Yeni Üyelik
20.
Bölüm

🐣53🐣

@imposiblety

Imposiblety'den

"Siz neden bugün bu kadar yapışıksınız? Her gün böylesiniz ama bugün..."

Doruk Ayaz ve Minel'i göstererek sormuştu bu soruyu, Gökhan amcası geldiğinde kız çocuğu elbette koşa koşa babasına gitmiş ve onu öpmüş, ne kadar özlediğinden bahsetmiş, tüm gününü bıcır bıcır anlatmıştı ancak sonra Ayaz'ı da öteki yanına çekmiş, onun da elini tutmuştu.

"Evet, ben de fark ettim." Kaşlarını çattı Engin, dirseğini dizine yaslayıp çenesini elinin üzerine koydu. "Bu terslikte bir iş var."

"Baba, lütfen."

Arda'nın yumuşak, nazik sesiyle derin bir nefes aldı. Kaderini kabullendi. "Tamam oğlum, atasözlü deyimli espri yok. Bu işte bir terslik var."

Arda sakince gülümsediğinde kolunu omzuna attı, saçlarını karıştıramazdı, bu yüzden tutamları düzeltmekle yetindi.

"Cidden oğluşum, bugün neden ayrı bir yapışıksın bebişime?"

Minel gözlerini büyüterek baktı Ayaz'a halasının konuyu tekrar açmasıyla, Ayaz anladı kız çocuğunun hiçbir şey söylemeyeceğini. Kafasında kelimeleri toparladı. "Bugün onu biraz üzdüm, bu yüzden."

Gökhan'a anlatmıştı her şeyi inci tanesi, bu yüzden odadakilerin Kuzey ve Arda haricinde geri kalanının aksine istifini bozmadı.

"Neden? Ne oldu?"

Sorgular gibi değildi Hale. Samimi bir merak vardı sesinde, Ayaz zaten ses tonu öyle olmasa bile anlardı annesinin niyetinin kötü olmadığını. İnci tanesine baktı. Sessizce "Anlatayım mı?" diye sorduğunda bir baş hareketiyle onaylanması üzerine Hale'yi merakta bırakmadı daha fazla.

"Babamı ona anlatmadığım için üzüldü, ikizler birbirine her şeyi anlatır ya, o hesap. Sonra affedildim ama, değil mi bebeğim?"

"Hıhı. Zaten, şey... Çok küşmedim. Sadece asıcık... Asıcık üzüydüm."

Odadaki herkes bu cümlelerin gerçeği yansıtmadığını biliyordu, Minel'in bir aile üyesine kırılıp "asıcık" üzülmesi mümkün değildi, kendisi hariç tüm Aktunalar kız çocuğunun ağladığına emindi.

"Şu an üzgün değilsen sorun yok biriciğim, bazen küsmemiz normal."

Gökhan'a baktı Minel, tebessüm etti. "Üzgün değiyim babacım." Başını Gökhan'ın koluna yasladı, adamın yanında ufacık kalıyordu koltukta, çok şirin gözüküyorlardı yan yana oturunca. Gülten gülümsedi bu hallerine, Hale cebinden telefonunu çıkarıp çaktırmadan bir fotoğraf çekti hemen.

"Şey... Çok mutyuyum. Muşmutyuyum." Aile üyelerine bakıp ayaklarını salladı. "Ayyem vay. Oyun oynuyoyuz. Tavşanım vay. Büyüyünce okuya gidicem. Bu yüsden... Şey, biy de... Hepimis... Hepimis sağyıkyıyız. Bu yüzden, bu yüzden muşmutyuyum."

Gökhan kolunu kızının üzerine attı ağırlığını vermeden, saçlarını öptü. Minel başını kaldırıp kendisine bakınca da burnunu ve alnını öptü bu sefer. Bu kız çocuğu yokken hayatı nasıldı, nasıl yaşayabiliyordu hayret ediyordu ne zaman düşünse.

"Şey... Abicim?"

"Efendim güzelim?"

"Efendim abiciğim?"

"Efendim fıstığım?"

Arda, Kuzey ve Doruk aynı anda konuştuğunda irkildi kız. Daha sonra kıkırdadı. "Aynı şeyi söyyediniz." Komikti, tekrar güldü. Onun gülüşüyle herkes güldü dayanamayıp, bebeklerin gülüşleri hep böyle cıvıl cıvıl oluyordu.

"Hangimize seslendin prensesim?"

"Tabii ki bana!" diye atladı Doruk abisinin lafına. Ellerini iki yana açtı. "Benden başka birine seslenmesi düşünülebilir mi? Ben dururken size mi bir şey diyecek? Haklı değil miyim baba?"

Hakan'a baktı, Hakan böyle bir cümleyi onaylamazdı. Oğlunun enerjisine ağırbaşlı, sakin bir tebessüm gösterdi. Doruk babasının bu haline, olgunluğuna alışkındı; hatta sorusunu sorarken bile ondan bir cevap alamayacağını biliyordu, bu yüzden afallamadı, Minel'e döndü.

"Bana sesleniyordun fıstığım, değil mi?"

