Imposiblety'den
"Geyicekşin babacım, di mi?"
Gökhan kızının yanağını okşadı gülümseyerek. Sıkılmadan cevap verdi. "Evet bebeğim, geleceğim. Akşam burada olacağım." Komşularla konuşmaya gideceklerdi, Minel'i Raif ve Gülten'e bırakıyordu. Hastaneden çıktığından bu yana ilk ayrılıklarıydı bu, inci tanesiyle. Bu yüzden biraz gergindi en küçük Aktuna.
"Tamam. Dikkatyi oy babacım, tamam mı? Ben şeni bekyiyoyum. Yütfen... Şey, eyken gey. Ben şeni çok özyüyoyum."
Engin, Hakan ve Hale dudaklarında tebessümlerle izliyorlardı küçük kardeşlerinin parlayan bakışlarını ve civciv gibi gözüken, atom karınca gibi hareket eden yeğenlerini. Kız çocuklarının şu tatlı dili yok muydu, istediklerini yaptırıyorlardı karşıdaki fark etmeye fırsat bulamadan.
"Geleceğim biriciğim, ben de seni çok özlüyorum."
Minel gülümsedi, daha sonra parmak uçlarına kalkarak kollarını babasının boynuna sardı, alıştığı sakallara minik bir öpücük kondurdu. "Şeni şeviyoyum Mineycim."
Gülümsedi Gökhan. "Ben de seni seviyorum babacığım."
Kız çocuğu geri çekildiğinde ayaklandı, birkaç saatliğine son bir kez buklelerine parmaklarını değdirirken annesine ve babasına baktı. "Size emanet." Allah biliyordu, hiç gitmek istemiyordu evden, bir şey olacaktı sanki.
"Tamam oğlum, biz buradayız. Gidin siz, dikkatli olun. Hakan, sana emanet kardeşlerin."
Hakan babasının cümlesine başını salladı, kolunu kız kardeşinin beline sararak evden çıktı. Onu o konuşmaya getirmeyi hiç istemiyordu, Hale ne kadar az insanla muhattap olursa o kadar iyiydi, daha az tehlikede olurdu ama maalesef ikna edemiyorlardı. Kız kardeşleri sevildiği, güvendiği bir ailede büyümesinin etkisiyle fazla özgüvenli ve azimliydi; bir çırpıda hem babasını hem abilerini hem de küçük kardeşi Gökhan'ı onlarla geleceğine ikna etmişti.
"Abla?"
Kaşları çatık, omuzları gergin Gökhan'a baktı Hale. Kaşlarını kaldırdı kahverengi saçlarını geriye atıp. "Efendim?"
"Sen arkada duracaksın, karışmayacaksın."
Gökhan'ın cümleleri çok keskindi. Hale'nin kendisine emir verilmesinden hoşlanmadığını bildiği halde böyle konuşuyordu fazla gerginliğinin etkisiyle. Zaten kızını kaybettiği kâbuslardan nevri dönmüştü, ablasına edilen ters bir söze veya ona değen kötü niyetli bir bakışa dayanamayıp patlardı.
Hale itiraz edecekti, hatta dudaklarını araladı öfkeyle konuşmak için fakat Gökhan'ın derin mavileriyle denk geldiğinde duraksadı. Kaostan, kavgadan hoşlanırdı Gökhan; çocukken haylaz, lisedeyken serseri denilen bir tipti hatta. Şu ansa farklıydı, gözünde öfkesini bir yere yansıtacak olmasınım verdiği mutluluğa dair parıltılar yoktu.
"Minel'den dolayı mı?" diye düşündü kadın. Kız çocuğu ailelerine girdiğinden bu yana Gökhan sadece bir kavgaya karışmıştı, o da bir kadını savunmak içindi. Belki de eskisi kadar sevmiyordu kavgaları. İyi de o zaman gözlerindeki bu endişe neydi? Sevmiyor olabilirdi ama endişelenecek de değildi bir kavga için.
"İyi misin sen?"
Gökhan sorunun neden sorulduğunu biliyordu, dudaklarını ıslatırken boynunu yana eğdi. "Bir an önce bulalım istiyorum." Açıklaması yeterli geldi, kimse başka bir şey demedi.
Tek arabayla gideceklerdi, korumaların işlerini kolaylaştıracaklardı böylece. Gökhan kendi arabasına ilerledi, bir arabayla gidileceği zaman onun arabasına binerlerdi Gökhan arabasından ayrılmak istemediği için ancak bu sefer öyle olmayacaktı.
