@imposiblety
|
Imposiblety'den "Daha önce birine ulaştığımızda hemen haberi oldu. Ceyda ve Aykut öldürüldü, avukat da öldürüldü. Bu yüzden bu sefer bilgi aldığımızı belli etmeyeceğiz. Marketin sahibi marketle alakalı bir değişim yapacaklarını söyleyerek herkesi çağıracak, kapıları kapatıp doğru kişiyi bulup istediğimiz bilgiyi alana kadar da açmayacağız." Hakan'ın söyledikleri mantıklıydı, Raif "Ben marketin sahibiyle konuşurum." diyerek kendine bir görev aldı. Hale ağzını açacağı sırada Engin "Sen yoksun." dedi hızlıca. "Sen evde kalacaksın." Normalde hiç emir kipiyle konuşmazdı ama şu an iyice gergindi, bu sefer kişinin kim olduğunu bulacaklarına emindi ve bunun sonucunun ne olacağını bilmiyordu. "Tehlikeyse hepimize tehlike, neden ben geride kalıyorum?" "Çünkü sana bir şey olmasına dayanamayız." Hale gözlerini kaldırarak Raif'e baktığında devam etti adam. "Bir aileyiz, hepimiz birbirimizi korumaya çalışıyoruz ama sana karşı bu koruma duygusu daha fazla, sana bir şey olursa..." Duraksadı bu ihtimalle, derin bir nefes aldı. "Hissedeceğimiz şeylerin yoğunluğu çok daha fazla olur. Bunu bildiğimiz için gelmemeni söylüyor abin, gidersen dikkatlerini dağıtacaksın." Kendisine bu derece mantıklı bir açıklama yapılınca, bir de bu açıklama babasından gelince duruldu Hale. "Tamam." derken yüzü asıktı yine de. "Burada kalacağım." "Yarın toplasın adam herkesi, bugün son dakika derse dikkat çeker. Uğraşamayız." Gökhan'ın dediği mantıklıydı, Raif telefonunu cebinden çıkardı. "Tamam, öyle söylerim. Hadi, gidin siz de. Minel burada durduğunuzu fark ederse meraklanacak." Evin bahçesinde duruyorlardı, şirkete gitmeden önce babalarıyla bu mevzuyu konuşmak istemişlerdi. Abileri ve ablası arkalarını dönüp otoparka doğru giderken Gökhan "Baba?" diye seslendi. Raif arkasını dönünce devam etti. "Minel'e dikkat edin." Raif de kız babasıydı, Gökhan'ı en iyi anlayabilecek insan oydu. Tebessüm etti. "Tamam oğlum." Eve girdiğinde Ayaz'la karşılaştı. Boynunda kulaklıkları, elindeyse bir su bardağı vardı. "Dede?" Kaşlarını kaldırdı sabahın sekizinde dedesini eve girerken görmenin şaşkınlığı ve hafif alayıyla. "Nereden geliyorsun sen?" "Dayınlarla konuşuyorduk, bir şey yok." Şaşırdı çocuk, kaşları bu sefer çatıldı fakat öfkeli bir halde değildi. "Gökhan dayım geldi mi?" diye sordu. "Ne ara?" Merdivenlere baktı kafası karışık bir halde. "Yirmi dakika olmuştur oğlum, niye şaşırdın?" "Minel yanıma uğramadı." Minel her sabah evdeki herkesi uyandırıyordu, bu yüzden vücutları erken kalkmaya alışmıştı. Ayaz'ın şu an uyanık olma nedeni de bu alışkanlıktı, Minel onu uyandırmamış veya yanına gelmemişti yoksa. "Birine veya bir şeye takılmıştır." Olası bir durumdu, kız çocuğu meraklı ve gözlemciydi, geçenlerde bir şey getirmek için üst kata çıkıp uzun bir sürede inmeyince endişeyle yanına çıkmış ve onu bir vazonun desenlerini yere oturarak incelerken, desenlerin ne anlama geldiği hakkındaki tahminlerini tavşanına anlatırken bulmuşlardı. "Bakayım bir." Hızlı, büyük adımlarla yukarı çıktı Ayaz. Önce kendi odasına gitti, su dolu bardağı komodine bırakıp kulaklıklarını boynundan çıkararak yatağın üzerine koydu. "Minel?" Koridora çıkınca seslenmişti. En