Yeni Üyelik
27.
Bölüm

🐣60🐣

@imposiblety

Imposiblety'den

Minel şaşkınlıkla izliyordu etrafında olanları. Tüm Aktunalar Minel'in çocuk servisine sevk edilmesinin ikinci gününde -birinci günde doktorlar yalnızca bir refakatçiye izin vermiş, ziyaretçi olmasının kız çocuğunu yorabileceğini söylemişlerdi- hastane odasına dolmuşlardı.

Hale durup durup onu öpüyordu, Engin bir anda "Amcasının gülü, bal kızım benim!" deyip yanaklarını ısırıyordu. Doruk bir o yana, bir bu yana gidiyordu. Arda sessizdi fakat sürekli olarak gülümsüyordu Ayaz onlarca yeni oyun indirip internetten oyuncaklar sipariş eder, hevesli hevesli "Beraber oynayacağız." diyerek kuralları anlatmak için sesini duyurmaya çalışırken.

Hakan ve Kuzey sessizlerdi, sessizlerdi ancak onlar da arada sırada gidip Minel'in saçlarından, parmaklarından öpüyorlardı. Gülten Minel'e örgü örüyor, ondan sıkılınca kız çocuğunun çok zayıfladığını söyleyerek çeşitli şeflerin yemek videolarını izliyordu ara sıra "Canımın içi benim." diyerek alnından öpmesinin yanı sıra. Raif'in gözleri her daim dolanıyordu bir tanesinde, canı acıyor ama söylemiyor diye korktuğundan en ufak mimiğini dahi analiz etmeye çalışıyordu. Sarılmayı da ihmal etmiyordu tabii.

Gökhan?

Gökhan inci tanesinin elini bir saniye olsun bırakmıyordu. Gözleri de neredeyse her zaman onun üzerindeydi, başka birine kısa bir süreliğine bakacak olsa parmaklarını bebeğinin bileğine kaydırıyordu nabzını hissedebilmek ve bir aksilik olmadığından, nefes aldığından emin olabilmek için.

"İyi misin güzelim?"

Minel babasının on dakikada bir bu soruyu sormasına alışmıştı, hem adam da açıklamıştı nedenini. "Biraz endişeliyim, hasta olmanın etkisini atlatamadım. Bu yüzden sürekli soruyorum." demişti, inci tanesi bunları duyduktan sonra kendine görev bilmişti büyükçe gülümseyip enerjik bir şekilde "İyiyim babacım!" demeyi.

"İyiyim babacım!"

Gökhan gülümsedi, saçlarını geriye itip alnından öptü. Hastane kokuyordu Minel, günlerdir yıkanmamıştı ancak adamın burnuna en ufak bir kötü koku gelmiyordu. Aksine, bebek şampuanı kokusu alıyordu yine.

"Şen iyi mişin?" Sakallarına dokundu Gökhan'ın, daha sonra kirpiklerine. Zayıflamış yüzüne alışamamıştı hâlâ, sanki sağlıksızdı babası, endişeleniyordu kız çocuğu adamın hastalanmasından.

"İyiyim babam, sen iyisin, ben nasıl iyi olmam?"

Minel gülümsemedi bu sefer, yanağını babasının avuç içine yaslarken mırıldandı. "Şey...Yemek yices, tamam mı?" Gökhan'ın ona davrandığı gibi davranıyordu cüssesine bakmayıp. "Çok sayıf oydun babacım. Haşta oyabiyiyşin, haşta... Haşta oyuyşan... Şey, iştemiyoyum öyye."

Gökhan kafayı yiyecekti, cidden kafayı yiyecekti. Bu kız çocuğu onu acıdan öldürmediyse sevinçten, şirinliğinden öldürecekti.

"Böyle yaparsan..." diye mırıldandı sandalyesinden kalkıp yatağın kenarına sığmaya çalışır ama başaramaz, bir bacağını dışarıda bırakırken. "Seni yerim bebeğim, sonra da gıdıklar ve ısırırım." Yanaklarından öptü yavaşça, canı kızarıncaya kadar onu gıdıklayarak güldürmek istese de ciğerleri yorulmasın diye yapmıyordu.