Başını salladı inci tanesi. "Hıhı. Neyden biydin abi?"

"Kuşlar söyledi."

"Ne?" Gözleri büyüdü kız çocuğunun, sesini kalınlaştırdı. "Kuşyay mı?" Mecazları, deyimleri, popüler kültür referanslarını anlamadığı için Doruk abisinin cümlelerinin yüzde ellisi kız çocuğuna bir gizemdi.

"Evet, kuşlar."

Gözlerini kırpıştırdı Minel, Gökhan'a baktı. "Ben kuşyayı anyamıyoyum." dedi hemen. "Kuşyay bana... Şey... Söyyemiyoy biy şey. Neden?"

"Bize de söylemiyorlar güzelim, Doruk abine özgü."

"Şihiy... Şihiy gibi mi?"

"Sen sihri nereden biliyorsun bal kızım?" Engin'in gülerek, hafif bir şaşkınlıkla sorduğu soruya Gökhan cevap verdi. "Barbie ve Sihirli Dünyası filminden, 'Sihrim Olsaydı' diye bir şarkı var." Herkes kendisine bakmaya devam edince gözlerini devirerek ekledi. "Minel'le beraber izledik geçen gün, anlayın."

"Evet, beyabey izyedik. Patyamış... Patyamış mışıy yaptık. Ama tenceyenin kapakını... Şey, unuttuk. Hey yey mışıy oydu. Sonya temizyedik."

"Kim temizledi bir tanem? Baban mı?"

Minel için Gökhan'ı ev işi yaparken görmek çok normaldi zira Gökhan Minel hapşırmasın, ciğerleri kötü etkilenmesin diye habire -onlar evde yokken birileri gelip evi baştan aşağı temizlediği halde- toz alıyordu. Bir şey dökünce de hemen temizliyordu aynı sebepten.

"Hıhı. Şüpüygemiz vay. O şüpüyüyken... Şey, şandayyede otuydum ben. Biy keye... Biy keye baydakımız kıyıydı. O zaman da şüpüydük. Babacım süpüydü. Ben, şey, izyedim."

Gülten oğluna gözlerinde gurur ve sevinç pırıltılarıyla baktı. Gökhan hiçbir zaman "Ev işini hep kadın yapmalı." diye düşünen biri olmamıştı fakat evleri sürekli temizlendiği için elini o işlere de sürmezdi, şimdi kızı için bunları yapması bir anne olarak gözlerini dolduruyordu.

"İyi yapmışsınız bebişim, artık unutmazsınız tencerenin kapağını."

"Evet hayacım." Ciddiyetle onayladı Minel Hale'yi. "Unutmucaz. Aytık, şey, biyiyoyuz. Öğyendik."

"O değil de... Sen bana ne söyleyecektin fıstığım? O arada kaynadı. Bizim sohbetimize incir ağacı diktiler. Bakma bana öyle fıstık, incir ağacını açıklayamam şu an. Konu dağılıyor, yarın açıklayacağım ne anlama geldiğini, tamam mı?" Duraksadı, kendi kendine ekledi. "Hem TYT Türkçe hazırlığı olur."

"Ben şana... Şey dedim, şey... Bugün ne kitabı okuyoydun? Meyak ettim. Eyinde... Eyinde kayem de vaydı. Yeşim mi çiziyoydun? Ama baktım, yeşim yoktu. Yasıyay vaydı, anyamadım, okuma biymiyoyum ben. O yüzden anyamadım. Neydi onyay Doyuk abicim? Cevap veyiy mişin yütfen?"

"Ders çalışıyordum."

"Deyş mi? Ne o?"

Güldü Doruk hafifçe. "Okul için fıstığım." diye açıklamaya çalıştı. "Bir sene sonra iyi bir okula gidebilmek için çalışmam gerekiyor, okulların açılmasına az kaldığı için başladım. Geç bile kaldım hatta."

"Sen yaparsın." Hakan'ın cümlesi hızlıydı, oğlunun koyu mavi gözleri kendisine çevrilince devam etti. "Düzenli çalıştın, bu yaz dinlenmen iyi oldu."

"Evet abim, babam haklı. Ben de geç başlamıştım."

Güldü Doruk inanamazca. "Okullar kapandıktan iki hafta sonra çalışmaya başlamıştın abi." Kuzey utandı, elini ensesine götürdü. Doruk'un hatırlamayacağını düşünmek gafletinde bulunmuştu, normalde böyle bir hata yapmazdı ama boşluğuna gelmişti.

"Ben de mi çayışıcam?"

Minel'in dehşet dolu sorusuyla gözler o tarafa çevrildi. Kız çocuğu şaşkın ve çaresiz duruyordu. "İyi okuya gitmek için... Ama şey, ben hiç çayışmadım. Noyucak? Okuya gitmicek miyim? Ama iştiyoyum. Noyucak babacım? Napıcam? Şey... Bana kitap... Kitap ayıyşan çayışabiyiyim. Ama okuyamıyoyum. Napıcaz? Bana okuy muşun?"