yakınında Arda'nın odası vardı, oraya ilerleyip kapıyı hızla açarak içeri girdi. "Minel burada mı?" Arda masanın başındaydı; kalın, koyu kahverengi ciltli bir kitabı okuyordu. Sakince, hafifçe de bir şaşkınlıkla başını kaldırdı. "Efendim?" Kitap okumaya fazla daldığı için Ayaz'ın cümlesini duyduğu halde kelimeleri anlamlarıyla bağdaştıramamıştı zihninde. "Minel burada mı diye sormuştum ama yok." "Sabah geldi fakat beni uyandırıp öptükten sonra uzaklaştı." Ayaz yanağının içini ısırdı koridora çıkıp kapıyı arkasından kapatırken. İkiz kurallarına göre Minel'in gelip onu öpmesi gerekiyordu, neden gelmemişti? Uyardı inci tanesi kurallara, bir şey mi olmuştu Ayaz bilmeden? Doruk abisinin odasına baktı, kulaklıklarını takmıştı ve ders çalışıyordu. Okullarına açılmasına az kaldığını, bu sene bir de sınav senesi olduğunu bildiği için hiç ses çıkarmadan odadan çıktı Ayaz. Alaycı bir çocuk olabilir veya çoğu kişi tarafından "ergen" damgası yiyebilirdi fakat ailesini de düşünüyordu. Kuzey abisinin odasına geldiğinde aradığı kaçağın orada olduğunu kapının dışına çıkan gülüşlerden anladı. İçeri girdi ama Kuzey ve Minel oyun oynamaya o kadar dalmışlardı ki Ayaz'ı duymadılar. İnci tanesiyle Kuzey'in önünde uzun, kahverengi saçları olan plastik bir bebek kafası vardı. Minel saçların sol tarafıyla ilgilenirken Kuzey'in elleri ve dikkati sağ taraftaydı. "Öyemiyoyşun abicim, oymuyoy." "Öreceğim prensesim, biraz daha zaman lazım." "Hayıy abi, öyemiyoyşun." Kuzey Minel'in gülerek ve başını abartılı bir şekilde iki yana sallayarak söylediği şeyle güldü. Ellerini modelin saçlarındaki "örgümsü" yapıdan çekmeden kızın saçlarından öptü, o sırada gördü kapıda dikilen Ayaz'ı. "Ayaz? Abim? Gel, niye duruyorsun orada?" Ayaz kahverengi saçlarını karıştırarak yanlarına yaklaştı, yatağın Minel'in olduğu tarafına oturdu. Bir şeylerin ters gittiğini Minel'in "İkiscim, hoş geydin!" diyerek kollarını açmayışından anlamıştı. "Bebeğim?" diye şansını denedi yüzüne bakmayıp tamamen ufak parmakları arasındaki saçlara odaklanan kıza seslenerek. "Ne oynuyorsunuz?" "Oyun oynuyoyuz Ayaz abi." Kuzey de Ayaz da afalladı, Minel'in ilk abi deyişiydi bu Ayaz'a. On üç yaşındaki bu çocuk rahatsızlık duydu bundan, hem normal bir "abi" deyiş değildi bu, ses tonunda bir şeyler vardı inci tanesinin. "Abi mi? İkiziz biz, unuttun mu?" "Hayıy." diye itiraz etti kız, kaşlarını çattı Ayaz'a bakmadığı halde. "Aytık değiyis ikiz. Abimşin şen." Önündeki modele bakarken kaşları biraz daha çatıldı, örmeye çalıştığı saçları bırakıp tavşanını kulağından tuttu, kollarını kavuşturarak yataktan inip ayaklarını pat pat yere vurarak odadan çıktı. "Trip atıyor." Kuzey gülüyordu, inci tanesinin bu halleri hep sevimli geliyordu delikanlıya. Yine de abartmadı gülmeyi, Ayaz düşünceli duruyordu çünkü. Elini onun omzuna koydu. "Alırsın gönlünü." dedi güven verici bir şekilde. "Sana kıyamaz, hadi, peşinden git." Ayaklandı Ayaz, ofladı ellerini yine saçlarından geçirirken. Minel'in gönlünü almak için uğraşacağından değildi bu oflama, kız kardeşi için günler de harcardı gözünü kırpmadan. Onu küstürecek bir hareket yapmanın sıkıntısıydı içinden jestleriyle dışarı taşan. Birkaç metre