Hakan elini kardeşinin omzuna koydu. "Benim arabamla gidelim, ben süreyim." Gökhan'ın itiraz etmemesi için ekledi. "Kafan dağınık, belli. Böyle araba kullanma."
Bir şey diyemedi Aktuna kardeşlerin en küçüğü; bisinin arabasına, arka koltuğa oturdu.
Engin camdan baktı kardeşine, sıkıntıyla mırıldandı. "Bir an önce bulsak şunları, patlayacak bir yere en sonunda, hiçbirimiz tutamayacağız."
"Son zamanlarda iyice gergin, çocuklar fark ediyor."
Derin bir nefes verdi Hale. "Kâbus görüyor çünkü." Ne kardeşinden ne de Minel'den bir şey duymuştu ama Gökhan'ın sabah erkenden attığı mesajlara dahi cevap vermesi, uykusuz duruşu, dalgınlığını Hale'yi bunu düşünmeye itiyordu. "Belli halinden."
Hakan da aynı şekilde düşünüyordu fakat bir yorumda bulunmadı, şoför koltuğuna geçti. Tahlillerini kardeşleriyle paylaşmaktan ziyade aksiyon almayı tercih ederdi, Gökhan'ın kafasını tamamiyle rahatlatmak için de aklında birkaç plan vardı ancak önce suçluyu bulmalılardı.
"Minel üstün zekalıymış."
Trafiğe çıkışlarından beş dakika sonra söylenen şeyle arkasına döndü Hale emniyet kemerinin izin verdiği kadar. "Ne? Belli oldu mu?"
"Evet, dün."
"Belliydi zaten hafızasından, olgunluğundan."
Başını salladı Hakan, belliydi, her biri sanki bekliyordu bu haberi. Şaşkınlıkları bu haberin aniliğindendi, haberin kendinden değildi.
"Yaşıtlarıyla sıkıntı yaşayacak mı?" Engin üstün zekâlı çocukların böyle sıkıntılar yaşadığından haberdardı, Arda doğmadan çocuklar hakkında araştırma yaparken bir sürü kitap okumuştu, o kadar fazla şeye göz atmıştı ki on altı sene geçmesine rağmen bazı bilgiler belleğindeydi.
"Yaşayabilirmiş."
"Bir çözüm sundu mu?" Hakan'ın amacı Gökhan'ın aklını başka bir yöne -her şeyden çok sevdiği kızına- çekmekti, yoksa şu an bir çözüm olup olmadığını öğrenmek bir işine yaramayacaktı.
"İki arkadaş grubu olabilirmiş. Biri yaşıtları, diğeriyse... Anladınız işte, konuşturmayın daha fazla."
Bir sessizlik oldu, beş dakika kadar öyle kaldılar. Hakan sakince sürüyordu arabayı, trafiğe girmemek için alternatif yolları seçiyordu.
Telefon melodisi bozdu sükutu, Hale çantasına uzanıp bordo kılıflı telefonunu çıkardı. Kaşları hafifçe çatıldı. "Ayaz arıyor." Evden çıkalı pek uzun süre olmamıştı, kaldı ki Ayaz bu saatlerde uyanmazdı.
"Alo, oğlum?"
"Anne?" Ayaz'ın sesi uykulu değildi, Hale tam bunun hakkında bir soru soracakken arkadan inci tanesinin sesini duyunca hatırladı kız çocuğunun herkesin odasını gezerek seçtiği kişiyi uyandırma huyunu, bugünün şanslısı da Ayaz'dı demek.
"Efendim?"
"Neredesiniz?" Hale cevap veremeden telefonun ucundan bir patırtı geldi. "Babamı soy Ayas." Minel fısıldıyordu, Hale gülümsedi, bir şey demedi diyaloglarının devamını temizce duyabilmek için.
"Soracağım bebeğim, bekler misin?"
"Tamam. Ama hızyı oy, tamam mı? Meyak ettim. Meyakyı çocukum ben."
"Tamam, izin verirsen soracağım."
"Veyiyoyum, soyabiyiyşin ikiscim."
Ayaz güldü, sese bakılırsa Minel'i öpmüştü. Minel kıkırdadığında telefondaki hışırtı azaldı, Ayaz telefonu kulağına yaklaştırmış olmalıydı.
"Alo, anne? Duydun herhalde."
Güldü Hale. Bozuk morali yerine gelmiş, beyninde dolaşan ve kuyruğu birbirine değmeyen tilkiler kısa bir süreliğine de olsa koşmayı bırakmıştı. "Duydum, duydum." Arkasına döndü. "Gökhan?"
Gökhan ters yöne giden yolla üzerinde oldukları yolu ayıran ağaçlara bakmayı bıraktı, gözlerinin yeni odağı ablasının kahveleri oldu. "Efendim?"