"Baba kız ne konuşuyorsunuz? Bu kadar da dışlayamazsınız bizi!"

Engin'in söylediklerini anlamadı Minel, Gökhan'ın ona gösterdiği nazik sevgideki odağını amcasına kaydırdı. "Hı?" dedi gözlerini büyüterek.

Engin bu tepkiye gülen ilk kişiydi ama tek değildi, zaten gülmeye yer arıyordu her bir aile üyesi acı çektikleri günlerin acısını çıkarırcasına.

"Ne konuşuyordunuz bal kızım?"

"Şey..." Böyle "şey" ile başlayan cümleleri çok özlemişlerdi, Gökhan inci tanesinin elini öperken Gülten yanağını okşadı gülümseyerek. "Babam sayıf oymuş! Yemek yemeşi geyek. Onu ye yapıcam. Yapıcam. Şonya, şey... Ben de yicem. Dedim ki böyye." Başını sallayarak kendini onayladı.

Ayaz yaşının getirdiği uçarılığa zıt bir şekilde şefkat dolu gözlerle baktı "ikizine". İki haftadır evde değildi, başına gelmeyen kalmamıştı, az kalsın ölecekti ama babasının zayıfladığını düşünüp endişeleniyordu.

"Isıracağım seni."

Ayağa kalktı çocuk, Minel'in yanına gidip eğildi, sarı tişörtten açıkta kalan koluna dişlerini geçirecekti ki Minel kolunu kaçırdı. "Ben haştayım Ayas." dedi bilmiş bilmiş. "Haştayay ışıyıymaz." Ayaz kaşlarını kaldırınca babasına döndü inci tanesi destek bulabilmek için. "Di mi babacım? Işıyıymas, di mi?"

Ciddiyetle onayladı Gökhan. "Evet güzelim."

"Bence de ısırılmaz." diye müdahil oldu Hale. "Ama çok güzel öpülür." İki yanağından da öptü Minel'in, yanaktan öpmeme kuralı kalkmış gibiydi Minel'siz geçirilen günlerden sonra.

"Haya?"

Hale inci tanesini öpmeyi bırakıp geri çekildi. "Efendim bebişim?"

"Şey... Kuaföye... Kuaföye gidicek miyiz?" Halası bu olaydan bahsettiğinde heveslenmişti kız çocuğu, daha önce kuaföre gitmemişti çünkü. Bazen Ceyda onu Aykut'a bırakıp dışarı çıkardı, geri geldiğinde sarı saçları dümdüz ve parlak olurdu. "Kuaföre gittim, nasıl olmuş saçlarım?" derdi Aykut'a ve çevresinde dönerdi. Minel Aykut orada olduğu için ses çıkaramazdı, bir köşeden izlerdi yalnızca. Annesiyle yalnız kaldıklarındaysa "Çok güsey annecim." diyerek iltifat ederdi kadına ama karşılığında bir tebessüm dahi alamazdı.

"İstersen gideriz bebeğim, istiyor musun?"

Minel bilemedi ne diyeceğini, üzerindeki ince örtüyle oynamaya başladı bakışlarını indirip. Hale derin bir nefes aldı, Minel'in kabuğuna tekrardan çekilmesini istemiyordu. Elini çenesine koyup başını yumuşakça kaldırdı. "İstiyorsan söylemelisin halacığım. Ben sana hiç kızar mıyım? Söyle bebeğim."

"Şey... İştiyoyum. Ama, şey... Babanem de geyşin." Gülten'e baktı yavru kedi gözleriyle. "Geyiy mişin babanecim?" diye sordu tatlı tatlı. Ailenin kadınlarıyla kuaförde bir gün geçirmek istiyordu canı.

"Sen istersin de gelmez miyim canımın içi?"

Gülümsedi kız çocuğu, Gökhan derin bir nefes alarak öptü avuç içinden. Minel ona baktı, babası ağzını açtığı an "İyiyim babacım!" dedi hızlı hızlı. "Geyçekten!"