ötesindeydi inci tanesi, küçük ve öfkeli adımları ancak bu kadar götürebilmişti onu. "Minel, bebeğim, bekler misin?" Ayaz aralarındaki mesafeyi hızla kapatabileceğini bilse de kafa karışıklığından dolayı sormuştu bunu. "Oymas." dedi kız kızgın kızgın. "Bekyemicem." Derin bir nefes aldı çocuk, birkaç adımı büyük atarak kıza yetişti. "Minel?" dedi şefkatli, yumuşak, inci tanesinin dayanmasının çok zor olacağı bir ses tonuyla. "Konuşalım mı biraz?" Minel'in duyguları yer değiştirdi sanki, Ayaz'a kıyamıyordu. Yumuşayacak gibi oldu, daha sonra onun "ikiz kuralları"na uymadığı aklına geldi, yine öfkelendi. "Hayıy. Konuşmak iştemiyoyum abi." Abi demesi hakaret gibiydi, alt dudağını ısırdı Ayaz kendine küfretmemek için. Dudakları acıyınca "Lütfen." diye şansını denedi bir kez daha. "I-ıh, ben şana... Şey, kısdım. Sözünü... Sözünü yapmadın." "Hangi sözümü?" Minel yan bir bakış attı Ayaz'a, çocuk bir an kendini tutamayıp güldü tüm endişesine rağmen, çok sevimli gözüküyordu böyle, yavru kedi gibiydi. İnci tanesi Ayaz gülünce ciddiye alınmamış gibi hissetti, öfkesinin yanına bir kırgınlık eklendi bir de. Yüzü iyice asıldı, adımlarını hızlandırdı, hatta koştu, odasına girip çadırının içine oturdu. Ayaz gülünce her şeyi mahvettiğini anladı. "Oğlum Ayaz..." dedi kendine kendine. Saçlarını karıştırdı, odaya girip etrafa bakınınca anladı kızın çadırda olduğunu. "Bebeğim?" diye seslendi yavaşça. "Konuşabilir miyiz? Çıkar mısın oradan, lütfen?" "Hayıy." Küskün sesle işinin zor olduğunu anladı, çadırın kapısını iki yana itip zar zor içeri girdi. Minel bir şey demedi, anladı Ayaz da kızın gönlünün alınmasını beklediğini. "Ne oldu? Hadi, anlat bana. Seni üzecek bir şey mi yaptım?" Daha fazla dayanamadı inci tanesi, kollarını çözdü, artık abisi olduğuna karar verdiği Ayaz'a baktı. "İkis kuyayyayında... Şey... Hep yan yana oyucaz. Biyişi üzüyüyşe... Üzüyüyşe üsgünüz, di mi?" Ayaz sonunda bir şeyler duyup ne yaptığını anlayacağının sevinciyle onayladı. "Evet bebeğim, öyle." "Ama şen... Şey, bana şöyyemedin." Çok büyük bir kırgınlık vardı kızın sesinde, cidden içerlemişti düşündükçe. Abileri veya amcaları aynısını yapsa belki bu kadar üzülmezdi ama konu Ayaz'dı, arkadaşı gibi gördüğü ve sırf bu yüzden, aralarında on yaş olmasına rağmen "ikisim" dediği Ayaz'dı. "Neyi Minel? Anlamıyorum." "Şey... Hayamya konuşuyken... Şey, odana geydim. Hayamya konuştun şen. Babadan... Şey, babandan söyyedin. Usakta diye söyyedin. Geymeni... Geymeni iştemiş. Sen dedin ki... Dedin ki... Ösyedin ama gitmedin. Bana şöyyemedin. Ben üzüyüyşem... Anyatıcam. Öyye dedin. Sen niye söyyemedin?" Duraksadı Ayaz, onlarca şey gelmişti aklına Minel'i neden üzdüğüne dair ki buna verdiği ananası "Yok bebeğim, çok yedim." diyerek reddetmesi bile dahildi, konunun babasıyla alakalı olacağını hiç düşünmemişti. "Bu olay çok önceydi." diyebildi. "Söylemek aklıma gelmedi. Hem sen küçüksün." Son cümleyi der demez pişman oldu ama çok geçti. "Çocukum... Çocukum diye şöyyemedin. Ama ben... Ben anyayabiyiyim." Çaresizce kendini açıklamaya çalışıyordu inci tanesi, Ayaz'ı gerçekten yaşıtı gibi gördüğü şu anda daha net anlaşılıyordu, küçük olduğunu söylemesi bile zoruna