Minel'in telaşlı soruları güldürdü adamı. "Senin çalışmana gerek yok güzelim." Dayanamayıp tekrar güldü endişe dolu bakışlara. "Gerçekten yok inci tanem. Büyüyünce çalışacaksın."

"Geyçekten mi?"

"Gerçekten."

Derin bir nefes aldı Minel. Odadakilere dönünce samimi bir şekilde "Koyktum." dediğinde yanında oturan Ayaz dayanamayıp önce ensesinden, kız huylanarak başını arkaya yatırınca da boynundan öptü.

Odada bir sohbet dönmeye başlarken başını tekrar babasına yasladı inci tanesi, Gökhan başını eğdi. "Meleğim?" Kızının yeşil gözlerini görünce devam etti. "Evimize gidelim mi güzelim? Uyku saatin değişmesin."

Minel zaten sabahları uyumuyordu, Gökhan bu yüzden geceleri uyumasına dikkat ediyordu. O uyuduktan sonra spor yapıyor, duş alıyor, işlerle uğraşıp maç videoları izliyordu fakat bunların hepsini kızını uyandırmamak için o kadar sessiz yapıyordu ki evde üçüncü bir kişi olsaydı Gökhan'ın uyanık olduğunu fark etmezdi.

"Gideyim babacım. Şey, oyun oynucak mıyız... Mıyız oyun odamda?"

Gökhan gümüş saatine baktı. "Biraz oynayabiliriz güneşim." dedi kızı bacaklarından kavrayıp ayağa kalkarken.

Aile üyeleri her zamanki bu vedalaşmaya, Minel'in herkesi tek tek öpmesine alışkındı. Herkes ayaklandı, Doruk "Ben Kedi'yi alıp geleyim." diyerek fırladı, o sarı yumağı seviyordu, çok şirin bir şeydi.

On dakika içinde çıktılar evden, arabaya bindiklerinde Minel geçen gün babasıyla öğrendikleri şarkıyı söylüyordu. "Domateş bibey patyıcan, domateş bibey patyıcan..."

Biraz iki yana sallanıp söyledikten sonra Kedi'yle ve tavşanla konuştu, Gökhan sessizce dinledi onu, bir gün içinde yaşadıklarının farklı detaylarını öğreniyordu her anlatışında.

"Babacım?"

Dikiz aynasından bir saniyeliğine baktı kızının meraklı yeşillerine. "Efendim inci tanem?"

"Şey... Bu şaykı... Şey, Bayış Manço'nun mu? Öyye mi demiştin?"

"Evet çiçeğim."

"Kim o?"

Gülümsedi Gökhan, Barış Manço şarkılarıyla büyümüşlerdi, o büyük sanatçının yeri kendisinde ayrıydı. "Çok başarılı, eğitimli bir sanatçı." diye yanıtladı kızını. "Çok bilgili birisi. Herkes onun şarkılarını bilir."

"Geyçekten mi?"

"Gerçekten babam. Abilerin, amcaların, halan, deden, babaannen... Hepsi bilir Barış Manço'yu, artık sen de biliyorsun."

"Başka... Şey... Başka şaykıyayını... Öğyenicek miyim?"

"İstersen öğrenirsin meleğim, ister misin?"

Başını salladı inci tanesi, hem şarkıyı sevmişti hem de tüm ailesinin bildiği şarkıları öğrenmekten geri kalmazdı. "Hıhı, öğyeneyim."

Eve gelmişlerdi, Minel bunu fark edince daha konuşmadı. Gökhan arabayı park etti, havuzun yapımı birkaç gün içinde bitecekti, Gökhan çok heyecanlıydı inci tanesinin tepkisi için.

"Gel bakalım."

Yere bırakıldığı an yokuşu koşarak çıktı kız çocuğu, bitmek bilmez bir enerjisi vardı. Çiçeklerine baktı. "Baba?" diye sordu hemen arkasını dönüp. "Şen bana meyveyi... Meyveyi yoğuyt yapayken... Çiçekyeyi... Suyiyim mi?"

"Şimdi geç oldu biriciğim, yarın sulasan olur mu? Bugün sularsan oyun oynamaya vaktimiz kalmaz, uyku saatin gelir."

Rengarenk çiçeklerine baktı Minel, daha sonra babasının dizinin dibinde bitti. "Tamam. Uyuyup kaykınca... Şey, kaykınca yapayıs." Kedi çantasını adamdan yavaşça aldı, kaldırdı, şeffaf kısımdan bakarak Kedi'yle konuşa konuşa kulübeye ilerledi. Kedi de inci tanesini görünce miyavlamaya başlamıştı, kendisiyle oyunlar oynayan bu kız çocuğunu seviyordu.

Gökhan Minel'e meyveli yoğurt ve kuru yemiş hazırlayacaktı, saatine baktı adımlarını eve yöneltirken. Kızını bahçede bırakınca korumalar, güvenlik kameraları ve yüksek, taş duvarlar sayesinde aklı onda kalmıyordu. "Ben eve giriyorum babam, fazla durmadan gel sen de, hava serin, tamam mı bebeğim?"

"Tamam babacım!"

