25. Bölüm

🐣58🐣

Imposiblety I
imposiblety

Imposiblety'den

"Abi?"

Hale'nin sesini duyar duymaz doğruldu, yüzündeki kederi sildi Hakan. "Efendim abim?" derken sesi pürüzlü ama tamdı, güçlüydü.

"Yanına gelmek istedim."

Hale banka oturdu, ellerini dizlerinin arasına sıkıştırdı. Ilık bir rüzgar esti. Dağınık, kahverengi saçlarının zayıf tutamları uçuştu. Güneş batmıştı, başını kaldırıp gökyüzüne baktı, hiç yıldız yoktu.

"Gökhan uyandı mı?"

Başını iki yana salladı kadın. "Hayır, verdikleri ilaçların etkisi. Uyanırsa tekrar stres yapar diye uyutuyorlar galiba." Cümlenin sonuna doğru sesi iyice kısılsa da anladı Hakan. Zaten doktorun dediklerinden sonra Gökhan'ın uyutulması beklenmedik bir durum değildi. "Kırık kalp sendromu. Belirti olarak kalp krizine çok benzer. Üzüntü, stres anları yol açar. Şu an hayati tehlikesi yok. İlaç tedavisi uyguladık, istirahat etmesi gerekiyor." demişti adam.

Hakan bir değişiklik olmadığını biliyordu, yine de sordu. "Minel?"

"Bir değişiklik yok." Yatıyordu kız çocuğu öylece, Hale bakamıyordu cama, yüreği kaldırmıyordu. Halası olduğunu biliyordu ama nedense annesiymiş gibi hissediyordu. İnci tanesinin kendisine bakarkenki parlayan gözleri, tüm kıyafetlerine imrenmesi, her sabah hazırlanırken yanına gelip "Hayacım!" diyerek bir şeyler anlatması geliyordu aklına.

"Bu geceyi atlatırsa..." Sessiz kaldı Hakan devamında, bu geceyi atlatsa bile sonrasında ölümle karşı karşıya kalabilirdi kız çocuğu, zehri nasıl kaldıracaktı onun grip olunca bile zorlanan bedeni?

"Abi..."

Başını kardeşine çevirdi Hakan, tebessüm etti. "Söyle güzelim."

"Güçlü olmak zorunda değilsin, biliyorsun, değil mi?"

Hakan'ın boğazında bir yumru oluştu o an, belli etmedi. Karşısındaki kişi kız kardeşiydi; altı yaşındayken onu eve kundakta getirilirken gördüğü andan itibaren her şeyden ve herkesten korumaya çalıştığı, bir gözyaşına tüm beyefendiliğini bir yana bırakıp dünyayı yakacağı kız kardeşiydi. Ona belli etmezdi hüznünü; hep gülmesini isterdi, daha fazla üzülmesini değil.

"Sen beni düşünme abim." Kolunu omzuna attı kız kardeşinin, başını kendisine çekip saçlarından koklayarak öptü. Hale bu sevginin keyfini süremedi bu sefer, fazla hüzünlüydü, gözleri doldu gördüğü şefkatle. Kollarını Hakan'ın beline sararken "İyi ki varsın abi." diye mırıldandı seneler önceki gibi.

Hakan Hale'nin saçlarını okşadı uzun uzun; Minel, Gökhan, Engin, Gaye, Suat, Ceyda... Bir sürü isim vardı akıllarında dönen, hakkında endişelendikleri bir deste insan varken alternatif gerçeklikler de dönüyordu gözlerinin önünde.

"Gaye hakkında ne düşünüyorsun?"

Hakan içini tamamiyle dökmeyecekti fakat düşüncelerini söyleyebilirdi. "Şu an ona karşı bir şey hissetmediğim için biten evliliğimiz hakkında fazla düşünmedim ama Kuzey ve Doruk'un annesiz kalışının arkasında yalnızca onun olmadığını, bir zemin hazırlandığını bilmek tuhaf hissettirdi."

Hale anlamıştı Hakan'ın ne demek istediğini ancak onun kendisini daha fazla ifade etmesini istiyordu. "Nasıl yani?" diye sordu bu yüzden.

