Yeni Üyelik
14.
Bölüm

🐣47🐣

@imposiblety

Gökhan Aktuna'dan

İnci tanem kulübeden çıktı, kapıyı kapattı Kedi'nin kaçmaması için. Zaten gün boyunca onu bahçede dolaştırıyordu tavşanı olacak elemanı da kulağından tutarak, birkaç saat kolları dinlenmeliydi benim meleğimin.

"Üzeyimi değişip... Şey, değişip geyiyim."

Kedi tüylerinin beni hapşırttığını biliyordu, ona açıklama yapmıştım arka arkaya hapşırırsam korkmaması için, hastalıklar konusunda ne söylersem söyleyeyim hassastı.

O eve giderken "İstersen buraya gelme, mutfakta yiyelim." dedim, arkasını dönüp bana baktı. "Şey... Denize bakayım, oyuy mu?"

Arka balkona geçmek istiyordu, başımı salladım, ben de orada oturmayı seviyordum. Hem esiyordu hem de deniz sesi geliyordu.

Onayladığımı görünce iki yana sallanarak eve girdi. "Kıymızı bayık göyde, kıvyıya kıvyıya yüzüyoy. Bayıkçı Haşan..."

Elimde çiçekli, toz pembe tepsiyle evin arkasına geçtim. Sandalyeme oturdum, Minel'in sarı tabağını onun sandalyesinin önüne koydum. Tabağa muz, hurma, badem, armut, çilek ve kaju koymuştum. Küçücük kaselerde de fıstık ezmesi, pekmez ve reçel vardı armut veya muz dilimlerini batırması için. Hepsini hemen yiyemezdi ama vaktimiz vardı, tabağını bitirene kadar sabırla bekleyecektim. Onu zorlarsam hem üzülüyordu hem de midesi bulanıyordu.

"Geydim!"

Masaya koştu, düşecek diye kalbim yerinden oynarken ayağa kalktım. Belinden tutup sandalyesine koydum. Dikişlerim artık çok az acıyordu, doktor da bir problem olmadığını söylemişti. Zaten bu yüzden annemler beni az da olsa rahat bırakmıştı, kafayı yiyecektim biraz daha üzerime düşseler.

Sandalyeme geri oturduğumda "Aymutyay değişik!" dedi gözlerini kocaman açarak. "Evet babacığım." diye onayladım. Yemek yemenin onun için daha eğlenceli bir hale gelmesini istiyordum, tırtıklı yapmıştım bu yüzden armutları internetten nasıl yapılacağına bakıp.

Boş vakitlerimde maçlara beş dakika bakıp yemek videosu izlemeye dönüyordum.

"Çok güzey oymuşyay, teşekküy edeyim."

"Rica ederim bebeğim benim."

Kürdana geçirdiğim armutlardan birine uzandı, fıstık ezmesine batırdıktan sonra bir ısırık kaldı. Kendi meyvelerimi yemeye başlamadan önce -yalnız hissetmesin diye ben de aynı şeyleri yiyecektim- dikkatle baktım yüzüne beğenip beğenmediğini anlamak için.

"Eyyeyine sağyık, çok güzey." dedi gülümseyip.

Rahat bir nefes aldım, karnı doyacaktı. Kahvaltıda yemişti ama içim rahat etmiyordu yedikleri çok az olunca, sürekli bir şeyler hazırlayıp peşinde dolanıyordum. Şikayetçi değildim tabii, canım fedaydı biriciğime.

"Vidyo çektim. Şen yokken çekmedim. Canım iştemedi. Şimdi çektim. Kusey abim bana... Şey... Şaykı öğyeneyim dedi. Şen yokken dedi. Şana süpyiz yapıcaktık. Sonya, sonya... Evet dedim ama iştemedim. Canım sıkıydı."

Canının sıkıldığını söylerken üzüntüsünü kastediyordu, anlatışı farklıydı. Gülümseyip saçlarını okşadım boğazına bir şey kaçacağı korkusuyla başını hareket ettirmeden.

"Olsun, beraber öğreniriz şarkı."

"Oyuy." dedi çilek dilimlerinden birini ağzına atmadan önce. Başından öptüm kendi tabağıma dönmeden.

Bir süre sessizce oturup denizi izledik. Ara sıra bunu yapıyorduk. Bazen yemek yerken, bazense sadece otururken denizi izliyorduk. Oturduğumuz zamanlarda benden böyle uzakta olmuyordu tabii, göğsümde uzanıp künyemle oynuyordu. Genelde de uyuyakalıyordu.

"Babacığım?"

Masmavi gökyüzüne, denize baktığı için, ışığın etkisiyle renkleri iyice açılan yeşillerini bana çevirdi. Başını yana eğip "Mineycim?" dedi aynı tonla. Güldüm, hâlâ daha beni sevdiğini belli etmek için kendi isminin sonuna "-cim" eklemesi gerektiğini zannediyordu. Bozmuyordum, seviyordum böyle demesini.

"Arkadaş edinmek ister misin?"

Kaşları çatıldı anlamadığı için. "Aykadaşım vay ki... Tavşan vay, Ayaz vay, Kedi vay. Şonya... Şeninye oynuyoyuz babacım. Bazen amcamyayya, dedemye... Sonya... Hayamya, babanemye, abimyeyye... Onyay da aykadaşım gibi. Benziyoyyay."

Daha açık olmam lazımdı. "Onu kastetmiyorum meleğim, kendi yaşlarında arkadaşlar edinmek ister misin? Senin gibi çocuk olan arkadaşlarla oynamak ister misin?"

