Yeni Üyelik
23.
Bölüm

🐣56🐣

@imposiblety

 

Not: Polis soruşturmaları vs. hakkında bir bilgim yok, uzman değilim, gerçekliğe uygun bir şey olmayabilir. Her şey kurgu zaten, biliyorsunuz siz de. İyi okumalar dilerim.

Imposiblety'den

Aktunalar ailesinin ricası üzerine teknesi bulunan ve maddi durumu normalden daha güçlü insanların hepsi denizdeydi. Polislerin gece arama yapılamayacağını, üstüne üstlük arama emri için bir kanıt gerektiğini söylemeleri üzerine Raif düşmanı veya rakibi olmayan, vaktinde beraber iş yaptığı yahut ailesi aracılığıyla tanıştığı herkesi aramış ve onlardan denize açılmalarını, diğer tekne ve gemilere yakın durmalarını rica etmişti bir ümit.

"Bu işe yaramaz." Gökhan denize bakarken başını iki yana salladı, daha sonra elini teknenin korkuluk kısmı olan paslanmaz demire vurdu. "Geminin içinde ona bir şey yaparlarsa fark edecekler mi?" Doldu gözleri, yerine çöktü.

"Bitti." Artık ne ağlayacak gücü kalmıştı ne bağıracak, güneş doğmak üzereydi ve saatlerdir bu iki şeyi yapıyordu zaten, elinden başka bir şey gelmiyordu.

"Güneş doğacak ablacığım, o zaman arama emri..."

"Kime arama emri abla?" diye isyan etti, yutkundu, dolu gözlerini her zaman içini rahatlatırken şu an mahveden dalgalara çevirdi. "Kim olduklarını bile bilmiyoruz, bulamadık, yok." Başını iki yana salladı yüzü hafifçe buruşurken. "Koskoca aileyiz ama bir adamı bulamadık." Sesi kısıktı, bağırmaktan dolayı böyle olmuştu. Sustu iyice sesini kaybetmemek için, denize bakmayı bırakıp dirseklerini dizlerine yaslarken saçlarını çekiştirdi.

Minel'inin sevimli yüzü geldi gözlerinin önüne, yine ağlayacak gibi olduğunda küfretti. Hak etmiyordu, ağlamayı da hak etmiyordu. Koruyamamıştı kızını ve şimdi...

Seni çok ösyedim babacım.

Boğazı düğüm düğümdü, yutkundu tekrar ve tekrar. Raif'in elini sırtında hissetti, yat iki yana sallanırken ılık bir rüzgar esiyordu.

"Oğlum..." Başka bir şey diyemedi Raif, onun da ümitleri tükenmişti. Yaş almış kalbinde derin bir sancı vardı, yeni kavuştuğu ve bakmaya kıyamadığı, dizine oturup dilinin döndüğünce bir şeyler anlattığında fark bile etmeden gülümsediği torununu bulacaklarına, yine mutlu olacaklarına dair hayal dahi kuramıyordu artık.

Sessizce durdular orada Hale, Gökhan ve Raif. Hakan başka bir gemideydi, Engin'se başka birindeydi. Gülten hastanedeydi, videonun haberini Kuzey telefonda Hakan'la konuşurken duymuş ve arkasından gelen Doruk'un kollarına "Minel, canımın içi..." diye sayıklayarak bayılmıştı. Çocuklar onun yanındalardı, Arda babaannesinin damar yolu açılmamış elini tutuyordu hafifçe, Ayaz'sa baş ucunda oturuyordu ayaklarını kendine çekip başını kucağına gömmüş bir şekilde, ağlıyordu sessiz sessiz. Kuzey ve Doruk'sa sürekli haberleri takip ediyor, koridora çıkıp babalarını, amca ve dedelerini arıyorlardı habire. Doruk'un ayakta duracak gücü yoktu, ayağa her kalkışlarında Kuzey ona destek oluyordu.

"Anlamadı, bize geleceğini düşündü. Mutlu oldu."

Gökhan'ın kendi kendine söyledikleri Hale'nin yanağının içini ısırmasına neden oldu, kendisine Gökhan'a destek olması gerektiğini hatırlatarak sakinleşmeye çalışsa da an meselesiydi babasının kollarına sığınıp uyuyakalıncaya kadar, gözlerinde yaş kalmayıncaya kadar hıçkıra hıçkıra ağlaması.

Derin bir sessizliğin eşliğinde, güneşin ilk ve soluk ışınları denize vururken Raif'in telefonu çaldı. Gökhan başını kaldırdı hemen, Hale'nin kahve hareleri babasına çevrildi.

"Efendim?"

Raif'in yorgun, beş altı günde beş altı yıl geçmiş gibi çöken yüzünde soluk bir heyecan, bir tedirginlik oldu. "Ne? Nerede?" dedi ayağa kalkarken. "Bulundu mu?" Bir ümit oluştu sesinde, ancak anlıyordu söylenenleri.

Gökhan altı gündür ilk kez nefes alabiliyormuş gibi hissetti, ayağa kalktı, babasının gözlerinin içine baktı yalvarırcasına. "Bulundu mu?" diye mırıldandı. "Baba bulundu mu?"

Raif eliyle "Bir dakika..." der gibi bir işaret yaptıktan sonra söylenenlere odaklandı. Her saniye daha da aydınlandı yüzü. "Geliyoruz!" derken büyük bir yaşam enerjisi geldi harelerine. "Geliyoruz hemen."

"Baba sesini duyayım." Gökhan inci tanesinin bulunduğunu anlamıştı, gözleri yaşarırken "Baba..." dedi bir kez daha. Raif üzerindeki mavi menevişlere dayanamadı, oğlunun ayakta kalmak için buna ihtiyacı olduğunu biliyordu. "Telefonu Minel'e verebilir misin?" diye sordu telefonun ucundaki her kimse ona.

Gökhan bir an göremedi etrafı, her yer bulanıklaşmıştı. Elinin tersiyle sildi gözlerini sertçe, Hale elini omzuna koyup sıktı. "Tamam ablacığım, bitti!" derken büyük bir ümit vardı sesinde. "Bitti!"

Raif telefonu hoparlöre aldı, ve yabancı insanların seslerini, birkaç hışırtıyı duydular. Sonrasında tüm bu gürültü azaldı, en son ufak bir gürültüden sonra "Babacım?" diyen bir ses, oldukça tanıdık bir ses duyuldu. "Dede?"

Gökhan kaldıramadı bu duyguları, az önce oturduğu koltuğa çökerken sessizce akıttı gözyaşlarını. Raif onun bu haline baktı, şu anlık cevap veremeyeceğini anlayınca "Bir tanem?" diye seslendi telefonun diğer ucunda bekleyen, sudan çıkarıldığı için iki farklı battaniyeye yalnızca yüzü açıkta kalacak şekilde sarılmış kız çocuğuna.

"Dedecim!" Yüzü aydınlandı inci tanesinin, o siyahlı adamlardan kurtulmasına rağmen hiçbir zaman rahatlayamamıştı ailesini görmediği için fakat şimdi telefonda konuşuyorlardı, güvendeydi.