"Belki Kubilay zemin hazırlamasaydı Gaye benden boşansa dahi çocukları ara sıra görürdü, onları tamamen reddetmezdi. İyi bir anne olamazdı ama en azından Kuzey ve Doruk anne eksikliğini hissetmeyebilirdi."

"Doruk çok ağlıyordu." diye mırıldandı Hale, abisini üzmek için söylememişti bunu. Beş yaşındaki, mavi gözleri yaşlı, yüzü kızarık, annesini isteyen Doruk gelmişti gözlerinin önüne.

.

"Yalnız kalmak istiyorum!"

Doruk'un yatağında ağlarken söyledikleri Kuzey'in yüzünün asılmasına neden oldu, kardeşi onun en yakın arkadaşıydı ve bunları duymak üzüyordu çocuğu.

"Oğlum? Ne oldu?"

Gülten'in ne yapacağını bilemeyerek aradığı, şirketten çağırdığı Hakan ve peşine takılan Hale Doruk'un mavi ağırlıklı odasına girdiklerinde Kuzey "Annemi istiyor." dedi yalnızca, yeterince açıklayıcı bir cümleydi.

Doruk babasının sesini duyunca biraz da olsa duruldu, başını kaldırdı burnunu çekerken, yaşlarla dolu gözlerini babasına dikip hafifçe doğruldu.

Hakan Doruk'u koltuk altlarından kucaklayıp dizine oturttu. "Babacığım..." dedi şefkatle, sesinde en ufak bir olumsuzluk yoktu. "Ne oldu?" Yanaklarını kibarca sildi, Hale yavaşça odadan çıktı, birazdan tekrar dahil olacaktı ancak şu an Hakan, Kuzey ve Doruk bir çekirdek aile olarak dertleşmelilerdi.

"Annemi özledim, anneme gidelim."

Doruk'un küskünce söyledikleri derin bir nefes aldırdı Hakan'a, kenardan onlara hüzünle bakan Kuzey'i yanına çağırıp diğer koluyla da onu dizine oturttuktan sonra başladı konuşmaya.

"Annenizle ayrıldığımızı size söylemiştim."

Sabredemedi Doruk. "Sen ayrıldın baba, biz değil."

"Doğru, haklısın ama dinleyebilir misin oğlum?"

Doruk uysallaştı; başını yirmi dokuz yaşındayken iki çocuk babası olmanın, annesiz iki çocuğun babası olmanın, yükünü taşımaya çalışan Hakan'a yasladı büyük bir güvenle.

Hakan oğlunun teslimiyetiyle anladı dinlemeye hazır olduğunu, saçlarını öptükten sonra defalarca yaptığı konuşmayı bir kez daha yaptı.

"Anneniz biz ayrıldıktan sonra yoğun bir şekilde çalışmaya başladı. Bu yüzden size vakit ayıramıyor olabilir, ben de sizi bu yüzden onun yanına götüremedim çünkü evinde pek vakit geçirmiyor. Bu yoğunluğu bittiğinde onunla daha rahat görüşebilirsiniz, o zamana kadar sabretseniz olur mu? Siz benim canımsınız, sizi üzgün gördüğümde çok üzülüyorum."

Hakan olayları hem yalana çok başvurmadan hem de Gaye'yi kötülemeden anlatmaya çalışıyordu, oğulları biraz daha büyük olsalardı arka plandaki olayları anlar ve annelerine gitmek için ısrar etmeyebilirlerdi ama Kuzey yedi yaşındayken Doruk yalnızca beş yaşındaydı.

"Özür dilerim baba, bir daha ağlamıcam."

Kuzey Doruk'un elini tuttu, ufak parmakları birbirine geçti. Doruk Kuzey'e baktı, gözlerini silip gülümsedi, Kuzey de kardeşinin gülüşünü görmenin rahatlığıyla tebessüm etti.

"Ben senden üzülmemeni, mutlu olmanı istiyorum Doruk. Eğer üzülürsen tabii ki ağlayabilirsin, ağlamamak için söz vermene gerek yok babacığım, tamam mı?"

"Tamam."

"Aynısı senin için de geçerli Kuzey." Kuzey başını kaldırdı, babasından aldığı koyu kahve gözleri dolaştı adamın yüz hatlarında.

