Yeni Üyelik
17.
Bölüm

🐣50🐣

@imposiblety

Imposiblety'den

"Maykete gidicez tavşan. Kedi evde. Çünkü, şey... Onu çantaya koyayşam... Şey, sıkıyıy. Evde oyun oynuyoy. Canı sıkıymıcak. Hemen geyices biy de, di mi Kusey abicim?"

"Evet prensesim, hemen geleceğiz." diye onayladı şoför koltuğunda oturan Kuzey.

Komşularla konuşmalarının üzerinden dört gün geçmiş, Gökhan dikişlerinin alınmasıyla işe dönmüştü. Aktuna torunları hem Minel'e Gökhan'ın yokluğunu hissettirmemek hem de okulların açılmasına kalan on günü dolu dolu geçirmek için her gün bir şey yapmaya karar vermişlerdi. Buna markete gitmek gibi basit bir şey bile dahildi.

"Büyük mayket mi?"

"Tabii ki fıstığım, kaybolacağımız kadar büyük bir market."

Duraksadı Minel, gözlerini kırpıştırarak baktı Kuzey'in yanında oturan Doruk'a. "Kayboyucak mıyıs?" diye sordu zayıf bir sesle; bir yandan da abileri ve Ayaz tarafından, marketlerin serin olması nedeniyle kendisine giydirilen sarı, ince hırkasını sıkıyordu.

"Hayır bebeğim." dedi Ayaz anında. Minel'le bilgisayar oyunu oynarken kız çocuğunun çoğu küçük şeyden korktuğunu öğrenmişti kızın oyunun müziği azıcık gerginleşse hemen ufak ellerini gözlerine kapatmasıyla, bu yüzden şu an markette kaybolmaktan korktuğunu da anlamıştı. "Doruk abim marketin ne kadar büyük olduğunu anlatabilmek için öyle söyledi."

Minel kendisini ikna eder gibi konuştu. "Kayboymucaz." Kendisini rafların, dolaplarım arasında tek başına yahut daha kötüsü, yabancıların arasında düşünmek bile soğuk terler dökmesine neden oluyordu.

"Evet fıstığım, gerçekten söylememiştim ben kaybolacağımızı, şakacıktan söyledim."

"Tamam." Tavşanına sarıldı Minel, başını oyuncağının kafasına yaslayıp Arda abisinin tarafındaki camdan dışarıyı, yol kenarında akıp giden ağaçları izlemeye başladı. Arda gülümsedi; kızın ensesine dökülen ufak, arabanın camından giren sabah güneşiyle renkleri açılan sarı buklelerle oynamaya başladı. Minel tebessüm ederek ayaklarını salladı yavaşça. "Kayboyuyşam koykayım." diye itiraf etti bir süre sonra.

Arabadaki hiç kimse inci tanesini bölmedi, Minel'in neler söylediği onlar için önemliydi, üç yaşında olduğunu düşünüp cümlelerini umursamazlık yapmıyorlardı hiçbir zaman.

"Ceşuy çocukum ama, şey... Kayboymak güzey değiy. Annem... Annem gidince koyktum. Kimşe yoktu, o yüsden. Şimdi, şey... Siz bıyakmıcakşınıs beni, kayboymucam."

Minel'in geçmişi o denli travmayla doluydu ki çoğunlukla onun gün boyu yalnız başına birini, annesini veya yardım eli uzatacak herhangi birini, beklediğini unutuyorlardı. Oysa bu durum da çokça etkilemişti kız çocuğunun davranış biçimini. Ne zaman aile üyelerinden birini kalabalık bir ortamda göremeyecek gibi olsa o anlar aklına geliyordu.

"Evet, kaybolmayacaksın." Konuşan Arda'ydı. En nahifleri, kırılganları o olabilirdi ama söz konusu kız kardeşiyse canını ortaya koyardı gerektiğinde, hiçbir korkusu kalmazdı. Minel bunu onun ses tonundan hissetti, güven duydu, tüm gerginliği bedeninden uzaklaştı.

"Şey..." dedi babasının ona şirkette anlattıklarını birilerini söyleme gereğini bir anda içinde hissederek. "Babam beni biymiyoymuş. Annem mektup yasmış. Ama şey, mektup geymemiş. Babam şonya... Şonya beni biymiş. O yüsden ben şizi... O yüsden yokşunuz. Şimdi vayşınız. Sisi biyiyoyum."

Gökhan'ın olanları böyle aktardığından haberdar değillerdi, tabii ki bozuntuya vermediler. Hatta Kuzey oldukça mantıklı buldu amcasının cümlelerini, kız çocuğuna ancak bu kadarıyla anlatılabilirdi olanlar, geri kalan gerçekleri öğrenmek için büyümeli ve çoğu kötü olayı arkasında bırakmalıydı.

"Evet güzelim, öyle oldu." Minel başını çevirerek Kuzey'e baktı. Kuzey abisi kuzenlerinin otorite merkeziydi küçük kız için, tıpkı Hakan amcasının Aktuna kardeşlere lider yahut ikinci bir baba oluşu gibiydi yirmi yaşındaki gencin olgun, kendinden emin halleri. "Senin varlığını bilmiyorduk, öğrenince de çok mutlu olduk."