Duraksadı, bir süre yüzüme baktıktan sonra gözlerini kaçırdı. "Önce oynamadım. Oynamayı biymiyoyum." diye mırıldandı. Utangaç, yeni insanlardan çekinen bir çocuk olduğunu biliyordum; böyle bir tepki de bekliyordum, bu konuşmayı kafamda planlamıştım.

"Bilmemen önemli değil, çocuklar her şeyi bilmez. Oyunları bilmesen bile olur, eğer güzel arkadaşların olursa onlar sana tüm oyunları öğretir. Konuşabilirsiniz, beraber evcilik veya saklambaç oynayabilirsiniz. Hem eğer kabul edersen babaannenlerin evinde olacaksınız, başka bir yere gitmeyeceksin. İstediğin zaman abilerinin yanına gidebileceksin, güzel olmaz mı bebeğim? Okul gibi olur."

Okul kelimesini kullanmıştım çünkü çok meraklıydı okula gitmeye. Sürekli "Okuya gidince yapıcam, okuya gidince böyye oyucak." gibi şeyler söylüyordu. Yaşı bu kadar küçük olmasaydı, başımızda da bu belalar dönmeseydi onu birkaç saatliğine bile olsa okul gibi bir şeye yazdırırdım, o kadar hevesliydi.

Tereddüt etti, kabul edeceğini düşünüp sevinsem de yüzü asılınca anladım aklını bir şeyin kurcaladığını. Tişörtünü sıkıp bıraktı, gözlerini kaçırdı. "Beni şevmezyeyşe noyucak? İştemezyey beni oynayken. Napıcam o zaman?"

Ellerimi yanaklarına koydum, yüzü ellerimin arasında ufacık kaldı. "Neden sevmesinler seni babacığım?" diye sordum şefkatle.

Omuz silkti kırgın bir tavırla. "Biymem."

Yanaklarını okşadım. "Biriciğim..." dedim büyük bir sevgiyle. "Bazı insanlar, çocuklar seni sevmeyebilir; bu doğru, evet. Ama sen onların sevgisine ihtiyaç duymuyorsun, senin seni seven kocaman bir ailen var. Hepimiz, hepimiz seni çok seviyoruz."

"Ama aykadaş dedin. Aykadaşım oymaz sevmezyeyşe."

"Ben seni çok seven en azından bir arkadaşın olacağına eminim." dedim büyük bir güvenle. Gerçekten emindim, benim meleğimi sevmemek imkânsızdı, benim gibi bir adamı bile bu hale getirmişti.

"Sen çok tatlı, kibar, iyi kalpli, akıllı bir çocuksun. Çok güzel oyunlar oynuyorsun, çok güzel resimler çiziyorsun. Hamurlarla çok güzel şekiller yapıyorsun, seninle oynamak için can atacak bir sürü çocuk olacak."

"Geyçekten mi?" diye sorduğunda hiç beklemeden başımı salladım. "Gerçekten babacığım, gerçekten."

Derin bir nefes alıp mırıldandı. "O zaman tamam, oynamak iştiyoyum."

Bu çok iyi olmuştu. Bugün onu üstün zekalı olup olmadığını anlamak için bir uzmana götürecektim, o sırada ona da Minel'in yaşıtlarıyla nasıl oyunlar oynayabileceğini sorardım. Bahçede ve misafir odalarının birinde bir oyun alanı oluşturacaktım, oyuncakları ona göre seçerdim.

"Hadi güzelim, yemeye devam et." dedim dalgınlığından kurtulması için. Önce alnından, sonra saçlarından öptüm. "Düşünme daha fazla, korkacağın hiçbir şey yok, bana güvenmiyor musun?"

"Güveniyoyum."

"O zaman kendini kötü hissetme, ben her şeyi halledeceğim."

"Tamam." Bademlerden bir tanesini aldı, geri çekildim, yemeye odaklandığını anlayınca denize döndüm. Yaz olmasına ve havanın açıklığına rağmen kayalara çarpan dalgalar çok sertti, bu da beni dinlendiriyordu. Hırçın, hareketli denizleri seviyordum. Sakin, tatil yerlerindeki berrak denizler bana göre değildi; oralara bir tek Minel'in yüzebilmesi için giderdim.

"Bugün neden şeş yok?"

"Ne? Anlamadım bir tanem."

"Bugün neden..." Durdu, bir anda yüzü ekşidi, yana dönüp hapşırdı. "Çok yaşa bebeğim benim, güzel yaşa." dedim gülümseyerek.

"Teşekküy edeyim babacım, şen de öyye oy. Şey dedim, şey... Bugün neden seş yok?"

Havuz yapımından bahsediyordu, işçilerin tatil günü olduğu için -kızımla evimizde vakit geçirmek istediğim için onları evlerine göndermiştim- ses yoktu.

"Yandaki inşaata ara vermişler, o yüzden."

Havuzu Minel'e sürpriz olarak gösterecektim; bu yüzden sesin yandaki, göremediğimiz bir inşaattan geldiğini zannediyordu. "Ne inşaatı?" deyip meraklanınca, balkondan inşaatı görmeye çalışınca yalan söylediğim için kendimi kötü hissediyordum ama yapacak bir şey yoktu, sürpriz olmalıydı.

"Anyadım. Teşekküyyey deniz babacım."

"Rica ederim güneşim."