Hakan tebessüm etti bu masum bakışlara, Kuzey'in kendisine benzeyeceğini o daha yedi yaşında olmasına rağmen anlayabiliyordu. Doruk'a destek oluşu ve üç yaşında olan Arda'ya büyük bir olgunlukla, aralarında onlarca yaş varmış gibi bir tavırla yaklaşması en büyük kanıtlardandı.

"Ağlamak zayıflık değil, hepimiz ağlayabiliriz. Ağlamaktan çekinmeyin, ben her zaman yanınızda olup size böyle sarılacağım, tamam mı?" Kollarını sımsıkı sardı çocuklarına, ikisinin de saçlarından öptü uzun uzun, onlar olmasaydı ne yapardı bilmiyordu.


"Tamam baba."

"Tamam, ağlıcam hep."

Güldü Hakan geri çekilmeden hemen önce. "Kastettiğim bu değildi Doruk ama olsun babacığım."

Hale kapının önünde bekliyordu, baba oğul dertleşmelerinin bittiğini bu espri aracılığıyla anlayınca içeri daldı. "Ben geldim!" dedi oldukça yüksek bir sesle. Doruk kıkırdadı, halasının odalara enerjik bir şekilde girişi her zaman neşelendiriyordu çocuğu.

"Ay, şu gülüşe bak! Yiyeyim mi sizi, onu mu istiyorsunuz?" Hakan'ın yere bıraktığı Doruk ve Kuzey'in önce karınlarını mıncırdı, daha sonra ikisini de yanaklarından sertçe ve defalarca öptü. "Sırf bunun için şirketten geldim! Oh, çok güzel enerji doldum! Yeğenlerimden, oğlumdan tatlı bal var mı? Yok!"

Doruk Hale'nin oğlundan -Ayaz'dan- bahsettiğini duyunca kaşlarını çattı. "Hala..." dedi kafası karışmış bir şekilde, geçen merak ettiği şey aklına gelmişti. "Ben Ayaz'a baktım. Şey, fotoğraflarına baktım. Hastanedeki..."

Hale başını salladı; doğumu tüm ailede büyük bir olay olmuştu her biri fazlasıyla endişelendiği, Raif tüm doktorları seferber ettiği için. Dolayısıyla doğum sağlıklı bir şekilde sonuçlandığında herkes rahatlamış ve Ayaz'ın fotoğrafını çekmek için sıraya girmişti. Binlerce fotoğrafı vardı şu an üç aylık olan bebeğin.

"Şey... Neden o kadar çirkin?"

Hakan dudağının kenarını kaşıyarak gülüşünü gizlemeye çalışırken Kuzey hafifçe güldü, bir yandan da Doruk'un elini küçük bir kuvvetle sıkarak onun kendisine dönmesini sağlayıp "Öyle denilmez." diyerek kardeşini uyardı.

"Ama abi... Kırmızı! Ayaz neden kırmızı hala? Şimdi değil. İyi ki değil. Çok komik olurdu. Kırmızı bebek!"

Hale ne diyeceğini bilemedi, Doruk'a renk konusunda hak vermiyor değildi. O zamanlar fark etmemiş olsa da şu an fotoğraflara bakınca gözüne çarpıyordu Ayaz'ın Doruk'un dediği gibi kırmızı olduğu.

"Yeni doğan bebekler öyle oluyor bebişim."

"Ne?" diye sordu Doruk gözlerini büyüterek. Dehşetle Hakan'a döndü. "Biz de mi kırmızıydık baba?" Hakan dayanamadı, gülüşünü gizleyemedi. Doruk daha da dehşete düştü, demek ki doğruydu, onlar da kırmızılardı.

"Neyse." dedi abisine bakarken. "Kırmızı kalmadık, öyle de olabilirdik!"


.

Bir sessizlik sürüyordu aralarında. Hakan'ın telefonu hemen dizinin üzerindeydi. Kubilay yakalanırsa -yurt dışına çıkmadığını söylemişti polisler- ya da Minel'e bir şey olursa, Gökhan uyanırsa hemen haberi olacak ve nefes almak için, sakinleşmek için çıktığı bahçeyi hemen terk edecekti. Ailesi sakinliğinden çok daha önemliydi.