Kulübeye girdi, Kedi'yi serbest bıraktı. Bugün odada bir o hana bir bu yana koşmaktan yorulan Kedi açık sarı minderine gidip kıvrıldığında kıkırdadı Minel. "Kedicim!" dedi neşeyle. "Çok şiyinşin."

Kedi'nin üzerinde küçücük kaldığı minderin başında durdu, çömeldi, Kedi'nin sarı tüylerini okşadı, minik patilerini ve pembe burnunu öptü.

"Küsküçücük kedim, şipşiyin kedim... Sen büyücekşin, ben de büyücem, beyabey oyun oynucas yine. Sonya... Beyabey gezicez. Babam ve tavşan da... Tavşan da geyicek. Çok güzey oyucak. Şimdi bebekşin, o yüsden... Şey, çok gesemeyiz. Haşta oyabiyiyşin. Öyye oyuyşa... Oyuyşa üzüyüyüm. Ama şey, koykma. Veteyiney doktoyuna gideyiz, iyiyeşiyşin. Ben doktoya gittim, iyi oydum."

Kedi mırıldandığında bunun onay olduğunu düşünmenin rahatlığıyla gülümsedi inci tanesi, Kedi'yi bir kez daha öptükten sonra ayağa kalktı. Koşar adımlarla evin kapısına gitti, ayakkabılarını çıkardı, düzgünce ayakkabı dolabına -kendi ayakkabılarına ayrılan büyük, açık sarı dolaba- koyduktan sonra mutfaktan ses gelmemesiyle merdivenleri çıktı.

"Yavaş ol güzelim, dikkatli ol merdivenlerden çıkarken."

"Oyuyoyum deniz babam."

Babası düşündüğü gibi yukarıdaydı, üzerini değiştiriyor olmalıydı. Minel de hem Kedi'nin tüyleri her yerine bulaştığı için hem de birazdan uyuyacağı için değiştirmeliydi kıyafetlerini. "Baba?" diye seslendi odanın kapısının önüne gelip. "Bana pijama veyiy mişin?"

"Tamam biriciğim, bir dakika..."

Gökhan kapısını açar açmaz önünde minik bir varlık görünce duraksadı. "Çarpacaktım sana." dedi hafifçe gülüp. Minel başını iki yana salladı anında. "Çaypmassın. Dikkatyi bir inşanşın baba. Benim... Şey... Canımı acıtmazşın."

Gökhan bunu duyunca sırıttı; odasına giren Minel'i izleyip dolabının önünde durduğunda, hatta toz pembe, üzerinde kırmızı kalpler olan pijamalarını ona uzattığında hâlâ sırıtıyordu.

"Teşekküy edeyim."

"Rica ederim çiçeğim. Ben şimdi mutfağa iniyorum, yiyeceklerimizi hazırlayayım, canın sıkılırsa yanıma gel inci tanem, tamam mı?"

"Tamam."

Gökhan odadan çıkınca üzerini değişti Minel, pijamalarının rahatlığına kavuşunca hemen bir ağırlık çöktü üzerine. Gözlerini ovuşturdu esnerken. Pijaması satendi ve pantolonu uzundu, uzun kollu üst kısmının yakasıysa gömlek gibiydi ama düğmesizdi. Bu pijamayı ona halası almıştı, ünlü bir markanın özel tasarımıydı, Hale ve Gülten haricinde kimsede aynısı yoktu.

Banyoya gidip ellerini yıkadı, babasının yanında kedi tüyleriyle uzun süre durunca onun hapşırdığını fark etmişti, ellerinde tüy olmadığı halde önlem alıyordu. Siyah ağırlıklı banyonun toz pembe havlusuna ellerini kuruladıktan sonra merdivenleri yavaşça indi, tabii ki babasının yanına gidecekti.

"Gel güzelim, hoş geldin."

Minel'i kaldırıp tezgâhın bir köşesine oturttu. Kız çocuğu babasının önündeki kâseye baktı. "Şundan da... Şey... Koyucak mışın?" diye sordu yaban mersinlerini işaret ederek. Seviyordu o meyveyi ama yoğurdun üzerinde görememişti.

"Koyacağım tabii ki babam, o yüzden çıkardım dolaptan."

Minel gülümsedi, Gökhan'ın gitgide hızlanan meyveli yoğurt yapımını izledi. İlk başta omlet yaparken zorlanan adam yoktu artık; kızı için tarif videoları izleyip anlamadığı, yapmayı beceremediği şeyleri Gülten'e soran bir adam vardı.

İkisi için yeterince meyveli yoğurt yaptıktan sonra başka, küçük iki kaseye -pembe, simli kaselerin üzerinde altın rengi çiçek işlemeleri vardı- badem, ceviz, fındık, kuru üzüm, Antep fıstığı ve kaju koydu.

Tüm kaseleri kelebekli bir tepsiye koyduktan sonra Minel'i yere indirdi. Kız çocuğu önden ilerlerken tepsiyi alıp onu takip etti. "Oyun odama gidiyoyuz, di mi babacım?"

"Evet biriciğim, oraya gidiyoruz."