gitmişti. "Hem, şey... Aykadaşıs biz. Aykadaşyay... Şöyyey. Küçük... Şey, küçüküm ama... Anyayabiyiyim. Benim de... Benim de babam vay." Ne diyeceğini bilemedi Ayaz. Nasıl anlatabilirdi "ikiz" deyişlerinin yalnızca sembolik olduğunu, Minel'in onun küçük kız kardeşi olduğunu ve onu korumaya, olumsuz duygulardan uzak tutmaya çalıştığını? Şu anki tavrına bakılırsa daha da üzülürdü bunları açıklamaya çalışırsa. "Haklısın bebeğim, söylemeliydim. Özür dilerim." Özürlere dayanamazdı kız çocuğu, Aktunalardan gelenlere hiç dayanamazdı. Çatılan kaşları düzeldi, bu sabah sarılamadığı Ayaz'ın beline sardı kollarını sıkıca. "Yütfen şöyye." dedi çocuğun ellerini saçlarında hissederken. "Ben... Şey, kimşeye söyyemem. Geyçekten... İkis sözü Ayascım." Ayaz derin bir nefes aldı abi demeyişiyle, saçlarından öptü birkaç kez. Kızın gözleri bir yerde dolar gibi olmuştu, o zaman çok korkmuştu onu ağlatacağından ama öyle bir şey olmamıştı. "Tamam, söyleyeceğim. Haklısın. Aklıma gelmedi sadece." Minel saçlarının okşanmasının, kırgınlığının geçmesinin keyfini sürdü bir süre. Tabii, bu sürede zihni yalnız bırakmadı onu. Ufak fakat önemli bir soru filizlendi az önceki düşüncelerinin, kırgınlıklarının arasından. "Ayaz?" "Efendim?" Başını kaldırdı Minel, açık yeşil gözlerini kahve gözlere dikti. Babasının "mutyuyuk yengi" gözleri gibi olmuyordu hiçbir çift göz ama itiraf etmeliydi ki tüm Aktunaların gözlerinde bir güven, bir sıcaklık ve sunulmaya hazır, sonsuz bir sevgi vardı. "Abimyey... Abimyey biyiyoy mu baban... Şey... Baban dedi ki gey. Biyiyoyyay mı?" Ayaz kız çocuğunun gözlerinde gördüğü beklentiyle derin bir nefes aldı. Yalan söyleyemezdi, "Biliyorlar." dedi yavaşça. Minel kollarını çözdü. "Ama dedin ki..." diye mırıldandı. "Akyıma geymedi. Abimyeye... Abimyeye şöyyedin." Öncekinden daha beter üzüldü, gözleri alenen doldu bu sefer. "Yayan söyyedin." dedi titrek bir sesle. "Bana şöyyemedin, şöyyemedin küçüküm... Küçüküm diye. Dedin ki akyıma geymedi, yayan söyyedin." Ayaz kendini açıklamaya çalıştı telaşla. "Hayır, öyle değil." Aslında öyleydi, Minel çocuktu ve Ayaz böyle ciddi bir meseleyi ona açmamakta haklı olduğunu düşünüyordu. İnci tanesiyse ikiz kurallarındaydı, üzülürlerse beraber üzüleceklerdi ama Ayaz ondan üzüldüğünü, babasını özlediğini saklamıştı. Üstüne üstlük "Aklıma gelmedi." diye yalan söylemişti. Minel yana döndü. "Konuşmak iştemiyoyum." diye mırıldandı tavşanını yerden alıp ona sarılırken. Ayaz koluna dokununca sırtını o tarafa döndü tamamen. "Minel, lütfen?" Omuz silkti nazlı nazlı. "Konuşmucam. İştemiyoyum." Ayaz biliyordu kızın istemediği şeylere fazlasıyla maruz kaldığını, onu yine böyle bir durumda bırakmaya niyeti yoktu, başka bir şekilde alacaktı gönlünü. Derin bir nefes aldıktan sonra çıktı çadırdan. Koridora çıkınca telefonunu cebinden çıkarıp Kuzey abisine mesaj attı Minel'in odasına geçmesi için, kızı kendiyle baş başa bırakamazdı bu denli üzgünken. Yavaşça yürümeye başladı. Adımlarının hedefi Arda'nın odasıydı. Kapıyı çalmadan içeri girdi, Arda aynı kitabı okuyordu. Ağır ağır başını kaldırdı, Ayaz'ın surat ifadesini görür görmez kitabını kapatıp ayağa kalktı. "Keyfin yerinde gibi durmuyor." "Değil." Arda'nın