılması bile anlaşmayı geçersiz kılamaz."

Doruk son maddeye çevirdi gözlerini, gülümseyişi silinmedi ama buruklaştı, bu maddeyi kimin yazdırdığını adı kadar iyi biliyordu ve canını acıtan buydu, Minel bunları düşünmemesi gereken bir yaştaydı.

"Bu kadar mı?" diye sordu Engin, oturduğu yer dolayısıyla Doruk'un yüzünü görmüyordu, görseydi maddelerin bitmediğini anlardı.

"Bir madde daha var." dedikten sonra boğazını temizledi Doruk, mavi gözlerini cümlenin üzerinde gezdirdi. "Madde 21: Herkes sağlıklı olacak."

Minel başını salladı hemen, son anda ekletmişti bunu Ayaz'a. Anlaşmanın mantığını anlamayınca Ayaz açıklamıştı ne olduğunu ve orada yazanların hep geçerli olacağını söylemişti, Minel de böyle bir madde yazdırırsa ailesindeki herkesin sağlıklı kalacağını düşünmüştü. Sarı boya kalemiyle imzasını attığı günden beri içi daha rahattı hatta.

Gökhan kızına baktı sıkıntılı bir nefes alarak. Ceyda'nın ölümünün inci tanesi üzerindeki etkileri adamı üzüyordu, bu etkilerin Ceyda gibi bir kadın için olmasıysa öfkelendiriyordu. Elinden de bir şey gelmiyordu daha fazla, Minel'in yanında olduğunu belli etmek için her şeyi yapsa bile kızın zihninden yaşamının ilk üç senesini koparamıyordu.

"Çok güzel bir anlaşmaymış." dedi Raif gülümseyerek, masada oluşan ağır havayı dağıtmaktı amacı. Biraz daha böyle dururlarsa Minel anlayacaktı bir terslik olduğunu, zeki bir çocuktu, üstün zekalı bile olabilirdi, birkaç gün sonra gidecekleri uzman belirleyecekti.

"Evet, çok hoş yazmışsınız." diyerek eşine destek çıktı Gülten tüm duygusallığına rağmen. "Neyse, daha fazla beklemeden çorbalarınızı koyayım. Hepimizin midesi kazındı, değil mi?"

"Evet." dedi Doruk enerjik bir tavırla. Ortamı neşelendirmek istiyordu. "Cidden çok acıktım, hadi, yiyelim."

Minel gülümseyerek kağıdı abisinden aldı. "Yiyeyim." diye tekrar etti. "Önce kuyayyayı odama... Odama götüyücem." Masanın ucundaki babasına seslendi. "Sonya geyicem babacım!"

"Tamam güzelim, merdivenlerden çıkarken dikkatli ol lütfen."

"Oyucam babacım."

.
.
.

Minel'in kamerası:

"Meyaba!" El salladı kız. Bir sandalyeye oturmuştu, iki yanındaki sandalyelerden birinde tavşanı otururken diğerinde kedisi uyuyordu. Bahçelerindeki kulübedeydi.

"Vidyo çekicem yine. Çekmedim, çünkü, şey... Bis köye gittik! Çifyike!"

Gözleri heyecanla büyüdü. "Oyda kedi vaydı! Köpek de vaydı, hem de, şey..." Ayağa kalktı, elini yukarı uzatabileceği kadar uzattı. "Bu kaday! Çok büyük köpekti, geyçekten."

Sandalyesine tekrar oturdu, yüzüne gelen saçları geri itti. "Sonya... İnekyey vaydı. Gittik ama şey, şüt yoktu." Ellerini açtı. "Ama domateş topyadık! Küçücük domateş topyadım ben. Biy de, biy de... Yeşiy domateş vaydı. Yeşiydi, böyye... Çok yeşiy! Babama soydum, soydum, dedi ki... O büyücek, büyüyünce kıymızı oyucak."

Etrafına baktı, kedisini görünce "Bak!" dedi kameraya bakıp. "Bu benim kedim. İşmi Kedi. Babam getiydi. Daha bebek, o yüsden... Şey, biyascık yayamas. Ama şoyun değiy. Çünkü çocukyay... Çocukyay yayamasyık yapay. Bebekyey de yapay."

Kedisini tüylerini okşadı bir eliyle, diğer eli de tavşanının üzerindeydi. "Tüyyeyi yumuşacık! Sonya... Küsküçücük patiyeyi vay. Çok şiyin. Tavşanım aykadaşım, Kedi de aykadaş. Üç aykadaşım oydu. Tavşan, Ayas, Kedi. Ayaz ikizim. İkiz kuyayyayı vay. Biy şüyü! Uyumadan önce, önce okuduk. Doyuk abim okudu. Şevdiyey. Ama, şey..."

Kafası karışmış gibi görünüyordu. "Biy yeyde kızdıyay. Bana kızmadıyay ama... Kaşyayı böyye oydu." Kaşlarını çattı, işaret parmağıyla alnını gösterdi. "Böyye. Anyamadım. Beyki, beyki büyüyünce anyayım. Şimdi çocukum. Doyuk abim dedi ki... Bebekşin. Hayıy, kedim bebek. Ben çocukum, büyüdüm. Azıcık kışayım. Ama şey, geçicek, uzucam."

Başını salladı büyük bir inançla.

"Abimyeyin aykadaşyayı geydi. Evimize geydi. Gündüz geydiyey. Şey oynadıyay, şey... Voyeyboy. Biz kazandık!" Ellerini çırptı, sonra duraksadı, gözleri büyüdü. "Ben düştüm! Top geydi, düştüm! Çok komikti! Böyye düştüm." Ayağa kalktı, arkadaki minderi alıp yere koydu, daha sonra kendisini kalçası mindere denk gelecek şekilde arkaya bıraktı oturur halde.

"Böyye!.. Abimyey koyktu. Dediyey ki... İyi mişin? İyiyim, teşekküy edeyim. Hayıy, şey..." Ne diyeceğini hatırlamaya çalıştı. "Dedim ki iyi. Komik oydu. Onyay da güydü. Babama şöyyemedim. Çünkü, şey, yemek yedik. Sonya... Uyudum. Ama iştemeden uyudum. Dişyeyimi fıyçayayamadım. Ama babam dedi ki... Dedi ki... Dişyeyin hemen çüyümes. O yüzden mutyuyum, dişyeyim böyye kayıcak."

"Minel, babacığım, kulübede misin?"

"Evet babacım, buydayım!"

"Meyve yemek için dışarı çıkabilir misin?"

"Çıkabiyiyim, geyiyoyum!"

Ayağa kalktı, kameraya yaklaşırken "Babam buyaya giyemes. Ev kışa, babam uzun." diye açıklama yaptı. Kamerayı eline alıp evi gösterdi. "Kedimin evi. Ben de geyiyoyum, oyun oynuyoyuz. Buyaşı mutfakım. Çikoyata vay. Kedimin yemekyeyi vay. Buyda koytukum vay. Sayı koytuk, yumuşacık, çok şevdim. Babacım aydı bana. Buyda, şey... Penceye vay. Çiçekyeyim vay. Ama, şey, açmıcam camı çünkü... Şey, sıcak oyuy. Bahçe çok sıcak. Güzey değiy."

"İnci tanem iyi misin? Neden çıkmadın?"

"Geyiyoyum babacım!"

Kamerayı kendisine çevirdi, bukleleri ve burnundan yukarısı gözüküyordu sadece. "Ben gidiyoyum, meyve yicem babamya. Göyüşü-"

Video kapandı.

Loading...
0%