Bir kez daha gözlerini ovuşturdu kız, Gökhan bunu görünce Minel'in yiyeceklerini bitirdikten on dakika kadar sonra kolları arasına girip "Denizi izyeyeyim." diyeceğini, balkona çıkmaları üzerinden birkaç dakika geçmeden uyuyakalacağını anlayıp gülümsedi.

"Modeyyeyime... Modeyyeyime makyaj yapayım. Eybişe... Eybişe şeçtik ama makyaj... Makyaj yapmadık." Geçen gün oyun oynarken Minel moda tasarımcısı, Gökhan'sa onun yardımcısı olmuştu. İki üç saat boyunca türlü kıyafetleri modellere denetmişler, en son kombin inci tanesinin içine sinince oyun odasından çıkabilmişlerdi.

"Sen otur babam, çorap alıp geleyim ben. Giymemişsin."

Ayaklarına baktı Minel, çıplak parmaklarını görünce başını salladı. Gökhan tepsiyi bir kenara bırakıp Minel'in komodininden kırmızı, kısa bir çift çorap aldı. Pijamasındaki kalplerle uyumlu olduğu için giyerdi bunları meleği, biliyordu.

"Gel meleğim."

Çorapları giydikten sonra Minel ayakta durdu, halasının modeller için seçtiği türlü makyaj malzemelerinden birini aldı. Gökhan o sırada bağdaş kurarak oturmuş, inci tanesinin konuşmadığı her an ona meyveli yoğurt yedirmek için beklemeye başlamıştı.

"Bunu... Şey... Göse yapıcaz. Hayam öyye şöyyedi."

Fırçalardan birini -Hale alınabilecek her boyutta makyaj fırçasını almıştı yeğenine- aldı; far paletindeki siyah renge sürdü. Babasının en sevdiği renk bu olduğu için kullanmak istemişti.

"Bunu yapıyoyuz." Modelin gözlerine dağıttı kaliteli olduğu için pigmenti oldukça yoğun olan farı. Gökhan dikkatle izledi ne yaptığını, kızının ilgisini çeken her şeyi öğrenmeye çalışıyordu söylediklerine yabancı kalmamak için. Bir yandan da bir kaşık yoğurt yedirmişti ona.

"Sonya..." Küçük sepetlere bölüştürdüğü makyaj malzemelerine baktı. "Yuj yapayım ağsına."

Yarım saati böyle geçirdiler, modelin yüzü bir ressamın paleti gibi rengarenkken hem yoğurt hem de kuru yemişler bitmişti tüm kaselerde. Gökhan'ın düşündüğü gibi oldu, bundan sadece on dakika sonra Minel esnemekten konuşamaz olmuştu. Yavaşça babasının kolları arasına girdi.

"Denizi izyeyeyim mi baba?"

"İzleyelim güzelim."

Tavşanını kulağından tutan Minel'i kucaklayarak kalktı. Banyoya geçip dişlerini fırçaladılar. Gökhan buna dikkat ediyordu, inci tanesinin alışkanlık kazanmasını ve diş sağlığına özen göstermesini istiyordu çünkü.

Hava serin gibiydi, ev deniz kenarında olduğu için fazla rüzgâr alıyordu, balkona çıkmadan önce ince bir örtü aldı adam. Balkondaki hasır salıncağa oturdu, Minel'i göğsüne yatırıp lacivert örtüyü her yerini kapatacak şekilde ona sardı.

"Üşüyor musun biriciğim?"

"I-ıh, öytü... Öytü sıcak. Şey... Sen üşüyoy muşun?"

"Üşümüyorum babam, soğuğu severim ben."

"Ben şevmiyoyum." Minel sıcak ortamlardan hoşlanırdı. Mesela şu an babasının göğsünde yatarken üzerinde yumuşacık bir battaniye olmasından çok memnundu.

Gökhan Minel'in saçlarını okşadı, sessizlik onu düşüncelere itmişti. Yarın her şey bitecekti, kimin bu işin arkasında olduğunu bulacaklardı. En kötü ihtimalle oldukça yaklaşacaklardı bulmaya.

Uykuya dalmak üzere olan kıza baktı. Yanağına kaydırdı buklelerdeki elini. Melek gibiydi biriciği, gibi fazlaydı, bir melekti, mucizeydi.

Yalnızca iki buçuk aydır hayatındaydı ancak son senelerinin hepsini sorgulatıyordu adama, ne kadar boş yaşıyordu önceden, hayatı ne kadar tatsızdı. Ettiği tüm kavgalar, küfürler, umursamazlığı, bitirdiği sigara paketleri... Her şey çok uzaktı, elli yıl geçmişti sanki aradan. En son ne zaman sigara içmişti? Onu bile hatırlamıyordu, inci tanesi için bırakmıştı.

"Baba?"

Duyduğu mırıltıyla tebessüm etti hemen. "Efendim Minel?" Kızının ismini pek kullanmıyordu ona seslenebileceği bir sürü güzel kelimesi olduğu için ama bazen, bazen sadece adını söylemek istiyordu. Çok güzeldi kızının ismi kendi gibi.