Bir iki saat kadar oturduk, yemek yemediği veya denizi izlemediği anlarda bir sürü şey anlattı. Ona okuduğum masalları tekrar etti, çizgi filmlerden ve Barbie bebeklerinden bahsetti, ablamın giydiği kıyafetleri bana detaylıca anlatıp ablamı bir kez daha övdü.

"Çok güzey gözyeyi. Saçyayı da güzey. Biy de... Şey... Hayam çok iyi. İyi kaypyi. Çok şiyin. Beni hep... Şey... Beni hep şeviyoy."

Eskiden tavşanına yaptığı mırıl mırıl konuşmaları şimdi sesli bir şekilde bana yapıyordu.

Biraz daha konuştuktan sonra tabağını bitirdi. "Bitti!" dedi neşeyle. "Hepşini yedim, hepşini!"

"Aferin benim güzelime." deyip önce saçlarından, sonra boynundan öptüm. Sevimli bir şekilde güldü, gülüşüyle ortaya çıkan yanaklarından da öptüm dayanamayıp. Zaten krem sürüyordum, bayağı da düzelmişti teni.

Sandalyeden onu aldığımda "Eyyeyim yeçeyyi." dedi hemen. "Tamam meleğim, yıkayacağız ellerini." Başını salladı, parmaklarını bana sürmemek için kollarını boynuma sarmadı. Titizliğini bazen Arda'nın çocukluğuna benzetiyordum.

Alt kattaki banyoya girdim. Lavabonun önüne gelince ellerine şampuanıyla aynı kokulu sıvı sabundan sıktım. Bu koku en sevdiğim kokuydu, ayrıca sabun çocuklara uygundu, bu yüzden evdeki tüm sabun kutularına bundan koydurmuştum.

Ellerini köpürtmeye başladı. "Eyyeyim tombik tombik, kiyyenince ne komik. Kiyyi eyyey seviymez, güzeyyiği göyüymez." Saçlarından öptüm gülüp, şarkısına ara verdi, belgesel anlatır gibi konuşmaya başladı. "Eyyeyimizi yıkadık. Güzey güzey şabun yaptık. Şimdi şu yapıcaz. Suyu açabiyiy mişin babacım?"

"Tamam." Musluğu açtım, eğilip ellerini suya tuttu, ovuşturarak yıkadıktan sonra yandaki açık sarı havluya kuruladı. "Sayı havyumuz, çok güzey." Sırf bunu demesi için astırmıştım o havluyu.

"Miş gibi koktu eyyeyim!"

Ufacık ellerini burnuma doğru uzattı, sıvı sabunu koklamak yerine parmaklarını öptüğümde kıkırdadı, ellerini geriye kaçırdı. Göz göze geldik, ellerini yavaşça uzattı, bir kez daha öptüm parmaklarını, hemen çekti ellerini.

"Oyun mu istiyorsun sen?"

Başını salladığında güldüm, direnmesine fırsat bırakmadan elini tutup avuç içinden öptüm birkaç kez. Parmaklarını oynatarak elini elimden kurtarmaya çalıştı ama izin vermedim, tabii sert tutmuyordum elini, canını acıtmazdım asla.

"Ama şen güçyüşün, oynayamıyoyuz." diye sızlandığında son bir kez öptüm avuç içinden. "Ben babayım, güçlü olmasam nasıl korurdum seni?" diye sorduğumda "Babayay kızyayını koyuy!" dedi enerjik bir şekilde. Bazen cümleleri tam dinlemeyip kelimelere göre cevap verdiğini düşünüyordum, bazen, sadece bazen.

"Evet babam, babalar kızlarını korur."

Gülümseyip başını omzuma yasladı. Banyodan çıktım, Minel'i oturma odasına bırakıp ellerimi yıkayacaktım ama yapamadım, bir anda başını kaldırdı. "Yeye indiyiy mişin beni?"

Hızlı hızlı sorduğu sorunun nedenini anlamasam da kucağımdan indirdim onu. Yere basar basmaz karınca gibi fırladı. Güldüm şaşkınca, koridora baktım ama gözden kaybolmuştu. Tekrar güldüm, birisi meleğime "atom karınca" demişti bir ara, galiba haklıydı o kişi her kimse.

Ellerimi yıkayıp, kurulayıp banyodan çıktım. "Minel? Nereye gittin?" diye seslendiğimde adım sesleri yaklaştı, ayaklarımın dibinde belirdi. "Tavşanımı aydım baba, yanyız kaymıştı."

Asla unutmuyordu onu, asla.

"Çok iyi yapmışsın küçüğüm, yalnız kalsa olmazdı, üzülürdü."

Alayımı anlamadı. Ciddiyetle "Evet." dedi işaret parmağıma uzanırken. "Çok üzüyüydü. Biz tavşanımya... Tavşanımya hep yanız. Söz veydik, aykadaşız biz."

"Yan yanayız mı demek istedin güneşim?"

"Evet, öyye demek iştedim. Yan yanayız tavşanımya. Çünkü aykadaşız. Aykadaşyay... Şey... Aykadaşyay yan yana oyuy. Ayaz'ya da öyye. Biy de ikiziz onunya. Faykyı. Ama şey, tavşanım aykadaşım. Önce aykadaşım, Ayaz'dan önce. O da faykyı o yüsden."

Tavşanı sevmesem de Minel'in ona olan bağını seviyordum, saçlarının arkasını okşadım, bu hallerime o kadar alışmıştı ki utanmadı, sadece gülümsedi.

"Şimdi üzerini değişelim güzelim, dışarı çıkacağız."

"Neyeye gidicez?"

