Imposiblety'den
"Baba!"
Gökhan kızının sesini duyar duymaz Raif'le komşular ve onların söyledikleri hakkında konuşmayı kesti; Minel olanlara dair hiçbir şey duymayacak, tüm tehlikelerin haberinden dahi uzak olacaktı.
"Güneşim..."
Kendisine koşan kızı belinden kavrayarak kaldırdı. Minel gülüp babasının yanağına bir öpücük bıraktı. "Hoş geydin babacım." Hayatının her günü babasını böyle karşılayabilirdi ve bıkmazdı.
"Hoş buldum bebeğim."
Engin ayakkabılarını çıkarıp içeri geçti, Minel'in yanağından bir makas aldı. "Bize hoş geldin yok mu bal kızım?"
"Hoş geydin amcacım." Uzandı, Engin'i de yanağından öpecekti ama Gökhan bir anda yürümeye başlayınca yapamadı. Şaşkınca "Babacım amcamı öpücektim." dediğinde "Boşver biriciğim, sonra öpersin." yanıtını aldı. "Gel, aldığım meyvelere bakalım biz. Tabak hazırlayalım kendimize."
Engin başını iki yana salladı. "Kıskançlığı ayrı bir boyut."
Hale gülerek onayladı, saçları bu hareketle kollarında gezindi. "Siz de kıskançsınız ama Gökhan cidden ayrı, böyle bir şey görmedim ben."
Omuz silkti Engin. "Babama çekmiş." Hale'yi öpmek istediği zamanlarda Raif'in araya girerek kızı kucakladığını, Engin ve Hakan'la dalga geçtiğini ve bunun sonucunda Gülten'den bir sitem işittiğini tüm kardeşler net bir şekilde hatırlıyordu.
Yukarı çıktılar, Hale ve Hakan kendi odalarına giderken Engin Arda'nın odasına ilerledi. Kapıyı iki kez tıklattı. "Girebilir miyim babacığım?"
Arda bir gündür uğraştığı sudokudan başını kaldırdı, ağrıyan boynunu ovuştururken seslendi. "Gelebilirsin baba."
Engin gülümseyerek odaya girdi. Arda o an tüm yorgunluğunu unuttu, o da gülümsedi. Kalemini yavaş bir hareketle masaya bıraktıktan sonra ayağa kalktı. "Hoş geldin."
"Hoş buldum."
Arda içinden kendisini telkin etti. "Abartılacak bir durum yok, yapabilirsin." Öne doğru bir adım atıp babasına hafifçe sarıldı, onun dışarıdan geldiği ve üzerini daha değişmediği gerçeğini zihninden atmaya çalıştı.
Engin bu sarılışla ağlayacakmış gibi hissetti, boğazındaki yumruyu geçirmek için yutkunurken o da Arda'ya sarıldı. "Çok mu özledin beni?" deyip gülerken gözleri yandı, derin bir nefes alarak kendisini sakinleştirdi, yaşlarını Nida'nın fotoğrafıyla konuşacağı zamana saklıyordu.
Sarılışları bitince koltuğa oturdular, Arda babasıyla sohbet etmek istiyordu, son zamanlarda eskisi kadar sık paylaşım yapamıyorlardı sanki, şüphesiz kendi evlerinde olmayıp burada, bu kalabalıkta yaşamanın bir etkisiydi. Şikayetçi değildi çocuk, aile üyeleriyle vakit geçirmeyi seviyordu, yalnızca babasıyla muhabbet etmeyi -bir iki soru sorup ardından tamamiyle onu dinlemeyi- özlemişti.
"Günün nasıl geçti?"
"Biraz yorucuydu." Dürüsttü Engin, Arda olgun bir çocuktu, her şeyi anlayabilirdi. "Yine bir yere varamadık, Gökhan amcan bayağı öfkelendi buna, tahmin ediyorsundur."
Başını salladı genç. "Endişeleniyor olmalı."
Engin anında başını salladı. "Fazla fazla. Bir de biliyor musun, Minel'in bebekliği hakkında bir şeyler öğrendik."
Arda'nın yüzü aydınlandı. "Ne öğrendiniz?" derken sesinde sakinlik maskesi takan bir heyecan, bir parıltı vardı. İnci tanesi hakkında detaylar öğrenmeyi, onu gözlemlemeyi seviyordu çocuk; ne de olsa öz olmayan kız kardeşiydi o ufaklık.