"Minel seni merak etmiş, Ayaz'a beni arattı."
Gülümsedi adam, gözleri kısıldı, yanağındaki gamze kendini belli etti. "Telefonda mı?"
"Evet, al."
Telefonu ablasından aldı. "Alo?" demesiyle telefonun ucundan yarıda kalan kelimeler duyması bir oldu. "Minel dur, bek... Abici... Bebeğim, hoparlö..."
Gökhan kızını azıcık tanıyorsa inci tanesi şu an Ayaz'ın üzerine atlayıp ellerindeki telefona uzanmış, bu sırada abisi olan ama ikizi olduğu konusunda direttiği Ayaz'ın bacaklarını ayaklarıyla çiğnemişti.
"Baba!"
"Efendim babacığım?"
Arka koltuğun diğer ucunda oturan ve Gökhan'a bakan Engin heyecanla, hafifçe gülümseyerek "Hoparlöre alsana." dediğinde Gökhan bu fikri mantıklı buldu; hepsinin gülmeye ihtiyacı vardı, son günlerin gerginliği Aktunaları hem fiziksel hem zihinsel olarak yoruyordu.
"Naşıyşın? Neydeşin? Sonya... Sonya... Ne kadaycık işin kaydı? Geyicek mişin? Şey... Ne zaman geyicekşin? Geyiyken... Geyiyken çiyek ayıy mışın? Çiyekimis bitmiş."
Hepsi sessizce güldü.
İnci tanesinin kendisini aramak ve aklındakileri sormak istediğini, çileği bahane olarak kullandığını biliyordu Gökhan.
Hal böyleyken onu daha fazla yanıtsız bırakmadı, tüm sorularına bir bir cevap verdi.
"İyiyim babacığım. Halanlarla arabadayız. Daha işimizi halledemedik, halleder halletmez geleceğim. Gelirken de tabii ki çilek alırım. Ananas ve nektari de alırım, onları da yeriz. Sen nasılsın bebeğim?"
"İyiyim deniz babacım, teşekküy edeyim. Naptımı... Naptımı anyatıyım mı?"
Gökhan birbirlerini görmeyeli taş çatlasa yirmi dakika geçtiği gerçeğini göz ardı etti. "Anlat güzelim, dinliyorum. Bu arada herkes seni duyuyor biriciğim." Kızının güvenini kırmak istemiyordu, telefonu hoparlöre aldığını bilmeliydi.
"Duyabiyiyyey." dedi Minel, yanında sessizce bekleyen Ayaz'ın koyu gri tişörtüyle oynarken konuşmaya devam etti. "Şey... Heykeşin odaşına baktım. Ayda abim uyumadı. Şudoku çözdü. Ona baktım azıcık. Sonya... Sonya Ayaz'ın odaşına geydim. Ayaz uyuyoydu. Canım sıkıydı, onu uyan yaptım."
"İyi yapmışsın bebişim!"
Hale'nin onayını alınca utanarak gülümsedi Minel, halasının ondaki yeri çok ayrıydı ve bunu her küçük fırsatta fark etmeden belli ediyordu.
"Sonya dedim ki... Dedim ki... Ayaz, çiyekimiz bitmiş! Napıcaz? Böyye dedim."
Sesindeki sahte şaşkınlık Gökhan'a sesli bir gülüş oldu. Minel'in bu cıvıl cıvıl hallerine, taklitlerine eriyordu adam.
"Ayaz dedi ki... Annemi ayayayım. Şey, şey... Hayamı. Hayam onun anneşi. Bizim, şey, annemis yok." Ceyda'dan bahzettiği her an sesinde peydah olan üzüntü şu an yerinde değildi, Gökhan bunu anında fark etti ve kızına zerre kadar yakışmayan o olumsuz duygunun daha da uzaklaşmasını diledi.
"Annemiz oymayabiyiy. Şey... Ama güymemiz geyek. Güyeyşek üzüymesyey. Ayda abim... Ayda abim öyye dedi."
Engin duraksadı son cümleyle, Hale belli etmeden abisine bakmaya çalıştı. Onun yüzündeki üzüntüyü görünce çaktırmamayı boş vererek elini ona uzattı, Engin bunu görünce kız kardeşini geri çevirmeyip onun elini tuttu. Gülümsedi Hale.
"Şey... İşte... Bu yüsden hayamı ayadık. Sonya... Şey... Ayayınca... Dedim ki... Dedim ki... Babamya konuşmak iştiyoyum. Ayaz da dedi ki... Tamam. O yüzden konuştuk babacım. Güzey oydu, di mi?"