"Geyçekten mi?"

"Gerçekten fıstık." Doruk ufak bir kız çocuğunun ailelerine dahil olma ihtimaline ne kadar sevindiğini, saatlerce onunla neler yapabileceklerini ve oynayabileceklerini düşündüğünü, izlenecek filmler için kafasında bir liste oluşturduğunu hatırladı. Ardından bir görüntü belirdi zihninde; kız çocuğunun ürkek bir şekilde, beyaz elbisesiyle Ayaz'ın yanındaki bir sandalyede oturup gözlerini kocaman açarak herkesi inceleyişi gözlerinin önündeydi sanki. "Çok mutlu olduk, gerçekten çok."

"Ben de mutyuyum. Siz vayşınız. O yüzden mutyuyum. Büsbükük ayyemis vay."

Eskiden her yüksek sesten korkar, şarkılara ve çizgi filmlere sığınır, karanlıktan korktuğu halde kuytu köşelere saklanırken şimdi kanatlarının altında dinlenebileceği, çocuksu kıkırtılar eşliğinde oyunlar oynayarak dünyanın endişelerinden uzak kalabileceği bir sürü insan vardı.

Ayaz güldü, hafifçe eğilip kızın buklelerinden öptü. Sırf bunu yapabilmek için onlarca bahane ve hileyle Doruk abisinin ön koltuğa geçmesini sağlamıştı. "Evet, büsbükük ailemiz." Düzeltmeyecek veya dalga geçmeyecekti; inci tanesinin harfleri yanlış söyleyerek, kelimeleri kendisine uydurarak konuşması çok hoşuna gidiyordu. Bazı günler uzunca bir süre böyle konuşmaya devam etmesini dilediği de oluyordu bunun pek sağlıklı bir istek olmadığının bilincine sahip olsa da.

Bir sessizlik oldu, bir iki dakika kadar böyle kaldıklarında Doruk ve Ayaz sıkılmıştı sakince sessizliğin ve bir arada olmanın tadını çıkaran Arda, Kuzey ve Minel'in aksine.

"Fıstığım?"

Çenesini kaldırdı Minel. "Hı?"

"Bize dinlediğin masallardan bir tanesini anlatsana."

Gökhan'ın bir sürü masalı baştan okuyup kendisine göre uyarlayarak; internetten araştırarak kıza anlattığını biliyorlardı Minel'in ufak cümlelerinden, bazı paragrafları hatırlayarak anlatmaya çalışmasından.

"Hangi maşay?"

"İstediğini bebeğim."

"İstedikimi... Tamam."

Düşündü kız çocuğu; bu sırada Ayaz saçlarını okşuyor, Arda elini tutuyordu. Doruk'un gözleri onun üzerindeydi, Kuzey yola bakıyordu ama dinlediğinden o arabadaki herkes emindi.

"Şey... Pamuk Pyenşeş'i anyatıcam. Pyenşeş babaşıyya yaşıyoymuş. Sonya... Sonya oymana gitmiş. Oyman böyye..." Gözlerini açtı, kollarını kaldırdı. "Çok büyükmüş! Çok, çok, çok...Pamuk Pyenşeş'e noymuş?"

"Ne olmuş?" diye sordu herkes aynı anda.

"Kayboymuş!" Ellerini iki yana açtığında Doruk saçlarını karıştırdı gülerek. Büyüyünce çok güzel magazin izlenirdi bu ufaklıkla, tepkileri çok komikti zira.

"Sonya yedi cüceyey göymüş. Cüce demek... Şey, kışa demek. Ama büyümüyoyyay. Ben büyücem, okuya gidicem. Cüce değiyim. Babam, babam öyye dedi. Sonya... Şey oymuş, şey..."

Hikayenin geri kalanını zihninde toparlamaya çalıştı.

"Kötü Kyayiçe geymiş. Cadı gibi geymiş. Çok çiykin eybişeyeyi vaymış. Çiykin oymaşı... Cadı'nın çiykin oymaşı... Şey... Hey inşan güzeydiy. Babam öyye dedi. Kimşeye çiykin dememeyiyiz. Bu yüsden... Şey... Eybişeyeyi çiykinmiş, Cadı güzeymiş."

Gökhan masalı anlatırken kızına böyle anlatmayı tercih etmişti çünkü Minel bilmeliydi kötü bir insan olmanın insanın fiziksel özellerine bağlı olmadığını. İleride biri kendisine "çirkin" derse yahut inci tanesi kendisini "çirkin" bulmaya başlarsa en azından bunun karakteriyle bir alakası olmadığını bilirdi, kendisini tekrardan güzel bulmaya başlaması çok daha kısa sürerdi.

"Pamuk Pyenşeş'e eyma veymiş. Şey, Cadı... Ama... Eyma kötü, eyma yemek yok!" Parmağını salladı babasının söylediklerini hatırlayarak. Tüm elmalara düşmandı, çizgi filmlerde görünce bile hemen "Eyma!" diyordu etrafındakilere ekranı işaret ederek.