"Neydeşiniz? Ne zaman ayıcakşınız beni?"

"Şimdi geliyoruz bebeğim benim, şimdi geliyoruz güneşim." Bunu söyleyen gözlerini silerek ayağa kalkan Gökhan'dı, inci tanesi yerinde duramadı o an, kollarını battaniyeden çıkarıp salladı telefonu almaya çalışmadan hemen önce. "Baba... Hemen gey, noyuy."

Telefonu tutan, Aktunaların senelerdir iş yaptığı ve ahlaklarından oldukça memnun kaldığı Elginlerden Vural kızın sesindeki titremeyi fark edince gülümsedi, eşi Demet nazikçe battaniyeyi düzeltip kız çocuğunun kollarını içeri sokarken o da kızın saçlarını okşadı.

"Geleceğim güzelim, hemen orada olacağım. Korkma, tamam mı?"

"Koykmuyoyum." Hâlâ daha korkuyordu aslında, titriyordu bazen. Kolay şeyler yaşamamıştı. O teknenin rutubetli ve karanlık odası, odanın kokusu, demir kapının açılış sesi, karşısına kurulan kamera uzunca bir süre kâbuslarına konuk olacaktı.

Raif ve Hale'nin verdiği komutlarla yat kıyıya yanaşmıştı son süratle. Gökhan elinde sımsıkı tuttuğu telefondan nereye gitmesi gerektiğini duyar duymaz yere atladı, cebindeki anahtarı yoklayarak arabasına koştu. Birkaç saat öncesine kadar tüm umutları tükenmişken, kızı olmadan nasıl yaşayacağını, onun evdeki izleriyle ve hayatındaki etkisiyle nasıl boğuşacağını, bunu beceremeyip delireceğini düşünürken şimdi onun sesini duyuyordu. Onunla konuşuyordu.

"Geliyorum babacığım, geliyorum biriciğim."

"Bekyi..." İç çekti kız. "Bekyiyoyum."

Telefonu kapattı ne Gökhan ne Minel. Demet üşümesin diye küçük kıza sarıldı iki kat battaniyeye rağmen. Konuşması, mimikleri, yarım kelimeleri kendi kızının on dört sene önceki çocukluğunu hatırlatmıştı ona; anne yüreği göz bebeklerindeki korkuya ve kimsesizliğe dayanamıyordu, ailesi gelene kadar çok sıcak hissettirmeliydi bu meleğe.

"İyi misin çiçeğim? Bir yerin acıyor mu babam?"

Çok erken olmasının etkisiyle bomboş olan yolları hız limitlerine pek uymadan geçerken bir yandan da hayal görmediğini anlamaya çalışıyordu Gökhan.

"İyiyim babacım." İç çekti kız yine. "Acımıyoy."

Gökhan kızına güvenemedi, canı acısa bile söylemeyeceğini hissetmişti bu durumdayken. Hem kim bilir nasıl davranmış, neler söylemişlerdi ona? Yine pamuklara saracaktı kızını, ipeklere. Saçlarını tararken her bir teli ayrı ayrı okşayacaktı.

Hakan'la yakın yaşta olması dolayısıyla onunla muhabbeti bulunan ve Gökhan'ı da tanıyan Vural "Gökhan?" diye araya girdi. "Ne olur ne olmaz diye ambulansı çağırdık ama vücudunda birkaç morluk haricinde bir şey yok, Demet her yerini kontrol etti, açık yarası yok." Yuttuğu suyu çıkardığından emin olduktan sonra ilk işleri bu olmuştu.

"Teşekkür ederim."

Gökhan'ın sesinde öyle bir minnet vardı ki hem Demet hem de Vural anladılar hayatları boyunca bu adamın kendilerine borçlu kalmış gibi hissedeceğini. Oysa bir şey yapmamışlardı. Raif onlardan rica edince denize açılmışlar, bir tekneden ufak bir şeyin denize atıldığını görür gibi olunca hemen o tarafa gidip çırpınan kızı sudan çıkarmışlardı. Müdahale ettikten sonra da polisi arayarak tekneyi haber vermişlerdi adamların kaçmasını istemedikleri için.

"Önemli değil, bizim de kızlarımız var, biliriz nasıl bir şey olduğunu." On sekiz senelik bir kız babasıydı; üstüne üstlül bir kızını kaybetme riski yaşayalı, yoğun bakımın önünde bekleyeli yalnızca bir iki ay geçmişti. Aynı acıyı başka bir babanın tatmaması için elinden geleni yapardı.

"Olsun, yine de..." Devam etmedi Gökhan, kendi annesi meleğine neler yaşatmışken yabancı insanların bu yaptığı çok büyük bir iyilikti.

"Neydeşin babacım?"

Minel'in battaniyenin içinde kalan kollarıyla yüzüne gelen saçları itmeye çalışarak sorduğu soru Gökhan'ı gülümsetti, yolda olduğunu düşünüp kendine hakim olmasa gözleri de dolardı; o kadar özlemişti ki güneşinin bu sorularını, konuşmasını, varlığını...

"Geliyorum bir tanem, çok yaklaştım. Geliyorum çiçeğim."

Demet kızın yüzüne yapışan saçları itti tüy gibi dokunuşlarla, yavaş yapıyordu ne yapıyorsa, irkiliyordu kız çocuğu. Sonrasında başına da sardıkları battaniyeyi düzelterek alnına doğru kapattı, sabah serinliğinde kızın hipotermi geçirmesi istedikleri son şey bile değildi.

Gökhan bir şey daha diyecekken ambulans sirenleri duyuldu telefonun Minel'in olduğu ucundan. Kız gözlerini kırpıştırdı, Vural hemen açıklama yaptı Gökhan'a. "Çağırdığımız ambulans geldi. Hastaneye geçmek için seni bekleyelim mi, oraya mı gelirsin?"

Gökhan kızına bir an önce kavuşmak istiyordu ama bir şey olmuş olabileceği ihtimali de zihninin bir köşesindeydi. "Geçin." dedi bu ihtimalle. "Peşinize takılırım, çok yaklaştım."

Sonrası bir hengameydi. Minel Demet'le beraber, telefonu da alarak, ambulansa bindi. Sağlık çalışanları onu kontrol ederken Vural da arabasındaydı, ambulansın peşine takılacaktı. Demet hangi hastaneye gideceklerini sorup Gökhan'a komutlar verirken kız çocuğu yabancısı olduğu ortama bakıyor, telefondaki babasının varlığıyla güç buluyordu.

En yakındaki hastaneye gitmeleri on beş dakika sürdü, Gökhan bir noktada ambulansa ve Vural'a yetişmiş, meleğini dakikalar içinde göreceğinin heyecanıyla gitmişti hastaneye kadar olan yolu, her şey bir rüya gibiydi, inanamıyordu birazdan ona sarılabileceğine.