"Evet küçüğüm, çok güzel oldu. Ben de senin sesini duymak istiyordum."
Bir sessizlik oldu. Minel hoparlördeki telefona bakarken derin bir nefes aldı, ellerini kızaran yanaklarına koyup iki yana salladı. "Geyçekten mi?" diye sorduğunda ses tonunda babasına şımardığını gösteren nazlı bir ton vardı.
Gökhan güldü, kızının yüz ifadesi gözünde canlanmıştı. "Gerçekten inci tanem."
Aktunaların küçüğü utandı, başını Ayaz'ın göğsüne gömdü. Ayaz onun bu haline gülüp saçlarından öptükten sonra "Utandı dayı, saklanıyor." diye açıklama yaptı.
"Utanışını yerim onun."
Minel o kadar utanmış ve mutlu olmuştu ki elleri yumruk oldu, incecik bir ses çıkardı dudaklarının arasından. Herkes duydu bu sesi ve yine herkes güldü.
"Ayaz?"
"Efendim anne?"
"Bebişimi benim için öper misin? Dayanamıyorum."
"Tamam, hallederim." Ayaz'ın canına minnetti, kafasjnı toprağın altına gömen deve kuşları gibi yüzünü saklayan Minel'in ensesinden öptü. Kız kıkırdayarak başını arkaya eğince de boynundan öptü.
Minel gülerek Ayaz'ın başını itmeye çalıştı. "Gıdıkyanıyoyum."
Ayaz onu bunaltmak istemedi, çekildi, saçlarından öpüp telefonu hoparlörden çıkardı. "Sonra yine ararız sizi." dedi bacağında oturup kendisine masum masum bakan Minel'e göz kırparken.
"Tamam aslanım." Kendine engel olamayıp ekledi Gökhan. "Minel'i gözünün önünden ayırma, bir anda ortadan kayboluyor."
"Tamam dayı, o iş bende."
Birkaç şey daha söyleyip vedalaşma faslını geçtikten somra telefonu kapattılar. Minel kollarını Ayaz'ın beline sarmaya çalıştı. "Teşekküy edeyim Ayaz'cım."
Ayaz kollarını Minel'e sardı. Tatlı, abivari bir şekilde gülümsedi. "Rica ederim bebeğim."
Tek gülümseyen Ayaz değildi, Gökhan da gülümsüyordu. İç sıkıntısı artık orada değildi, Minel'in sevimli sevimli konuşmaları tüm olumsuz duyguları silip süpürmüştü.
"Nasıl da geldi keyfin yerine."
Ablasına telefonunu uzatırken "Kızımla konuştum." dedi göğsünü kabartarak, Minel'in babası olmak bu hayattaki en büyük gururuydu.
Hale güldü, Gökhan'ın çocukluğundaki eksik dişli gülüşünü görür gibi oldu, parmaklarını kardeşinin kıpkısa saçlarına soktu. "Sen var ya..." Gökhan gözlerini devirirken ablasının elini itti tebessümünü bozmadan.
Yolun geri kalanı pozitif bir sessizlik, sakinlikle geçti. Minel'in eskiden yaşadığı eski apartmanın önüne geldiklerinde Gökhan derin bir nefes alıp arabadan indi.
Sokaktaki yol taştandı ve bozuktu, apartmanların arasındaki mesafe azdı, o alan park edilen arabalar nedeniyle daha da daralmıştı.
Arabadan inen Aktuna kardeşlerin her biri daha önce buraya gelmişti, yalnızca vakitleri farklıydı. İnci tanesinin nasıl bir ortamda üç senesini geçirdiğini görmek istemişlerdi; manzara pek hoşlarına gitmese de duyduklarından, Minel'e uygulanan muameleleri öğrendikten sonra apartmanın eskiliğinin takılacakları en son nokta olduğunu anlamışlardı.
"Geleceğimizi söylemiş miydin?"
Hale'nin sorusuna başını salladı Engin. "Evet, giriş kattaki dairede toplanıp bekleyecekler bizi, eski komşular da orada olacak."
Gökhan boynunu yana esnetti. Apartmanın gıcırdayan, boyası dökülmüş, kırmızı kapısını iten korumaların arkasından içeri girdi. Rutubet kokusu ve ağustos olmasına rağmen apartman boşluğunun serinliği ona dişlerini sıktırdı. Bu soğuğun daha beterinde, bodrumda bekletmişlerdi meleğini.
"İlk kapıyı çalın." Korumalardan en öndeki kapıyı kıracakmış gibi çaldı, kimse müdahale etmedi. Minel'in ağlayışlarına sessiz kalanlar kapıya vurulmasını da takmamalıydı.