yatağına attı kendini, bir kolunu başının altına koydu. Arda'ysa çalışma masasının sandalyesini çekti, Ayaz'ın ayaklarının hizasına oturdu sırtı dimdik bir şekilde. "Babamın beni araması falan vardı ya..." "Evet." Sakince, adeta psikolog edasıyla başını salladı Arda. "Ondan konuşuyorduk annemle, 'Babanı özlüyor musun?" falan dedi işte, klasik. Minel de kapıdan duymuş bunu, ona söylemediğim için küstü. Sonra barıştık, 'Abinler biliyor mu?' diye sordu. Bildiğinizi duyunca... Daha kötü küstü işte. Şimdi ağlıyordur belki." "İkiz olmanız hasebiyle mi?" "Hasebiyle..." Kaşlarını çattı Ayaz, zihnini yokladı Arda'nın "antin kuntin" kelimelerini hatırlamak için. "Aynen, ondan. 'İkiziz ama söylemedin.' muhabbeti... Bir de ben 'Aklıma gelmedi.' dedim, o da yalan oldu. Ona da üzüldü yalan söyledim diye." "Feci olmuş." Bir sessizlik oldu, Ayaz tavana bakarak düşünüyordu. İçi hiç rahat değildi, öncesinde gönlünü alması gereken bir küçük kardeşi olmamıştı, bunu nasıl yapması gerektiği hakkında bir fikri yoktu. "Ama nasıl anlatayım ben ona her şeyi?" diye isyan etti işin içinden çıkamayınca. "Üzülür. Hem daha küçük, anlamaz ki..." Arda surat ifadesini bozmadan "Halam bunun aynısını senin için düşünseydi eminim ki düş kırıklığına uğrardın." tespitinde bulundu ki doğruydu, Hale çoğu şeyi oğluna filtreleyerek de olsa anlatırdı ve Ayaz bundan oldukça memnundu. "Evet ama aynı şey mi?" "Aynı." Düşündü Ayaz bir süre; küçükken, Suat'la boşanacakları zaman Hale onu karşısına almış, çoğu şeyi açıkça anlatmış, sorularına cevap vermiş ve onu çok seveceklerinden bahsetmişti. Dört yaşındayken bunca karmaşıklığı anlayıp atlatabildiyse Minel gibi olgun bir çocuğa "Anlamaz ki, daha çok küçük." diyerek haksızlık ediyor olabilirdi. "Duygularımdan bahsedeyim yani, öyle mi? Anlar zaten, Minel anlamayacak bir çocuk değil. En başta niye söylemediysem... Ama ne bileyim, anneme bile sonradan söyledim zaten. Hem ikiz kuralları da sonradan geldi, o ara yoklardı." Arda müdahale etmedi, Ayaz'ın şu an içini döktüğünden ge kendisiyle hesaplaştığından haberdardı. "Bir de... Yani, ne bileyim... İkiziz diyoruz, bunu da seviyorum, yalan yok da abisiyim sonuçta. İlk kez abi oluyorum, her şeyden korumak istiyorum, bu sefer de bir şeyleri saklıyorum ondan. Benden daha çok üzülecek babamdan bahsetsem, sen de tanıyorsun, üzülmez mi?" Kendi sorusunu kendi cevapladı. "Üzülür, üzülür." Nasıl mesleğine yeni başlayan biri her şeyden heyecan duyar ve bazen ne yapacağını bilemezse Ayaz da öyleydi abilik konusunda, bazen nasıl tepki vereceğini kestiremiyordu. Hem söz konusu kendisinden iki üç yaş küçük bir erkek değildi abilerinin abiliği öğreten kardeşleri gibi; nahif, masum, kırılgan ve kırılmış, sevecen, dünyanın kötülükleriyle tanışmış ama bunu fark etmemiş bir kız çocuğu vardı ortada. Allah aşkına, "Öydekyi kaşemye... Kaşemye çoyba içince... Hemen bitiyoy çünkü, şey... Öydekyey de içiyoy." diyen bir kıza karşı nasıl aşırı bir koruma iç güdüsü duymayabilirdi? "Üzülebilir fakat seninle üzülür, bunu kabulleniyor ve istiyor, aile olmanın böyle bir eylem olduğunu kavradı. Sen gizlediğin durumlarla onu farklı, istemediği bir doğrultuda üzüyorsun." Arda fazlasıyla dürüst ve mantıklı konuşuyordu, Ayaz'ın canını sıktı bu durum. Yanağını şişirirken "Biliyorum." dedi. "Nasıl gönlünü alacağımı söylesen daha hoş olur." "Onunla paylaşmadığın duyguların hakkında konuşursan yumuşayacağına eminim." Doğruldu Ayaz. "Doğru." Saçlarını karıştırıp ayağa kalktı, Arda'nın omzuna hafifçe vurdu. "Sağ ol, iyi bir abiden güzel tavsiyelerdi." Arkasına bakmadan odadan çıktığında odada tebessüm eden, yüzü tamamen kızarmış bir Arda bırakmıştı. Omuzlarını dikleştirdi Minel'in odasına girmeden önce, kapı açık olmasına rağmen dışarı pek ses gelmediği için gerilmişti. Derin bir nefes aldı. Sessiz adımı Minel'in yuvarlak halısına değdiğinde çadırdan bir fısıltı duydu, zaten kapıdan taşan bacaklarından anlamıştı Kuzey abisinin orada olduğunu, inci tanesi de orada olmalıydı. "Üzülme abim, lütfen. Ayaz seni üzmek istememiştir, herkes hata yapar." "Ama bis..." Ağlıyordu, bu sefer sıkıntıdan ve vicdan azabından derin bir nefes aldı çocuk, sessizce halının üzerine oturdu ne konuştuklarını daha uzun süre dinleyebilmek için. "İkizdik. Ben... Şey... Annemin öydükünü şöyyedim. Çünkü... Çünkü aykadaşız biy de. Ayaz... Ayaz abi bana şöyyemedi. Neden? Ben anyayabiyiyim. Babam... Babam bana anyatıyoy. Hey şeyi anyatıyoy. Ben... Ben çocukum ama... Ama anyayabiyiyim. Üzüydükünü anyayabiyiyim. Sis... Şey... Siz üsgün oyunca... Oyunca anyıyoyum." İç çeke çeke açıklıyordu kendini bir de, başını öne eğip saçlarını karıştırdı Ayaz. "Tabii ki anlarsın güzelim. Sen çok akıllı bir çocuksun, empati yapabilen bir çocuksun. Ayaz bir an..." "Abim..." "Tamam, Ayaz abin bir an bunu düşünememiş ama kötü bir niyeti olmadığına eminim. Seni çok seviyor prensesim, üzülmeni ister mi hiç?" Ses çıkarmadı inci tanesi bir süre, yüzünü abisinin boynuna gizledi, onun okyanus kokusunun verdiği güveni soludu. Daha sonra "Yayan söyyedi." diyerek içerlediği başka bir noktayı döktü en büyük abisine. "Neden yayan söyyedi? İnşanyay... Şey... Şevdiki inşanyaya... İnşanyaya yayan söyyemes. Ben... Ben babama söyyemiyoyum. Ayas beni... Ayaz abim beni şevmiyoy mu? Napıcam o saman? Abim de mi... Abim de mi oymucak Ayas abim?" Her şey sevilmesine bağlanıyordu, içindeki o sevilmeme yarası aldığı sevgi servetiyle dahi geçmiyordu. İyileşir gibi oluyordu ama zayıflığında, üzüntüsünde, öfkesinde o yaranın kanı kaplıyordu kızın tüm zihin boşluklarını. "Minel?" Daha fazla dayanamamıştı Ayaz, çadırın kapısını araladı. Minel başını Kuzey'in boynundan kaldırdı, içeri giren ışığı etkisiyle kamaştı kızaran gözleri, bu yüzden başını eğip yüzünü kırıştırarak gözlerini ovuşturdu. Ayaz bunu fırsat bilip Kuzey'den aldı inci tanesini. "Bebeğim lütfen ağlama." Yanaklarını sildi hemen, Kuzey omzuna vurduğunda başını kaldırıp baktı, abisi ona gülümseyip dudaklarını oynatarak "Sen halledersin." dediğinde zar zor da olsa gülümsedi. "Ağyamıyoyum." Bunu derken Ayaz yanaklarını silmese daha inandırıcı olabilirdi Minel. "Tamam, ağlamıyorsun ama gözlerinden yaşlar akıyor, onları durdurabilir misin?" Karşı çıkmadı kız çocuğu, burnunu çekti, küs olduğu Ayaz'ın omzuna yasladı başını, dargınlığı ona duyduğu güven ve sevgiyi azaltmıyordu, hâlâ daha bu dünyada en sevdiği insanlardandı on üç yaşındaki bu çocuk. Ayaz omzuna dağılan buklelerle kendine engel olamayıp tebessüm etti. Kızın alnına nazik, uzun bir öpücük kondurdu. "Ben seni çok seviyorum." dedi açık açık. "Nasıl seni sevmediğimi düşündün? Sen benim biricik kız kardeşimsin, çok seviyorum seni, sana 'bebeğim' diyorum, seni çok seviyorum." İç çekti Minel. Bu cümleleri cevapsız bırakamazdı, sevgi dolu kalbi buna izin vermezdi. "Ben de şeni seviyoyum." dedi çatlak, zayıf bir sesle. "Ama... Şey... Üzüydüm. Neden öyye... Öyye yaptın Ayaz abi?" "Abi değil." Ayaz çok hızlıydı bunu derken, ses tonu keskin değildi ama. "Ayaz de bana, lütfen. Arkadaşız biz, ikiziz bir de, unuttun mu? Hem biz küs kalınca barışacaktık beş dakikada, ona ne oldu?" Minel ses çıkarmayınca Ayaz böyle olmayacağını anladı, kucağında Minel'le çadırdan çıktı. Yavaşça, adımlarına dikkat ederek merdivenlerden indi. Kimsenin olmadığı oturma odasından geçerek bahçeye çıktı. Havuzu, çam ağaçlarını geçtikten sonra voleybol sahasının tarafına ilerledi. Çiçeklerin olduğu yere gelince durdu, eşofmanının kirlenmesini umursamadan yere oturdu. "Küslüğümüz geçmezse sarı çiçek alacaktık." dedi kızı dizine oturturken. "Çiçeği koparmak istemiyorum, bak, sarı çiçek var burada." Minel çimenlerin arasındaki parlak yapraklı, sarı çiçeğe baktı. Kuralları hatırlıyordu, sarı çiçek alan affedilirdi. "Tamam." diye mırıldandı. "Küş değiyiz." Ayaz böyle bir affediliş istemiyordu, en ufak bir kırgınlığın bile inci tanesinde kalmasını istemiyordu. "Seni çok seviyorum. Bu yüzden sana söylemek istemedim. Üzüleceğini biliyordum." diyerek konuşmaya başladı. Bu tarz cümlelerde pek iyi değildi ama deneyecekti kız kardeşi için. "Ama bundan sonra söyleyeceğim, gerçekten bebeğim. Hatta şimdi başlayayım, sana babamı anlatmamı ister misin?" Duraksadı Minel, böyle bir soru beklemiyordu. Kızarık, yorgun gözlerini Ayaz'ın gözlerine dikti. "İsteyim." diye mırıldandı birkaç saniye sonra. "Ama yayan yok." "Yok, söz, ikiz sözü." Minel başını Ayaz'ın göğsüne yasladı, Ayaz nazikçe Minel'in saçlarını okşadı, "Babam iyi bir babaydı." dedi gözleri çimenlere dalarken. "Bana kızmazdı, işi olmayınca benimle oynardı, beraber telefonda oyun da oynardık, annem babama kızardı hatta gözlerimi bozacak diye." Bir sessizlik oldu. "Sonya?" İnci tanesinin sesiyle hatıralardan sıyrıldı Ayaz, geçmişin burukluğunu attı üzerinden. İzlediği bir filmi anlatır gibi devam etti anlatmaya. "Sonra annem bana ayrılacaklarını söyledi. Babamı yine görebileceğimi falan, öyle." Ayaz'ın onunla bir şeyler paylaşması hoşuna gitmişti inci tanesinin, durgunluğunu üzerinden atıp dile getirdi düşüncelerini. "Benim... Şey, annemye babam da... Babam da ayyıydı. Sonya annem... Şey, Aykut'ya evyendi. Senin baban... Baban evyendi mi?" "Evlenmedi." Kızın buklelerini geriye attı nazikçe, sonra yanağını okşadı. "Ama uzak bir ülkeye taşındı. Bu yüzden fazla görüşmüyoruz. Özlüyorum ama istersem yanına gidebilirim, üzülecek bir şey yok." "Evyenmemiş, güzey." Ayaz Minel'in neden böyle dediğinin farkındaydı, Aykut denen o adamdan deli gibi korkuyordu. "Her evlilik kötü olmaz bebeğim." dedi bu korkuyu biraz geçirebileceği ümidiyle. "İkinci kez evlenince mutlu olanlar da var." "Çocukyay oymaz." diye itiraz etti kız. Ayaz'ın tişörtünün ucuyla oynarken devam etti. "Babaşı oymayan... Şey, kızay. Baban evyeniyşe... Evyeniyşe... O kız kısacak şana. O zaman... O zaman hemen gey, tamam mı? Kızmaşın, ben de... Şey, ona kızayım. Hayam da kızay." Ayaz boyu bir metreye bile ulaşmayan çocuğun kendisini korumaya çalışmasına gülümsemek istese de içindeki rahatsızlık duygusu engel oluyordu, inci tanesinin böyle düşünmesi yanlıştı, bu ön yargılar hayatı boyunca ürkek davranmasına neden olabilirdi. "Her zaman öyle olmuyorlar Minel. Çocuklara iyi davranan üvey anne babalar da var, herkes aynı değil." Bir şey demedi Minel, ikna olmamıştı ama dile getirmeyecekti. Aya fark etti bunu, bu yönden üzerine gitmedi kız çocuğunun, aklındaki soruyu sormaya karar verdi onun yerine. "Ben bir şey paylaştım, sıra sende." "Ne?" "Sıra sende." "Ne şöyyücem Ayaz?" "Neden Aykut'tan korkuyorsun bu kadar? Bana birazını anlatabilir misin?" Minel'in son zamanlarda o adamdan bahsederken daha rahat olduğunu fark etmese böyle bir soruyu asla korkmazdı onu bir ağlama krizine sürükleyeceği korkusuyla. "Kötü biyişi o." diye mırıldandı Minel. "Hep kızay. Şonya bağıyıy. Kötü şeyyey... Şeyyey söyyey. Biy de, şey..." Ayaz'ın tişörtüne kapandı elleri. Ayaz bunu hemen fark etti, cüssesine oranla büyük bir kuvvetle sıkılan yumruklatı açtı. "Basen, şey... Yemek yeyken... Yeyken... Ben açken... Şey, veymedi bana. O zaman, şey, çok acıktım. Ama geyçekten..." Başını kaldırdı, yalvaran gözlerle baktı Ayaz'a, inanılmaya ihtiyacı vardı. "Çok yemedim, geyçekten. Öyye dedi. Ama yemedim. Azıcık..." Küçücük kalmasının, Gökhan dayısının peşinden dolanarak ancak yedirebilmesinin arkasında yatan neden buydu. Ayaz çenesini sıktı farkında bile olmadan, yemeği bile esirgeyecek kadar... "Azıcık yemene gerek yok bebeğim. Sen daha çocuksun, hatta bebeksin. Büyümek için bir sürü şey yemen lazım." "Şimdi yiyoyum. Babacım bana... Şey, tabak yapıyoy. Güzey tabak... Sonya... Yemek yaptık bis, biyiyoy muşun? Bayıkyı yemek!.. Babam eyyeyim... Eyyeyim kokmaşın diye... Şey, bayıkı ye yaptı beni." Güldü Ayaz. "Ye mi yaptı seni?" "Hıhı." Boynundan öptü çocuk. "Ben de şimdi seni ye yapacağım." Kız çocuğu güldü, Ayaz'ı ittirdi. "Hayıy, yiyemezşin!" diye itiraz etti enerjik bir şekilde. "Öyle mi? Nasıl engelleyeceksin beni?" Düşündü Minel bir süre, Ayaz sabırla bekledi. "Şey..." dedi Minel sessizliğin ardından. Elini dirseğine götürdü, orayı ovuşturdu. "Kolun mı acıyor?" diye sordu Ayaz, kızı kucağından indirip çimenlerin üzerine oturttu koluna daha iyi bakabilmek için. Minel'in parmaklarının az önce dolaştığı yeri ovuşturdu kibarca. Minel yere koyulmayı bekliyordu, hızla ayaklandı, eve doğru koşmaya başladı. "Yiyemezşin, kaçıyoyum işte!" diye bağırarak belli etti koşma nedenini. Ayaz inanamaz bir şekilde güldü, üç yaşındaki kuzeni tarafından oyuna getirilmişti. "Kaçabilirsin ama saklanamazsın!" dedi ayağa kalkıp inci tanesinin peşinden koşmaya, aralarındaki mesafeyi düşerse tutabileceği bir mesafeye indirmeye başlarken. "Sakyanıyım! Küçüküm ben, göyemezşin!" Güldü Ayaz bir kez daha. Bu ufaklıkla çok işleri vardı ama zerre kadar şikayetçi değildi. |
0% |