"Farklı bir doktor Minel'e iyi gelebilir mi?"

Hale'nin kafası o kadar dağınıktı ki az önce Doruk'u, Gaye'yi düşünürken şimdi Minel'e atlamıştı, bir bağlantı kurmaya çalışmıyordu, tüm fikirlerini akışına bırakmıştı zira onları kontrol etmek için gücünü harcayamazdı.

"Türkiye'nin en iyi hastanelerinden birindeyiz. Babam çoğu doktorla konuştu, şu an tek yapacağımız beklemek. Herkes öyle söyledi."

Hale beklemeye razıydı, Minel uyanacaksa aylarca bekleyebilirdi. Kapısından ayrılmazdı bebişinin, onun cıvıl cıvıl gülüşünü bir kez daha duymak o ayların yorgunluğunu silerdi üzerinden.

"Ne yapıyorsunuz burada?"

Engin'i duyunca Hale başını kaldırdı, daha sonra yana kaydı. "Gel abi." Engin oluşan boşluğa oturdu, Hakan Engin'in sarılabilmesi için Hale'nin üzerinden kolunu çekmişti, Engin bu fırsattan faydalandı, Hale'yi kendine çekti, saçlarından öptü, kız kardeşi sakinleştirirdi onu.

"Bunaldığın için mi çıktın?" Hakan'ın sorusuna başını salladı. Koridorlar, hastanenin beyaz ışıkları, o rahatsız koltuklar, karamsar hava boğmuştu onu. Arda'nın ve Ayaz'ın Kuzey'le Doruk'un arasında oturduğunu, sakin olduklarını ve ağlamaya ara verdiklerini görünce nefes almak istemişti.

"Bir değişiklik var mı?" Olsa haber alacaklarını biliyordu Hale, yine de sormak istemişti.

"Yok, Gökhan uyanabilirmiş ama. Annem başında."

"Babam?"

"Çocuklarla."

Engin başını Hale'nin başına yasladı, Hakan kolunu bankın arkasına attı, üç kardeş sessiz geceyi izlediler. "Uyanınca nasıl tutacağız Gökhan'ı?" diye sordu Engin sıkıntıyla. "Daha da kötü olacak." Minel'in acısı çökertmişti dağ gibi kardeşlerini. Parlak gözleri bile soluktu artık, yüzü çökmüştü bir haftada.

"Bilmiyorum." Hakan'ın da en çok düşündüğü şeylerden biriydi bu, Gökhan'ın istirahat etmesi gerektiğini söylemişti doktorlar fakat bağırıp çağırdığı veya sigara içtiği zamanlar haricinde onu Minel'in camının önünden ayırmaları, oturmaya veya dinlenmeye ikna etmeleri imkânsızdı. "Çok zor."

"Baba?"

Kuzey'in sesini duyunca Hakan başını hemen o yöne çevirdi. "Ne oldu?" diye sordu ayaklanırken, diken üzerindeydi her zaman, bu çabukluğu da bunun belirtilerindendi.

"Amcam uyanacak gibi, gelsen iyi olur." Kuzey Gökhan amcası mırıldanır, gözlerini açar gibi olduğu an asansöre koşmuştu çünkü amcasının sağını solunu kestiremiyordu, babaannesi ona hakim olamayabilirdi.

Engin ve Hale de kalktı, Gökhan'a destek olmayıp bahçede oturacak değillerdi, kendileri üzgün olsalar dahi öncelik Gökhan'dı.

Asansörle yukarı çıkmaları uzun sürmedi, akşam olması ve ziyaret saatlerinin bitmesinin etkisiyle tenha ve sessizdi hastane.

"Umrumda değil! Kızımın yanına gideceğim!"

Duydukları yüksek ama pürüzlü ses her şeyi anlatıyordu Aktuna kardeşlere, Hakan kapıyı açıp içeri girmeden önce derin bir nefes aldı biraz sonra Gökhan'a dinlenmesi için dil dökeceğini bilmesi nedeniyle.

"Uyanmışsın."