"Ama Pamuk Pyenşeş yemiş. Çünkü, şey, biymiyoymuş. Yiyince uyumuş. Ama, şey... Çok uyumuş. Babaşı koykmuş. Oymanda onu ayamış. Cüceyeyi göyünce... Şey, göyünce pyensesi buymuş. Babaşı pyenşeşi öpmüş. Yanakyayını öpmüş, eyyeyini öpmüş, saçyayını öpmüş..."

Gökhan masalın bu kısmını kendine göre değişip prens yerine babasının Pamuk Prenses'i bulduğu kısmı anlatırken bir yandan da Minel'in saçlarını, parmaklarını, yanaklarını öpmüştü sanki o Pamuk Prenses'miş, kendisiyse kızını bulup iyileştirmeye çalışan Kral'mış gibi. Bu yüzden bu detaylar çok berrak bir şekilde dökülüyordu inci tanesinin dudaklarından, babasının ona sevgi gösterdiği bir anı unutması mümkün değildi.

"Pyenşeş uyanmış. Babasını göyünce mutyu oymuş. Çok mutyu oymuş! Evyeyine gitmişyey. Mutyu yaşamışyay. Şon!"

Tüm Aktuna torunları başlarını salladı, hikâyede bir prens olmayışı her birini ayrı sevindirmişti. Kitaplara, kitapların orijinalliğine oldukça bağlı olan Arda bile bu değişikliğe karşı çıkmıyordu.

"Çok güzel bir masalmış. Tam da gelene kadar sürdü." dedi Kuzey arabayı otoparka park edip korumaların kendi arabalarından inerek yanlarına gelmesini beklerken. Gökhan amcasının bir market otoparkında vuruluşundan sonra tedbiri elden bırakamazdı.

"Geydik mi?"

"Evet Minel, geldik."

Minel Arda'ya gülümsedi, başını yan yatırıp koluna yaslandı. "Beni şen ayıy mışın?" diye sorduğunda duraksadı Arda. Abilerine, hatta kendisinden üç yaş küçük Ayaz'a göre bile cılızdı; Minel'i ne kadar süre taşıyabileceğinden emin değildi.

"Ben seni..." Kuzey abisinin güven veren, koyu kahve gözlerini görünce "Taşırım." diye devam ettirdi cümlesini. "Tamam."

Minel ellerini çırptı. Herkes arabadan indikten sonra Arda onu kucağına aldığında başını omzuna yasladı. Arda abisinin kokusu tuhaftı, tuhaf ama güzeldi. Biraz daha büyük olsa kitap gibi konuşan bu çocuğun kitap gibi de koktuğunu anlardı.

Korumalar etraflarını çevirmiş bir şekilde içeri girdiler. İki market arabası aldıktan sonra Ayaz ve Doruk birbirlerine baktı. "Yeter mi iki tane?" diye sordu Ayaz kaşlarını hafifçe çatarak. Maddi bir problemleri hiçbir zaman olmadığı için, bir de kalabalık bir aile oldukları için el ölçüleri hiç yoktu.

"Yeter herhalde." Tereddütle ensesini kaşıdı Doruk. "Dolaşalım, sonra alırız yeni bir araba."

Yürümeye başladılar, Minel başını Arda abisinin omzundan kaldırmadan sordu. "Sen ne ayıcakşın Ayda abicim?"

"Bir nesne almayacağım abiciğim."

"Neden?"

Gülümsedi Arda inci tanesinin meraklı gözlerine, sesine. Cesaretini toplayarak alnından öptükten sonra cevapladı onun sorusunu. "Bir gereksinimim yok."

"Hı?"

"Bir ihtiyacım yok, hiçbir nesne almama gerek yok."

Anladığını belli etmek için başını salladı Minel. Bu sırada saçları Arda'nın boynuna sürtmüştü, hafifçe gıdıklandı genç çocuk ama belli etmedi, kollarını inci tanesine daha sıkı sardı onu düşüreceği korkusuyla.

Reyonların başında dolaşıp abur cubur reyonunu aradıkları bir dakikanın sonunda Minel "Ayabaya binebiyiy miyim?" diye sordu rengarenk ürünleri görmenin heyecanıyla. Arda "Tabii." dedikten sonra abilerine baktı, Doruk market arabasını durdururken Kuzey çocukların oturması için yapılan bölmeyi açtı.

"Dikkat et bebeğim, bacakların acımasın." dedi durup Minel'i izleyen Ayaz.

Minel açık mavi kot pantolonlu bacaklarını sarkıttıktan sonra başını kaldırdı. "Acımadı." Beyaz tişörtünün üzerine giydiği sarı, kısa hırkasını düzeltti. Sarı çoraplı; beyaz, klasik ayakkabılı ayaklarını salladı. Çorapları düzgündü, ayaklarına ulaşmaya uğraşmayacaktı.

"İstediğin her şeyi söylüyorsun, tamam mı prensesim?"