Orta yaşlı bir adam kapıyı açtı. "Buyrun, hoş geldiniz." Gökhan yere bakınca adam "Ayakkabılarınızı çıkarmayın, buyrun, geçin." dedi hızlıca.
Önce korumalardan birkaçı, daha sonra Aktuna kardeşler, en son yine korumalar içeri girdi.
Hale etrafına bakındı; giydiği topuklu ayakkabıların etkisiyle abileri, kardeşi ve korumalar dışındaki herkese tepeden bakıyordu. Bunun ona verdiği gücü sevdi, normalde sıcacık olan kahvelerine Gökhan'ın mavilerini andıran bir soğukluk hakim olurken dudakları bir kıvrılmaya müsaade vermemek için sımsıkı mühürlüydü.
"Oturma odasına şurada."
İçeri girince dört kişinin daha koltuklarda olduğunu gördüler. Kısa bir selamlaşmadan sonra Gökhan tekli koltuğa oturdu, ablası ve abilerini onun yanındaki üçlü koltuğa geçtiler.
Gülten yaşında, yumuşak çehreli bir kadın "Merhaba, ben Sevim, Minel'in eski karşı komşusuyum." dediğinde Hakan kadının yaşına hürmetinden bir baş selamı verdi. Sevim zeki bir kadındı, odadaki bu soğukluğun nedenini hemen anladı.
"Ben Aykut'u polise ihbar ettim." Sesinde daha fazla bir şey yapamamanın hüznü, hatta vicdan azabı vardı. Aktunaların dikkatini çektiğini görünce devam etti.
"Emekli öğretmenim ben, Minel'in halini fark edince polise gittim. Oğlum da polistir, elimizden geleni yapıp onu kurtarırız diye düşündüm ama olmadı, Aykut ertesi günün sabahında çıktı, ben de evden atıldım, Minel'i bir daha göremedim."
Gökhan yumruğunu sıktı, başını yana çevirip kapıdan salona baktı. Dizini titretirken aklında kızının hissetmiş olabileceği çaresizlik vardı. Yardım eli uzatılmamıştı, uzatılan da kırılmıştı.
"Bunun arkasında kimin olduğuna dair bir tahmininiz var mı?"
Sevim ara sıra haberlerde başarılarını gördüğü Hakan'a baktı. Başını iki yana salladı buruk bir tebessüm eşliğinde. "Ne yazık ki, olanlardan sonra sorgulayacak fırsatım da olmadı Aykut'tan oldukça uzaklaştığım için."
Hale ve Engin birbirlerine baktı, denedikleri her yolun tıkanması artık bu ikilinin de sinirlerini bozmaya başlamıştı. Çok büyük bir oyun dönüyordu fakat piyonlara dahi ulaşamıyorlardı.
"Abla listeyi çıkarsana."
Gökhan'ın tahammülsüz sesini duyunca bordo çantasından mavi kapaklı, ince dosyayı çıkardı Hale. Potansiyel suçluların birkaç fotoğrafını bastırmışlardı, komşulara onları hiç görüp görmediklerini soracaklardı.
Engin dosyayı Hale'den aldı nazik bir tavırla, kız kardeşi ne kadar az iletişime girse o kadar iyiydi, abilik iç güdüleri rahat durmuyordu.
"Sizden bu dosyaya bakmanızı ve fotoğrafını gördüğünüz insanlardan herhangi birini bu civarda görüp görmediğinizi söylemenizi istiyoruz." diyerek yapılacakları açıkladı Hakan, Engin dosyayı komşulara uzattığında.
Sevim yardım etmeyi en çok isteyen insandı, dosyanın kapağını aralarken bu yüzden fazlasıyla dikkatliydi.
İlk bir iki sayfaya uzun uzadıya baksalar da ses çıkarmadılar; üçüncü sayfaya geçince hafif kilolu, otuzlu yaşlarda bir kadın "Bu gelmişti, vallahi de billahi de gördüydüm." dedi hemen. "Bir sürü adamlan geldiydi, arabası da pahalıydı, gördüydüm."
"Emin misin?"
Gökhan'a baktı kadın, derin mavilerden ve oturduğu yerden bile boyu belli olan adamın yapısından çekine çekine başını salladı. "Eminim, gördüm."
Engin sayfaya baktı, adamın kim olduğunu anlayınca telefonuna ismi not aldı. Belki de buydu aradıkları kişi, bal kızının canına kast eden kişi.
"Devam edebilir misiniz?" Hale'nin kibarlığı Sevim'in varlığındandı, kadın da bunu anladı, hafifçe gülümseyip fotoğrafların olduğu poşet dosyalara göz gezdirmeye devam etti.
"Bu." dedi bir dosyayı çevirir çevirmez. "Gördüğüme eminim." Siyah sakallı adamın yüzü unutalacak gibi değildi, bakışları bile değişikti. Onu eve girerken gördüğünde Minel için endişe duyduğunu hatırlıyordu.
Engin iki kişi olmasıyla derin bir nefes aldı adamın ismini not ederken. Belki de iş birliği içindelerdi, o yüzden ikisi de burada görünmüştü.
"Ben de bu adamı gördüm, beyaz bir arabayla geldi hatta. Jip midir, o tarz bir şey. Fazla anlamam arabalardan."
"Ben de hatırlıyorum, bir sürü adamla geldi. Hatta yanlışlıkla Nezaket ablanın evine giriyorlardı az daha, hatırladın mı?"
"Evet, evet, o."
Üçüncü ismi de not aldı Engin. Gökhan daha fazla dayanamayıp ayaklandı, volta atmaya başladı odada. Bu insanların artık korkacağı bir Aykut yoktu, ağız birliği yapıp yalan söylüyor olabilirler miydi? İyi de detay veriyorlardı, tüm bunlar uydurma mıydı? Hakan da Gökhan'la aynı endişeleri paylaştığından verilen detayları kısaca yazıyordu bir kenara.
Yarım saat geçtiğinde ve dosya bittiğinde oradaki yirmi sekiz ismin beşi listedeydi. Halit Öz bu beş kişinin arasında yoktu, üstüne üstlük özellikle onun fotoğraflarına uzun uzadıya bakmalarını istemişlerdi.
Gökhan volta atmaktan başka bir şey yapamıyordu. Ağzının içinde birkaç küfür mırıldandı, daha sonra sakin olması gerektiğini kendine hatırlattı. Kontrolünü kaybederse öfkesini çıkaracağı bir yer bulmak zorunda kalırdı ve bunun burada, bu insanların önünde olmasını istemiyordu.
Hale ayağa kalktı, dosyayı ve çantasını alırken düz, kahverengi saçları kollarından havaya döküldü. "Yardımınız için teşekkürler." Cümleyi söylerken yalnızca Sevim'e bakıyordu. "Sizinle biraz daha konuşabilir miyiz?"
Sevim şaşırdı ancak bunu belli etmedi, tebessüm ederek ayağa kalktı. "Tabii, buyrun lütfen." Eliyle kapıyı işaret etti; Gökhan bunu bekliyormuş gibi önce evden, sonra apartmandan çıktı.
"Beş kişi mi yaptı bunları? Ne oyunlar dönüyor, nasıl anlaştılar? Kafayı yiyeceğim en sonunda!" Ellerini saçlarının üzerinde gezdirdi, boynundan çıkarmadığı künyesi bile ağırlık yapıyordu sanki. Günlerdir bugünü düşünerek, komşulardan bir şeyler çıkacağını umarak kendini telkin etmişken hiçbir yere varamamak sinirlerinin iyice altüst olmasına sebebiyet vermişti.
"Gökhan?" Hakan abisine çevirdi gözlerini, tam isyan edecekti ki Sevim'i gördü. Hale'nin onu dışarı davet ettiğini duymuş ama o an dikkatini oraya vermemişti. Çatık kaşlarının nedeni bu sefer kafa karışıklığıydı. "Abla?"
Derin bir nefes aldı Hale. "Minel'in bebekliği hakkında bir şeyler öğreniriz diye düşündüm." Sevim'in kim olduğunu duyduğundan beri aklında bu vardı, bebişinin ilk üç senesine dair bir iki anı bile duysa mutlu olurdu.
Öfkesi o anlığına uçtu Gökhan'ın. "Evet." dedi hafif bir afallamayla. "İyi olur."
"Sokağın sonunda bir pastane var, isterseniz orada oturalım."
Sevim'e ayak uydurdular, korumaların çemberinden çıkmadan ve ne kadar kanları ısınırsa ısınsın Sevim'i de göz hapsinde tutarak pastaneye ulaştıklarında masa bulmaları hiç zor olmadı. İçeride pastanenin sahibi haricinde kimse yoktu.
Gökhan içeri girmeden önce telefonunu cebinden çıkardı, Ayaz'ı aradı. Minel'in hâlâ daha onun yanında olduğunu tahmin ediyordu.
"Alo, dayı?"
"Minel yanında mı aslanım?"
"Evet, evet! Babacım buydayım! Buydayım! Duyuyoy muşun?"