Hale iyimser olmaya çalışıyordu ancak Gökhan buna kanacak gibi değildi, serumu çıkarıp attığı kolundan kan damlarken "Uyandım ve kızımın yanına gideceğim." dedi kelimelerin her birine vurgu yaparak. "Siz de bana engel olmayacaksınız. Dinlenmek umrumda değil."

"Tamam, gidersin ama en azından doktor sana bir baksın, ilaç verecekse versin, sana yemek getirelim. Sonra git, kimse sana engel olmayacak." Engin ılımlı davranmaya çalısıyordu Gökhan'ın şu an nasıl hissettiğini en iyi anlayan kişi olduğu için, Nida kötüyken de onu tutamamışlardı.

Gökhan etrafına bakındı bir an, kendini gerçekten yorgun hissediyordu ve açlık gözlerini karartıyordu, böyle yoğun bakımın önüne gitse bile meleğine camdan bakamayabilirdi ayakta duramayacağı için.

"Tamam ama beni oyalamayacaksınız."

Hakan'a bu cümle yeterliydi, koridora çıktı hangi doktor nöbetteyse onu çağırmak için. Hale de "Ben gidip yemek alayım." diyerek fırladı odadan, aileyi bunaltmamak için onları uzaktan izlemeleri konusunda Raif'ten talimat alan korumalar yetişemiyordu artık Aktunalara, sürekli bir yere koşuyorlardı.

Doktorun Gökhan'ı kontrol etmesinden, serumu tekrar takıp gerekli ilaçları -Gökhan uyku yapacak bir ilaç vermemesi için doktoru beş kez uyarmıştı- seruma enjekte etmesinden sonra Hale tuttuğu tepsiyi masanın üzerine koydu. Hakan, Engin ve Raif'i çocukların ve Minel'in yanına göndermişlerdi öyle yapmasalardı Gökhan bir süre sonra kalabalıktan bunalıp aksileşeceği için.

Gökhan yapılan her şeyi buz gibi bir suratla izledi, bir yandan da yumruğunu sıkıp bırakıyordu. Öfkeliydi, yorgundu; uyurken gördüğü rüyaların hiçbiri gerçek olmadığı için, meleği cidden o yoğun bakımda olduğu için üzgündü. Bilinçaltının oluşturduğu o anlar tekrar ve tekrar canlanıyordu gözlerinin önünde; saçını kirazlı tokalarla bağladığı inci tanesinin teşekkürler ederek onu öpücüklere boğuşu, ördekleri tekrar saklayışı ve "Buyamazşın babacım, çok güsey sakyadım." deyişi, bahçede koşarak Kedi'yle oynayışı, tavşanına sarılışı...

"Canımın içi..." Gülten elini Gökhan'ın omzuna koyduğunda irkildi adam, gözlerini kaldırdı annesine. "İyi misin?" Bu soruya ne sözleriyle ne hareketleriyle cevap verdi, gerek yoktu, kötüydü, yeterince belli ettiğini düşünüyordu bunu kalbini tutarak yere yığılışıyla.

Kaşığa uzandı, hızlı hızlı yemeye başladı her şeyi. İştahı bir toz zerresi kadar bile yoktu fakat yemeliydi, Minel'i daha uzun süre izleyebilmek için yemeliydi.

Tüm yemekler on beş dakika içinde bitti, serumunun takılı olduğu tekerlekli demiri çekerek odadan çıkması bir dakika bile sürmedi, Hale ve Gülten'in yetişemeyeceği kadar hızlı adımlarla gitti kızının yanına.

Kuzey, Doruk, Arda ve Ayaz camın önüne dizili bir şekilde duruyorlardı. Bunca süredir sakin kalmalarının nedeni Minel'i izlemeleriydi.

Gökhan en başta duran Kuzey'in yanına geçti, Kuzey Gökhan amcasına baktı, bir şey söylemedi, tekrar cama döndü.

Arda geçen birkaç saatten ve Ayaz'la konuşmalarından sonra biraz rahatlamış gibiydi. Kıvırcık saçları olan melek onları şu ana kadar bırakmadıysa mücadele ediyor demekti. Zaten güçlüydü Minel Doruk'un dediği gibi; birinin ona bakmasına en ihtiyacı olan dönemlerde karşılaştıgı ilgisizliğe, gördüğü şiddete rağmen insanları sevecek kadar güçlüydü. Ailesini bırakmamak için de elinden geleni yapardı.