Kuzey'e baktı inci tanesi, bir şey istemek planlarında yoktu, yalnızca reyonlara bakacaktı, istediğini söylemeye utanırdı. Yine de başını salladı, bir kolunu tavşanına sararak renkli ambalajlara bakmaya başladı.

"Cips alalım."

Arda hemen "Çok sağlıksız." diyerek müdahale etmeye çalışsa da Ayaz kolunu omzuna atıp "Bir şey olmaz huysuz filozof." dediğinde omuzlarını düşürdü onu ikna edemeyeceğini fark ederek. "En azından biraz daha sağlıklı olanlardan tüketelim."

Ayaz omuz silkerek sırıttı. "Tamam, onlardan da alırız." Raflardaki cips paketlerine bakarken gözüne güzel gelen her paketi sepete attı.

"Ayascım!.." dedi Minel şaşkınca. "Bunyayı naşıy yicekşin? Çok fasya!"

"Yiyeceğim değil bebeğim, yiyeceğiz. Sen de yiyeceksin." Saçlarını karıştırdı inci tanesinin. Tabii ki böyle sağlıksız şeylerden ona fazla fazla yedirmeye niyeti yoktu, hem iştahını da kapatmak istemiyordu ama biraz kaçamak da yapabilmeliydi, çocuktu en nihayetinde. İşte bu noktada devreye girecekti Ayaz "ikizi" olarak, gerekirse gizli gizli yiyeceklerdi cipsleri gece yarısı, telefon ışığının altında.

"Ayaz..." dedi Kuzey kaşlarını hafifçe çatarak. Uyarısı ses tonundan belliydi, umursamadı Aktunaların erkek torunlarının en küçüğü. "Bir kerecik abur cubur yemesinden bir şey olmaz, değil mi bebeğim?"

"Şey..." dedi Minel gözlerini büyüterek. "Babam isin veyiyoy... Abuy cubuya. Ama dedi ki, dedi ki... Şey, çok yok. Çok yeyşek sağyıksıs dedi."

Doruk Minel'in bu cümleleriyle kurtuldu Gökhan amcasına olan korkusundan. Neşeli bir şekilde "O zaman bir sürü abur cubur alacağız!" dedikten sonra Minel'in karnını mıncırdı, küçük kız kıkırdadı, alışveriş arabasının içinde olduğu için geri kaçamayınca Doruk'un parmaklarını tuttu.

"Ben de şeni..." Gülüşü dinince kaşları çatıldı. "Ben de şeni gıdıkyıcam!" Kızgın kızgın konuşması dikkate alınmadı, bunu görünce kollarını kavuşturup başını yana çevirdi. Kısa ve küçük olduğu için onlara fiziksel olarak karşı çıkamıyordu, trip atacaktı bu yüzden yaptığı şeyin trip atmak olduğundan bihaber bir şekilde.

"Sen bana kızdın mı, sen bana trip mi atıyorsun?" Doruk abisinin sevecen sesine direndi, hatta başını biraz daha çevirdi. Doruk güldü. "Bana trip atmak için boynunu inciteceksin." Sesli bir öpücük çaldı kızın boynunun yan tarafından.

"Öpme." diye mırıldandı Minel, sesini kızgın çıkarmaya çalışsa da yapamamıştı, abilerinin her birine ve Ayaz'a zaafı vardı, karnında kelebekler uçuşuyordu onlardan sevgi gördüğünde. "Çünkü, şey... Kısdım şana." Abileri ona kızgınlığını ifade edebileceğini söylemişlerdi, bu yüzden rahattı.

Reyonu hem korumalar hem de kendi kalabalıkları yüzünden kapatmalarını umursamadan -sabahın erken saatleriydi, bu saatte markete gelen olmazdı- eğildi Doruk, Minel'in yüz hizasına getirdi yüzünü. "Neden kızdın fıstığım? Söyle bakalım, neden kızmış bana benim inci tanem?"

"Bizim inci tanemiz." diye düzeltti Arda. Bu düzeltmeyi yapan Kuzey veya Ayaz olsaydı Doruk bir saat söylenirdi ama söz konusu şahıs Arda olunca koyu mavi gözlerini kardeşi gibi gördüğü bu çocuğa çevirip büyük bir tebessümü konuk etti dudaklarına.

"Çünkü, şey... Dedim ki, dedim ki gıdıkyıcam. Sen yakın oymadın. Ben, şey... Büyücem. Şimdi kışayım ama büyücem. O saman, şey, hepinisden uzun oyucam. Seni gıdıkyıcam."

Kahkaha attı Doruk, diğerleri de sesli bir şekilde güldü. Minel tabii ki uzayacaktı, Aktunaların genleri dolayısıyla normalden uzun olma ihtimali de vardı Ceyda kısa olduğu halde ama abilerini geçmesi pek mümkün gözükmüyordu.