"Çok güleç bir bebekmiş. Kırmızı Balık açılınca susarmış, sarıya o zamandan takıntılıymış. Bir yaşına gelmeden yürümüş, erken konuşmuş. Böyle bir sürü şeyden bahsetti komşuları, şu an hatırladıklarım bunlar."
Arda'nın zihninde çoktan bir bebek silüeti oluşmuştu. Kendi gözlemlerine, bebekler ve çocuklar hakkında okuduklarına -Minel'in kuzeni olduğunu öğrendikten sonra okumuştu bu çocuk gelişim ve çocuk psikolojisi kitaplarını- dayanarak aklındaki oluşumun yerinde olduğunu düşünüyordu.
"Ne güzel."
Engin kolunu Arda'nın omzuna atıp oğlunu kendine çekerken "Evet, öyle." dedi önü alınamaz bir neşeyle. Tüm dertleri unutuyordu bu on altı yaşındaki, cılız çocuğun yanındayken. Baba olmak cidden mucizeviydi.
"Sizin bebekliğinizin her anı fotoğraflı, Minel'in fotoğrafı yok ama bir şeyler öğrenmiş olduk en azından."
Onayladı Arda ciddiyetle. Her bir Aktuna torununun kalın, Minel'in taşıyamayacağı kadar ağır fotoğraf albümleri vardı. Her bir anıları tarihi yazılarak ve herhangi bir aile üyesi tarafından imzalanarak albümün parlak ve saydam sayfalarına yerleştirilmişti.
"Senin albümündeki parti fotoğrafını hatırlıyor musun? Doruk Kuzey'in başına meyve suyu döküyordu hani."
Güldü Arda, çocukken Doruk abisinin tutturması üzerine bir parti yapmışlardı sıkma meyve suyu, birkaç çeşit kek ve kurabiye, bir tane de komedi filmiyle.
"Hayal meyal hatırlıyorum. Ayaz kağıt yemişti."
"Senin bulmaca kitabının sayfasıydı, değil mi?"
"Evet, öyleydi."
Arda çocukken de sevgi doluydu, kibardı. Daha beş yaşında olmasına ve saatlerini harcadığı bulmaca kitabının bir sayfası ortadan koparılarak yenilmesine rağmen öfkelenmemiş; hatta Ayaz'a gülmüştü. Gülünmeyecek gibi değildi zaten o zamanlar iki yaşında olan bebek, fazla sevimliydi, kendini sevdirmeyi de biliyordu Hale'ye çektiği için.
"Siz annemle bana yeni bulmaca kitapları almıştınız, gayeniz üzülmemin önüne geçmekti."
Engin Arda'nın Nida'dan gündelik bir konuşmada bahsedebilmesine şaşırdı, Arda babasının değişimini anında fark etti ve ona, kendisine senelerini harcayan bu fedakâr adama, açıklama yapmayı kendisine borç bildi.
"Annesi olmayan tek birey ben değilim." Dudakları titrediği için durdu, dolan gözlerindeki yaşlar geri dönene kadar bekledi.
"Abilerimin de annesi yok, Minel daha üç yaşında fakat geçmişiyle, bir ölümle boğuşuyor, yine de oldukça sevgi dolu ve mutlu. Bu durumda şüphesiz bazı olguları tamamiyle kavrayamamasının bir nüfuzu da vardır ancak kendime örnek alabilmek adına bunu göz ardı edeceğim. Ben de onun gibi mutlu olabilirim. Bu, anneme bir ihanet değil. Aksine, hayatta olsaydı benim mutluluğumu dilerdi."
Engin Arda'nın kumral, kısa saçlarını okşarken altı sene aradan sonra oğlundan bunları duyabilişine olan sevinci inanılmazdı. Utanmasa sokağa çıkıp bağırırdı.
"Evet, öyle dilerdi. Onun için mutlu olmamız, gülmemiz gerekiyor."
Nida'nın gülüşü, onları güldürmek için espriler ve taklitler yapışı gözünde canlanınca tebessüm etti Engin. Eşinden kalan emanetin saçlarından öptü. "Hoş geldin oğlum." diye mırıldandı.
Hoş geldin, demişti çünkü Arda kendine geliyordu.