Kız çocuğu konuşmadı, soru sormadı. Gözleri kapalıydı zaten, uykuya dalmak üzereydi. Babasının yanında olup olmadığını kontrol etmişti. Gökhan bunu anlayınca "Buradayım Minel, buradayım güzelim, buradayım bir tanem." diye fısıldadı. Minel duymuş gibi kıvrıldı yerine iyice, büyük bir güven hissetti.

Beş dakika geçince Gökhan kalktı balkondan, ne kadar sarmış olursa olsun korkuyordu kızının üşümesinden, uyuyan insan üşürdü. Sessiz adımlarla odasına gitti, inci tanesini yatağa yatırıp üzerini örttü. Abajurun ışığını yaktı.

"İyi geceler babacığım."

.
.
.

Gökhan Aktuna'dan

"Baba! Baba! Babacım! Baba!"

Yatağıma zıplanmasıyla irkilerek uyandım, gözlerimi hızla açtığımda ellerini omzuma koyup yüzüme eğilmiş meleğim gördüğüm ilk şeydi.

Beni aniden uyandırmamış gibi gülümsedi. "Günaydın deniz babacım!" dedi büyük bir enerjiyle. Burnumdan öptüğünde gülümsedim, kolumu beline sarıp üzerime çektim onu. "Günaydın güneşim."

Çenesini göğsüme yasladı, parmaklarını sakallarıma getirdi. "Gündüz uyandım. Biyascık... Biyascık oynadım. Sonya canım sıkıydı. Buyaya geydim. Sonya, şey... Tuvayete gittim. Kyemden... Kyemden şüydüm yanakıma, bak." Yanağını çevirdi, doğrulup öptüm. "Yumuşacık olmuş benim güzelimin yanakları."

Utandı ama kızarmadı, konuşmaya devam etti. "Sonya, şey... Uyan yaptım seni babacım. Mutyu oydukum için... Oydukum için zıpyadım, şevdin mi?"

Neye uğradığımı şaşırmıştım ama bunu söylemedim, yaramazlıklara başlardı belki bu zıplamadan sonra, cesaretlendirmem lazımdı. "Evet bebeğim, çok sevdim."

Kıkırdadı, dayanamadım. Onu yatağa yatırdım, kollarını ve karnını ısırdım, boynundan öptüm, yüzünü sevdim, yanaklarını sıkıp öptüm, saçlarını karıştırdım. "Melek benim kızım, bal! Yiyeceğim, bitireceğim. Bu nasıl bir tatlılık? Söyle bakalım güzelim, nasıl bu kadar şirinsin? Cevap ver bana."

Ciddi ciddi suratına baktığımda gözlerini büyüttü. "Şey!.." dedi heyecanla. "Şey yüsünden şiyinim."

"Ne yüzünden?"

"Şey... Sana bensedim babacım!"

Kaşlarımı kaldırdım. "Ben şirin miyim?" Başını salladı yavaşça. "Hıhı. Çok şiyinsin baba." Kollarını boynuma sardı. "Mutyuyuk yengi gözyeyin vay. Sakayyayın çok güzey. Saçyayın şiyin, yumuşak. Koyyenin... Koyyenin sesi güzey. Şiyinşin babacım."

Daha önce birisi şirin olduğumu söylediğinde beş yaşındaydım herhalde, yine de hoşuma gitti böyle demesi. Sırıtarak kalktım, Minel'i o elemanla -tavşan bozuntusuyla- beraber kucağıma aldım.

"Şimdi çok güzel bir kahvaltı yapacağız."

"Ne yicez?"

Ne yapabileceğimi düşündüm. Avokado çok sağlıklıydı, bir taneyi dilimleyecektim, Minel de alışmıştı zaten. Peynir mutlaka olacaktı, taze portakal suyu sıkıp yumurta haşlardım. Domates salatalık dilimleyip zeytin koyardım tabağa. Bir de ekmek kızartıp üzerine tereyağı sürerdim.

"Karışık babam." Daha soru sormadı, bunun anlamının her şeyden biraz yemesi olduğunu biliyordu.

"Sen yapayken... Yapayken... Şey... Çiçekyeyi suyabiyiy miyim?"

"Sularsın tabii ki meleğim ama üzerini ıslatma, olur mu? Hasta olduğunda ne kadar üzüldüğümü biliyorsun."

İnci taneme duygularım açıktı, ona karşı güçlü olmaya çalışmıyordum. Üzüntümü, korkularımı biliyordu. Ben böyle olacaktım ki o da bana anlatacaktı hissettiklerini, ancak böyle iyi bir baba olurdum sanki.

"Sen beni bekle, sulaman için şeyi getireyim." O eşyanın adını bilmiyordum ama Minel beni anladı, küçük plastiğe taşıyabileceği kadar su doldurduktan sonra yanına gittim. Çiçeklerin başında durmuş, ayaklarına bakıyordu. Geçen gün ona aldığım kelebekli terlikleri giymek istemişti bahçeye çıkarken.

"Getirdim bebeğim, buraya bırakıyorum."