"Tamam abim, gıdıklarsın." dedi Kuzey. Daha sonra Doruk'un sırtına elini koydu. "Hadi, tutuyorum Doruk abini, sen de gıdıkla." Doruk kurtulmaya çalışıyormuş gibi yaptı, Minel bundan keyif alarak güldü, parmaklarını Doruk'un boynunda hareket ettirdi uzunca bir süre.

Geri çekildi, sarılmayı bıraktığı tavşanına kollarını dolarken neşeyle konuştu. "Oh, iyi oydu!" Böyle demeyi Doruk abisinden öğrenmişti.

"Kız ben seni yerim!" Etrafına bakınıp Minel'in yanaklarından sertçe öptü Doruk. "Hııı!.." diyerek ellerini yanaklarına kapatarak başını geriye çekti kız çocuğu. "Yanakyaydan öpmek yok Doyuk abi, babam öyye şöyyedi!"

"Olsun, bir kerecikten bir şey olmaz."

Başını iki yana salladı Minel. "Hayıy. Babama dicem. Babam dedi ki... Şey... Biyişi öpeyşe şöyye. Ben tamam dedim, babama dicem. Yayan yok, babacıma yayan söyyemicem."

Doruk duraksadı. Tebessüm ederek kendisini izleyen Kuzey ve Arda'ya, sırıtarak durumdan ne kadar mutlu olduğunu belli eden Ayaz'a baktı. "Gerek yok bence fıstığım, aramızda sır olsun." dedi gözlerini kıza çevirirken.

"Oymas. Babama tamam dedim. Söyyücem. Babam, şey, sösyeyini yapıyoy. Ben de yapıcam. Yayan söyyemicem. Babama yayan şöyyeyşem... Şey... Üzüyüy. Ben de üzüyüyüm. Şonya ağyayım. Babama yayan söyyemicem."

Minel için bu dünyadaki en büyük korkulardan biri babasını üzmek, onu hayal kırıklığına uğratmaktı. Adamın açık mavi gözlerini kendisine dikerek "Bana söz vermiştin, neden yalan söyledin?" dediğini düşünmek bile kalbinin kuş gibi çırpınmasına neden oluyordu.

Doruk diyecek bir şey bulamadı, Minel'i yalan söylemenin vicdan azabıyla kıvrandırarak üzmektense azar yemeyi tercih ederdi. Doğruldu. "Tamam, laf yok." Ellerini kaldırdı teslim olur gibi.

Ayaz'ın sırıtışı büyüdü. "Beni de çağır dayım seni çağırınca." Hafif bir yumruk attı Doruk abisinin koluna, böyle şakalaşıyorlardı önceden de, Doruk bu yumruğu garipsemedi bu yüzden fakat Minel farklıydı.

"İkiscim!" dedi sitemle. Ayaz kendisine dönünce kaşlarını çattı, hızlı hızlı konuştu. "Neden vuydun Doyuk abime? Vuymak kötü. Özüy diyey mişin yütfen? Güzey değiy."

Ayaz durumu garipsemedi, oynadıkları bilgisayar oyunlarından alışıktı kızın insan sevgisine ve şiddete karşıtlığına. "Özür dilerim bebeğim, haklısın. Senden de özür dilerim Doruk abiciğim, bir daha yapmayacağıma emin olabilirsin."

Doruk bir anda masumiyete bürünen, efendi bir çocukmuş gibi konuşan Ayaz'a büyük bir şokla baktıktan sonra başını iki yana salladı. "Bir de bana oyuncu dersin." Kolunu Ayaz'ın omzuna attı, Minel tebessüm edince onu ikna ettiklerini anladı, alışveriş arabasını sürmeye devam etti.

"Vurmak yok falan dedi, dayımın önceki halini görse kalbine iner herhalde." Güldü Doruk başını sallayarak, Ayaz sonuna kadar haklıydı, Minel'den sonra durulan Gökhan'ın önceki hali kız çocuğuna kalp krizi geçirttirirdi kesinlikle.

Sohbetten uzak kalan, bir kolu Arda'nın omzundayken diğer eli market arabasında duran Kuzey çikolataları görünce bozdu sessizliğini. "Çikolata da alalım."

Farklı içerikleri olan çikolatalardan ikişer üçer alıp arabaya atarken "Sen neli çikolata seviyorsun abim?" diye sordu Minel'e bakıp. Geri kalan herkesin sevdiği çikolatayı biliyordu.

"Şey..." Büyümüş gözlerle farklı renkteki, dikkat çekici paketlere baktı inci tanesi. Hiçbiri pek tanıdık değildi, yalnızca Aktunaların yanında yediği birkaç taneyi hatırlıyor gibiydi. "Biymem ki..."

Dudaklarını birbirine bastırdı Kuzey, burnundan sessiz ama derin bir nefes aldı diğer çikolataları da market arabasına koymadan önce. Doğrulduğunda yüzüne bir tebessüm yerleştirdi, kız çocuğunun saçlarını nazikçe karıştırdı. "Olsun güzelim, öğrenirsin zamanla."

Başını salladı Minel, ayaklarını sallayabileceği bir boşluk kalmayan market arabasına baktı. Buradaki işlerinin birkaç abur cubur daha almalarıyla -diğer market arabasını da doldurmuşlardı- bitmesi oyuncak reyonuna geçmelerine sebebiyet verdi.