Hastanenin önünde durduklarında Gökhan arabasını umursamadı, anahtarı dahi üzerinde bırakarak indi. Ambulasın arkasında bekledi yüreği ağzında. Kapılar açıldığında ve sedyenin üzerinde uzanan, battaniyeye sarılı bebeğini gördüğünde onun yanında güçlü olması gerektiğini bilmeseydi oturup ağlardı.

"Babacım!"

"Güneşim!"

İndirilen sedyedeki kızını kendine çekti belinden kavrayarak, Minel battaniyenin içindeki kollarını çıkarıp babasının boynuna sardı.

"Şükürler olsun, Allah'ım şükürler olsun, şükürler olsun. Geldin, geldin, buradasın. Allah'ım şükürler olsun. İyi, iyi, Minel iyi. Minel iyi. İyisin babacığım, geldin, bana geri geldin."

Gökhan inci tanesinin görmeyeceğini düşünüp gözleri dolu bir şekilde mırıldanarak, şükürler ederek Minel'in boynundan art arda öpücükler çaldı, yaşları geri göndermeyi başarınca geri çekildi, kızının yüzünü avuçları arasına alırken "İyi misin bebeğim?" diye sordu. Saçlarını okşadı titreyen, fazlasıyla titreyen elleriyle. Dizleri bile titriyordu sanki, ayakta duracak hali yoktu bir yandan da meleği için her şeyi yapabilecek, an itibariyle her şeye göğüs gerebilecek gibi hissederken. "İyi misin inci tanem?"

Cevap beklemedi, ellerini bebeğinin dirseklerine kaydırırken tüm vücudunu kontrol etmek için gözlerini aşağı indirdi, battaniyenin varlığını hatırladı, birkaç saniyeliğine battaniyeyi çekti çiçeğinin bir yerinde bir yara olmadığından emin olmak için. "İyi misin biriciğim?"

Kız çocuğunun kırmızı kalpli toz pembe pijamaları hâlâ daha neredeyse tamamen ıslaktı bazı bukleleri kuruyan saçlarının aksine, bu yüzden titredi, zaten sabahın erken saatleriydi ve hava normal bir insana göre olmasa da Minel gibi sudan yeni çıkmış, soğuğu sevmeyen üç yaşındaki bir kız çocuğuna göre serindi. "İyiyim..." derken dişleri birbirine çarptı. "İyiyim babacım." Her saniye "babacım" demek, Gökhan'a seslenmek istiyordu o ışıktan nasibini pek almamış, soğuk demirden odada kimsenin seslenişlerine bir karşılık vermediği anları telafi etmek için.

"İyisin tabii, iyisin. Benimlesin, buradasın. Şükürler olsun, Allah'ım şükürler olsun. İyisin tabii ki bebeğim benim, iyisin."

Gökhan hemen önce lacivert battaniyeyi, sonra gri battaniyeyi ona tekrar sarıp Minel'i o haliyle kucağına aldı, kızın kolları da içeride kalmıştı, Gökhan özellikle dikkat etmişti böyle olmasına, meleğine doğru düzgün yemek vermediklerine de emindi, zira kızın yanakları altı günde içeri çökmüştü, hastalıklara açık olmalıydı.

Biriciği başını boynuna gizlediğinde Gökhan ambulanstan inen ve baba kızı gülümseyerek izleyen Demet'e, arabasını park edip gelen ve ister istemez kendisini bir kız babası olarak Gökhan'ın yerine koyduğu için oluşturduğu olumsuz duyguları baba kızı böyle görmesiyle ancak silinen, ancak rahatlayan Vural'a baktı.

"Teşekkür ederim."

Cümlesi minnet doluydu. Bundan sonraki tüm hayatı boyunca Elginler için elinden gelen her şeyi yapacak, her zor anlarında yanlarında olacaktı. Meleğini ona geri getirmişlerdi, biriciğinin sıcak nefesini hissediyordu, boynu gıdıklanıyordu havludan çıkan ufak buklelerle, bu hisleri hiçbir şeye değişmezdi.

Minel üşüyecekti, daha fazla bir şey söylemeden hastaneye yürüdü. Sonrasında tekrar teşekkür edebilirdi, şu an önceliği kollarındaki ufak bedenin hastalıklara yenilmemesiydi.

Kalabalık olan, çocuk ağlamaları duyulan acilde yürürken bir yandan da öpüyordu inci tanesini. "İyisin güzelim." diyordu kendini ikna edebilmek için. "İyisin bir tanem, iyisin çiçeğim."

Minel günlerdir yaşadığı kâbustan sonra babasının sıcak, güven verici kollarında olmasıyla mayıştı. Onu suya attıklarında çok korkmuştu, dalgalar karanlıktı, abilerinin ve Ayaz'ın ona yüzmeyi öğretmeye çalıştığı havuz gibi berrak yahut dingin değildi hiçbir şey. En azından çırpınırken çıkarmış, yatlarındaki battaniyelere sarmışlardı onu Elginler.

"Geymicekyey, di mi?"

Gökhan kızının mırıltısını duyunca endişeyle başını eğdi. "Efendim meleğim?" dedi onu hasta yatağına yatırırken, doktorların ona işaret ettiği yere girmişti "Suya düştü kızım, birkaç gündür kayıptı, kontrol..." gibi bir sürü şeyi mantıksızca sıraladıktan sonra.

"Ne oldu babacığım? Bir yerin mi ağrıyor? Söyle güzelim, her şeyi söyle."

Aklı çıkıyordu şu an, ona yeni kavuşmuşken bir şey olacak diye kalbi göğüs kafesinden çıkacakmış gibi atıyordu. Saçlarını geriye iterek alnını okşadı. "Ne oldu güneşim?"

"Geymicekyey, di mi? Aymıcakyay beni? Koykuyoyum."

Gökhan duraksadı, kendine gelmesi uzun sürmedi, Minel'in karşısındayken hiçbir şekilde belli edemezdi olumsuz duygularını, o hislere kapılamazdı. "Hayır." derken sesinde büyük bir güven, büyük bir kesinlik vardı bu yüzden. "Hayır biriciğim, gelmeyecekler."

"Çok koyktum." Kız çocuğunun titreyen sesiyle onu göğsüne bastırdı. "Geçti." Saçlarından öptü, defalarca öptü. "Geçti, yanımdasın artık, geçti." Kızının varlığını hissedebilmek, güç toplayabilmek için avuç içini okşadı başparmağıyla. "Bitti bebeğim benim, bitti en güzelim, bitti."

Gerekirse yurt dışında, bir ormanın ortasında, onlarca korumayla yaşar; her şeyi kızının ayağına getirirdi öğretmenler, oynayacağı oyuncaklar, alışveriş yapacağı mağazalar dahil. Tehlikeye atmazdı onu bir kez daha, zaten yeterince mahvetmişti inci tanesini, kızının bu kaçırılma olayını uzunca bir süre atlatamayacağına adının Gökhan olduğuna emin olduğu kadar emindi.

Doktor gelince konuşmayı bıraktı ama kızının elinden çekmedi başparmağını. Gözlerini de bir an bile ayırmadı ondan, kapı açıldığında ve önde Raif ve Hale, arkada Engin ve Hakan içeri girdiğinde bile.