Ne söyleyeceğimi bilemediğim için "Bir işimiz var." dedim ama der demez fark ettim bunun Minel'in soru sormasına engel olmayacağını.

"Ne işimiz? Neden vay işimiz? Cevap veyiy mişin baba?"

"Buna sonra cevap versem olur mu bebeğim? Şu an sana nasıl açıklayacağıma karar veremedim, sonra konuşuruz, olur mu?"

Başını salladı. "Oyuy." dedi tatlı tatlı. Buklelerini okşadım bir kez daha, gülümsedi, üst kata çıkmıştık ama kendi odasına değil, benim odama yöneldi. "Ben şana eybişe seçicem, şen de bana seçey mişin? Ama şey, mavi. Baba kız kıyafetimiz oyşun."

Gülümsedim. "Tamam biriciğim." Odasına girdim, dolabını açıp tulumlarına baktım. Açık mavi, kot tulumunu aldım. İçine beyaz bir tişört seçtim. Altına beyaz ayakkabılarını giyerdi, çekmeceden de açık mavi, uzun çoraplarını aldım. Artık iyice olmuştum kız babası, kıyafetleri birbirine uyduruyordum.

"Seçtim. Yatakına koydum."

"Ben de seçtim bebeğim, al." Kollarına bıraktım kıyafetlerini, hemen inceledi ne seçtiğimi. Beğenmezse nazlana nazlana "Babacım, başka şeçşen oymas mı?" diye soracak, bu sırada kollarını boynuma sarıp şirin şirin bakacaktı. Bana istediğini nasıl yaptırabileceğini ya çözmüştü ya da ben onun her haline karşı çok zayıftım.

Her ikisi de olabilirdi aynı anda.

"Çok güzeyyey, giyicem." Tişörtüne uzandı, saçlarından öpüp çıktım. "Giyinemezsen yardım ederim." diye seslendiğimde "Giyinebiyiyim!" diye karşılık verdi. Sesi boğuktu, tişörtünü kafasından çıkarıyordu kesin.

Benim için seçtiği açık mavi, polo yaka tişörtü ve lacivert pantolonu giydim. Çoraplarımı da açık mavi seçmişti, gülümsedim bu titizliğine. Aynı renk çorap bulamasaydı bu tişörtü seçmezdi zaten, biliyordum.

"Giyindin mi babacığım?"

"Hıhı, geyebiyiyşin."

Odaya girmeden önce kapının yanında durdum, çok şirin gözüküyordu tulumuyla. Zaten her hali öyleydi, orası ayrı mevzuydu. Kalbim kaldırmayacaktı bu gidişle, sebebim bu ufaklık olacaktı.

"Geyebiyiyşin baba, neden oyda duyuyoyşun?"

"Güzelliğine bakıyordum çiçeğim."

Utandı, gözlerini kaçırdı, alışmıştı ama bazen böyle oluyordu yine. Gülüp eğildim, başından öptüm. "Hadi inci tanem, gidelim."

Tavşanını yatağın üzerinden alıp önden ilerledi. "Kedi'ye bakıcam camdan, şonya gideyim." Ne kadar sorumluluk sahibi olduğunu bir kez daha görmüştüm Kedi'yi getirdiğimden bu yana, Kedi'ye benim ona davrandığım gibi davranıyordu.

Camdan kulübenin içine baktı. "Kedi'cim!" dedi sesini yükseltip, sonra el salladı içeri, dişlerini göstererek gülüyordu. Bana döndü. "Baba çok şiyin!"

"Evet babam, çok şirin."

O Kedi'den bahsediyordu, ben ondan bahsediyordum.

Bir süre daha kulübenin içine baktıktan sonra beyaz ayakkabılarının kirlenmemesine dikkat ederek çimenlerin arasından çıktı. "Tamam, gidebiyiyiz. Yemekini yiyoy, şuyu da vay. Hey şey güzey."

Garaja ilerledi, araba önde olduğu için duvar örülmüş kısmı görmüyordu. Görse neden öyle yaptığımı sorardı, bir tane daha yalan uydurmak istemiyordum sırf havuzun sürpriz olması için.

Onu koltuğuna oturttum, tavşanı da yanına koydum. Normalde atardım ama dikkatle bana bakıyordu bu sefer.

"Neyeye gidiyoyuz? Şimdi söyyicek mişin?"

Uzmanla konuşmadan Minel'e bir şey demek istemiyordum, belki de üstün zekalı olduğunu söylememizi istemeyecekti. Bu yüzden "Söyleyemem güzelim." dedim. Israr etmedi, başka bir konuya geçti.

"Gözyeyinin yengine işim buymadık."

"Sen bul bebeğim, sen daha iyisin bu konuda."

Başını cama çevirdi. "Biymem ki..." dedi tatlı tatlı. "Ama düşünücem. İşim buyucam." Bu cümlesi yol boyunca sessiz kalacağı anlamına geliyordu. Konuşmasını tercih ederdim, trafikte beni sakinleştiren tek şey oydu çünkü ama yapacak bir şey yoktu, düşüneceğini söylediyse düşünecekti.

Bir buçuk saat trafikteydik ve mırıltıları dışında hiç sesi çıkmadı, herhalde aklındaki hiçbir fikri beğenmiyordu çünkü dikiz aynasından baktığım bazı anlarda başını iki yana salladığını görmüştüm, isim eliyordu.

"Küçüğüm?"

Başını bana çevirdi, çenesini ve kaşlarını kaldırdı. "Hı?"

"Geldik."