"Aaa, küçücük ördekler var." Doruk eğildi; plastik bir poşetin içine konulmuş, küçücük, plastik ördekleri eline aldı. Ambalajın üzerini okudu sesli bir şekilde. "Yüz Adet Plastik Ördek." Paketi ters çevirdi, arkasına da baktıktan sonra ayaklandı.

"Alalım bundan."

Minel'e sorma gereği dahi duymamıştı, kız çocuğunun "küsküçücük" ördekleri seveceğinden emindi.

"Hııı, küsküçücük öydekyey! Çok güzeymiş Doyuk abicim!" Durdu inci tanesi. "Şey..." dedi hırkasını hafifçe sıkarken. "Güye güye kuyyan."

Doruk Minel'in saçlarını karıştırdı. "Senin için bunlar fıstık."

Minel gülümsedi, yanakları kızarırken gözlerini kaçırdı. Ördekleri gerçekten çok sevmişti. Doruk abisinin onun için böyle bir şey düşünmesine de sevinmişti.

Oyuncak reyonunun arasında alışveriş arabasını iterken abileri veya Ayaz neye uzanıp "Bundan alalım mı?" diye sorsalar "Ondan vay odamda." cevabını vermişti kız çocuğu. Herkes sürekli ona oyuncak alıyordu, odasına habire yeni şeyler ekleniyordu inci tanesi fark bile etmeden.

Bebeklerin olduğu büyük, altı raflı dolabı da geçtikten sonra kırtasiye reyonuna girdiler. Okulların başlamasına az kaldığı için yeni ürünler getirilmişti; raflar, defterler, kalemlikler rengarenkti.

"Kitapyay vay! Şey, yengayenk kitapyay!"

Minel'in defterleri işaret parmağıyla göstererek söylediği şey Arda'yı güldürdü. "Kitap değil, defter abiciğim." diyerek düzelttiğinde "Deftey." diye tekrar etti kız. "Napıyoyuz defteyyeyye?"

"Yazı yazmak için kullanıyoruz fıstık."

"Ben yası yasamıyoyum."

"Okula gidince öğreneceksin."

"Okuya gidince... Ne kaday... Şey... Ne kaday vay? Ne saman gidicem okuya?"

Ayaz parmağını Minel'in buklelerine sokmuştu, düz saçlı annesinden sonra inci tanesinin kıvırcıklığı çok farklı geliyordu, odaklanmışlığı yüzünden kız çocuğunun sorusunu duymadı.

'Kuzey abicim? Ne zaman gidicem?"

"Biraz daha var abim." Kızın zaman kavramlarını bilmediğini öğrenmişlerdi artık, birkaç sene kaldığını söylese emindi ki Minel onun ne demek olduğunu soracaktı ve açıklayıncaya kadar tüm Aktuna torunları ter dökeceklerdi.

"Gitmek iştiyoyum. Meyak... Şey, meyak ediyoyum. Meyakyı çocukum ben."

Ayaz kafasını iki yana sallayarak dalgınlığından sıyrıldı. "Hiç merak edilecek bir yer değil." dedi umursamaz bir edayla. Derslerden, kırk dakika boyunca aynı yerde oturmaktan pek hoşlandığı söylenemezdi Hale'den ona geçen hareketliliğin, Gökhan'dan aldığı fevriliğin etkisiyle.

"Neden Ayas?"

"Canım sıkılıyor bebeğim benim okulda, o yüzden."

"Ama, şey..." Kafası karışmıştı Minel'in, etrafına bakındı, soracağı sorular için doğru kelimeleri bulmaya çalıştı. "Evde... Evde şıkıymıyoy muşun? Neden okuyda? Aykadaşın... Aykadaşın yok mu? Benim aykadaşım oymazşa... Şey... Ben de mi sıkıyıcam?"

Doruk Ayaz'ın omzuna vurdu. "Cevapla şimdi." Ayaz ters ters baktı abisine, daha sonra inci tanesine çevirdi bakışlarını, yüzünde güzel bir tebessüm varken konuşmaya başladı.

"Evde siz olduğunuz için, bilgisayarda da oynayabildiğim için canım sıkılmıyor. Okulda arkadaşlarım var ama öğretmenler bir şeyler anlatırken konuşamıyoruz, bu yüzden canım sıkılıyor. Arkadaşın da olacak bebeğim, korkma, tamam mı?"

Yaşıtlarıyla konuşmak, arkadaş olmak çok ürkütücü geliyordu Minel'e fakat başını salladı Ayaz'ın dediklerine. Ailesinin inanılmaz bir motivasyon vericiliği vardı, itiraz edip korktuğunu söylerse onunla gerekirse saatlerce konuşacaklarının ayırdındaydı. Oysa bazı korkular, ancak yaşanarak aşılırdı.

Biraz daha ilerlediler markette.

"Şüşyü kayemyey vay! Çok güzeyyey."