Engin ve Arda sarılan tek Aktunalar değildi, Minel de babasının dizinde oturup kollarını onun beline sarmıştı.
"Şimdi?"
"Çiyek."
Tabaktaki çilek dilimlerinden birine çatalı batırıp Minel'e uzattı, Minel'in bebekliğine ait anıları duyunca bir şeyler öğrendiğine sevinse de bir tarafı da buruktu, kızının yanında olamamıştı. O zamanları doldurmak için inci tanesini şımartmaya karar vermişti, bebekliğinde yemek yemediği zamanlar için onu elleriyle besleyerek başlamıştı bunu yapmaya.
"Şimdi ne istiyorsun bebeğim?"
"Ananaş."
Minel halinden memnundu, babasına sarılıyordu, sevdiği meyveleri de yiyordu. Bu haliyle prensesler gibiydi, halası öyle söylemişti.
Tabaktaki son dilim de yenilince Gökhan hemen "İstersen yine meyve keseyim." dedi, Minel ne kadar yese kârdı.
Kız çocuğu başını iki yana salladı. "İştemiyoyum babacım. Çok yedim, geyçekten. Bak kaynıma!" Kollarını Gökhan'ın belinden çözdü, ellerini karnına koyup sıktı. "Göbüşüm vay aytık."
Gökhan güldü, elindeki tabağı bir kenara bıraktıktan sonra eğilip Minel'in karnını ısırdı. İnci tanesi kıkırdayarak adamın başını itmeye çalıştı. "Gıdıkyanıyoyum!"
İtmeyi başaramayınca parmaklarını babasının boynuna çıkardı, Gökhan gıdıklanıyor rolü yapması gerektiğini anında hatırlayıp gülerek geri çekildi.
"Tamam güzelim, gıdıklama."
Minel babasını alt etmenin keyfiyle güldü. "Ben kasandım!" dedi kötücül bir sesle, gıdıklamak bir yarışmış gibi. Çizgi filmde gördüğü hareketi yapıp ellerini de ovuşturdu. Gökhan onun bu hallerini hafif bir şaşkınlıkla izledi, inci tanesi gün geçtikçe daha da sevimli oluyordu.
"Seni yerim ben, gıdıklanmak için yer arıyorsun babam." Boynundan öptü birkaç kez, inci tanesi o sırada "Hayıy babacım, ayamıyoyum." diye itiraz etmekle meşguldü.
Gökhan geri çekilince kızından fazla uzakta duramayan ellerinden birini güneşinin yanağına yerleştirdi. Minel az önceki ufacık haylazlıklarından kurtulup nazlı, huzurlu bir ifade takınırken diğer yanağını babasına yasladı.
"Eskiden..." diye söze başladı adam. "Bir komşunuz varmış. Sizin evinizin karşısında oturuyormuş, Sevim'miş adı."
Minel kaşlarını kaldırdı. "Şevim teyse." dedi hayretle. "Şen... Şey... Neyeden biyiyoyşun baba?"
"Bugün onunla konuştum, oradan biliyorum."
"Geyçekten mi?"
"Gerçekten."
Sessiz kaldı kız çocuğu bir süre, düşündü. Sevim teyzesini seviyordu ama bir yandan da kırgındı ona. Ümitlenmişti, Aykut'tan kurtulacağını ve annesiyle mutlu olacağını zannettiği günün saatlerini bodrumda, karanlık ve soğuk eşliğinde geçirmek zorunda kalmıştı. Bir daha görmemişti Sevim teyzesini, o ana kadar kendisine el uzatan tek kişiyi de el uzattığı gün kaybetmişti.
Gökhan fark etti kızının dalgınlığına gizli hüznü. "Üzüldün mü bebeğim?" Başparmağını Minel'in yanağında gezdirdi nazikçe. "İstersen onun hakkında konuşmayalım, yeter ki üzülme biriciğim."
"Konuşabiyiyiz." diye itiraz etti inci tanesi, geçmişinden babasına bahsetmek onu rahatlatıyordu. "Ne konuştunuz... Şey... Sevim teyzeyye?"
"Senin bebekliğinden bahsettik, ne kadar güzel bir bebek olduğundan."
"Geyçekten mi? Güzey bebek miydim?"
"Evet, öyleymişsin. Çok iyi kalpli, neşeli bir bebekmişsin." Bilerek "uslu" demiyordu Gökhan, kızının bu kelimeye yaklaşımı biliyordu ve güzel bir bebek olmak için uslu olması gerektiğini düşünmemeliydi.