.

"Ayda abi?"

Minel tavşanını tutmayan eliyle gözlerini ovuşturarak odasına girdiğinde Arda çözdüğü çengel bulmacayı yarıda bıraktı. "Efendim abiciğim?" Tebessüm etti kızın büyük ihtimalle çadırında uyuyakaldığı ve o uyku halini üzerinden hâlâ daha tam anlamıyla atamadığı için cümle kurmadan önce biraz bekleyişine, kendisi bu odaya geldiği halde nerede olduğunu idrak etmeye çalışmasına.

"Şey..." Minel yavaşça yaklaştı Arda'ya. Kollarını kaldırdığında Arda bir an tereddüt etse de derin bir nefes alarak kendisine karşısındakinin kendi canından daha çok sevdiği kız kardeşi olduğunu hatırlattı, kız çocuğunu koltuk altlarından tutup kaldırarak dizlerine oturttu.

"Efendim abiciğim?"

Minel başını Arda'ya yasladı; çocuğun beyaz, desensiz tişörtüyle oynamaya başladı. "Kötü yüya göydüm." Şikayet eder gibiydi, yanakları tombullaşmıştı. Arda bu manzaraya gülümsemek istese de inci tanesinin ciddiye alınmıyormuş gibi hissetmesini istemediği için yapmadı.

"Nasıl bir rüyaydı Minel?"

"Şey... Kötü yüya."

"Neler oluyordu, açıklayabilir misin?"

Minel aklından çıkmayan anların bir kez daha üzerinden geçti zihninde. Üzüldü, kâbusundan onu Arda koruyabilecekmiş gibi hissederek biraz daha sokuldu abisine. "Dedinis ki... Şey... Şevmiyoyşunuz beni. Çok üzüydüm. Sonya... Azıcık koyktum. Ama... Ama şeviyoyşunuz beni, di mi?"

"Tabii ki seviyoruz." Çok hızlıydı Arda'nın cevabı. Minel'in içi biraz da olsa rahatladı, Arda bir şey eklemedi, Minel'in elini tutup üzerini okşadı incitmekten korka korka, inci tanesi gördüğü sevgiyi hissederek kâbusunun etkilerinden kurtulmaya başladı.

"Ben ayyemi çok seviyoyum. Ayyem de... Şey, beni şeviyoy. Biz ayyeyiz. Ben... Şey... İnci taneşiyim, di mi?"

"Evet, öylesin." İlk başta yalnızca Gökhan'ın kullandığı, sonrasındaysa tüm aileye mal olan hitap biçimiydi "inci tanesi". Basına bile yansımıştı bu durum Hale'nin Minel'le ojelerinin fotoğrafını çekerek "Aktunaların inci tanesinin ilk ojeleri" başlığıyla sosyal medyada paylaşması üzerine.

"İnci taneyeyini... Taneyeyini sevey... Şey, heykeş. Ayyemisdeki heykes."

"Evet abiciğim, ailemizdeki herkes inci tanesini sever." Arda Minel çoğul kullanmasına rağmen "inci tanesi" demeyi tercih etmişti zira Minel biricikti, Aktunaların biriciğiydi.

"İkizimin sesini duyup geldim!" Ayaz'ın izin istemeden odaya girişi Minel'in irkilmesine neden oldu, kâbusu zayıf bir konuma sokmuştu kız çocuğunu, Ayaz fark etti bu halini. Durgunlaşırken "Bebeğim?" dedi yavaşça. "Neden korktun?" Arda'nın yanına oturdu.

"Şey... Kötü yüya göydüm, o yüsden. Ama... Ama... Ayda abim beni... Şey... Koykmuyoy yaptı."

Ayaz'ın dudağının bir kenarı kıvrıldı, kahve gözleri kısıldı. "Korkmuyor mu yaptı seni?" diye tekrar ettiğinde Arda da tebessüm etti, başka birinde onu çıldırtacak bu kelime hataları inci tanesinde çok sevimli duruyordu.

"Hıhı."

"Nasıl bir rüya gördün? Bana da anlatır mısın? İkiz kurallarını unutma."