"Geydik mi?" O kadar dalmıştı ki durduğumuzu ben deyince fark etti. "Geydik." diye onayladıktan sonra koltuğunun kemerlerine ve bana baktı, onu çıkarmamı bekliyordu. Arabadan indim, koltuğunun kemerlerini çözdüm, hemen tavşanını aldı.

"Yürüyecek misin, kucağımda mı duracaksın?"

Beyaz binaya bakıyordu, ses çıkarmadığında dikkatini çeken bir şey olduğunu anlayıp sustum, meleğim bana cevap verirdi, beklesem yeterdi.

Bahçeyi geçip binaya girdiğimizde korumalar bizi tamamen çeviriyordu. Güvenlik önlemlerini vurulduktan sonra iyice artırmıştım, şirkete bir şeyleri imzalamak için gittiğim gün bununla da uğraşmıştım.

"Kucakında duyucam."

"Tamam bebeğim." deyip şakağından öptüm. Kollarını boynuma sardı, etrafı incelemeye devam etti. Konuştuğum uzmanın odasının önüne gelince korumalar durup bana baktı. "Kapıyı çalın."

İnci taneme baktım, birkaç saat içinde belli olacaktı üstün zekalı olup olmadığı ama ona olan hiçbir duygum değişmeyecekti.

.
.
.

"Neden bunyayı yaptık? Neden babacım? Şey, şey... Buyaşı pedagog mu? Ama Eşya Hanım neyde? Neden o yok? Sonya... Neden oyun odam yok? Biy daha, şey... Gitmicek miyim daha? Ama Eşya Hanım dedi ki... Dedi ki... Göyüşüyüz. Göyüşmicez mi?"

Yapılan zeka testleri aklını çok karıştırmıştı. Tüm sorularına cevap verecektim, aklında bir şey kalmasını istemiyordum.

"Burası pedagog değildi bebeğim. Bir çeşit kontroldü, oyun gibi düşün. Öylesine geldik. Esra Hanım'la oyun odasında oynamaya devam edeceksiniz istediğin zaman."

Üstün zekalı olduğunu ona açıklamamın imkânı yoktu, biraz daha büyümesi lazımdı. Bu yüzden şu anlık böyle söyleyecektim.

"Hııı, ne şöyyediyey şana? Neden konuştunuz baba? Neden ben yeşimyeye baktım?"

Uzmanla Minel'e ayarlayacağım oyun saati hakkında konuşmak istemiştim, Minel'i emanet edeceğim biri de yoktu, korumalar bizi korusa da meleğimi onlara bırakamazdım, hem kimse onunla konuşmayınca benim inci tanem korkardı, bu yüzden ona odanın ucundaki tablolara bakmasını söylemiştim.

"Arkadaşlarınla oyun oynayacaktınız güzelim, sana söylemiştim."

"Hıhı. Noydu?"

"Onun hakkında konuştuk, iyi bir fikir olup olmadığını sordum."

"İyi mi?"

"Evet, öyle dedi."

Minel'in zekası dolayısıyla yaşıtlarına uyum sağlamakta zorlanabileceğini söylemişti. Bu yüzden ona destek olmalıydık, gerekirse iki arkadaş grubu olmalıydı. Bir grup yaşıtları, diğer grupsa zihinsel olarak uyuştuğu çocuklar olacaktı; kadın öyle söylemişti.

"Oyun oynucaz. Beni sevcekyey. Heykeş şevmeyebiyiy. Ama, şey... Aykadaşım oyucak."

"Evet babam, öyle olacak."

Başını salladı, kendisini ikna etmeye çalışıyordu. En kısa sürede bu oyun saatini ayarlamam lazımdı, düşündüğü kadar korkunç olmadığını fark edince kafası rahatlardı.

"Şimdi neyeye gidicez?"

Eve gitmek istemiyordum, kızımla dışarıda vakit geçirmek istiyordum. O hayatıma yazın başında, haziranın ortasında girmişti. Şimdi ağustosun sonundaydık ama doğru düzgün dışarıya çıkmamıştık.

"Akvaryuma gidelim mi güneşim?"

Evimize ilk geldiği zaman balıklarla ilgili bir şey sormuştu, cevabımı duyunca üzüldüğü için ona akvaryuma gideceğimizi söylemiştim. Geç de olsa sözümü tutmamın vakti gelmişti.

"Akvayyuma mı? Geyçekten mi? Gidicek miyiz?"

Şimdiden o kadar heyecanlanmıştı ki doğru kararı verdiğimi anladım. "Evet meleğim, istersen gideceğiz." derken çoktan kafamda planı oluşturmuştum. Kâmil'i arayacak ve şirketten -ben işe gitmediğim için benim yerime bir şeyleri hallediyordu- akvaryuma gitmesini söyleyecektim. Korumaların arasına o da katılmalıydı, en güvendiğim kişi oydu.

"Gideyim. Yütfen gideyim. Köpek bayıkı da vaydıy! Gideyim babacım, yütfen!" Kollarını boynuma sardığında alnından öptüm. "Tamam güzelim, gideceğiz."

Sevimli bir şekilde güldü, ben de güldüm gülüş sesini duyunca. Etrafımızdaki korumalara baktım sonra. "İstanbul Akvaryum'a gidiyoruz, siz de geleceksiniz." Sesli bir cevap vermeyip başlarını salladılar.

Minel'i koltuğuna oturttuktan sonra şoför koltuğuna oturmadan babamı aradım, yolda arayıp dikkatimi trafikten çekmek istemiyordum.

"Efendim oğlum?"

Direkt konuya girdim. "Komşularla yarın konuşmaya gidelim. Fazla uzadı."