"Bebişim!"

"Bir tanem..."

"Bal kızım..."

"Güzelim..."

Bir ağızdan konuştuklarında Minel tüm yorgunluğuna rağmen gülümsedi, bu sevgiyi çok özlemişti. Gözlerini yavaşça açıp kapattı. "Ben geydim." Sesi kısıktı.

Hale yatağın Gökhan'ın olmadığı tarafına otururken Engin de hemen onun arkasına geçti; Raif babaları, Hakan'sa en büyük çocuk olması etkisiyle öncelik vermişlerdi bu ikiliye. Hem Hale çok etkilenmişti tıpkı Nida'nın ölümünü hatırlayarak kötü ihtimalleri kafasında kurup durduğu için uyuyamayan, gözleri kıpkırmızı kesilen Engin gibi.

"Hoş geldin bebişim, iyi ki geldin."

"Evet ballım, çok özledik seni."

Kız çocuğu gözlerini bir kez daha açıp kapattı, uyursa eğer günlerce kalkmayacakmış gibi hissediyordu doktor vücudunu kontrol ederken.

"Vücudunda bir şey gözükmüyor ama her ihtimale karşı kan ve idrar tahlili alalım. Sonuçlar çıkana kadar da bir şey yememesi iyi olur, yalnızca su içsin." Bunları söyledikten sonra Minel'e döndü doktor. "Olur mu küçük hanım?"

Başını salladı Minel. "Oyuy." Gözünü ovuşturdu, tekrar battaniyeye uzandı. Raif elinde tuttuğu kağıt poşeti hatırladı o an. "Kıyafet aldık." diyerek torununun dikkatini çekince tebessüm etti. "Suya düştüğünü duyunca üşüyeceğini düşündük."

Gökhan önden bir hışımla gidince onun tamamiyle Minel'i görmeye odaklandığını anlamışlar, hipotermi ihtimalinden korktuklarını ve inci tanesinin nasıl bir halde olduğunu bilmedikleri için Kâmil'e haber vererek en yakın olduğu evden inci tanesine kıyafet getirmesini istemişlerdi.

"Teşekküy edeyim." Gökhan Minel'in saçlarını okşadı içi gide gide, sonra alnına bir öpücük kondurup Raif'e döndü. "Başka bir hastaneye geçelim, daha iyi doktorlar baksın tahlil sonuçlarına."

"Kıyafetlerini değiş, tahlilleri versin de öyle gidelim. Geciktirmeyelim."

Başını salladı Gökhan, battaniyeye kendini dürmüş Minel'e döndüğünde diğer Aktunalar inci tanesinden uzaklaşmak istemeseler de kız çocuğunu utandırmak istemedikleri, daha da önemlisi mahremiyetine saygı duydukları için odadan çıktılar sessizce.

"Battaniyeyi alıyorum babacığım çünkü üzerini değişeceğiz, tamam mı?" Her şeyi söylüyordu çünkü Minel'in son günlerde ne yaşadığından haberdar değildi, onu ürkütmek istemiyordu.

"Tamam."

Önce kız çocuğunu doğrulttu, battaniyeyi açtı. Sonrasında ıslak kıyafetleri oldukça hızlı bir şekilde çıkarıp poşetteki kıyafetleri giydirdi kızına. Uzun çoraplarını da giydirmesinin ardından bebeğini yatağın diğer tarafına yatırdı yastığın öteki yüzünü çevirerek, ıslak çarşaftan ve yastık yüzünden pratik bir çözümle uzaklaşmış olmuşlardı böylece.

"Şimdi saçını kurulayalım biriciğim." Battaniyenin kuru kalan nadir kısımlarından birini nazikçe buklelerde gezdirdi. Sürekli alnından, burnundan, şakağından öpüyordu bir yandan da Minel'in, hâlâ inanamıyordu mucizesinin sapasağlam bir şekilde yanında olduğuna.

"Çok iyi benim kızım. Benim güzelim geri geldi, onun için her şeyi yapacağım şimdi. Hiç yanından ayrılmayacağım, her zaman beraber duracağız çiçeğimle. Hiçbir yerde yalnız bırakmayacağım biriciğimi."

Minel gördüğü şefkatin tadını çıkardı. Parmakları babasının künyesine uzanmıştı yine, göz bebeklerini adamın keskin ama merhametli yüz hatlarından çekmeden durdu öylece. O kadar özlemişti ki bu odunsu kokulu, güven verici, sevgi dolu, kibar adamı; babasını...

"Benim künyem... Şey... Kayboydu."

Gökhan duyduğu mırıltıyla gülümsedi. "Bulduk onu biz bebeğim, üzülme." O zaman künyenin bulunması onu yıkmış, dağıtmış bir olayken şimdi tebessüm ediyordu cümlesine henüz başlamadan, çiçeği yanında olduğu sürece en kötü anları bile hiç üzülmemiş gibi anlatabilirdi ona, güçlü durabilirdi.

"Geyçekten mi?"

"Gerçekten meleğim, gerçekten."

"Teyyikyeyim... Senin aydıkın, keyebekyi teyyikyey..."

"Onları da bulduk inci tanem."

Minel'in içi rahatladı. Künyesi dedesinin, terlikleri babasının hediyesiydi. Onları bulamasalardı çok üzülürdü, künyesini kolundan aldıklarında da sessizce ağlamıştı zaten.

Gökhan saçlarının biraz kuruduğundan emin olunca Minel'i kucaklayarak ayağa kalktı. "Test yapılacak biriciğim." diye açıkladıktan sonra koridora çıktı. Raif idrar kabını ona uzatırken Hakan "Kan alınacak yer şurada." diyerek bir yeri gösterdi, Gökhan Minel'in kıyafetlerini değiştirirken her şeyi halletmeye çalışmışlardı baba kızın daha fazla yorulmaması için.

"Ben de geleyim." Ayağa kalktı Hale. "Erkekler tuvaletine sokmayalım Minel'i, benimle kadınlar tuvaletine gelsin." Gökhan başını salladı, kızını başını boynuna bastırarak içeri sokmayı planlıyordu ablası konuşmadan önce, Hale'nin teklifini onaylamak çok daha mantıklıydı bu yüzden.

Önce lavaboya gittiler, Hale idrar kabını laboratuvara götürürken korumaların yarısı da onu takip etti, Kâmil kıyafetleri getirirken yatta Aktunaların yanında olmayan ve Gülten'in, çocukların bulunduğu hastanenin önüne yığılmış korumalardan bazılarını buraya yönlendirmişti. Marketten aldıkları kutu içeceklerin içine uyku ilacı enjekte edilmesi korumaların niteliksiz olduğunu göstermezdi, böyle bir durum korumaları çoğu ciddi durumla alakalı tembihleyen Gökhan'ın dahi aklına gelmemişti. Bu yüzdendi kovulmamış olmaları, Gökhan'dan sağlam bir azar yememeleri.

Kan alınacak yere geldiklerinde o koltukları hatırladı Minel. Başına ne geleceğini anladı. "Baba..." derken sesi zayıftı. "Neden yine?"