Minel'in yanakları kızardı, başını babasına gizledi. Gökhan saçlarından öperek devam etti. "Herkese gülüyormuşsun, Kırmızı Balık'ı o zaman da hep dinlermişsin, sarıyı yine çok seviyormuşsun."
"Sayı çok güzey, sayıyı seveyim."
Güldü Gökhan, Minel'i beş dakika gören bir insan bile anlardı o cıvıl cıvıl rengi ne kadar sevdiğini, yine de belirtme gereği duyuyordu kız çocuğu.
"Ama şey... En sevdikim yenk...Şey, faykyı aytık."
Kaşlarını kaldırdı adam, bu bilgi yeniydi. "Öyle mi güneşim?" derken temiz, gerçek bir merak vardı sesinde. "En sevdiğin renk ne artık? Gizli değilse söyleyebilir misin?"
"Şey... Gizyi değiy babacım. Şeyi seviyoyum..." Başını kaldırdı kız çocuğu. Adamın uzun, siyah kirpiklerine uzattı işaret parmağını. Gökhan meleğinin kendisine zarar vermeyeceğinden emindi, gözünü kırpmadı.
"Gösyeyinin yengi. Çok güzeyyey babacım, geyçekten. Şey, şey... Böyye..." Nasıl tarif edeceğini bilmiyordu, kelime dağarcığı babasının mavilerine bakmanın ona hissettirdiği güveni anlatabileceği kadar geniş değildi henüz. "Şey... Mutyuyuk yengi gibi."
Başını sallayarak kendini onayladıktan sonra durdu, babasının göz rengine bir isim bulmuştu. Gözleri büyüdü, ellerini çırparken "Babacım!.." dedi kendisine içi giderek bakan adama gözlerini çevirerek. "Yengimise işim buyduk! Mutyuyuk yengi! Çok güzey oydu, di mi? Güzey oydu, di mi babacım?"
Gökhan için mutluluk rengi kendi gözlerinin mavisi değildi; kızının en sevdiği renk olan sarıydı, onun gözlerinin rengi olan yeşildi, beraber oynadıkları Barbie bebeklerinin elbise rengi olan pembeydi, sarılarak izledikleri denizin rengi maviydi. Yine de beğendi kızının koyduğu adı, itiraz etmedi.
"Evet bebeğim, çok güzel oldu." Gülümsedi adam, gamzesi belli oldu, bir kez daha fethetti kızının gönlünü.
"Nerede benim fıstığım, nerede? Amcam esir almış diye duydum, bir saattir ortada yok." Doruk Minel'in varlığına güvenerek söylüyordu bu cümleleri, yine de amcasının gözlerine denk geldiğinde duraksadı, sırıttı birkaç saniye sonra. "Merhaba amcam, baba yarım, nasılsın?"
"İyiyim Doruk, sen nasılsın?"
"Ben de iyiyim. Fıstığım, saatlerdir yoksun ortada! Neredeydin?"
"Meyve yiyoydum abicim. Babam, şey... Ye yaptı beni. Çiyek yedim, mus yedim, aymut yedim. Sonya... Ananaş yedim."
"Oh, afiyet olsun." Minel'in yiyeceklerden böyle severek bahsetmesi sevindiriyordu Doruk'u, bu sevinçle kuzeninin ensesinden bir öpücük çaldı. Minel omuzlarını yukarı çekip başını arkaya atarken Gökhan güldü, bu ailedeyken gıdıklanmama ihtimali yoktu inci tanesinin, kız çocuğu bunu en kısa sürede kabullenmeliydi.
Doruk geri çekilince etrafına baktı. "Kedi nerede?" Minel gününün birkaç saatini Kedi'yle geçiriyordu, o sırada yanında bekliyordu en azından bir kişi, akıllıydı Minel ama çocuktu, bir yerden düşebilirdi, tehlikeli bir durum olabilirdi veya daha kötüsü, çalışanlardan biri inci tanesini yalnız bulunca bir şey yapabilirdi, kimseye güvenemiyorlar ve bu kadar büyük bir evin işini yapamayacakları için çalışanlara mecbur kalıyorlardı.
"Odaşında. Babamın... Şey... Şeşini duyunca koştum. Sonya... Sonya meyve yedik."