Toprağın üzerine bıraktığım şeyi hemen aldı, tavşan bozuntusunu bir köşeye oturtmuştu. "Teşekküy edeyim baba." Bir şey daha diyecek gibiydi, bekledim. "Baykonda yiyebiyiy miyiz?"

Gülümsedim, kızım da benim gibi denize tutkundu. "Yeriz tabii, ben seni çağırırım biriciğim. O zaman bekletmeden gel, soğumasın tabaktakiler, tamam mı?"

"Tamam! Ama şey, Kedi'ye de bakıcam. Hısyı çağıyma, tamam mı?"

Saçlarını karıştırdım gülüp. "Tamam."

Arkasını döndü, iki yana sallanarak şarkı söylemeye başladı. Her zamanki gibi "Kırmızı Balık" söylüyordu, ne kadar farklı şarkılar öğrenirse öğrensin günde birkaç kez dönüyordu o balığa.

Elindekini üzerini ıslatmayacak şekilde tuttuğundan emin olduktan sonra eve girdim, mutfağa geçtim. Buzdolabını açtım; lazım olan malzemeleri aldıktan sonra buzdolabının en altında, ufak, sarı bir şey çekti dikkatimi. Kaşlarım hafifçe çatıldı, elimi uzattım. Başparmağımın ucundan daha küçük, plastik bir ördekti. Minel'indi, emindim ama buraya nasıl gelmişti?

"Bir ara elinden düştü herhalde."

Bir çocuk şarkısı mırıldanarak -Minel söyleyince dilime dolanıyordu- tabaklarımızı hazırladım. Benimkisi geniş, siyah bir tabaktı. Minel'in tabağıysa daha küçüktü, açık sarıydı, köşesinde bir ayıcık vardı. Sürekli çocuk eşyaları baktığım için internete girdiğim an reklamlarda böyle şeyler çıkıyordu, ben de ne kadar sevineceğini düşünüp alıyordum. Şımartmaksa şımartmaktı, her şeyin en güzelini hak ediyordu benim meleğim.

Tabaklar hazır olunca -pek sürmemişti, artık çok iyi bit aşçıydım- çatal kaşık çekmecesini açtım. Bir ördek daha vardı burada. Hatta... İki, üç ve dört. Dört ördek daha vardı. Küçük, sarı ördekleri avcumda topladım. İmkânı yoktu Minel'in bu kadar oyuncağını buraya getirip unutmasının, başka bir yerde de unutmazdı zaten. Çok dikkatliydi, eşyalarına çok özen gösteriyordu benim güneşim.

Bana şaka ya da sürpriz yapıyordu, bunun bilinciyle dudaklarım kıvrılırken tabakları almadan bahçeye çıktım. Önce bir gıdıklayıp öpecektim, sonra kahvaltıya çağırırdım.

Ortada gözükmüyordu, kulübede olmalıydı. "Minel? Babacığım?" diye seslendim hâlâ gülümserken. Kulübenin önünde durdum, içeri girmem zordu, bir de hapşırıyordum, bu yüzden buradan sesleniyordum. "Dışarı çıkabilir misin?"

"Tamam babacım, geyiyoyum!" demesini bekledim ama olmadı, kaşlarım hafifçe çatılırken "Çiçeğim?" dedim. Kedi'yle oynamaya dalmış olabilirdi ya da belki video çekiyordu. Kamerasını almış mıydı?

Ufak pencerenin önüne geçtim, içeride gözükmüyordu. Emin olmak için eğilerek kapıyı ittirdim. Gövdemi içeri uzattım. "Bebeğim, burada mısın?"

Yoktu.

İçime bir endişe hâkim oldu. "Sakin ol Gökhan, kızını korkutma." dedim kendi kendime. Ufak tefekti, görmemiş olabilirdim, kesin bahçedeki bir şeyi inceliyordu. Bir solucan görmüştü veya karınca... Öyle olması lazımdı.

"Minel, babacığım?" Sesim yüksekti ama duyup cevap veren olmadı. Yapayalnızdım sanki.

Sakin ol Gökhan, sakin ol. Hemen endişelenemezsin, sakin ol. Babasın sen, kendine gel.

Zihnimi yokladım. Düşebileceği, kendini kapatabileceği bir yer yoktu. Elim sımsıkı yumruk olmuştu, plastik ördekler canımı acıtıyordu ama hiçbir yere bırakamazdım onları, kızıma verip "Ördeklerini buldum." diyecektim. Burada bir yerdeydi.

Bahçenin arka kısmına, denizi gören tarafa koştum. Masa boştu, hasır sandalyeye baktım. Orada da yoktu. "Minel?" dedim bir kez daha. Kalbim ağrıyordu, çok az koşmuştum ama nefesim gidiyordu. Elimi göğsüme götürdüm. "Saçmalama!" dedim kendi kendime. "Bir şey yok, bir şey yok!"

Bahçenin diğer tarafına geçerken istediğim kadar hızlı değildim. Dünya dönüyordu, içimde çok kötü bir his vardı. Ördekler avcumdaydı, terliyordum. Ter... Şakağımdan aktı, künyem beni rahatsız ediyordu, tişörtüm çok yapışıktı.