Gökhan inci tanesinin hastanelerden, iğnelerden bunaldığının farkındaydı. "Tedbir için biriciğim." derken bunun vicdan azabı vardı içinde. Aşılarını olması gerekiyordu, bundan dolayı vicdanı sızlamıyordu ancak alerjisi, hastalığı ve şimdi kaçırılması...

"Ne?"

"Bir şey olmadığından emin olmak için."

Gökhan eğimli sandalyeye oturup Minel'i dizine oturttururken hemşireye baktı. "Minel Aktuna, kan tahlili." dedikten sonra kızına döndü.

"İyiyim babacım, geyçekten." Minel parlak mavi gözlerle denk gelince ikna etmek istemişti Gökhan'ı. "Biyascık... Şey, koyktum." Gözlerini kaçırıp tişörtünü sıktı, Gökhan saçlarını okşayınca devam etti. "Başka oymadı."

"Olsun güzelim, biz yine de bakalım. Hem üzülmemi istemezsin, değil mi?"

Minel'i bir şeye ikna etmenin en kolay yolu merhametine, sevgisine oynamaktı. Nitekim Gökhan'ın beklediği gibi oldu. Kız çocuğu "İştemem." diye mırıldandıktan sonra elini öne uzattı hemşirenin pamukla silmesi için.

Kan alınırken yüzünü Gökhan'a gizledi, adam bu hissi tekrar yaşamak için birkaç saat önce her şeyini vereceğini hatırlayarak kollarını daha sıkı sardı meleğine. Zaten öncesinde de evhamlı bir insandı, şimdi kendisi de bilmiyordu nasıl kendine hakim olup kız çocuğunu bunaltmadan ona gelebilecek en küçük zararı dahi engelleyeceğini.

"Geçmiş olsun."

Hemşire bunu söyler söylemez Gökhan ayaklandı, yavaşça az önce oturdukları odaya ilerledi. İçeri girdi, diğer Aktunalar dışarıda bekledi biraz yalnız vakit verebilmek için baba ve kıza.

Gökhan Minel'i yatağın ıslak olmayan tarafına yatırdıktan sonra nemli olan buklelerini bir kez daha kuruladı battaniyenin izin verdiğince. Babasının saçlarını kurulayışı nefeslerini dinginleştirdi, gözleri kapanmaya başladı.

Gökhan korkuyordu Minel'e bir şey olduğu ama fark edemedikleri ihtimalinden, bu yüzden her ne kadar onu kollarında uyutmak istese de "Güzelim..." deyip alnından öperek uykusunu açmaya çalıştı. "Uyuma babam, lütfen. Biz seni çok özledik, biraz konuşalım, olmaz mı?"

Minel kirpiklerini araladı, babasına bir süre baktıktan sonra gözünü ovuşturdu. "Konuşayım babacım. Ben de... Şey, ben de şizi özyedim."

Gökhan tebessüm etti, kızını canını yakmaktan korka korka doğrulttu, kolunu beline sararak kendisine yasladı onu. "Gelin." diye seslendi kapının dışında bekleyen ailesine.

Minel babasının beline sardı kollarını. Hali yoktu neşeyle konuşmaya, hem korkuyordu, gözünün önünden gitmiyordu o adamlar. Kendisine video çeken adamın sakalları, kötü gülüşü aklına gelince yüzünü Gökhan'ın gövdesine gömdü.

"Bal kızım bizi görmek istemiyor mu? Neden çevirdin başını amcacığım?"

Engin'in hafifçe gülerek ama bir yandan da merakla, hafif bir endişeyle sorduğu soruya cevap vermedi. Yalnızca Gökhan'ın giydiği tişörtü daha sıkı kavradı, adam bunu hissetti. "Bebeğim..." diye mırıldandı başını eğip inci tanesinin kıvırcıklarından öperken son on dakikadır en az yüz kez öpmemiş gibi. "Korkuyor musun?"

"Hıhı."

Minel'in onaylayışı odadaki herkese derin bir nefes aldırdı; tam inci taneleri normal bir çocuk gibi olmaya başlarken bu kaçırılma olayı onu en başa, belki de daha gerisine döndürmüştü. Hale sesli bir şekilde gülüp abilerine bir şeyler söyleye söyleye onlardan kaçan kız çocuğunun şimdi kendi yüksek sesli konuşmasından yine korktuğunu görürse ne kadar üzüleceğini kestiremiyordu.

"Hepimiz yanındayız bir tanem, korkulacak bir şey yok."

Dedesinin söylediği ona bir kez daha hatırlattı ailesinin yanında olduğunu, derin bir nefes alırken başını kaldırdı. "Babanem neyde?" diye sordu yavaşça. "Abimyey... Ayas? Neydeyey? Geymicekyey mi?" Yüzü düştü bir anda, bluzunu sıkıp bıraktı. "Ösyemediyey mi beni?"

"Özlemez olurlar mı ufaklık?" Yatağın bir kenarına oturdu Hakan oranın ıslak olmasını umursamadan, Minel'in elini tutup üzerini okşadı yavaşça, yeğeninin sesini duyunca kuş kadar hafiflemişti.

"Sadece biz onlara buradan sonra gideceğimiz hastanenin adını söyledik, orada sana bir oda ayarlayacaklar, daha rahat olacaksın."

Minel rahatladı, tekrar babasına yaslandı. Onları burada göremeyince üzülmüştü bir anda. Her zaman el üzerinde tutulduğu için Arda abisinin sessizce ama sıkıca ona sarılmasını, Kuzey abisinin saçlarını okşayıp parmaklarını tek tek öpmesini, Doruk abisinin onu havaya fırlatmasını, Ayaz'ın onu dizine oturtup çiftlikteki tüm değişiklikleri sabırla anlatmasını, babaannesinin o yokken yaptığı örgüleri ona denetmesini ve her seferinde fotoğraflar çekerek en az beş kez öpmesini beklemişti.

Odadaki sessizlik canını sıktığı için "Seninle kuaföre gideceğiz." diyerek atladı Hale. Minel'in gözlerinin üzerine çevrildiğini görünce coşkuyla devam etti. "Saçlarıma bir şeyler yaparız, ne dersin?"

İnci tanesinin gözleri büyüdü. "Hayacım!" dedi kısık ama heyecanlı bir sesle. "Saçyayın... Şey... Kesmeyeyim. Çok güseyyey, keşmeyeyim hayacım."

Hale güldü. "Kesmeyiz bebiş, belki boyatırız."

Minel gözlerini büyüttü. "Ne?"

Herkes onun bu şaşkın hallerini çok özlemişti, Gökhan bir yanağından öperken Hakan eğilip elini öptü; Engin diğer yanağını öpmüş, Raif buklelerini karıştırmıştı.

Minel tebessüm etti her yerden taşan sevgiyle, başını kaldırıp Gökhan'a baktı. "Abimyeye gideyim."

Gökhan dudaklarını ıslattı, az önce başka bir hastaneye geçmek konusunda kararlı olsa da aklına gelen olasılıklar yüzünden doktorlardan uzaklaşmayı istemiyordu şu an.