Minel hemen gözlerini kırpıştırdı, haklıydı Ayaz, unutmamalıydı kuralları. "Siz dediniz ki..." diye konuya girdi. "Sevmiyoyşunuz beni. Hepinis dediniz. Ben üzüydüm, şonya koyktum. O yüzden... Şey, uyandım." Korkusunu atlatmaya yaklaştığı için daha çok detay verdi. "Hey yeyim... Hey yeyim tey oydu. Saçyayım böyye oydu." Saçlarını çekerek yüzüne yapıştırdı uyandığı ve çadırında beklediği terli halini göstermek için.

"Terledin?"

"Hıhı, tey oydum."

Ayaz ellerinden öptü Minel'in, Arda'ya baktı. "Ter oldum, diyor." dedi gülerek. "Isırmayıp ne yapayım ben bu kızı?"

Arda kaşlarını hafifçe çattı. "Isırırken canını acıtabilirsin."

Gözlerini devirdi Ayaz. "Ben mi canını acıtacağım Minel'in?" Kızın boynundan öptü, kahvelerini yeşillere dikip ellerini yanaklarına yerleştirdi. "Ben bu kızın canını acıtanı üzerim, üzerim! Hepimiz üzeriz!"


.

Arda başını yanındaki Doruk'a yasladı, Minel'in sesini duymak ona kendini iyi hissettirmemişti. Aksine, vicdanı sızlamaya başlamıştı yine. Minel kâbus görünce bile onun yanına gelmiş, korkusunun geçirilmesi için abisine güvenmişti ancak sonra, bir geminin karanlık odasında durmuştu günlerce. Şimdi de yoğun bakımdaydı, ondan hayatı boyunca uzak olması gereken bir zehrin etkileri dolaşıyordu bedeninde.

Doruk Arda'nın başını omzunda hissedince kolunu cılız çocuğa sardı halsiz kalmasından endişelenerek. Raif her birinin yemek yediğinden emin oluncaya kadar başlarından ayrılmasa da korkuyordu Doruk, elinde değildi.

"İyi misin abim?"

Arda sessizce başını salladı, Ayaz bu diyaloğu duymasıyla bir an o tarafa doğru baktı ama Arda'nın gözlerine denk gelemedi, çoğu an camdan ayırmıyorlardı göz bebeklerini. Daha önce birileri gelip de Ayaz'a "Bir cama ayakta durarak ve gözlerini hiç ayırmadan dakikalarca, hatta saatlerce bakacaksın." deselerdi Ayaz kahkahalar atar, üstüne o kişilerle dalga geçerdi ama sonuç ortadaydı.

Kuzey yorulan gözlerini kırpıştırdı Ayaz tekrar cama dönerken. Şakağı ağrıyordu düşünmekten ve uykusuzluktan, alnını ovuşturdu ancak hiçbir işe yaramadı, hatta elleri sihirliymiş ve hatıra yüklüymüş gibi anlar doluştu beyninin sorumlu kısmına.

.

"Abicim! Giyebiyiy miyim?"

Kuzey okuduğu dergiden kaldırdı başını, bir iş adamının röportajını okuyordu, bayağı bir dalmıştı. Kaşlarını kaldırıp indirerek sızlayan gözlerini rahatlattı. "Gelebilirsin prensesim."

Minel zorlanarak kapıyı açtı, içeri girince kaşlarını çatarak baktı kapı koluna. Kuzey dudağının kenarında filizlenen bir gülüşle izliyordu bu hallerini.

"Abicim!" dedi kız çocuğu gözlerini kapı kolundan çektikten sonra, Kuzey'e ilerlerken. "Kapı şey... Kapı neden böyye? Açamıyoyum ben. Neden usun kapı?"

Tatlı tatlı şikayet edişi Kuzey'in tebessümünü sesli bir gülüşe çevirdi. "Güzelim..." dedikten sonra boynundan öptü kız çocuğunun. "Yerim seni, nasıl şikayet ediyorsun sen?"

Minel kararlıydı kapıya kızmakta. "Ama abi..." diyerek savunmaya çalıştı şikayetini. "Oymuyoy! Kapıyay hep... Şey... Hep böyye. Tavşanım... Tavşanımya açamıyoyum! Sonya tavşanımı yeye... Yeye bıyakınca... Piş oyuyoy. Tavşanımın piş... Şey, iştemiyoyum öyye. Babama dicem, dedeme de dicem."

Kuzey bu mevzu Raif ve Gökhan'a gider gitmez Minel'le bir mağazaya gidilerek ona kapı seçtirileceğine ve tüm kapıların bir günde değiştirileceğine emindi. "Diyebilirsin abim." dedi bu yüzden. "Onlar çözer."

"Geyçekten mi?"

"Gerçekten."

Minel ayaklarını salladı yeşillerini odada dolaştırmaya başlarken. Gözleri koltuğun üzerindeki dergiye, parlak kağıda basılmış fotoğraftaki orta yaşlı adama takıldı. Gözleri büyürken "Bu kim?" diye sordu merakla.

"Bir iş adamı."

"Ne?"

Kuzey güldü. "İş adamı." diye tekrar etti. "Amcanlar gibi düşün, babam gibi, baban gibi."

Minel bir süre düşündü adamın fotoğrafına bakarak, bir yandan da tişörtüyle oynuyordu, elleri boştaydı, tavşanını yanına oturtmuştu.

"Şiyket... Şiyket mi vay? Onun da mı? Bisim şiyketimisden mi?"

Minel Gökhan'ı gün içinde canı sıkıldığı veya ona anlatacak değerde bir şey bulduğu an arıyordu. Her seferinde de söyleyeceklerini söyledikten sonra "Neydeşin babacım?" diye soruyordu. Gökhan da her seferinde "Şirketteyim güneşim." cevabını vererek kızın kelimeyi ezberlemesine neden oluyordu.

"Evet, şirketi var ama bizim şirketimiz değil, başka."

İnci tanesi anlamaya çalıştı. Kuzey sabırla bekledi soru sormasını. "Bizim şiyketimiz... Şiyketimiz daha güzey, di mi?"

"Evet, daha güzel."

Minel bir süre bekledikten, başka soru bulamadıktan sonra Kuzey'in kucağından indi. Odayı daha önce defalarca incelememiş gibi dolaştı, kitaplığın önünde durdu. Dolap sabitlenmiş olsa da kitaplar öyle değildi, Kuzey ayaklandı, Minel'in yanında bitti hemen.

"Kitapyay... Kitapyay ne? Şudoku kitabı mı? Ayda abimin kitabı vay öyye. Benim... Benim boyama kitabım vay. Boyama kitabı mı?"

"Hayır güzelim." Ne diyeceğini düşündü Kuzey. Çoğu kişisel gelişim, ekonomi kitaplarıydı okuluyla alakalı kitaplarla beraber. "Okul kitabı."

"Okuy." diye tekrar etti Minel. "Ben de... Okuya, okuya gidicem. Öğyetmenim oyucak. Sonya, şey... Çantam oyucak. Defteyim oyucak."

"Çok mu heyecanlısın okul için?"

Kuzey'in sorusu Minel'in beklediği soruydu, yerinde duramadı. "Evet!" dedi ellerini sallarken. "Okuy... Meyak ediyoyum okuyu! Gitmek iştiyoyum!"

"Gideceksin abim, biraz beklemen lazım."

Başını salladı Minel, babası defalarca bahsetmişti bundan çünkü kız çocuğu kafasına estikçe okul hakkında sorular soruyordu.

"Bekyicem, büyücem, sonya okuya gidicem."

"Evet. Bekleyeceksin, büyüyeceksin, sonra okula gideceksin güzelim."


.

Kuzey titrek bir nefes verdi. Tekrar etti içinden. "Bekleyecek, büyüyecek, okula gidecek." Gözlerini kapattı. "Büyüyecek, burada kalmayacak. Minel güçlü. Minel çok güçlü. Dayanır."

Kuzey Minel'in güçlü olduğuna kendini ikna etmeye çalışırken inci tanesini en iyi tanıtan kişi olan Gökhan aynı anda kendi kendine konuştu içinden.

"Benim bebeğim çok narin, dayanamazsa ne olacak?"

Bölüm : 05.09.2024 22:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...