"Anladım fıstık."
Gökhan'a baktı Doruk, Gökhan derin bir nefes aldı. "Minel'i mi almak istiyorsun?" Doruk başını salladı, adam kızıyla bu evdeyken doğru düzgün vakit geçiremeyeceğini kabullenmişti, Minel'i belinden tutarak Doruk'un kollarına uzatırken "Dikkatli olun, gözünüzü üzerinden ayırmayın." dedi yalnızca.
"Göyüşüyüs babacım!"
Doruk'un omzunun üzerinden kolunu uzatabildiği kadar uzatarak el sallayan kızına güldü adam, o da el salladı ayağa kalkıp çardaktan çıkarken.
Minel ve Doruk içeri girdi, Gökhan havuzun başında durup ellerini ceplerine soktu, başını havaya kaldırdı. Özellikle böyle anlarda canı sigara çekiyordu, inci tanesi yanında olmadığında ve sıkkın olduğunda.
"Canımın içi?"
Gülten'in sesini duyunca gözlerini eğdi. "Efendim?" diye sordu dalgınca. Gülten gülümsedi, elini oğlunun dirseğine koydu. "İyi misin anneciğim? Konuşmak ister misin?"
"Hayır."
Gökhan'ın cevabı çok keskindi, Gülten onu zorlamanın yalnızca ters tepeceğini biliyordu. "İstersen..." dedi yavaşça. "Minel uyuduktan sonra kayalıklara gidin abilerinle, ablanla. Rahatlarsın, ben Minel'in yanında dururum, sen söylersin ona bir yere gidip geleceğini."
Başını salladı mutluluk rengi gözleri olan adam; gerçekten denizi izlemeye, o kayalıklarda oturup rüzgarı yüzünde hissetmeye ihtiyacı vardı.
Gülten sessiz kaldı, o da havuza döndü, oğlunun yanında durdu. Gökhan çocukları içerisinde en soğuğuydu, duygularını belli etmeyeniydi ama bu; sevgiye, desteğe ihtiyacı olmadığı anlamına gelmiyordu.
"Ne yapıyorsunuz burada?"
Gülten Raif'e tebessüm etti, Raif bu tebessümle derin bir nefes aldı. Bunca yıldan sonra nasıl hâlâ daha onun bir gülüşüyle tüm sıkıntılarından kurtulup tüy gibi hissedebilirdi?
"Duruyoruz sadece, gel sen de."
Raif durumu garipsemedi, Aktunaların en büyüğü olarak olayları "tuhaf" olarak sınıflandırmamayı öğreneli çok olmuştu. Gökhan'ın diğer yanına geçti, ellerini ceplerine koydu.
"Havuzu mu izliyoruz?"
"Evet."
"Tamam."
.
.
.
"Ama, şey... Ben uyanınca... Buyda oyucakşın, di mi?"
Minel'in uykulu uykulu sorduğu soruya karşılık gülümsedi, yanağını okşayıp alnından öptü. "Evet bebeğim, burada olacağım. Ben yokken de babaannen yanında duracak, korkma, tamam mı?"
"Koykmucam, ben ceşuy çocukum."
Gökhan tam aksini, Minel'in hâlâ daha her şeyden fazlasıyla korktuğunu düşünmesine rağmen "Evet küçüğüm, sen çok cesur bir çocuksun." diye onayladı.
"Şana bensedim."
"Evet babam, bana benzedin."
Birkaç şey daha mırıldandı Minel, Gökhan dediklerini duyamasa da "Evet güzelim, kesinlikle biriciğim, çok haklısın inci tanem." dedi Minel tamamen sessiz kalıncaya kadar.
Yüzüne düşen bukleleri okşadı, on on beş dakika kadar bekledi. Kız çocuğunun nefesleri tamamen düzene girdiğinde ve kız, yanındaki tavşanına sarılıp yerinde kıvrıldığında derin bir uykuya daldığını anlayıp yavaşça kalktı.
Oturma odasına girince örgü ören annesine baktı adam. "Uyudu ama bazen uyanıyor geceleri, saçını okşarsan uyuyakalır yine."