"Babacığım, azıcık beklesek..." derken buklelerini okşadı kızının. "Tahliller çıksın, o zaman gideriz."

Minel "Gideyim." diye sızlandı. "Gitmek iştiyoyum. Onyayı göyücem, yütfen."

Gökhan ailesine baktı, hiçbiri müdahale etmiyordu, gözlerinden anladı adam kararın kendisine bırakıldığını. Bir kez daha kızının açık yeşillerine baktığında dayanamadı, onu üzmek istemiyordu.

"Tamam biriciğim, gidelim." İnci tanesini kaldırırken "Uzak değil." diye ekledi, sesi kısıktı, zaten amacı kendini ikna etmekti cümlesini başka birine duyurmaktan ziyade.

"Arabayı ben süreyim." Hakan'ın söylediğine itiraz etmedi, ne ara cebine attığını bile fark etmediğini anahtarı cebinden alıp abisine uzattı. Raif korumalara gidecekleri hastanenin ismini söylerken de çoktan cam kenarına yerleşip Minel'i kollarına yatırmıştı.

"Uyumucak mıyım?"

Minel'in masumca sorduğu soru gülümsetti Gökhan'ı. "Evet güzelim, uyuma." dedikten sonra avuç içini öptü. "Hadi, konuşalım. Ne konuşalım?"

Minel elini kaldırdı, babasının uzayan sakal ve saçlarına dokundu. "Şey..." derken parmaklarının arasındaki hisse alışmaya çalışıyordu. "Saçyayın usun, sakayyayın usun. Faykyı oymuş babacım. Ama şey... Yakışyıkyışın."

"Böyle mi kalsınlar?"

Biraz düşündü kız çocuğu, sonra başını iki yana salladı. Babasını her haliyle seviyordu ve hayatının sonuna kadar dünyanın en yakışıklı kişisi Minel için o olacaktı ama bu, onun bazı hallerini daha çok sevmediği anlamına da gelmezdi. Asker tıraşı ve hafif sakalları sanki babasının parçalarıydı.

"Tamam o zaman, seninle keseriz saçlarımı. Berbere gideriz."

"Beybey mi?"

"Evet, berber."

"Beybey. Ne o? Beybeyyeyi duymadım ben. Şey... Biymiyoyum. Ne beybeyyey?"

Gökhan güldü, hâlâ daha içinde bir endişe ve korku duruyorken meleğinin kendisini böylesine güldürebilmesi tıpkı onun gibi bir mucizeydi.

"Erkek kuaförü babacığım."

Minel anladığını belli edercesine başını salladıktan sonra sessiz kaldı, anlatacak bir şeyi yoktu, günleri çok kötü geçmişti.

Gökhan onu konuşması için zorlamayacaktı sesine hasret kalsa da, saygı duyacaktı sessizliğine uyuyakalmadığı sürece. Hem pedagogla konuşmadan bir şey demek istemiyordu kızına, belki de sessizliğine ortak olmanın daha iyi olduğunu söyleyecekti her gün Gülten'i birkaç kez arayarak Minel'den bir haber olup olmadığını soran ve haberleri eli yüreğinde izleyen Esra Hanım.

Sabah trafiğine kaldıkları için yavaş ilerliyorlardı ancak kimse bundan şikayetçi değildi, yetişmeleri gereken bir şey yoktu, son günlerin aksine zihinleri de dolu değildi. Gökhan'ın hemen yanında oturan Hale bebişinin elini tutup uykuya bile dalabilirdi.

Hakan'ın telefonunun çalmasıyla bozuldu huzurlu sessizlik. "Kim?" diye sordu Hakan kaşlarını kaldırıp. Dikkatini başka bir yere vermeyecekti yol haricinde, kimsenin hayatını tehlikeye atamazdı.

Raif telefonu aldı. "Doruk." Minel abilerinden birinin ismini duymasıyla başını kaldırıp babasının künyesiyle oynamayı bir anlığına bırakırken Raif aramayı yanıtladı. "Efendim oğlum?"

Doruk'un sesi o kadar yüksekti ki telefonun dışından duyuluyordu kelimeleri tam anlaşılmasa da. Minel tebessüm ederken yanağını Gökhan'a yasladı, bu anları da çok özlemişti.

"Tamam Doruk, hoparlöre alıp Minel'e uzatıyorum telefonu, sakin ol oğlum, babaanneni ve kuzenlerini de telaşlandırma, tamam mı?"

Telefonu hoparlöre alıp arkaya uzattığında Doruk'un sesi duyuldu. "Telaşlandırmıyorum dede, gayet sakinim! Sakinliğimi sesimden anlayamıyor musun cidden? Hiç telaşlı değilim, heyecanlı da değilim, gayet sakinim!"

Minel kıkırdadı, bir sessizlik oldu telefonun ucunda. Daha sonra herkes bir ağızdan konuştu, öyle gürültülü ve heyecanlılardı ki irkildi kız çocuğu.

"Canımın içi!"

"Fıstığım!"

"Prensesim!"

"Abiciğim!"

"Bebeğim!"

Şaşkınlığını atlatınca tebessüm etti Minel. "Efendim?" derken yanakları da hafifçe kızarmıştı, gördüğü ilgi hoşuna gitse de utanıyordu bir yandan.

"Nasılsın canımın içi? Çok merak ettik seni, iyi misin?"

Gülten'in son zamanlardaki sağlık problemlerinden, endişeden dolayı pürüzlenen ama enerjisini geri kazanmaya meyilli sesini duyunca Minel "İyiyim babane." dedi tatlı tatlı. "Şey... Asıcık... Asıcık koyktum. Başka oymadı."

"O kadar olur." diye atladı Doruk. "Ben olsam ben de korkardım, değil mi Ayaz?"

Ayaz irkilerek baktı Doruk'a, abisinin ne dediğini anlaması dolu zihninden ve yorgunluğundan ötürü normalden uzun sürse de yanıtı hızlıydı. "Evet, ben de korkardım ama Minel çok cesur, oyunlarda bu yüzden benden daha iyi keşfediyor yerleri, değil mi bebeğim?" Dediğinin tam tersiydi, kız çocuğu oyunun müziği azıcık gerginleşse elleriyle gözlerini kapatıyordu.

"Şey... Biymem."

"Öyle, öyle." Bu sefer konuşan da Kuzey'di. "Sen çok cesur bir kızsın ve biz cesur kızımızı çok özledik. Seni bekliyoruz, hastane odanı da düzenledik. Her şey çok güzel oldu."

Tüm kontrollerin yapılmasının uzun süreceğini düşündükleri için inci tanesinin bulunduğunu duyar duymaz Gülten'in kaldığı hastanede bir hastane odası ayarlayıp odaya Minel'in evden getirttikleri eşyalarını yerleştirmişlerdi. Sonrasında kız çocuğunun başka bir hastaneye götürüldüğünü duyup çabalarının boşa gittiğini zannetseler de Hakan mesaj atarak oraya geleceklerini söylemişti.