Ucuna ponpon takılmış, pembe kalemleri gösteriyordu. Dolaba en yakın olan Doruk hemen kalemlerden iki tane alıp arabaya attı. "Başka ne güzel fıstığım?"

Minel utanmıştı bir şeyden bahsettiği an o şeyin alınmasıyla, tavşanının kulağıyla oynarken cevap vermedi. "Abim, hadi." Kuzey'in sıcak, güven verici ses tonu ve yaklaşan okyanus kokusu kız çocuğunu çözdü.

"Şey... Şunyay da güzey."

Tüylü, rengarenk defterleri işaret ediyordu. Her renginden aldılar, sarıdan üç tane aldılar. Eğer Minel kullanmazsa başka çocuklara bağışlarlardı, önemli değildi fazla alınması.

"Şuyda da... Şey... Pyenşeşyi şeyyey vay. Ne onyay?"

"Çıkartma bebeğim, onlardan da alalım." Üstteki çıkartmalardan bir taneyi aldı Ayaz, alttakinin farklı olduğunun ayırdına varınca ondan da aldı. Böyle böyle tüm çıkartma çeşitlerinden birer taneyi sepete atarak geçtiler o kısmı.

"Şu mataradan da alalım, çok şirin."

"Şurada da beslenme kabı var."

"Minel okula gidene kadar daha güzelleri gelir."

"O zaman da alırız."

"Doğru."

Gençliklerinin, çocukluklarının ve Minel'e olan zaaflarının etkisiyle israf olduğunu bile bile aldılar bazı şeyleri.

Minel arabaya atılan şeyleri, abilerinin ve Ayaz'ın alışveriş yaparken kendilerini unutuşlarını şaşkınlıkla izledi. Alışverişe pek gitmemişti ancak bu halin normal olmadığını biliyordu.

"Şu defterden de alalım, sarı kapaklı, çok güzel."

"Burada da prensesli var bir tane. Ondan da aldım."

"İyi yaptın, büyük resim defteri de mi alsak? Daha rahat resim yapar."

"Şey..." diye araya girdi inci tanesi. "Benim yeşim defteyim vay. Deftey, şey... Diğer defteyyeyi aymayayım. Kayemyeyden de... Kayemyeyden de aymayayım. Vay benim. Hem, şey... Okuya gidince ayıcam. Şimdi aymak iştemiyoyum. Şimdi ayıyşam... Şey, ayıyşam... O saman aymak iştemiyoyum. Böyye iştemiyoyum."

Kırtasiye alışverişini okula giderken yapmak, o hevesi o zaman yaşamak istiyordu. Kelimeleri sınırlı olsa da bunu abilerine anlatabilmişti, sepetteki çoğu şey raflara geri kondu defalarca "Emin misin? Gerçekten istemiyor musun?" diye sorularak.

"Şimdi sıyaya giyeyim!" Minel ellerini çırparak bunu söyleyince anladılar başka bir şey istemediğini. Pek kalabalık olmayan marketin boş bir kasasına geçtiler. Kasiyer gülümseyerek "Hoş geldiniz." dediğinde "Hoş bulduk." diye karşılık verdi Kuzey cebinden cüzdanını çıkarırken.

"Ben makarna sosu alacaktım." dedi Ayaz bir anda. Kuzey kafasını kaldırınca devam etti. "Annem istemişti, almazsam dilinden kurtulamam."

Hale "Ben seni on bir saatte doğurdum, sen makarna sosumu unuttun mu? " derdi, hafta boyunca derdi hem de.

"Tamam, git sen abim."

"Ben de geyiyim mi Ayascım?"

Ayaz tebessüm etti. Minel'i kucağına alıp boynundan öptü. "Tabii ki gel bebeğim, seninle makarna soslarına bakalım. Neredeymiş bunlar?"

Reyonlara baştan bakarak gezdiklerinde uzun dolaplarda makarnalara dair bir şey görememek Ayaz'ın bıkkın bir nefes vermesine neden oldu, rastgele bir araya girdi, ürünlere baka baka giderken gördüğü beyaz sirkeyle duraksadı.

"Ne oydu Ayaz?"

Ayaz hafifçe kaşlarını çattı. "Bir şey yok." derken sesinin fazla ciddi çıktığını saniyesinde fark edip ekledi. "Önemli bir şey yok bebeğim, bir şeye bakacağım."

Minel başını sallayarak kafasını Ayaz'ın omzuna yasladı. Ayaz arkalarına dizilen korumaların varlığını bir kez daha kontrol etti sirkelerdeki tuhaflığı fark edişi nedeniyle üzerine gelen gerginlikle.

Beyaz sirkenin üzerinde "balsamik beyaz sirke" yazıyordu ve hemen yanındaki elma sirkesiyle renkleri neredeyse aynıydı. Mutfaktaki tüm çalışanları sirkeleri kimin karıştırdığına dair sorgularken hiç akıllarına gelmemişti o sirkenin eve girmeden önce değiştirilmiş olabileceği. Ayaz şimdi bakıyordu da ambalajları değişse, elma sirkesine "balsamik beyaz sirke" dese kimse fark etmezdi.

Alnını sıvazladı makarna sosunu unuturken. Şişelerin fotoğrafını çektikten sonra kasaya ilerledi. Eğer düşündükleri doğruysa bu olayların arkasındaki insana ulaşabilirlerdi aylık mutfak alışverişinin yapıldığı markettekilerle iletişime geçerek.

"Almamışsın bir şey."

Doruk abisine baktı Ayaz. "Sonra konuşuruz." dedi sadece. Bir şey olduğunu anladı diğer Aktunalar, yine de bozuntuya vermediler kız çocuğu da yanlarında olduğu için.

"Babamı... Babamı ayayabiyiy miyis?"

Minel'in arabaya biner binmez, koltuğuna oturtulur oturtulmaz sorduğu soru güldürdü Doruk'u. "Tamam fıstığım." derken telefonunu çoktan çıkarmıştı cebinden.

"Alo? Amca?" Hoparlöre aldı telefonu.

"Efendim Doruk?"

"Minel seninle konuşmak istiyor."

Gökhan gülümsedi, bunaldığı evrak işlerini masanın bir kenarına ittirdi elinin tersiyle. Telefonun hoparlörde olduğunu bildiği için kızına seslendi direkt.

"Güneşim?"

"Deniz babacım!"

Güldü adam. "Efendim bir tanem?"

"Şey... Ne zaman geyiceksin eve? Yütfen hemen gey babacım. Oyun oynayayım. Şey... Amcamyay da geyşin. Hayam... Biy de hayam... Yütfen babacım, yütfen!.."

Gökhan dayanamazdı meleğinin dediklerine ama işleri çok birikmişti, üstüne üstlük abilerini ve ablasını da işlerinden alıp eve götüremezdi, tüm Aktunalar ortadan kaybolursa işler çok kötü aksardı, toparlamak için ekstradan çaba sarf etmeleri gerekirdi.

"Akşam geleceğiz bebeğim, biraz daha erken geliriz, o zaman oynarız, olur mu?"

"Ya..." Yüzü asıldı kız çocuğunun ama çok az yer aldı bu ifade suratında, tekrar güldü. "Tamam, soyun değiy babacım. Geymen yeteyyi."

Gökhan güldü kızının bilmiş bilmiş konuşmalarına. "Geleceğim güzelim, sen abilerinle ve Ayaz'la oyna, olur mu? Babaannen ve dedenin sözünden de çıkma inci tanem, tamam mı?"

"Tamam Mineycim. Ben saten... Şey... Usyu çocukum. Heykesi dinyiyoyum, yayamasyık yapmıyoyum, di mi?"

Arabadakilere baktı kız onay için ama kimse cevap veremeden konuştu Gökhan. "Yaramazlık yapabilirsin bebeğim, zaten dedenler de sana bu konuda kızmaz, benim kastettiğim onların yanından ayrılmaman." Söz konusu kızı olunca dili çözülüyordu, üstüne üstlük oldukça kibar konuşuyordu adam. Aktuna torunları şaşırmadılar buna, alışmışlardı Gökhan'ın bu hallerine.

"Tamam babacım, ayyıymıcam. Yanyayında duyucam. Şey... Kedi'yye oynucam saten, Kedi'cimi ösyedim çok."

Gökhan kaşlarını çattı, ağzının içinde söylendi. Kedi hayatlarına girdiğinden beri Minel onunla daha az vakit geçiriyordu, o sarı yumakla yeni bir konuşma yapmalıydı. Gerçi, o konuşmalarda yavru kedi gözlerini açarak bakınca adam gülüyordu ister istemez; Raif'in kedilere olan düşkünlüğü ona da geçmişti alerjisine rağmen.

"Tamam biriciğim, ben şimdi kapatayım." Dosyalara baktı derin, sıkkın bir nefes vererek. Baba parası yemek istemişti gençken ama ne Raif'te ne Gülten'de buna izin verecek göz vardı, çocuklarının hiçbirinin emek sarf etmeden hayatlarını geçirmelerine izin vermezlerdi.

"Tamam, öpüyoyum çok." Halasından gördüğü gibi bir öpücük sesi çıkardı telefona yaklaşıp. Gökhan şaşkınca güldükten sonra kendisinden beklemediği bir şey yapıp öpücük sesi çıkardı. "Ben de seni öpüyorum."

Telefonun sahibi olan Doruk'un bir şey demesine fırsat kalmadan telefon kapandı. "Öpücük mü attı amcam?" diye sordu Doruk gülerek. Minel büyük bir özgüvenle cevapladı. "Evet. Babam beni şeviyoy, o yüsden öptü."

Minel Aktuna sevildiğini biliyordu, babasının ona öpücük atmasına da şaşırmamıştı çünkü sevgi görmek normaldi. Her çocuk sevilmeliydi, her çocuğun sevgi dolu bir aileye ihtiyacı vardı.

Minel, Aktunaların inci tanesi, bu aileye kavuşmuştu.

Loading...
0%