Derin bir nefes aldı, neden bir anda bu konuyu açtığımı sormadı; çözülmemiş bir şeylerin, inci tanemin tehlikede olmasının beni sıktığını biliyordu. "Tamam." dedi sadece.

Bir iki şey daha söyleyip telefonu kapattıktan sonra arabaya bindim. Tavşanıyla konuşuyordu. "Akvayyuma gidicez. Bayık göyücez. Beyki, şey, beyki işim buyuyuz. Babamın mavişine işim. Şana anyattım, hatıyyıyoyşun, di mi?"

Kemerimi takıp arabayı çalıştırdım, otoparktan çıktım. Saat bir civarıydı, fazla trafik yoktu, bu iyiydi, dün gördüğüm kâbustan sonra trafikte kalmak istemiyordum.

Gözümün önüne gelen görüntülerden kurtulmak için başımı iki yana salladım. Yanan arabayı uzaktan görüşüm, Minel'in sesi, beni tuttukları için onu alamayışım... Artık bu kâbuslardan kafayı yiyecektim, her gün uykumda başka bir şekilde onu kaybediyordum ve o adamların kim olduğunu -Halit Öz veya başka biri- kesin bulmadan rahat bir uyku çekemeyecektim.

"Deniz babacım?"

Dikiz aynasından bir saniyeliğine Minel'e baktım, bir sorun yoktu, merakla bana bakıyordu. "Efendim güneşim?"

"Neden üzgünşün?"

Şaşırdım, kaşlarımı kaldırırken hafifçe güldüm. "Üzgün değilim babacığım, hatta seninle bir şeyler yapacağımız için mutluyum."

"Hayıy." diye itiraz etti zayıf bir sesle. "Üzgünşün, bana söyyemiyoyşun. Neden söyyemiyoyşun? Ben şenin kısınım. Bana söyyemen geyek. Söyyeyşen... Şey... Şana yaydım edeyim. Sonya mutyu oyuyşun."

Uzun süredir düşünüyordu sanki bunları, ben araba sürerken yapabileceğimiz bir konuşma değildi, yolu değiştirip bir ara sokağa girdim beş dakikada, arabayı kenara park ettim. Korumalara "Bir sorun yok, bekleyin." diye mesaj attım. Arabalarından bir anda inip meleğimi korkutmalarını istemiyordum.

İnci tanem dayanamadı. "Neden duyduk?" Kapımı açtım. "Bekle güzelim, yanına geliyorum." deyip şoför koltuğundan indim.

Arka koltuğa oturduğumda inci tanemin kucağımda olmasını istediğim için onu koltuğundan kaldırdım, kollarımın arasına aldım. "Şimdi konuşabiliriz babacığım. Söyle bakalım, dinliyorum seni."

Başını kaldırdı, yanağını bana yaslarken konuştu ciddiyetle. "Üzgünşün babacım. Biyiyoyum ben. Gündüz... Gündüz... Şey... Ben şeni uyan yapınca... Bana sayıydın ama güymedin. Hep güydün, bugün yok. Sonya... Önce öyye oydu. Üzgündün. Yine öyye oydu. Neden üzüydün? Ben mi yaptım?"

"Hayır bebeğim." dedim hemen. "Hayır, sen beni asla üzmedin."

"Kim yaptı o saman?" Kaşları çatıktı, sesiyse küskün. Galiba ona bir şey anlatmayışıma üzülüyordu. Üç yaşındaydı daha, ben nasıl aklımdakileri ona anlatırdım?

"Birisi yapmadı. Sadece..." Derin bir nefes aldım. "Kötü bir rüya gördüğüm günü hatırlıyor musun?"

Başını salladı, yüzü düzelmemişti. Yanağını okşadım üzüntüsünü, küslüğünü az da olsa geçirebilmek için. "Son zamanlarda hep o kötü rüyalardan görüyorum." diye devam ettim. Dürüst olacaktım bu konuda. "O yüzden üzgün oluyorum. Sen yapmıyorsun babacığım, sen üzmüyorsun beni, böyle düşünme."

"Ben de göydüm kötü. Sonya, şey... Şen bana sayıyınca... Sayıyınca koykmadım. Ben de şana sayıyabiyiyim." Kollarını belime sardı. Merhameti, kavuşmayan elleri ve elinden geldiğinde sıkı sarılması gülümsetti beni. Saçlarından öptüm. "Teşekkür ederim bebeğim."

Bir süre kaldı. "Ne göyüyoyşun? Anyatıy mışın, yütfen? Kimşeye söyyemicem, sös."

Yanağını okşayıp şakağına gelen bukleyi başparmağımla geriye ittim. "Söz vermene gerek yok, senin sır tutacağını biliyorum, sana güveniyorum."

"Söyyicek mişin o zaman? Anyatıcak mışın?"

Kafamda dönen kâbusları nasıl basitleştirebileceğimi, onu korkutmadan anlatabileceğimi düşündüm. Sabırla bekledi, kollarını belimden çekmedi, künyemle bile oynamadı.

"Senin canının acıdığı rüyalar görüyorum. Düşüp ellerini çizdiğin rüyalar gibi düşünebilirsin." Korkmasını istemediğim için bu örneği vermiştim. "Senin canın acıyınca üzülüyorum, uyanınca da gerçekten öyle bir şey olacak diye korkuyorum."

Ablamla, abilerimle ya da anne babamla konuşamadığım şeyleri üç yaşındaki kızımla konuşuyordum ve belki de hayatımda ilk kez bu kadar rahatlıyordum içimi dökerken, duygularımı ifade etmek zayıflık gibi değildi.