Güldü Gökhan ama sesli bir şekilde değildi gülüşü bu sefer, yorgundu, dudakları yalnızca kıvrılmıştı. "Duyuyorum bebeğim. Ne yapıyorsun?"
Ayaz baba kız arasında köprü görevi görmeye bir günde alışmıştı, Minel'le yaptıkları boyamayı sessizce devam ettirdi, Barbie'nin saçını pembe yapmak oldukça önemliydi.
"Boyuyoyuz. Şey... Şenin aydıkın... Aydıkın kitap. Ayaz'ya boyuyoyuz. Şen napıyoyşun Mineycim?"
"Ben de işlerimi halletmeye çalışıyorum biriciğim."
"Geyicekşin, di mi?"
"Tabii ki geleceğim güzeller güzelim, babalar kızlarını bırakmaz. İşim biraz uzun sürdü sadece."
"Şey... Yoyuydun mu babacım? Şen eve geyince... Geyince fiym isyeyiz. Sonya, şey... Ben şana maşay okuyum. Uyuyşun. Bayyı şüt içeyşin. Uyuyşun. Oymas mı? Şaykı söyyeyim işteyşen. Benim güçyü kocaman babam, benim güçyü kocaman babam..."
Gökhan Minel'e bir akıllı saat almayı aklına koydu bu son cümlelerin etkisiyle. Tüm enerjisini yerine getiriyordu inci tanesi bıcır bıcır konuşmalarıyla, işten bunaldığında terasa çıkıp sigara içmek yerine -son zamanlar iyice azaltmıştı, kokusu üzerine sinerse Minel'i rahatsız eder diye işten çıkmasına iki üç saat kala içmeyi bırakıyordu- Minel'i arayıp dinlerdi. Hayali bile güzeldi.
"Teşekkür ederim inci tanem, çok iyi geldi, çok güzel söyledin güneşim. İstediklerini de yaparız ama film izleme işini düşünmemiz gerekiyor, biraz fazla televizyon izliyoruz sanki."
"O zaman, şey... İzyemeyiz. Boyama yapayız. Evciyik oynayız. Sonya, sonya... Biy şüyü... Şey... Biy süyü şey yapayız."
"Olur babam, şimdi ben kapatayım, amcanlar beni bekliyor, tamam mı?"
"Tamam, dikkatyi oy babacım."
"Sen de dikkatli ol küçüğüm. Ayaz, sen de kendine dikkat et aslanım."
"Tamam dayı."
Telefonu kapattıktan sonra pastaneye girdi, korumaların oturduğu masayı geçip Hakan abisinin yanına yerleşti. Hakan Gökhan'ın gelişiyle Hakan hem korumalar için hem de kendi masaları için bir şeyler sipariş ederken kardeşlerinin gözü Sevim'deydi. Minel'in geçmişinden parçalar öğrenebilecek olmak onları heyecanlandırmiştı.
"Bebekliğini gördün mü Minel'in?" Gökhan belli ediyordu kızı dışında bir şeyi, hal hatır sormayı veya kibarlığı takmadığını. Sevim buna alınmadı, hatta inci tanesinin kendisini hak eden bir aileye sahip oluşuna sevindi.
"Evet, Ceyda hamileyken de karşı komşumdu. Sonrasında da Minel'i gördüm. Sokağa çok çıkarlardı, tüm mahalle Minel'i tanıyordu. Çok şirin bir bebekti zaten."
"Nasıldı?" Tüm detayları öğrenmek istiyordu Gökhan, ondan uzakta geçirilen üç seneyi öğrenmek ve zihnini o seneleri kaybetmediklerine dair kandırmak.
"Saçları şu ankinden de kıvırcıktı. Gözleri yine böyleydi. Çok güleç bir bebekti, kimseyi yabancılamazdı, herkese gülerdi. Özellikle mahalledeki çocukları oyun oynarken görünce gülmekten kırılırdı. Ellerini çırpardı hep."
Tüm Aktunaların gözünde canlandı Minel'in küçüklüğü, sadece bir iki dişi varken gülümsemesi, daha da ufak olan elleri, yürüyemediği için kucağa alınmak için ağlaması.
"Ağlar mıydı?" Boğazını temizledi Gökhan, gözlerini masada gezdirdi yumruğu sımsıkı olurken. "Yani... Çok ağlatırlar mıydı onu?"
Buruk bir tebessüm etti Sevim, başını iki yana salladı. "Minel fazla ağlayan bir çocuk değildi, arada sırada ağladığında da Kırmızı Balık açarlardı, Minel de susardı."