Gülten anlayışla gülümsedi. Tüm bunları biliyordu ancak oğlunun sözünü kesmemişti bir ebeveyn olarak onun endişesini gayet iyi anladığı için. "Tamam canımın içi, onun odasında devam ederim örgüme, daha iyi olur hem." Şişleri çantasına koyup ayağa kalktı. Tabletinden gazete okuyan Raif de ayaklandı. "Ben de senin yanında gazete okuyacağım."
Anne babaları odadan çıkınca Engin, Hale ve Hakan da kalktılar ayağa. Gökhan "Ben tek başıma da giderim." dediyse bile gelmek istemişlerdi kayalığa. Hem Gökhan'ın sağı solu belli olmazdı hem de kardeşlerine destek olmak istiyorlardı.
Hale adımlarını hızlandırıp önden ilerleyen Gökhan'ın koluna girdi spor ayakkabılarını giydikten sonra. Gökhan başını yana çevirdi, ablasını görünce kolunu ellerinden çekip onun omzuna attı. Hale bir zamanlar daha uzun olduğu, şimdiyse -topuklu ayakkabılarının da olmamasının etkisiyle- kafasını kaldırarak bakmak zorunda kaldığı kardeşinin sayesine sindi.
"Ayrı arabalarla gitmeyelim, senin arabana sığarız Gökhan."
Bir şey demedi Gökhan. Bu, onayladığının göstergesiydi. Arabasına başkasının binmesinden zerre hoşlanmazdı ama şu an, umrunda olan en son şey olabilirdi bu durum.
Hale ön koltuğa bindi, Engin ve Hakan'sa Minel'in sarı koltuğunun iki yanına yerleşti. Gökhan arabayı çalıştırır çalıştırmaz gaza bastı. Hakan derin bir nefes alsa da bir uyarıda bulunmadı, kardeşinin sinirleriyle oynamak istemiyordu.
Gökhan'ın sevdiği, rüzgarlı kayalıklara gelmeleri bir saat kadar sürdü. Geldiklerinde Gökhan arabayı bir kenara çekti, korumaların iki arabası da onun arkasına dizildi.
Hakan arabalarından inen, akşamın karanlığında simsiyah giysileriyle normalden de ürkütücü görünen korumalara baktı. "Bizi uzaktan kollayın." Yanlarında yabancılar olursa rahatça konuşamazlardı.
Siyah kayalara basa basa -Engin topuklu ayakkabı giymediği halde adım atmakta zorlanan Hale'nin koluna girmişti- dalgaları en iyi duyabilecekleri, izleyebilecekleri yere ulaştılar. Hale bir köşeye oturdu, Engin onun yanına geçti, deniz sollarında kalıyordu. Hakan ufuk çizgisini karşısına alacak şekilde oturdu, Gökhan ayaktaydı.
Cebini yokladı Gökhan, sigara paketi parmaklarına değince derin bir nefes aldı. Tam çakmağı da orada mı diye kontrol edecekti ki Minel'in yeşilleri belirdi gözlerinin önünde. Öfkeyle çenesini sıkıp elini cebinden çıkardı, sigara içemezdi, kızına bunu yapmayacaktı, onunla geçireceği seneleri ciğerlerine giren duman yüzünden mahvetmeyecekti.
"İçmeyecek misin?"
Hakan'ın yüzüne bakmadı. "Yok." dedi aksi aksi. Zorlanıyordu bu kararında, bundandı aksiliği.
Sessizce oturdular, Hale'nin kahveleri Gökhan'ın yan profilinde dolaştı uzun uzun. Anladı kardeşinin konuşmaya başlamayacağını, onun kolayca dökülmesine sebebiyet verecek bir cümleyi havaya katmak için dudaklarını araladı. "Kâbus görüyorsun, değil mi?"
Kaşlarını çattı Gökhan, ablasına çevirdi mavi harelerini. Yalanlama gereği duymadı, "Nereden biliyorsun?" diye sordu onun yerine. Bir tek Minel'e bahsetmişti kâbuslarından, Minel de kimseye söylemezdi babasının onunla paylaştıklarını, Gökhan bir an bile şüphe duymamıştı kızından.
"Halinden belli, seni tanıyorum."
Başını gökyüzüne çevirdi Aktuna kardeşlerin en küçüğü. Derin bir nefes aldı. "Hayır." dedi içinden. "Sigara yok, sakın. Minel'i düşün, ne kadar dertlenirsen dertlen... Sigara yok lan, kendine gel."
"Ne görüyorsun?"