"Minel? Babacığım? Neredesin, ses ver! Endişeleniyorum, lütfen!"

Kendi çevremde döndüm. Bahçem kâbusumla birleşiyordu, sanki her yer sisliydi, sanki inci tanemin sarı tişörtünü bulacaktım. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. "Burada." dedim kendime. "Burada, bulacaksın. Oyun oynuyor. Oyun oynuyor, tamam."

Minel beni endişelendirecek bir oyun oynamazdı.

"Çocuk." dedim bahçe kapısına giderken. Korumalara soracaktım meleğimi görüp görmediklerini. "Çocuktur, yaramazlık yapmak istemiştir. Çocuk daha. Saklanmıştır." Kendimi ikna etmeye çalışıyordum ama olmuyordu, telefonumu cebimden çıkarmıştım, babamın numarası ekrandaydı.

Aramama gerek kalmayacaktı. Ne babamı arayacaktım ne polisi, benim kızım buradaydı. Korumalar kesin görmüştü. Şimdi soracak ve...

Bahçenin demir kapısı... Demir kapı neden aralıktı? Dışarı çıktım. Korumalar neden yerdeydi? Neden kimse ayakta değildi?

"Hayır, hayır. Hayır." Kendi kendime sayıklarken üzerlerinde gezdirdim gözlerimi. Hiçbirinde kan yoktu, yere eğilip birinin nabzına baktım, atıyordu, adamı sarstım. "Uyan, uyan, hadi." Pelte gibiydi, kalkmadı. Ayaklanıp etrafa baktım.

Kapı açıktı. Korumalar yerdeydi. Kızım ortada yoktu.

"Allah'ım yalvarırım... Allah'ım lütfen, Allah'ım..."

Gerçek... Hayır, gerçek değildi düşündüğüm. Bir şey olmayacaktı Minel'e, herkes öyle demişti. Minel de öyle demişti. Ellerini yanaklarıma koyup "Biy şey oymucak." dememiş miydi?

Kızlar babalarına yalan söylemez.

Babalar kızlarını korur.


Korumaların hiçbiri uyanmıyordu, hepsini sarsmıştım, ambulans yoldaydı, bir ara aramıştım ama ne dediğimi hatırlamıyordum. Meleğim yoktu, benim güzrlim yoktu.

"Kameralar... Tamam, orada gözükür. Bahçede... Bir yere gitti." Boşu boşuna söylüyordum bunları, gerçek hızla atan kalbimdeydi. Göğsüm o kadar ağrıyordu ki nefesim kesiliyordu acıdan. Gözlerim... Gözlerim mi doluydu?

Benim kızımı benden, evinden alıp götürmüşlerdi.

Kalan biraz mantığımla kameralara bakmak için içeri geçecektim ki sarı bir şey çarptı gözüme. Sarı, Minel'di. Sarı mutluluk rengiydi. Sarı oyuncaklar, tabaklar, sarı battaniye, sarı saçlar...

Kana bulanan sarı tişört.

O an kana bulanan, sonra simsiyaha dönen o tişörtü tekrar görür gibi oldum, dünya yan döndü. Zemin eğikti, bir yerden destek almaya çalıştım ama elim gördüğüm şeylere yetişmiyordu. Zar zor yürüdüm oraya. Korumalar her yerdeydi. Düşecek gibi oldum ama yürüdüm.

İyice yaklaşınca bulanık gözlerim ancak seçti yerdekini.

Tavşan, kızımın tavşanı. Her zaman atmak istediğim, nefret ettiğim tavşan. Kızımın ilk arkadaşı.

Eleman, tavşan bozuntusu, denize mi atsam, yeni tavşanlar alıp ailesi desem, canı yerde yatmak istemiştir, tavşanı bıraksan mı güzelim...

Hayıy, o benim tavşanım.


Sarı tulumlu tavşanı aldım yerden, Minel ayrılmazdı bundan. Hep kulağından tutardı onu, sarılırdı, hemen yanımıza getirirdi. Bu sabah, daha bu sabah çiçek sularken yanına oturtmuştu.

"Hayır." diye mırıldandım. Sesim titredi, burnum sızladı. Dünya sanki... Sanki dönmüyordu artık, kızım yoktu. Tavşanı evin dışındaydı. Güvende olduğunu söylediğim evin dışındaydı ve kızım yoktu.

"Minel?" dedim bir kez daha. Ses gelmedi. Kimse... Hayır, kimse değil, meleğim "Buydayım babacım!" demedi. En ihtiyacım olan anda kimsesiz kaldım, üşüyordum sanki, o ufacık eller o kadar ısıtıyordu ki beni şimdi... Buz gibiydi yer, ellerim, buz...

Ördekler avcumdaydı, tavşan diğer elimde.

Kızım?

Kızım?

Kızım yoktu. Onsuz tatsız tuzsuz olan hayatım daha da beterdi, her şey simsiyahtı, her şey dönüyordu ama dünya durmuştu, bir o dönmüyordu. Bir de kızım...

Babalar kızlarını korur.

Hayır, bazı babalar koruyamaz.

Loading...
0%