Kırmızı Balık aşkı bebekliğindendi demek. Başını yana çevirdi Gökhan, camekândan sokağa baktı korumalardan görebildiği kadarıyla. Minel onunla büyüseydi Kırmızı Balık'ı kendisi söyleyerek engellerdi ağlamasını, kollarında sallardı onu gözünden bir damla yaş akmaması için.
"Oyuncakları var mıydı?"
"Bizim aldığımız birkaç şey vardı ama pek oynamazdı onlarla. Birkaç kez onlara misafirliğe gitmiştim, oradan biliyorum da hep başka şeylerle kendini eğlendirirdi. Halının tüylerine dokunurdu, kıyafetinin ucuyla oynardı. Bir kolyesi vardı, hep onu tutardı, sesi çok hoşuna giderdi."
Künyesine gitti Gökhan'ın eli, Sevim bu jesti gördü. "Senin kolyenle mi oynuyor şimdi?" diye sorduğunda Gökhan başını salladı yavaşça.
"Başka bir şey var mı hatırladığınız?"
Daha çok şey duymak istiyordu Engin, bal kızını daha iyi tanımak istiyordu, davranışlarının nedenini öğrenmek istiyordu. Vakit önemli değildi, saatlerce dinleyebilirdi.
Sevim bir süre düşündü, daha sonra Minel'in bebekliğinin önemli bir parçasınî hatırladı. "Kediler... Kedilere bayılırdı, ben taşınmadan önce de öyleydi gerçi, hâlâ öyle mi?"
Hakan gülümsedi. "Bir kedisi var, babası ona getirdi."
Duyduğu her cümleyle Sevim biraz daha rahatlıyordu, Minel gerçekten ama gerçekten onu seven bir ailedeydi. Hayatının sevgisizlikle, hatta nefretle geçen; izleri kalan dönemini bu insanlarla atlatabilirdi.
"Fazla yemek yemezdi, Ceyda da pek uğraşmazdı gördüğüm kadarıyla. Bu yüzden küçücük kalmıştı yavrucak, apartmandakiler bir şeyler veriyordu ona ama yemiyordu pek."
Annesinin yemek yedirmeye uğraşmadığı kız çocuğuyla babası saatlerce oturmuştu kız atıştırabilsin, yemek yemeyi sevsin, meyve yesin diye.
"Ah bir de..." Hafifçe güldü Sevim. "Sarı olan her şeye takıntılıydı. Bebekken ona ne seçenek sunarsak sunalım sarı olan şeyi seçerdi. Arılı çantasını, sarı ayakkabılarını aldığımda çok mutlu olmuştu."
"Onları siz mi almıştınız?"
Bir an duraksadı Sevim, övünür gibi gözükmek istemiyordu, bilgi vereyim derken bazı şeyleri söylememesi gerektiğini unutmuştu. Tereddüt etti, ancak Hakan sıcak bir tonla "Lütfen çekinmeyin, sizi yanlış anlamayacağız." dediğinde onayladı Hale'yi. "Evet, ben almıştım."
"Hâlâ o çantayı kullanıyor."
Ekledi Gökhan. "Bavulu da onunla uyumlu, bavulunu da çok seviyor."
"Hatırladığım başka bir şey var mı diye düşünüyorum da... Yabancı birilerini görünce onlara bakardı uzunca bir süre, gözlerini ayırmazdı."
Hakan karakolda oldukları süre boyunca kendisinden ayrılmayan, sonrasında tüm aile üyelerine aynı tarifeyi uygulayan yeşilleri hatırlayınca hafifçe güldü. Minel bebekken nasılsa öyleydi, bu da onun hâlâ bebek olduğunu kanıtlardı, Doruk'a yeni bir argüman doğmuştu.
"Ne zaman yürüdü peki? Hatırlıyor musunuz?"
Pastanede oturdukları bir saat boyunca Sevim sorulanlara yanıt bulmaya, zihnini kazarak hatıraları ortaya çıkarmaya çalıştı ancak bu, Aktunalara yeterli değildi. Pastaneden çıkarken Sevim'in telefon numarasını almışlar, onu Minel'le görüştürmeye söz verdikleri gibi kendileri de buluşma ayarlamışlardı tarihi tam olarak belli olmasa da.
Gökhan telefonunu cebinden çıkardı, Ayaz'ın attığı fotoğrafları görünce gülümsedi. Minel boyama yapıyordu, Kedi'yle oynuyordu, tavşanına bir şeyler anlatıyordu...
"Bulacağız babacığım." dedi adam içinden, fotoğraflardan gözünü ayırmadan. "Belki zor olacak ama bulacağız, sana hiçbir elin dokunmasına izin vermemek için elimden gelen her şeyi yapacağım."