"Geyçekten özyediniz mi?"

Kızın mırıl mırıl bir sesle, şirin bir tonlamayla sorduğu soru herkesin yüzünde bir merhamet oluşmasına neden oldu.

Sabahtan beri sessiz kalan Arda "Çok özledik." dedi sadece, daha konuşamadı çünkü sesi titremişti, annesine bu cümleyi kurmak için hiç fırsatı olmamıştı, kazadan sonra bilinci yerine hiç gelmemişti Nida'nın ama Minel'de öyle olmamıştı, geri gelmişti kız kardeşi, onu ne kadar seveceğini söylemek ve göstermek için fırsatı vardı.

"Evet abim, özlemez olur muyuz?" Kuzey burukça tebessüm etti bu cümlesinden sonra; şu altı günde ne yaşadığını, aklından neler geçtiğini, kardeşlerine ve babaannesine destek olmak için nasıl çırpındığını bir Allah bilirdi bir de o.

"Amcam... Şey, Hakan amcam öyye dedi. Şenin gibi dedi Kusey abi. Benziyoyşunuz."

"Biz benziyor muyuz fıstığım? Biz babamla benziyor muyuz?"

Minel şoför koltuğundaki Hakan amcasına baktı, onun ne kadar ağırbaşlı, olgun biri olduğunu düşündü. Bu sıfatların ne anlama geldiğini bilmese bile amcasının karakteri canlanmıştı zihninde, Doruk abisiyse tam tersi gibiydi.

"Hayıy abicim, benzemiyoyşunuz. Ama şey..." Telaşla ekledi. "Üzüyme. Faykyı oymak güzey. Babam öyye dedi."

"Üzülmüyorum fıstık."

Kız çocuğu yorgunca gülümsedi, başını babasına yaslarken son birkaç dakikadır biraz tuhaf olan karnının üzerine koydu elini.

Raif telefonunu geri aldı Minel'in daha konuşmayacağını anlayınca. "Tamam, gelince konuşuruz." dedikten sonra telefonu kapattı.

Gökhan oluşan sessizlikten hoşlanmadı, Minel'in buklelerini okşarken konuştu. "Ne oldu babacığım? Yoruldun mu? Uykun mu geldi?"

Minel "Şey..." diye mırıldandı. Midesindeki his iyice artmıştı, ne olduğunu anlayamadı. Gökhan kızının yüz ifadesindeki karışıklığı görünce kaşlarını çattı, kalbi endişeyle çırpınırken "Bebeğim?" dedi sesini sakin tutarak. "Ne oldu?"

"Şey..." Nasıl tarif edeceğini bilemiyordu kız çocuğu, bilse bile çalkalanan midesi buna izin verir miydi meçhuldü. Kötü hissetti kendini, bluzunu sıkıp bırakırken az önce kaldırdığı başını Gökhan'a yasladı yorgunca.

"İnci tanem?"

Babasına tepki veremedi, midesinden bir şey yükseldi. Hafifçe öne eğilmesiyle kusması bir oldu.

Gökhan afalladı, yüzü sapsarı olan kızına kollarını sararken "Abi..." dedi endişesinin sesine yansımasına engel olamayıp. "Abi trafikten çık, bir şey yap. İyi değil."

Hale arabalarla dolu olan yola baktı Hakan abisinin sakinliğini yitirmiş suratından bakışlarını çektikten sonra. Endişeyle hareketleri hızlılaşırken Minel'e baktı.

"Halacığım?"

Minel cevap vermedi, midesi bulanıyordu. Kollarında da güç kalmamıştı. Başını arkaya yasladı. Gökhan yanağını okşadı. "Babam? Güzelim? Ses ver bana, ne oldu meleğim?"

"Baba..." Sarı bluzunu kavramayı bırakan elleri titriyordu. Gökhan bunu görünce "Abi..." dedi bir kez daha. Sesi çok daha çaresizdi. "Abi hadi..." Tam mutlu olacaklarken, biriciğine kavuşmuş ve onun yanından bir saniye bile ayrılmayı aklından silmişken ne oluyordu? Kötü bir şey olmamalıydı.

"Elma olabilir mi?" Beti benzi atan Engin'in söylediği şeyle "Hayır." dedi başını hızla iki yana sallayarak. "Çok zaman geçti, elma olsaydı daha hızlı..." Dudaklarını ıslattı, ağzı kurumuştu.

"Bir şey yedin mi?" Raif'in arkasını dönerek sorduğu soru Minel'in dikkatini çekmedi, Raif nazikçe dizine dokundu. "Dedeciğim..." dedi yavaşça. "Bir tanem... Bir şey yedirdiler mi sana?"

Minel Raif'e baktı, sessizlik sürünce cevap vermeyeceğini düşündüler, Engin "Yan yola girelim." derken bir yandan da telefonundan trafiğin az olduğu yerlere bakıyordu telaşla, gözlerini inci tanesinden çekmişti.

"Maydanos..." Kızın ağzından çıkan kelimeyle Gökhan "Evet babacığım." diyerek duyduğunu belli etti hemen. "Maydanoz mu yedirdiler sana?"

"Hıhı." Gözlerini yavaşça kapatıp açtı. "Denize... Ben denize... Düştüm. Önce... Önce..."

"Denize düşmeden önce niye yedirsinler?" Yoldan gözlerini ayırmıyordu Hakan yine, Minel'e baktığı an tüm dikkati dağılırdı. Terleyen alnını kolunun tersiyle sildi. "Maydanoz değildir, daha önce maydanoz yedi, bir şey olmadı. Başka bir şeydir. Başka bir..."

"Tamam." Olaya müdahil oldu Raif tüm çocuklarının sakinlikten oldukça uzak olduklarını fark ettiği için. "Tamam, doktora bunu söyleriz. Onlar ne yapılacağını bilir. Zaten az kaldı. Geldik bir tanem. Geldik dedeciğim."

Gökhan kafayı yiyecekti. "Babam..." derken sesi titredi. "Çok az kaldı, çok az. Duyuyor musun beni?" Kendisine küfürler ediyordu, hastaneden hiç çıkmamalılardı. Bir şey oluyordu biriciğine, her şey bitti ve kurtuldu zannederken bembeyaz kesiliyordu meleği.

"Cevap vermiyor, bana cevap vermiyor! Az önce konuşuyordu! Şimdi tepki vermiyor!"

Hale elini Gökhan'ın omzuna koydu fakat bir şey diyemedi, boğazında bir yumru vardı, Minel'in alerjisinin tuttuğu ve nefes alamadığı zamandan bile kötü hissediyordu. O zaman bir çözümleri vardı, iğneye ulaşmışlardı. Şimdiyse...

"Allah'ım ne olur..." Hale'nin mırıldanarak söylediği şey üzerine Gökhan bir şey söylerse daha iyi duyabilmek için inci tanesine eğildi, kulağına çarpan nefeslerin solukluğunu fark etti o an. Geri çekildi, elini Minel'in yanağına koyarken ses tonunu kontrol edemiyordu artık. "Güzelim... Bana bak, babam bana bak." Elini nabzına kaydırdı, parmağına çarpan zayıf kalp atışları içinde bir şeylerin parçalanmasına neden oldu.