Gözlerini devirdi. "Sence? Cidden sordun mu bunu? Neyi anlatmamı bekliyorsunuz? İsterseniz uzanayım, terapi gibi yapalım." Alayla kıvrıldı dudakları, ne abileri aldırdılar buna ne de ablası aldandı.
"Minel'e mi bir şey oluyor?"
Göz bebekleri titredi sanki Gökhan'ın, başını tekrardan deniz yönüne çevirse bile Engin görmüştü bu dalgalanmayı. Onun içini dökmesini sağlamak için doğru yoldaydı, bam teline biraz daha basmaları gerekiyordu, yoksa mümkünatı yoktu ki Gökhan duygularını söylesin.
"Ne oluyor, yaralanıyor mu?" Daha kötü olan ihtimali söyleyememişti, dili varmazdı bal kızıyla o yas verici kelimeyi aynı cümlede kullanmaya.
Cevap vermedi Gökhan, Hale başını sola doğru eğip devraldı kardeşlerinin üzerine gitme görevini. "Koruyamıyorsun onu, değil mi?"
Gökhan'ın kaskatı kesilen çenesi, sımsıkı kapanan yumrukları üzdü kadını; Gökhan'ın iyiliği için olsa bile söylediklerine pişman oldu. İçini dökmesini boşverip sarılmak için ayağa kalktı ama adım atamadan duraksadı, Gökhan arkasını dönmüştü çünkü.
"Ne yapacağım ben? Bulamıyoruz..." Küfretmemek için durdu, çenesini sıkıp başını havaya kaldırdı, derin bir nefes aldı. "Bulamıyoruz o adamları, yok. Nasıl gidecek bu? Kızımı daha ne kadar uzak tutacağım her şeyden? Parka bile gidemiyor lan, parka bile!.. Uzak tutmayı geçtim, ya..." Yutkundu, söyleyemiyordu. "Ya koruyamazsam onu?"
Dünya çok tuhaf bir yerdi. Aktunaların güvenlik kolunu yürüten, bir sürü insana koruma ve korunaklı ev ayarlayan Gökhan Aktuna; kızını, bu hayattaki en değerli varlığını, koruyamamaktan korkuyordu. Dünya cidden çok tuhaf bir yerdi.
"Her şeyi yapıyoruz Gökhan, her şeyi. Her yere korumalarla gidiyorsunuz, her yer güvenli. Evin içinde bile korumalar bekliyor, bir şey..." Cümlenin devamını getiremedi Hale. Öyle bir kara deliğin içindelerdi ki küçük umut ışıkları bile anında çekiliyordu, karşıdakilerin kim olduğundan hiçbir zaman emin olamayacaklardı sanki.
Gökhan yutkundu, buruk bir şekilde gülümsedi. "Sen de diyemiyorsun abla." Ellerini saçlarının üzerinde gezdirdikten sonra ani bir hareketle Hakan'ın karşısına oturdu, dirseklerini dizlerine yaslayıp başını eğdi, sakallarını sıvazladı.
"Her şey bitse..."
"Bitecek." Hakan'a döndü hepsi; Aktuna kardeşlerin en büyüğünün yüzünde sert, emin bir ifade vardı. "Bulacağız. Karşıdaki güçlü biri olabilir. Hatta olabilir değil, kesin öyle ama biz de güçlüyüz. Aktunalarız, kim karşımıza çıkabilir? Şu ana kadar hangi tehdidi gerçekleştirebildiler, hangimize zarar verebildiler ki inci tanemize dokunacaklar?"
İzin vermeyecekti Hakan, gerekirse gece gündüz çalışıp o adamları bulacaktı. Minel söz konusuydu. Tüm aileye neşe getiren, bıcır bıcır konuşan, mor pijamalarıyla oturma odasındaki moda dergisine bakarken gördüğünden beri kalbinde ayrı bir yeri olan kız çocuğu söz konusuydu; izin veremezdi ona bir şey olmasına.
Gökhan Hakan'a güveniyordu, endişesinden zerre kaybetmese de en azından daha da bunaldığında kendisini rahatlatabileceği sözler duymuştu. Derin bir nefes alıp başını gökyüzüne kaldırdı, gözlerini kapattı.
"Allah'ım..." diye yakardı içinden. "Kızıma bir şey olmasın. Allah'ım sen onu koru."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |