Imposiblety'den
"Anneciğim, kuaföre gitmeye ne dersin?"
Gülten başını iki yana salladı nahif bir tavırla. "Olmaz canımın içi, sen boya saçımı boyayacaksan, yoksa boyatmayacağım." Kuaföre hep genç insanlar geliyordu; onların arasında kendisini tuhaf hissediyor, sohbetlerine ayak uyduramıyordu
Derin bir nefes bıraktı Hale. Ayaklandı, dağınık topuzundan çıkan kahverengi saç tutamlarını düzeltti. "Tamam, gel."
Minel halasını görünce hemencecik indi babasının kucağından. Akşam yemeğinden sonra oturma odasına geçmişlerdi, Minel de on dakikalığına Kedi'ye bakıp onunla biraz daha oynadıktan sonra gelip babasının dizlerine oturmuştu.
"Ben de geyebiyiy miyim hayacım?"
Hale Minel'e baktı şefkatle, kıvırcık saçlarını eğilerek okşarken "Boya kokusu seni rahatsız eder bebişim." dedi içtenlikle. "Ben telefonumdan video çekip nasıl boyadığımı gösteririm sana, tamam mı?"
Başını salladı kız çocuğu, eskisi gibi ailedekilerin komutlarına uymazsa azar yiyeceği gerekçesiyle değildi üzerindeki bu uysallık, mantıklı bulmuştu halasının dediklerini sadece. "Tamam hayacım."
Gülten gülümseyip yanağını okşadı inci tanesinin, süzülür gibi adımlarla çıktı kızının peşinden. Minel tebessüm ederek yanağına, babaannesinin elinin az önce olduğu yere, dokundu. Sevilmek çok güzel hissettiriyordu.
"Biz ne yapacağız fıstığım? Kös kös oturacak mıyız Kaptan Marvel'in önceki Marvel fimlerinde yaptığı gibi?"
Minel anlamadı Doruk abisinin Marvel sinematik evrenine yaptığı referansı ancak sormadı, alışmıştı abilerinin inci tanesinin anlayamayacağı şeyler söylemelerine.
"Şey... Oyun oynayayım mı? Hepinisye ama..."
Raif anında onayladı. "Tabii ki oynarız, herkes de katılır." Otoriter bir ton vardı sesinde, nasıl ki Hale çocukken oğullarını onunla evcilik oynamaları için ikna etmişse şu anda da yine oğullarını ve onların çocuklarını inci tanesi için seferber edecekti.
Ellerini çırptı kız çocuğu. "Odama gideyim." derken aklında neler oynayabilecekleri dönüyordu. Heyecanla ilerledi merdivenlere, tavşanıyla konuşuyordu bir yandan da. "Evciyik oynayabiyiyis. Ya da, şey... Çay paytişi yapayım! Büsbüyük çay paytişi!.."
Ayaz Hakan ve Engin'in arasındaydı, Gökhan amcası direkt Minel'in arkasında olduğu için onunla konuşamazdı, kız duyabilirdi. Cebinden telefonunu çıkarıp "Dayı?" dediğinde iki adamın bakışlarını da üzerine çekti.
"Şunlara bir baksanıza." Sirkelerin fotoğrafını gösterdi. "Biri beyaz sirke, biri elma sirkesi ama renkleri aynı. Aynı değil ama... Anladınız siz. Belki de birisi evimize girmeden önce sirkeleri değişmiştir ambalajı değişerek."
Hakan kaşlarını hafifçe çattı, alnı kırıştı. Bunu daha önce nasıl düşünemediğini anlamaya çalışırken "Haklısın." diye mırıldandı. "Balsamik sirke mi bu?"
"Aynen." Ayaz'ın üzerinde bir heyecan vardı, sona erecekti belki de endişeleri. Belli etmiyor olabilirdi ancak ailesi için endişeleniyordu, korkuyordu. Bu olumsuz duygulardan bir an önce kurtulmak istiyordu.
"Fotoğrafı bana da gönderir misin dayıcığım?"
"Tamam." diye mırıldandıktan sonra fotoğrafı hem Hakan hem Engin dayısına gönderdi, Gökhan dayısına göndermedi çünkü adam fark edince "Bu ne?" derdi ve Ayaz'ın teorisini açıklaması gerekirdi ama onunla diğer dayılarının konuşmasının daha iyi olduğunu düşünüyordu on üç yaşındaki çocuk.
Minel önden, Aktuna erkekleri arkadan Minel'in sarı, cıvıl cıvıl, düzenli odasına girdiler. Yerde bir oyuncak dahi yoktu, her şey dolaplardaydı. Sevmiyordu kız çocuğu dağınıklığı; hem oyuncakları kaybolabilir, kırılabilirdi.
"Şey... Otuyuy muşunus yütfen? Hayımın... Hayımın oyaya."
Sığmazlardı Minel'in daire şeklindeki, küçük halısına. Bu yüzden etrafına yerleştiler sarı ve krem renkteki halının. "Ne oynayacağız güneşim?" diye sordu Gökhan. Minel dolabının bir çekmecesini açarken babasına baktı. "Bekyey mişim babacım?" Bilmiş bilmiş konuşuyordu, ısıracaktı adam eve gittiklerinde, kafasına koydu o an.
"Oyuncakyayımı... Oyuncakyayımı aymadan... Şey, oynayamayıs. O yüzden bekyemeniz... Bekyemeniz geyek. Şimdi oyuncakyayımı... Şey, getiyicem oyuncakyayımı."
Çay setinin olduğu lila kutuyu çekmeceden çıkardı, yere koydu. Daha sonra başka bir kutu çıkardı, orada da plastik kurabiyeler vardı. İki kutuyu zar zor kucağına aldıktan sonra paytak adımlarla yürüdü, babasıyla dedesinin arasından geçerek kutuları halının ortasına bıraktı.
"Önce çay şeyyeyim..." Fincanları, çaydanlığı ve plastik mumları çıkardı. Şekerliği de çıkarıp ahşap, küp şeker gibi gözüken parçaları onun içine koydu.
"Bunu buyaya koyucam, şekeyyi... Şekeyyi içenyey ayıcak."
Fincanları çıkarıp aile üyelerinin önüne altlıklarıyla beraber dizdi, Doruk açık sarı plastiğe uzanır gibi olunca "Doyuk abi!" dedi hemen. "Şimdi değiy. Çay dökmedim. Ne içicekşin?"
"Bardağıma bakmak istedim fıstığım, o yüzden."
Gözlerini kırpıştırdı kız çocuğu. "Tamam." diye kabullendikten sonra eşyaları çıkarmaya devam etti. Yakınındaki Engin güldü. İnci tanesini belinden kavradığı gibi yanına çekip boynundan öptü sesli bir şekilde. "Yiyeceğim seni bal kızım."
"Teşekküy edeyim amcacım. Şen de şiyinşin."
Engin'in yanağından öptü parmaklarının ucuna kalkarken. Ardından kollarından çıktı, hemen Gökhan'ın yanına gidip onu da öptü. Babasının üzülmesini istememişti.
Gökhan tebessüm etti, Minel arkasını dönüp oyuncaklarla uğraşmaya başlayınca Engin ve Hakan'a dudağının kenarında bir sırıtışla baktı. "Kız babası olmak ayrı güzel."
"Sanki erkek babası oldun da konuşuyorsun." diye söylendi Engin, kolunu hemen yanındaki Arda'ya atıp çocuğun saçlarına büyük bir öpücük kondurdu. "Erkek babası olmak da ayrı güzel."
"Evet." Hakan'a baktı herkes. Adam bundan etkilenmedi, gözlerin üzerinde olmasına alışmıştı. İki kolunu da kaldırdı. Kuzey tebessüm ederek, Doruk sırıtarak girdiler babalarının kolları altına. Zaten yan yana oturuyordu üçü.
"Canım babam!.." Doruk'un aşırı sıcak sesiyle Minek başını kaldırdı. Herkesin babasına sarıldığını görünce "Baba çocuk şeyi mi?" diye sorup hemen Gökhan'ın yanına koştu. "Babacım!.. Şayıymamıs geyek."
Gökhan'ın canına minnetti. Anında kolunu kaldırdı, kızının yanaklarından bir iki minik öpücük çaldı. Doruk'un koyu mavi, keskin gözleri bu detayı kaçırmadı. "Hani yanaktan öpmek yoktu?" diye sordu ihanete uğramış gibi. "Öyle demiştin."
Minel kendini açıklamaya çalıştı çarçabuk, Doruk'un üzülmesini istemiyordu. "Abicim babam öpebiyiy." Ellerini hareket ettirdi topluluk önünde sunum yapan bir konuşmacı edasıyla. "Başka biyişi öpemes. Babam öyye dedi. Ben de, şey... Şana öyye söyyedim."
"Ben anlamam." Kollarını kavuşturdu ruhu beş yaşında gibi davranmaktan hoşlanan on sekiz yaşındaki genç. "Bana öyle söylemedin." Başını yana çevirdi.
İnci tanesi ne yapacağını bilemedi. Babasına baktı yardım parıltıları isteyen bir halde. Gökhan kıyamadı onun bu haline, kıvırcıklarını geriye atıp burnundan öptükten sonra fısıldadı. "Sarıl Doruk abine, saçlarıyla oyna." Doruk saçlarıyla oynanmasını severdi; ilgisiz bir amca gibi dursa, hatta biraz öyle de olsa biliyordu Gökhan bu gerçeği.
Minel babasının sarılışından çıktı. Koşarak Doruk abisinin boynuna sarılacakken ayağı oyuncaklarından birine takıldı. "Hııı!" En yakınındaki Doruk ve Hakan hemen öne atılıp onu belinden kavradıklarında "Düşüyoydum." dedi şaşkın şaşkın. Hemen ardından babasına döndü. "Biy şey oymadı babacım." Gökhan'ın ona "kötü rüyalardan" nasıl bahsettiğini, kendisinin canının acımasından ne kadar korktuğunu nasıl anlattığını hatırladığı içindi bu rahatlatıcı cümlesi.
"Tamam bebeğim, sıkıntı yok."
"Şey... Doyuk abicim..." Kendisini düşmekten kurtaran abisinin boynuna doladı kollarını. "Ben şana öyye demedim. Yanyış duydun, geyçekten. Şey... Yanaktan öpmek yok. Babam öpey. Ama başkaşı oymas. Onu şöyyedim. Üzüymedin, di mi? Özüy diyeyim abicim."
Doruk nasıl kıyacaktı da yalandan bile olsa trip atacaktı bu meleğe? Gülüverdi hemencecik, pozitif duygularla dolu kalbi de bu harekete çok meyilliydi zaten. "Üzülmedim abim, sorun değil. Şaka yapıyordum yine."
Minel tebessüm ederek geri çekilirken "Hep şaka yapıyoyşun." demeyi ihmal etmedi, dikkatini çekmişti bu durum.
"Halamla Engin amcama çektim."
Minel amcasına baktı bir dakika kadar. Sonrasında "Hayıy." diye mırıldandı. "Şen çok...Engin amcam yapmıyoy. O kaday şaka yok. Hem hayam... Hayam şaka yapmas. O çok şiyin, o yüsden güyüyoyuz, şaka yaptıkı için değiy. Sen faykyışın abi. Ama şey... Üzüyme. Faykyı oymak güsey. Ben de faykyıyım, babam öyye söyyedi, di mi?"
Yalnızca babasından onay bekliyordu kız çocuğu ama tüm Aktuna erkekleri aynı anda konuştu. "Evet, farklısın." Gözlerini kırpıştırdı inci tanesi, Gökhan onun bu haline gülüp saçlarını öptükten sonra "Anlat bebeğim." diyerek konuya girdi. "Ne oynayacağız, nasıl oynayacağız?"
"Şey... Çay paytişi yapıcaz. Ama yayancıktan. Geyçekini sonya yapıcaz. Babanem kuyabiye yapıcak. Sonya dedi ki... Dedi ki... Çikoyatayı kek yapıcam. Öyye dedi."
Plastik fincan altlarının yanına oyuncak çay kaşıklarını koyarken bir süreliğine sessiz kaldı, kimse bozmadı onun bu halini, acele etmeye gerek yoktu, kolay kolay bir araya gelip oyun oynayamıyorlarken bu anın tadını çıkarmaları gerekiyordu.
"Ben sise çay yaptım. Çayı baydaka... Şey yapıcam... Dökücem. İçeyken konuşucaz. Çay paytisi böyye oyuy."
Çaydanlığı aldı, herkese çay döküyormuş gibi yaptı üşenmeden. Karşılığında boynundan öpüldü, saçları okşandı, künyesiyle oynandı, "Teşekkür ederim güneşim, hayatımda içtiğim en güzel çay olacak." cümlesiyle yanakları kızartıldı.
"Şekeyyi işteyen şekey ayabiyiy." Babasıyla dedesinin arasına oturdu geri geri. Tavşanını kendisine çekti yatağın önünden, babasıyla arasına soktu. Çoraplarını düzeltti, tişörtünü aşağı çekti. Halının üstündeki fincanını alıp kibarca dizinin üzerine koyduktan sonra başını kaldırdı.
"Naşıyşınıs?" Aklına ilk hal hatır sormak gelmişti, zira bir "çay partisi"nde ne konuşabileceği hakkında bir toz zerresi kadar dahi bilgisi yoktu.
"İyiyiz ballım, sen nasılsın?"
"Ben de iyiyim. Teşekküy edeyim. Çay içicekim için... Şey, mutyuyum."
Bir sessizlik oldu, Minel ne diyeceğini bilmiyordu. Başını eğip fincanına bakarken bir gerginliğin olumlu duyguları arasına tırmandığını hissetti. Ailesi sıkılacaktı, nasıl oynayacaklardı ki? Minel daha önce hiç bu kadar kalabalık bir şekilde oyun oynamamıştı. Kesin arkadaş da edinemeyecekti, kimse oyun oynayamayan bir çocuğu sevmezdi.
Düşünceleri, belki de gerçekleşmeyecek ihtimallerin varlığının zihninde dört dönmesi kızın ruh halini daha da düşürdü. Az önceki tüm hevesi, bilmişliği, neşesi havaya karışırken yanakları kızarmaya başladı. Sessizlik uzadıkça kendini daha da kötü hissetti, başını arkaya çevirip babasının koluna gömüldü.
"Güzelim?" Gökhan gülüyordu, Minel normal utangaçlıklarından biri zannetmişti bunu. Konuşmama nedenleri de kız çocuğunun oyununa müdahale etmemek, onun yönetmesine izin vermekti. Her şey yolunda sanıyorlardı. "Ne oldu birden?"
Minel kollarını babasının koluna sardı. Omuz silkti küskün küskün. Birine darılmamıştı ama öyle hissediyordu, kırgındı sanki, neye ve kime belirsizdi, belki de kendineydi de anlayamıyordu.
Gökhan inci tanesinin saçlarından öptü, yüzünü görmek için geriye eğilince kaşları çatıldı hızlıca. "İnci tanem?" derken sesi ciddiydi bu sefer. "Ne oldu bebeğim?"
Minel yüzünü kapatmaya çalıştı, babası ısrarla ellerini yakalayıp yüzünü açarak kendisine bakınca "Ne söyyücem biymiyoyum." diye sitem etti. "Çay oyunu oynamadım. Canınız sıkıyıcak, biyiyoyum ben. Kimşe oynamak iştemicek benimye, biyiyoyum işte."
Gökhan hariç kimse bir şey demedi dinledikleri halde, Minel'i en iyi tanıyan oydu, en iyi o bilirdi nasıl teselli edileceğini. "Biz de bilmiyoruz nasıl oynanacağını biriciğim, seninle öğreneceğiz, seninle öğrendiğimiz için de daha güzel olacak. Bunun için üzülme güneşim, kıyamam ben sana."
"Ama canımız sıkıyıyşa... Noyucak o saman?"
"O zaman da başka bir oyun oynayacağız." Gökhan çember şeklinde dizilenlere bakınca anlamıştı Aktunalar bu sefer konuşmalarını gerektiğini, bu sebepten bu cümleyi kuran Hakan'dı.
"Evet bal kızım, amaç seninle oyun oynamak. Ben biricik yeğenimle..." Duraksadı Engin; kendisine hayal kırıklığıyla bakan Doruk'a, umursamayan Ayaz'a ve tebessüm eden Kuzey'e baktıktan sonra düzeltti cümlesini. "Ben biricik kız yeğenimle oyun oynamayıp kiminle oynayacağım?"
"Amcaların ve baban haklı bir tanem. Biz halanla da bir sürü farklı oyun oynuyorduk, canımız sıkılırsa değişiyorduk, böyle oynanır oyunlar dedeciğim."
Minel gözlerini ailesine çevirdi, bir süre baktı her birinin tebessümünde. Sonra derin bir nefes aldı. "Şey..." diye mırıldandı. "Kuyabiye getiyiyim, çay paytişinde... Paytişinde kuyabiye oyuy."
Ayağa kalktı kız çocuğu, halının ortasındaki tabaktan hayali kurabiyeleri alıyormuş gibi yaptı. Bu sefer her şeyi ona bırakmayacaktı diğerleri, kızın yine gerilmesini istemiyorlardı. Bu yüzden Doruk, Minel kendisine kurabiyeyi -olmayan kurabiyeyi- verir vermez "Ben bunu istemiyorum." dedi kaşlarını çatıp.
"Ne?"
"Ben bunu istemiyorum, bana çilekli lazım. Yok mu çilekli kurabiyen?"
"Şey..." Tabağa baktı Minel. "Vay!" dedi sonra. "Ay." Avcundaki şeyi Doruk'a veriyormuş gibi yaptıktan sonra diğer elini uzattı. "Veyiy mişin Doyuk abi?"
"Neyi?"
Kıkırdadı inci tanesi. "Çok komikşin Doyuk abi. Eşki kuyabiyeyi iştiyoyum."
Doruk saf saf Minel'e eski kurabiyeyi uzattı, Ayaz gülüp "Çok komiksin Doruk abi." diyerek dalga geçtiğinde Arda başını eğerek gülüşünü gizlemeye çalıştı, Engin alenen gülüyordu.
"Bir an boşluğuma denk geldi, ne dalga geçiyorsunuz?"
"Şen neyi kuyabiye işteyşin amcacım?"
"Neli kurabiyeler var güzelim?"
"Şey..." Tabağa baktı gerçekten orada kurabiyeler varmış da neli oldukları görebilecekmiş gibi. "Musyu vay. Şeftayiyi, çiyekyi... Şey, çikoyatayı. Çikoyatayı seveyim. Çikoyata güzey. Sonya... Fındıkyı vay. Eymayı yok, eyma yemek yaşak. Sonya... Hey şeyyi vay. Pamuk şekeyyi biye vay."
"O zaman ben pamuk şekerli alayım."
"Pamuk şeker sever misin amca?"
Hakan tebessüm etti, en son ne zaman pamuk şekerli bir şey yediğini hatırlamıyordu ancak kızın parlayan gözleri olumsuz bir cevapla sönecekmiş gibiydi, bu yüzden "Seviyorum ufaklık." diye yanıtladı kızı.
"Ben de seveyim. Babam aydı, hey yenk. Biy şüyü yedik. Abimyey de yedi. En çok... Şayı güzeydi."
Her rengin tadı aynıydı, yine de bozmadılar kızı.
Minel herkese kurabiye verdikten ve her biriyle konuştuktan sonra başka bir konu arayacaktı ki Hale içeri girdi. "Ben geldim, hayatlarınıza güneş gibi doğmaya geldim!" Saçını savurdu, poz verdi. Raif gülüp alkışladı hemen.
"Sağ ol babacığım, canımsın." Herkesi ittirerek halının ortasına bağdaş kurdu. "Anlat bana bebişim, ne oynuyoruz şimdi?"
"Heykeşe çay veydim. Şey, böyye oynadık."
Hale Minel'in suratından anladı kızın ne yaptıracağını bilmediğini, bu durum dokundu ona, Minel onlarla büyüseydi türlü oyunlar öğretirdi, inci tanesi herkesi parmağında oynatır olurdu şu ankinin aksine bilinçli bir şekilde.
"O zaman şimdi evciliğe geçelim, seninle çok güzel bir düzen yapacağız."
"Ne?" Minel'in şaşkınlığına gülerek ayağa kalktı Hale. "Baba sen yine benim babamsın." dedi direkt. "Ayaz da benim oğlum, Minel Ayaz'ın gerçekten ikizi."
"Olmaz." İtiraz Gökhan'dandı. "Minel benim kızım, öyle kalacak."
"Bu oyun için öyle değil, bitti. Sen dış kapının dış mandalısın artık."
Gökhan ablasından hayır gelmeyeceğini fark edince Minel'e baktı. "Güzelim, ben baban değil miyim? Hep öyle kalmayacak mıyım inci tanem?"
"Evet babacım."
Kaşlarını kaldırdı Gökhan alayla, Hale gözlerini devirdi. "Tamam, senin kızın olsun Minel." dedi surat asarak. Kız annesi olacaktı ne güzel, Gökhan engel olmuştu. Oysa evcilikte herkesin çocuklarını değiştirecekti Ayaz haricinde.
"Doruk, sen Engin abimin oğlusun. Arda, sen de Gökhan'ınsın. Kuzey, sen bizim küçük kardeşimizsin. Evlenmemişsin çünkü... Gençsin bebeğim, ne evlenmesi?"
Minel hariç herkes önce duraksadı, sonra güldü. Hakan, Doruk ve Hale hep yirmilerinde evlenmişlerdi tıpkı Raif gibi. Kuzey de yirmi yaşındaydı, Aktunaların eski hesabına göre iki üç sene içinde evlenmesi gerekiyordu.
"Tamam, bekâr amcayım ben."
Doruk "Abi olay çok karıştı." diye isyan etti Kuzey'in cümlesinden sonra. "Abim amcam oldu, babam da amcam oldu. Amcam babam, dedem hala dedem, en azından o sabit. Abi... Bir dakika..."
Minel kıkırdadı. "Benim babam yine babam." Gökhan'ın bacağına sarıldı.
"Evet biriciğim, biz ayrılmaz ikiliyiz."
"Utanmasan reklam filmi yapacaksın."
Gökhan Engin'e uzun uzun baktı, ciddileşti. Hafifçe kaşları çatılırken dudaklarını araladı. "Aklıma gelmemişti."
Gözlerini belertti Hale. "Saçmalama!" Kahve saçları öne döküldü sitemini etkisiyle. "Ben on bir saatlik doğumuma reklam yapamadıysam sen hiçbir şeye yapamazsın!" Başını eğerek Minel'e baktı, gülümsedi. "Üzerine alınma bebişim, yoksa sen en güzel reklam filmini hak ediyorsun." Öpücük attı.
Minel gülümsedi, avcunu dudaklarına götürdükten sonra halasına el salladı. "Teşekküy edeyim." Reklam filminin ne olduğunu bilmese de söylenen şeyin iltifat olduğunu biliyordu.
"Evcilik oynayacağız ama konu ne?"
Ayaz'ın sorusuyla Hale inci tanesinden çekmedi gözlerini. "Buldum." dedi yavaşça. Ardından kimsenin beklemediği bir çeviklikle Minel'i kucağına alıp odadan dışarı koştu.
"Minel'i kaçırıyorum, konu bu!"
Minel kıkırdadı, halasının boynuna sindi sakince. Ayaz annesinin peşinden fırladı. "Sonunda cidden ikizim oluyor." diye bağırdığında Minel bir kez daha güldü, Ayaz'ın amacı da bir gülüşün sebebi olmaktı zaten.
"Konu nasıl benim kızıma geldi?" Omuzlarını düşürdü Gökhan, derin bir nefes verdi. Başını iki yana esnettikten sonra ailesinin kalan üyelerine baktı.
"Hadi, kızımı ablamdan geri alalım."
Odadan çıkarlarken "Türk dizisine döndük baba." dedi Doruk Hakan'a bakarak. Heyecanlıydı, oyun saçma olsa bile söz konusu kendi ailesiyken eğleneceklerine emindi. Herkes rekabetçi ve gürültülüydü.
"Ben baban değilim." Hakan'ın dediğine karşılık "Doğru." diyerek Engin'e döndü. "Amca... Hayır, baba... Allah'ım, kafam çok karıştı."
Koridora çıkmışlardı, gülüş sesi gelen Minel'in olduğu tarafa dönerken elini Doruk'un omzuna koydu Kuzey. "Cidden Türk dizisine döndük." Gülmemeye çalışarak ekledi. "Amcacığım..."
.
.
.
"Çok güsey oynadık, di mi babacım?"
Minel'in ayakkabılarını çıkarırken "Evet güneşim." diye cevapladı Gökhan. Hale uzunca bir süre yakalanamamıştı çünkü ne zaman bir aile üyesi onu sıkıştıracak olsa bir yerini çarptığına dair rol yaparak dikkatlerini dağıtmış, yine kaçmıştı. En sonunda Gökhan Hale'nin bir anda karşısına çıkarak Minel'i kadının kollarından çekip almış, kız çocuğunun "Babacım!.." diyerek bir Yeşilçam oyunculuğu göstermesine neden olmuştu.
"Şimdi... Şey... Uyucak mıyıs?"
"Evet bir tanem, uyku düzenin bozulmasın. Dişlerimizi fırçalayıp yatalım, olur mu?"
"Bayyı süt?"
Kızının kıvırcıklarını geriye itti adam. "Olmaz bebeğim." dedi yumuşak bir sesle. "Bugün süt içtin, her şeyin fazlası zararlı."
"Hey şeyin fasyası zayayyı."
"Evet biriciğim, öyle."
Minel başını adamın omzuna yasladı, Gökhan narince öptü omuz başını merdivenlerden çıkarken. Kız çocuğunun odasına ilerledi üst kata çıkınca, ışığı açmadı, yalnızca abajuru yakarak odanın loş olmasını sağladı. Arılı çantayı ve tavşanı da yavaşça yere bıraktı.
"Sana pijamalarını vereyim, o sırada ben de üzerimi değişeyim."
Odasına girip yatağına oturmasıyla üzerine uyku çöken kız başını salladı sol gözünü ovuşturarak. Gökhan doğrulmadan önce saçlarından öptü, dolaptan bebek mavisi pijama takımını alıp yatağa bıraktı. "Hadi, giy güneşim."
Bir iki dakika içinde üzerini değiştirip inci tanesinin yanına döndüğünde fark etti onun uykulu hallerini. "Şimdi uyuyacağız babam." Belinden kavradı kızı, ayaklandı, odasındaki banyoya gidip onu tezgâhın yanındaki boşluğa oturttu. Açık sarı, üzerinde arı desenleri olan diş fırçasına çocuklar için olan, çilekli diş macunlarından sürdükten sonra fırçayı kızına uzattı.
"Güzelim?" Hem burada uyumasını istemiyordu hem de aynada kendisini görünce aklına bir soru gelmişti, onu soracaktı meleğine.
"Hı?"
"Sakallarım canını acıtıyor mu?"
Minel yeşillerini adamın keskin yüz hatlarında gezdirdi, sakallarına batkı. Ağzındaki diş macununu tükürdükten sonra "Acıtmıyoy babacım." diye cevap verdi. "Şakayyayını şeviyoyum." Babasını tamamen sakalsız hayal edemiyordu, bu kısa halleri çok yakışıyordu adama.
"Emin misin, acıtıyorsa tıraş olabilirim."
"Eminim." Başını salladı kız çocuğu kendisini onaylamak için. Ardından babasının ona öğrettiği gibi eğilerek lavabodan doldurabileceği kadar su doldurdu avuçlarına, ağzına götürüp dişlerinin köpükten tamamen arınmasını sağladı.
"Şakayşız... Şey, şeni göymedim. Böyye seviyoyum babacım. Ama keşmek... Keşmek iştiyoyşan... Şey, keşebiyiyis beyabey."
Gökhan cevap veremedi, dişlerini fırçalıyordu. Minel sabırla bekledi babasının da ağzını yıkamasını, dişlerinin parlak hallerine kavuşmasını. "İstemiyorum güzelim, senin için sormuştum."
Gökhan ellerini kuruladıktan sonra Minel'i kucakladı, yavaş ve sakin adımlarla odasına götürüp yatağına yatırdı. "Hangi masalı okuyayım sana çiçeğim?"
"Şey..." Pijamasını sıkıp bıraktı kız çocuğu. "Maşay değiy. Şey istiyoyum..."
Kaşlarını kaldırdı Gökhan, cesaret verir bir tavırla okşadı kızın buklelerini. "Evet inci tanem, devam et."
"Annemye... Annemye naşıy... Şey..."
Ceyda'dan bahsedilmesiyle Gökhan tüm olumlu duyguları süpürülmüş gibi hissetti ama belli etmedi bunu, aksine gülümsedi. Kızının hakkıydı annesi hakkında konuşmak, sorular sormak; gerçekleri bilmiyordu ki bilse de sorabilirdi aklına takılanları, o kadın ne kadar kötü bir insan olursa olsun, Aktunalara ne yaşatmış olursa olsun inci tanesinin annesiydi. Bu, değişmez bir gerçekti.
"Tanıştınız? Meyak ediyoyum. Şöyyebiyiy... Şöyyebiyiy mişin?"
Derin bir nefes aldı adam, onayladığını belli eden bir kelime kullanmadan anlatmaya başladı Ceyda'yı ilk fark edişini.
.
"Tamam abi, geliyorum."
Gökhan telefonunu kapatıp masanın üzerine koydu, boynunu esnetti sıkıntıyla. Şirkete gitmesi lazımdı, öğle arasını yarıda kesecekti. Daha doğru düzgün sigara bile içememişti.
Dudaklarının kısık aralığından bir nefes çekti ciğerlerine; gözlerini restoranda dolaştırdı kadınlarda oyalanmadan, hatta çoğu kadını es geçerek. Rahatsız etmek istemiyordu hiçbirini, ailesi ona böyle öğretmişti.
İncelenmeye değer birini bulamayınca yan tarafındaki denize döndü, terastaydı, denizin tuzlu kokusu burnuna doluyordu. Sakin dalgalar sanki ayak bileklerine çarpıyordu, bir rahatlama duydu bu hissiyatla, normalde hırçın denizler hoşuna giderdi ama bugün nedense bir sakinliğe ihtiyaç duyuyordu, belki şirketin yoğun temposundandı bu hali.
"Buyurun."
Duyduğu ses nahifti, hatta adeta melodik. Garson kadındı demek, başını kaldırmadı Gökhan bu yaptığının kabalık gibi görünüp görünmemesini umursamadan.
"Gitmem lazım, yemekleri siz yersiniz."
Ayaklandı, yanına aldığı ama ekimin sıcak günlerinden birinde oldukları için giymeye pek yeltenmediği lacivert ceketini sandalyenin arkasından aldı.
Bir adım attı, o ses yine duyuldu. "Gökhan Bey?"
Adının zikredilmesiyle daha fazla direnmedi, başını kaldırarak kendisinden oldukça kısa olan kadının yüzüne baktı. Tanıyıp tanımadığını anlamak için kadının yumuşak yüz hatlarında gezdirdi gözlerini. Açık, çok açık yeşil gözleri ve alnına, şakaklarına dökülen sarı bukleleri vardı. Yanakları dolu doluydu ama fazla kilolu da değildi kadın zayıf olmadığı gibi. Duruşu dikti, elleri yumruk halindeydi. Bakışları hem ürkek hem cesurdu.
"Beni nereden tanıyorsun?"
Soğuktu Gökhan, Ceyda bunu bekliyordu zaten. Gergince dudaklarını ıslattı, yazın bronzlaşan beyaz teni kızardı hafifçe. Gökhan sabırsızlandı, başka bir şey demek için ağzını açtığı vakit Ceyda bunu fark ederek hızla konuştu. "Size bir şey söylemek istiyorum."
"Söyle."
Bu kadar keskin, net bir cevap beklemiyordu kadın; duraksadı, karşısındaki adamı oyalamak ve onun sabırsızlığından, buradaki tüm çalışanların bildiği fevriliğinden nasibini almamak için gözlerini zeminde, büyük bir çoğunluğu dolu olan masalarda gezdirdi.
"Konuşacak mısın?"
"Ben sizden hoşlanıyorum."
Gökhan çok şey bekleyebilirdi bu garson kızdan; yeni bir iş istemesini, hakaret etmesini, bahşiş istemesini, iltifat etmesini... Hoşlandığını söylemesi haricinde her şeyi bekleyebilirdi.
Ne diyeceğini bilemedi, dudaklarını ıslattı. Kötü davranmak istemiyordu, karşısındaki kişi bir kadındı. "Beni tanımıyorsun." demekle yetindi bu yüzden.
"Tanıyorum." Ceyda kararlıydı; bugün her şeyi söyleyecekti bu parlak mavi gözlü, yakışıklı adama. "Çabuk öfkeleniyorsunuz, arabanızı çok seviyorsunuz, Beşiktaş hayranısınız, her maçı en az üç kez izlediğinize yemin edebilirim. Ablanıza kıyamıyorsunuz, babanızın ve en büyük abinizin öğütlerinden pek hoşlanmıyorsunuz. Yemek yemeyi, soğuk havaları, denizin fırtınalı olmasını seviyorsunuz. Canlı renkler hoşunuza gitmiyor ama koyu renkler tam size göre, özellikle siyah ve lacivert."
Gökhan'ın kaşları havadaydı, Ceyda konuşmayı bitirince dudağının kenarı kıvrıldı ama gülümseye benzer bu mimik, mavi menevişlerine ulaşmadı. "Tanıyormuşsun." diyerek kabul etti az önce yanıldığını. "Yine de benden hoşlanmıyorsun, duygularını iyi anla."
Az önce Ceyda'yı üzmek istemeyişi yerle bir olmuştu onun kendisini bu denli tanıması ama Gökhan'ın bunu fark etmeyişiyle. Öfkelenmişti sanki. Yüzüne soğuk bir ifade tekrar hâkim olurken "Konuyu kapat." dedi elini cebine koyup. "Bu konuşma yaşanmadı."
Arkasını döndü, bir adım attığında genç kadının sesini duydu yine. "O konu kapanmayacak Gökhan Bey. Bu konuşma da yaşandı, iyi günler dilerim."
.
Minel Gökhan geçmişi anlatmayı bitirince bir süre sessiz kaldı babasının künyesiyle oynarken. "Neden kısdın anneme?" diye sorarken sitemli değil, meraklıydı. Babasına güveni tamdı, yaptığı her şeyin bir nedeni olduğunu biliyordu.
"Çünkü onun doğru söylediğini, beni gerçekten sevdiğini düşünmedim." Böyle düşünmekte haklı olduğunu aldatılınca anlamıştı ama bunu kızına söyleyecek değildi, en azından bir yaşa kadar.
"Sonya, şey... Ne saman anyadın babacım? Anyamadın mı hiç? Naşıy... Naşıy evyendinis annemye?"
"Ben biraz..." Kelimeleri seçmeye çalıştı. "Kavgacı bir insandım, senden önce öyleydim." Kızının korkmaması için hemen ekledi, onun yeşillerinde kendisine yöneltilen bir korku görmek adamı büyük bir keder denizinde boğardı. "Hiçbir zaman masum insanlarla kavga etmedim, korkma benden, tamam mı?"
Gerçeği söylüyordu, kavga etmeyi o zamanlar çok sevdiği doğruydu ama hayatının hiçbir döneminde masum insanları seçmemişti, genelde gençleri tartaklayanlarla veya kadınları rahatsız edenlerle kavga etmiş yahut var olan kavgalara dahil olmuştu. Zaten Minel'den sonra bunu da bırakmıştı.
"Koykmuyoyum baba. Ben... Şey... Koykmam şenden. Şen... Şey, dev adam deyken de... Deyken de koykmuyoydum, geyçekten. Ben... Ben Aykut'tan koyktum... Koyktum biy tek."
Gökhan meleğinin alnına düşen saçları geri itti, açılan boşluğa uzun bir öpücük hediye etti. "Ondan da korkmana gerek yok artık güneşim."
"Biyiyoyum."
Bir sessizlik oldu, inci tanesinin gözlerindeki beklentiyle hatırladı adam onun sorduğu soruları. "Kavgacı bir insandım, yine kavga edeceğim bir gün annen adamın başından aşağı meyve suyu döktü."
"Hııı, ne?"
Ceyda'yla olan anılarındaki tüm olumlu duygular kaybolmuş olsa da kızının tepkisiyle güldü Gökhan. "Evet güzelim. Ben de şaşırmıştım."
"Sonya noydu?"
"Sonra annen işten kovuldu, konuşup 'Bunu neden yaptın?' diye sorduğumda beni sevdiğini söyledi tekrar. Ben de ona inandım."
Minel babasının söylediği detaya takılmıştı, gözlerini büyüterek konuştu hemen. "İşi yok muydu şonya? Naşıy... Şey, paya aydı? Ne yedi ki annem?"
"Bir işe girmesini sağladım bebeğim."
Gülümsedi kız çocuğu, hafifçe doğrulup Gökhan'ın sakallarına bir öpücük kondurdu. "Çok iyi kaypyisin babacım." Gökhan çocuk gibi sevindi bu cümleye, kızının gözünde iyi biri olmasına. Dudakları kıvrıldı, sırıtmamak için kendini tuttu, büyük bir tebessümle yetindi.
"Düğününüz... Düğününüz güzey miydi? Fotoğyaf vay mı?"
Gökhan cebinden telefonunu çıkardı, Ceyda'yla olan hiçbir fotoğrafını saklamıyordu ama internetin derinliklerinde bir şeyler olduğuna emindi. İsmini arama çubuğuna yazarken bir yandan da açıklama yapıyordu. "Düğün yapmadık, nikâh yaptık biriciğim."
"O ne?"
Basit kelimelerle nasıl nikâhı tanımlayabileceğini düşündü, o sırada internetteki fotoğraflar arasında gezinerek ikisinin de gözüktüğü bir şeyi bulmaya çalışıyordu.
"Evlenmeden önce gelin ve damat 'Evet.' derler, biliyor musun onu?"
"Hıhı."
Kızına bu noktadan nikâhı açıklayabileceğini düşünerek sevinecekken içindeki kıskanç Gökhan'ın uyqnışıyla duraksadı. Kaşları hafifçe çatıldı. "Nereden biliyorsun?"
"Teyevisyonda göydüm."
Ağzının içinde söylendi adam, masalları bile prenssiz anlatıyordu ama inci tanesi biliyordu nikâhı, düğünü; daha dikkatli olmalıydı demek.
"O nikâh."
"Hııı, anyadım şimdi. Teşekküyyey."
"Rica ederim." Kız çocuğunun şakağından öptükten sonra telefonu ona doğru çevirdi Gökhan. "Bu da fotoğraflarımız." Bir haber sitesine girmişti, nikâhlarından bahseden bir haberdeydi, profesyonel fotoğraflar ikisinin yüzünü de net bir şekilde gösteriyordu.
"Hııı... İkinis de... İkinis de yakışyıkyı. Annemin... Annemin geyinyiki çok güzey. Çok güzey oymuş."
Gökhan bir tepki vermedi. O zamanlar Ceyda'yı gördüğünde ne kadar güzel bulduğunu, hiç hissetmediği yoğunlukta şeylerin kalbinde filizlendiğini hatırlıyordu ancak tüm o duyguların üzerine siyah, simsiyah bir set çekilmişti sanki. O kadından kalan yegane güzel şey yanında yatan meleğiydi artım.
Minel babasının durgunluğunu fark etmedi, büyülenmiş gibi fotoğrafa bakıyordu. Ceyda beyaz, işlemeli, dar gelinliğinin içinde kuğu gibiyken babası siyahlara bürünmüştü ve çok yakışıklıydı. Saçları yine asker tıraşıydı, sakalları normalden kısaydı ve siyah gömleğinin bir düğmesi açılmış yakasının altında gümüş künyesinin zinciri parlıyordu.
Minel diğer fotoğraflara da baktı. Hale'yi bordo elbisesinin içinde görünce ağzı açıldı. "Baba!.." dedi heyecanla. "Hayam... Hayam çok güzey!" Fotoğrafta Hale'nin kahverengi saçları düzdü ve beline kadar uzanıyordu. Gerdanında kırmızı taşlı, geri kalanı siyah bir mücevherat varken küpeleri de bu gerdanlıkla uyumluydu. Ellerinde siyah, tül eldivenler vardı ve bu eldivenler dirseğine kadar uzanıyordu.
"Evet bebeğim, çok güzel."
"Ben de hayam gibi oyucam. Geyçekten babacım, onun gibi... Onun gibi oymak iştiyoyum."
Bir Hale Aktuna'yla baş etmek yeterince zordu ama ses çıkarmadı Gökhan; kızı bu dünyanın en haylaz, en enerjik ve bu enerjiye sahip çıkamayan, en hareketli kişi dahi olsa umurunda değildi çünkü. "Olabilirsin babam, halana benzemek isteyebilirsin."
Yeşilleri parladı inci tanesinin, bir kez daha baktı Hale'nin fotoğrafına. İçindeki sevgiyi, hayranlığı anlatabilmesi mümkün değildi. Tüm aile üyelerini ayrı ayrı çok seviyordu ama halası, sanırım onu anne figürü olarak gördüğünden, bir başkaydı.
"Ayas... Ayas ne kaday küçük..." Kıkırdadı Ayaz'ın dokuz yaşındaki haline. Ekranı kaydırınca bu sefer de abilerinin dört sene önceki halleriyle karşılaştı. On altı yaşındaki Kuzey, on dört yaşındaki Doruk ve on iki yaşındaki Arda da çok tuhaf gelmişti kız çocuğuna.
Güldü sevimli sevimli. "Abimyey de kışa... Kışa buyda, biyiyoyum, ben de büyücem." Abilerinin kısa dediği halleri bile iki katına yakındı, hatta Kuzey iki katından uzundu belki de ama Gökhan kızını kıracağına kafasını kırardı. "Tabii ki büyüyeceksin." dedi ciddiyetle. "Hepsinden uzun olacaksın." Ceyda'nın bir altmışlardaki boyunu hatırlayınca ekledi Minel'in dış görünüş olarak ona çektiğini, boyunun da ona çekebileceğini bildiği için. "Olmasan da sorun değil tabii, kısa olmak da güzel, üzülme biriciğim, tamam mı?"
"Tamam, üzüymücem. Saten... Şey... Heykeş güzey. Kimşeye çiykin deniymez, di mi babacım?"
"Evet bir tanem, öyle."
Minel sessiz kaldı, Gökhan artık uyuyacağını düşündü onun. Saçlarını okşadı telefonunu komodinin, Minel'in sarı oyuncak arabasının yanına bıraktıktan sonra fakat inci tanesinin uyumaya niyeti yoktu, aklında bir soru daha vardı.
"Annem... Şey... Neden Aykut'ya evyendi baba? Neden... Neden siz evyi değiyşiniz?"
Belki de en zor sorusu buydu, Gökhan Ceyda'yı kötülemeden nasıl cevap verebileceğini düşündü. Kızının gözündeki anne imajını yıkmaya gönlü elvermezdi, üstüne üstlük pedagogla ve oyun terapileriyle ancak düzelmeye başlayan Minel'e yeni bir travma yaşatamazdı.
"Artık anlaşamadık güneşim, tartışmaya başladık."
"Benimye... Benimye anyaşamassan noyucak? Bis de mi... Şey, kavga edicez?"
"Hayır." İtirazı çabuktu Gökhan'ın. Minel'in hüzünlü gözlerini görünce künye takılı bileğini kaldırıp avuç içinden öptü. "Hayır babam, öyle bir şey olmayacak. Ben seni seviyorum, çok seviyorum."
"Annemi... Şey, seviyoydun. Ama küştünüz."
"Seviyordum ama..." Derin bir nefes bıraktı, doğruldu. "Denize bakmaya çıkalım mı seninle?" diye sordu burada bunaldığı için. Minel başını salladı, onun da dalgaların sesi eşliğinde babasının göğsünde uzanmaya ihtiyacı vardı.
Gökhan'ın odasındaki balkona çıktılar. Minel'le seçtikleri hasır sandalyeye; sarı, toz pembe ve siyah minderleri iterek oturdu adam. İnci tanesi hemen yerleşti, yataktan kaldırılmadan hemen önce kulağından kavradığı tavşanını babasının diğer yanına koyup serbest kalan elini adamın künyesine götürdü.
Birinin mavileri, birininse yeşilleri hırçın dalgalarda ve yıldızsız gökyüzündeydi. "Anneni seviyordum." diyerek başladı söze Gökhan. Uzun bir süredir kimseye bahsetmiyordu Ceyda'dan, Aykut'la onu gördüğünden beri kilit vurmuştu diline.
"Sonra ben değiştim, annen de değişti. Birbirimizi insan olarak hâlâ seviyorduk ama eş olarak sevmemeye başladık. Bu yüzden ayrıldık. Sen farklısın bebeğim, ben seni her zaman seveceğim. Bir insan olarak, kızım olarak... Her koşulda seveceğim seni. Hem ben hiç kimseyi seni sevdiğim kadar sevmedim babacığım, hiçbir zaman böyle hissetmedim."
Birinin önceliği, en sevdiği olmak çok farklı ve güzeldi. Babasının bir şeyleri sırf söylemek için söylemediğinin bilincindeydi Minel, yine de sordu. "Kimşeyi mi? En çok sevdikin... Sevdikin ben miyim?"
"Evet, sensin." Gülümsedi Gökhan, kızının ufak burnundan öptü, sonra tek tek parmaklarını.
"Benim de... Şey, en çok sevdikim şenşin. Geyçekten babacım."
Sessizlik oldu aralarında, Minel başını ayakta tutmayı bırakıp yanağını Gökhan'ın göğsüne yasladı. Gökhan yavaşça saçlarını okşarken sordu. "Uyuyalım mı artık biriciğim? Sordun mu her şeyi?"
Minel'in uykusu önemliydi ama aklına takılanları sorması daha da önemliydi, fazla duygusaldı, her şeyi kendisine dert edinebiliyordu. Gökhan onu çadırında sessiz sessiz ağlarken bulduğunda ve ağlama nedeninin Ayaz'ın babasının uzakta olması olduğunu öğrenince anlamıştı bunu.
"Şey... Biy şeycik... Şeycik daha soyucam. Soyabiyiy miyim?"
"Tabii ki sorabilirsin güzelim, her şeyi sormak hakkın. Sor çiçeğim, sor güneşim."
"Şey... Dedin ki... Dedin ki... Babayay kızyayını koyuy. Anneyey koyumas mı? Annem neden, şey... Aykut'a kısmadı hiç? Sen kızaydın babacım, annem neden kızmadı? Sevmiyoy mu beni?"
Çok düşünmüştü bunu, hâlâ bir cevap bulamıyordu. Eskiden tüm anneler böyle sanırdı ama halasını ve babaannesini görmüştü. Hale'nin Ayaz'a nasıl baktığını, saçlarını nasıl okşadığını, onunla nasıl şakalaştığını; Gülten'in çocukları çoluk çocuğa karıştığı halde her birinin arkasını kollamasını, onlara "canımın içi" diye hitap etmesini, en ufak şeyde hemen tebessüm edişini görmüştü. Demek ki anneler kendi annesi gibi olmuyorlardı, koruyorlardı çocuklarını; o zaman annesi neden ya sessiz ya kızgındı her zaman?
"Biriciğim..."
Devam etti Minel babasının sözüne müdahale ederek. "Aykut'a kızmadı, bana kısdı. Ben biy şey yapmadım. Yayamas çocuk değiyim. Biyiyoyum ben. Ama öyye dedi. Neden öyye dedi? Anneyey öyye oymaz. Kızyayını sevey. Babanem... Babanem hayamı seviyoy. Annem neden... Şey, neden beni şevmiyoy?"
Gökhan Minel'i her haliyle seviyordu ama bazen diliyordu zekasının bu kadar gelişmemiş olmasını. Belki o zaman Ceyda ve Aykut'un etkileri daha az olurdu; belki o zaman anlamazdı inci tanesi ters gidenleri, görmediği sevgiyi.
"Annen o konuda hatalıydı." Ceyda'yı kötülemek istemeyişi bir yere kadardı, kızına o kadının hareketlerini savunarak kendisini kötü hissettirecek de değildi. "Seni korumalıydı, Aykut'u senden uzak tutmalıydı. Anneler öyle yapar, o da öyle yapmalıydı."
Küskünce mırıldandı Minel. "Yapmadı."
"Evet küçüğüm, yapmadı, haklısın. Ama ne düşündüğünü, nedenini bilemeyiz artık, değil mi? Üzme kendini biriciğim, üzme kendini babam, düşünme bunları. Şimdiye bak, biz varız, her şey yolunda. Ailen var, çok güzel bir evin var, kedin var."
"Tavşanım..."
"Tavşanın da var." Kısık sesle ekledi. "Ne yazık ki..."
"Üzüymücem, tamam. Basen, şey... Böyye oyuyoy babacım. Akıyyı çocukum, o yüsden oyuyoy, di mi? O yüzden soyu soyuyoyum. Şey... Meyakyı çocukum, o yüsden de... O yüzden de oyabiyiy."
"Evet bebeğim, o yüzden de olabilir."
Rahatlamıştı Minel, uyumak için yasladı başını bu sefer babasının göğsüne. Bugün fazlasıyla yorulmuştu oynadığı tüm oyunlarla, sorduğu ve öğrendiği şeylerle. Gözleri birkaç dakika içinde kapandı, nefeslerinin düzene girmesi de çok uzun sürmedi.
Gökhan ayağa kalktı, Minel'i yatağına yatırdı, tavşanı yere attıktan sonra kızının üzerini örttü koltuk altlarına kadar. Saçlarını okşayıp alnına bir öpücük kondurduktan sonra odasından çıktı, spor odasına geçti.
Minel kendisinden daha erken uyandığı için normalde sabah yaptığı sporu artık gece, Minel uyuduktan sonra yapıyordu. Spor yapmayı bırakırsa enerjisini atamazdı, kendine de gelemezdi, biliyordu.
Kum torbasının karşısına geçti ellerini sardıktan sonra. Aklında abilerinin dedikleri vardı, sirkeler eve girmeden değiştirilmiş olabilirdi. Eğer öyleyse kimle karşı karşıya olduklarını net bir şekilde bulacaklardı ve Gökhan rahat, derin bir uyku çekecekti. Minel normal bir çocuk gibi yaşayabilecek, babaannesi ve dedesinin evinde bile alt kata yalnız inememek gibi sınırlandırmalardan kurtulacaktı.
Bir saat kadar spor yaptı, kendini yordu. Şakağından ter damlaları akarken çıktı o odadan, duş aldı Minel'in çok sevdiği o odunsu kokunum birkaç bileşeninden biri olan duş jeliyle. Daha sonra havluyu saçlarında baştan savma bir şekilde gezdirip kendini yatağa attı. Balkon kapısını kapatmış, kendi odasının kapısını açmıştı. Minel gece uyanırsa duyabilmek istiyordu.
Gözlerini kapattı, ihtimallerle boğuşmamak için kızıyla oynadığı oyunları ve yarın, ona kahvaltıda öğrendiği tariflerden hangisini yapabileceğini düşündü.
.
.
.
Minel'in kamerası:
"Meyaba! Benim!"
Kedi kulübesindeydi sarı saçları iki yandan, kirazlı tokalarla toplanan kız. Yerde, ayaklarını uzatmış bir şekilde oturuyordu, bir yanında tavşan vardı, diğer yanındaysa Kedi uyuyordu.
"Şey... Video çekiyoyum bugün çünkü... Çünkü komik biy şey yaptım!" Ellerini çırptı.
"Abimyey ve ikisim bana... Bana öydek aydı. Küsküçücük öydekyey... Biy şüyü!.. Doyuk abim dedi ki... Yüs tane! Çok biy şey yüz, öyye dedi. Sonya, şey... Dedi ki... Sizin eve öydekyeyi sakya. Baban... Şey, buymayı dedi. Ben de... Gündüs uyandım. Babam uyudu. Ben hey öydeki sakyadım. Babam... Babam buyamıcak! Ona söyyedim, şaşıydı, buyamıcak, biyiyoyum!"
Kıkırdadı, mırıldanan Kedi'yi nazikçe okşayarak konuşmaya devam etti.
"Bu gündüz... Kahvaytıda... Şey... Babam pankek yaptı. Güzey pankek. Yanına... Yanına çiyekyi süt. Bayyı süt güzey, çiyekyi süt de güzey. Yayın... Yayın çikoyatayı şüt, sonya muzyu süt, babam öyye dedi. Hepşini... Hepşini denicez. O da şeviyoy. Öyye dedi."
Etrafına bakındı.
"Sonya, sonya... Çiçekyeyimi suyadım. Büyüdüyey. Hem de, hem de çok! Yenkyeyi de güzey. Babam dedi ki... Kışın, şey... Sakyanıcakyay, göyemices. Ama yaz oyunca... Hayıy, şey... İykbahay oyunca yine geyicekyey. Üzüyme dedi."
Başını salladı.
"Bugün Eşya Hanım'a gidicez. Oyun odamı seviyoyum. Hiç kuyay yok. İştedikim... İştedikim oyuy. Biy şüyü oyuncak vay. Ama şey... Benim oyun odam daha güzey. Oyşun, Eşya Hanım'ı şeviyoyum. Babanem... Babanem onunya konuştu. Konuştu teyefondan, aykadaş oyduyay, geyçekten!.. Yaşyayı, şey... Yan yanaymış, öyye dedi Ayaz."
Yüzü hüzünlendi.
"Ayas'ın babaşı uzaktaymış. Çok usakta!.. Gidicek ama gitmedi. Gideyşe... Gideyşe Ayaz'ı özyeyim, hem çok! Hem şey, şey... İkizyey ayyıymaz. Bu yüzden gitmedi. Ama şey, babaşını özyeyebiyiy. O yüzden üzüydüm. Ben babamı özyeyim. İşe gidince özyüyoyum."
Camdan dışarı baktı, babası buradan gözüküyordu. Tekrar kameraya döndü.
"Ayaz'a... Ayaz'a soyamadım. Çünkü, şey... O konuşuyken... Hayamya konuşuyken... Duydum. Benimye konuşmadı. Neden konuşmadı anyamadım. İkizyey biybiyine konuşuyuy... Sonya... Hey şeyi söyyey. Ayaz söyyemedi. Ona kızıcam. İkiz kuyayyayı uymadı. Kıymısı kayt!"
Gözleri büyüdü.
"Babamya futboy izyicez! Maç vay, maç vay! Şey, foyma aydık. Foyma, şey... Heykeşin giydiki eybişe... Aynı eybişe. Giyicez, patyamış mışıy yapıcaz. Biyascık jeyibon, biyascık da... Şey, cipş. Asıcık yicem. Çok yeyşem... Sağyıksıs. Hasta oyabiyiyiz. Kötü haştayay öyüy. Öymek, şey... Öymek güzey değiy. Öyüyşem babamı özyeyim, babam da beni özyey. Güzey değiy."
Gözleri bir yere daldı, tişörtüyle oynadı.
"Minel, güneşim, iyi misin?"
Babasının sesiydi, gülümsedi. "İyiyim babacım, vidyo çekiyoyum! Yanına geyicem biyasdan!"
"Tamam güzelim, buradayım ben."
"Tamam babacım." Kameraya döndü. Ayağa kalktı ellerini yere koyarak. "Şimdi gidiyoyum. Babamya... Babamya konuşucaz. Bugün... Şey, Eşya Hanım'a gidicez. Sonya işe gidicek. Öyye söyyedi."
Kamerayı durduğu yerden aldı, saçları tüm kadrajı kapladı.
"Göyü-"
Video kapandı.