"Abi hızlan, hızlan! Kalbi yavaşladı! Hızlan! Bir şey yap! Yavaşladı, kalbi yavaşladı! Hızlan!"

"Ne demek kalbi..."

"Nasıl yavaşladı?"

"Minel?"

"Yavaşladı işte! Nabzı..." Derin bir nefes aldı, çenesi titreyince başını eğdi yine, Minel'e bir şey söylemenin bu saatten sonra işe yaramayacağını biliyordu. "Abi..." Çaresizdi sesi. "Abi çabuk ol."

"Tamam, tamam, beş dakika kaldı."

"Çok, çok!" diye bağırdı kendine engel olamayıp. "Beş dakika çok! 'Nabzı gidiyor.' diyorum sana! Beş dakika çok! Gidiyor, anlamıyor musunuz! Gidiyor benden!" Şakağından bir ter damlası süzüldü yanağına, tişörtü sırtına yapışmıştı fazla sıcak olmamasına rağmen.

Çok az aralık olan göz kapaklarından yeşilleri gözükmeyen, bembeyaz olan kızına baktı. Saçlarını geriye itti boştaki eliyle, bir eli hâlâ nabzındaydı. Eğildi, alnını alnına yaslarken "Yapma bana bunu bebeğim, yapma bana bunu babam." diye fısıldadı.

Bazen baba kız konuşmaları yaparlardı kalabalığın içinde, fısıldarlardı, şu ansa çok farklıydı o anlardan. O güven, huzur, sıcaklık, neşe... Gökhan'ın kalbinde bu duyguların zerresi yoktu tıpkı o baba kız konuşmalarındaki gibi ortamdan soyutlanmasına, konuşmaları yalnızca gürültü olarak duymasına rağmen.

"Yapma bana bunu, ben ne yaparım sensiz... Yapma güzelim. Dayanamam, ne olur... Yaşayamam güneşim, yaşayamam." Kolunu kaldırıp bileğinden, nabzının üzerinden öptü iç çekerek, kapattığı gözlerinden bir iki damla sıcak yaş yanaklarına süzülürken.

Minel'e aksi davrandığı anlar geçti gözlerinin önünden; belki de o zamanların, bir mucizenin değerini bilmemenin cezasını çekiyordu. "Özür dilerim, ilk başta seni istemediğim için özür dilerim. Yapma bana bunu, yapma."

Burnunu çekip başını kaldırdı, parmaklarının ucundaki kalp atışları neredeyse hissedilmez olmuştu. "Abi ne olur..." Ağlayışının duyulmasını umursamıyordu, sesi titriyordu deli gibi.

"Geldik, tamam, geldik." Hale'ydi bunu söyleyen, burnu kızarmıştı ağlamaktan. Çevresine, hastanenin bahçesine bakındı en yakın girişi görebilmek için. "Burası, buradan!" diyerek camdan gösterdi Engin acili, o da Hale gibi etrafa bakmıştı.

Hakan arabayı durdurur durdurmaz Gökhan kapıyı açtı. "Yardım edin!" diye bağırdığında sesi o kadar gürdü ki bahçede oturan herkes o tarafa döndü. "Kızıma bir şey oldu, yardım edin!" Bir babanın feryadıydı bunlar, yardım çağrısıydı.

"Yardım lazım!" Engin de Gökhan'a katılmıştı. "Sedye nerede? Doktor!"

Acilden dışarı koştu birkaç kişi sedyeyle. Gökhan canını sedyeye yatırırken "Bir şey yedi." diye açıklamaya çalıştı bildiklerini. Telaştan doğru düzgün konuşamıyordu. "Kustu. Sonra..." Konuşamadı daha, sedyeyle beraber acile koşar ve kızının elinden elini ayırmazken ağladı yalnızca.

"Kaç yaşında?"

"Üç, üç." diye atıldı. "Üç yaşında. Ama iki yaşında... İki yaşında gibi, öyle demişlerdi. İki..." Koluyla gözlerini sildi görüntü bulanıklaştığı için, devam etmedi söylediklerinden bir şey anlaşılmadığını anlayınca.

Bir odanın önüne geldiklerinde önlüklü biri "Buraya giremezsiniz beyefendi." dedi, Gökhan avcunun içinden kayıp giden ufak elin soğukluğunu iliklerine kadar hissederken "Kızım..." dedi çaresizce. "O benim kızım, bensiz... Bensiz korkar. Lütfen..."

Engin ve Raif geri çektiler onu, Gökhan sedyenin üzerinde uzanan meleğine baktı. Kapı kapanmadan, önlüklü kadın da içeri girmeden önce duyduğu son şey "Nabız alamıyorum." oldu.

Nabız alamıyorum.

Nabız alamıyorum.

Nabız alamıyorum.

Dizlerinin üzerine düştü Gökhan; omuzları dünyanın tüm yükü oradaymış gibi çökerken az önceye kadar kızının kalp atışını hisseden, yanağını okşayan elleri kucağına kaydı.

Raif Gökhan'ın omzunu fark etmeden kızartacak kadar sıktı, sağlığına dikkat eden biri olmasaydı belki de altmış yılı aşan kalbi bu ana dayanmazdı.

Şoför koltuğundaki kişi olduğu için ailesinin adımlarına ve sedyeye yetişemeyip ancak peşlerinden gelen Hakan koridora girip de kardeşini yerde oturmuş, omuzları sarsılarak ağlarken görünce adım atamadı, Gökhan'a destek olmak için bile olsa adım atamadı. Seneler önceki sahne farklı insanlarla gözünde canlanıyordu, o zaman da Engin'in acısına nasıl çözüm olacağını bilememişti.

Hakan'ın zihninde dolaşan kötü anıların başrolü olan Engin ve her zaman enerjisini gülmek için harcarken şu an hıçkırarak ağlayan Hale bir köşedelerdi, birbirlerine destek olmuyorlardı, destek olacak güçleri yoktu. Beraber çöküyorlardı.

Aktunaların inci tanesinin kalbi atmıyordu.

"Allah'ım lütfen..." Başını kaldırdı Gökhan, ellerini açtı. Minel'in değerini bilip şükretmediği ilk zamanlar için, biriciğini kontrol etmediği için, koruyamadığı için kadar pişmandı ki... "Allah'ım yalvarırım kızımı bana bağışla, Allah'ım ne olur..."

Mahvoluyordu, Gökhan Aktuna mahvoluyordu.

"Allah'ım ne olur, benden alma kızımı, ne olur..."

Minel içeride üç senelik yaşamını, yalnızca son birkaç ayında sevgi gördüğü yaşamını, devam ettirmek için mücadele ederken ailesinin yarısı kapının önünde bir enkazın altında kaldı, diğer yarısıysa birkaç kat üstte, hastanenin normal girişini pencereden gözleyerek ve yerlerinde duramayarak onu bekliyorlardı.

Loading...
0%