"Sen benim değerlimsin, bu dünyada senden daha çok sevdiğim hiç kimse yok ve..."

Boğazımdaki yumru neyin nesiydi? Kendime gelmem lazımdı, ben Gökhan Aktuna'ydım, ondan da önemlisi bir babaydım, güçlü olmam lazımdı ama olmuyordu.

"Babacım..." Kollarını çözdü, ufacık ellerini yanaklarıma koydu, gözlerine baktım, o da direkt gözlerime bakıyordu. "Öyye biy şey oymıcak." dedi büyük bir inançla. "Koykmamayışın, ben düşmicem."

Düşmemekten bahsediyordu, bense bunu istediğim gibi anlayıp ona hiçbir şey olmayacağını düşünüyordum. Ancak öyle rahat ederdim, inci tanemin bu sözleri bir tek öyle işe yarardı.

"Hem, şey..." Gülümsedi başını omzuna doğru yatırıp. Yavru kedisinden hiçbir farkı yoktu böyle baktığında. "Düşeyşem tutayşın beni, oymaz mı?"

"Olur tabii." dedim tereddütsüz. "Tutarım ben seni, düşmene izin verir miyim?" Her koşuşunda yüreğim ağzıma geliyordu, hatta bazen peşinden gidiyordum, düşmesin diyeydi tüm bunlar.

Büyük bir enerjiyle devam etti. "O zaman koykma, düşmicem! Hem düşeyşem... Şey, yaya bandı ayıyız. Geçey. Çocukyay düşebiyiy, biy şey oymas." Kaşlarını hafifçe çatarak başını salladı.

Gülümsedim kendinden emin bir şekilde konuşmasına. Yanaklarımdaki ellerini tutup geri çekildim, avuç içlerinden öptüm. "Teşekkür ederim babacığım, seninle konuşmak çok iyi geldi."

"Hep konuşabiyiyiz babacım. Baba kızyay... Şey... Şey... Konuşuy. İstedikini söyyey, tamam mı?"

Alnından öptüm. "Tamam güzelim. Hadi, daha fazla oyalanmadan gidelim akvaryuma."

"Tamam!"

Koltuğuna oturttum onu. Kendim de yerime geçtim. Tekrar anayola çıkmak uzun sürdü, ters bir yerdeydik ama şikayetim yoktu, gördüğü evler hakkında bir şeyler anlatıp renklerine yorum yapıyordu, onu dinlemeyi seviyordum.

Yola çıkınca sessizleşti, bir ara dikiz aynasından baktım, uyuyordu. Başı hafifçe yandaydı, boynu ağrıyacaktı. Durduğum ilk kırmızı ışıkta arkamı dönüp başını düzelttim, mırıldanarak uyumaya devam ettiğinde saçlarını okşadım tekrar yola odaklanmadan önce.

Yol boyunca uyudu, akvaryumun otoparkına gelip arabayı park ettiğimde de uyandırmaya kıyamadım, belki kendisi uyanır diye bekledim. On beş yirmi dakika kadar geçti, uyanmadı. Akvaryuma az vakit kalırsa üzülecekti, saat kaçta kapandığını da bilmiyordum buranın.

"Çiçeğim, güneşim?" dedim yavaşça. "Uyan bir tanem." Buklelerini okşadım, daha sonra elimin tersini yanaklarında gezdirdim. Mırıldandı, yüzünü kırıştırıp diğer tarafa çevirdi, güldüm. "Babacığım, bak, geldik, uyan bebeğim benim."

Başparmağımı göz altlarında gezdirdiğimde araladı yeşillerini. Önce kısıktı gözleri, daha sonra tamamen açıldı ama ayılamadı. Nerede olduğuna ve bana baktı, tulumuyla oynadı birkaç dakika.

"Baba?"

Kendine geldiğini anlayınca gülümsedim. "Günaydın meleğim, akvaryuma geldiğimiz için seni uyandırdım. Yine de uyumak istersen devam edebilirsin, sorun değil."

Doğrulurken "Hayıy." diye mırıldandı. "Akvayyumu gezicez, bayık göyücez." Gözlerini ovuşturdu, elini tutup öptüm. "Gidelim o zaman, ne kadar erken gidersek o kadar çok gezeriz."

"Tamam."

Arabadan inip onu kucağıma aldığımda terledi mi diye baktım, terlememişti, arabanın kliması sürekli çalışıyordu, ondandı herhalde.

"Yeye inicem, inebiyiy miyim?"

"Tamam babam ama korumaların arkasından çıkma."

"Tamam."

Minel'i yere indirdikten sonra korumalara baktım. "Biraz açılın, Minel etrafı görsün, gözünüz her yerde olsun." Etrafıma bakındım. "Kâmil geldi mi?"

"Buradayım Gökhan Bey."

Kâmil yanımda belirdi, Minel irkilerek başını kaldırdı. "Kâmiy amca, naşıy hemen geydin?" diye sorduğunda Kâmil gülümsedi. "Babanız beni çağırmıştı Minel Hanım."

Yürümeye devam ettik. Minel şaşkınca konuştu. "Heykeş bana hanım diyoy."

Gülüp saçlarını karıştırdığımda başını kaldırdı. "Ama babacım, geyçekten!" Gözlerini büyüttü beni inandırmak için.

"Biliyorum babam, sana saygı duyduklarını göstermek için öyle diyorlar."

"Şaygı..." Biraz düşündü, Kâmil'e baktı. "Kâmiy Hanım mı dicem? Öyye mi dicem şana? Napıcam?"

Kâmil gülüşünü tuttu, ben burada olmasaydım eminim kahkaha atardı. "Hayır Minel Hanım, ismimle seslenebilirsiniz."

"Öyye oymaz. Şen büyükşün."

"O zaman dayı diyebilirsiniz Minel Hanım." Bunu dedikten sonra bana baktı hemen. "Siz de uygun görürseniz tabii Gökhan Bey, amca demesinden Hakan Bey ve Engin Bey pek hoşlanmaz diye düşündüm."

Abimlerin suratını görmek için "amca" demeye devam etmesini isterdim inci tanemin ama kafası karışırdı, bu yüzden "Dayı olur." diyerek başımı salladım.

"Kâmiy dayı, tamam, böyye dicem. Kâmiy dayı, Kâmiy dayı..." Tekrarlaya tekrarlaya yürümeye devam etti.

Girişe geldiğimizde ücretleri ödedim. Minel pantolonumu tuttuğunda başımı eğdim bir şey söyleyeceğini düşündüğüm için ama bana bakmıyordu, etrafı inceliyordu, gülümsüyordu bir yandan, heyecanlanmıştı.

"Köpek bayıkı göyücez mi? Neyede?"

"Bakalım babam, ben de bilmiyorum." Biraz ilerledik, küçük balıklara bakarken iyice arttı heyecanı. "Babacım, çok güzeyyey! Küsküçücük bayıkyay! Bak, yengi çok değişik! Bu da mavi! Mavi bayık, mavi! Kıymısı vay mı? Hangişi kıymızı?"

Tankı gözlerimle taradım. "Kırmızı balık yok bebeğim."

"Ya..." Omuzları düştü. "Vardır." diye ekledim. "Burası çok büyük, kırmızı balık vardır. Yoksa başka bir yere de gideriz."

"Tamam!"

Ellerini çırptı, önden ilerledi. İki yana sallanıyordu, bu sırada ne dediğini duymama gerek yoktu, Kırmızı Balık söylediğini biliyordum.

"Köpek bayıkı!"

Atom karınca lafına iyice hak veriyordum, benim önümde yürürken bir anda akvaryumun camına yapışmıştı. Yanıma gittim ama ben ellerimi cama koymadım, pek hoş olmazdı.

"Bak baba, köpek bayıkı, bak!"

Başımı salladığımda benden onay almasının mutluluğuyla döndü cama. Gözlerine bakılırsa burası kapanıncaya kadar balıklara bakmaya devam edecektik.

Hatta... Yarın buraya tekrar gelebilirdik.

.
.
.

Minel'in kamerası:

Kız çocuğu bu sefer kulübede değil, odasındaydı. Tavşanı yan sandalyedeydi. Sarı, düz, düğmeli pijaması üzerindeydi. Saçları dağınıktı.

"Meyaba!"

El salladı kameraya. Sonra esnedi. "Uykum vay." deyip iki gözünü de ovuşturdu başını eğerek.

"Şey, eve sonya geydik. Çok yüyüdüm. Çünkü, şey, akvayyuma gittim bugün!"

Ellerini çırptı. "Biy şüyü bayık göydüm! Sayı bayık, mavi bayık... Köpek bayıkyayı... Çok büyük köpek bayıkyayı, geyçekten! Bu kadayyay!" Ellerini açtı iki yana.

"Bisi yiyebiyiyyey. Yanımda... Yanımda biyişi öyye dedi. Ama babam dedi ki... Dedi ki... Yemez. Babam doğyu söyyedi. Babama inandım. Hem, şey... Babam beni koyuy. Köpek bayıkyayına kızay."

Başını salladı.

"Sonya... Şey... İşimyeyi... İşimyeyi... Vatos! Vatos bayıkı göydüm. Çok şiyin bayık. Çok güzey."

Gülümsedi.

"Penguyenyey de vaydı. Şiyin penguyen. Çok hısyı... Hızyı yüzüyoyyay. Babama dedim ki... Dedim ki... Penguyen ayayım, yüzmeyi öğyeneyim. Güydü, anyamadım."

Bir süre düşündü.

"Yıyan da vaydı. Büyük yıyan. Çok koykunç! Şey, şey, bana baktı yıyan. Ben koykunca... Koykunca... Babam beni kucakına aydı. Öyye uzak oyduk... Yıyandan."

Bir anda aklına gelen şeyle heyecanlı heyecanlı konuştu. "Kamiy dayıya dayı dicem. Önce... Şey... Amca dedim. Şonya dedi ki... Amcamyay şevmez. O yüsden dayı de. Tamam dedim, öyye dicem."

"Minel, bebeğim, ballı sütün hazır! Pijamalarını giydin mi?"

Gülümsedi kız. "Giydim babacım!"

Gökhan içeri girdi, gülümsedi. "Video mu çekiyorsun küçüğüm?"

Başını kaldırdı Minel, babasına baktı. "Hıhı." Başını salladı.

"İstersen videonu bitirmeni bekleyeyim ama çok uzun sürmesin, olur mu? Sütün soğur."

"Şey, bitti zaten babacım." Ayağa kalktı kız, kamerayı aldı, Gökhan'ı gösterdi. "Babam geydi, bu yüsden gidicem." Gökhan el salladı kameraya.

Minel güldü, kamerayı kendisine çevirdi. "Gidiyoyum, maşay okucaz. Göyüşü-"

Video kapandı.

Loading...
0%