Herkes güldü bu tepkiye, Gökhan'ın gözleri kısıldı ve gamzesi ortaya çıktı, Minel izledi babasının bu halini, çok büyük bir hayranlık vardı gözlerinde. Çok güzel gülüyordu adam.

"Neden öyle bakıyorsun fıstığım?" Doruk'un gülerek sorduğu soruyu cevapsız bırakmayı istemediği için gözlerini babasından çekti, abisine baktı. "Şey..." Utandı, yanakları kızardı ama devam etti cümlesine. "Babam çok yakışyıkyı."

Gökhan'ın dış görünüşü hakkında aldığı en iyi, onu en mutlu edem ve heyecanlandıran iltifat bu olmalıydı: meleğinin yakışıklı olduğunu söylemesi. Teşekkür etmek için ağzını açtı ama ailesinin konuşmasıyla durdu.

"Ondan daha yakışıklı biri var mı bebişim? Çekinme, söyle." Hale'nin derdi kardeşini sinir etmekti, adamın fazla kıskanç biri olduğunu herkes biliyordu.

"Ben olabilirim!" Engin'in enerjik bir şekilde, az da olsa ümitle söylediği cümle çürütüldü hemen inci tanesi tarafından. "Hayıy, babam en yakışyıkyı."

Gökhan sırıttı Engin'e bakarak. Saçlarından öptü kız çocuğunun, Minel başını ittiğinde anlayıp alnına kaydırdı öpücüğünü. Bukleleri kirli olduğu için rahatsız oluyordu, bu yüzden genelde itiyordu saçlarını öpmeye çalışanları.

"Ama bebeğim..." diye itiraz etti Hale, canı Aktuna erkeklerinin sinir olduğunu görmek istiyordu. "Bir sürü erkek göreceksin büyüdüğünde, onlar da sana çok yakışıklı gelebilir. Onlar gelmese bile sevgilin olacak yani..." Yarıda kesti cümlesini çünkü Arda'nın bile suratı kızarmaya başlamıştı.

"Ne oldu?" Hale masum masum sormuştu bunu; bazıları dudaklarını kemiren, bazılarını boynunu esneten Aktuna erkeklerini bu hake o getirmemiş gibi.

"Kızıma öyle şeyler söyleme." O cümlelerin gerçek olmasının ihtimali bile şakaklarını ağrıtıyordu Gökhan'ın. Minel'in bir sevgilisi olması, ona "yakışıklı" demesi... Bir de elini tutarak mı getirecekti o çocuğu yanına? Yakasını çekiştirdi gözünün önünden akıp geçen görüntülerle.

"Şevgiyi ne demek?"

"Önemli bir şey değil prensesim, boş ver." Gülümsemeye çalıştı Kuzey. Kendisini içinden sakinleştiriyor, mantıklı olması gerektiğini kıskançlığına hatırlatmaya çalışıyordu fakat bunu gerçekleştirmek zordu, özellikle de Aktunaların genleri hücrelerinde varken.

"Bebişime böyle söylemeyin, 'Boş ver.' demek de ne? Ben sana vakti gelince anlatacağım her şeyi halacığım, bakma sen babana, abinlere..." Odada gözlerini gezdirerek devam etti kişi saymaya. "Amcanlara, dedene, Ayaz'a."

Minel'in hayatındaki anne figürü oydu; kız çocuğu birinden hoşlandığında bunu dinleyecek, ona nasihat edecek, aşkın nasıl bir şey olduğunu anlatacak kişi de oydu haliyle.

İnci tanesinin aklı karışmıştı. "Ama, şey..." diye mırıldandı. "Ayyenden başka... Başka yakışyıkyı denmes."

Hale ve Gülten afalladı, ailenin erkekleri böyle uydurma bir kuralın Minel'e söylendiğinden haberdar olsa ve hepsi o kuralı doğrulasa da ailenin kadınları hiçbir şey bilmiyordu.

"Ne dedin bebişim?"

Minel kendinden emindi bu sefer, tekrar etti. "Ayyenden başka biyişine... Biyişine yakışyıkyı diyemezşin."

Gülten kaşlarını çattı. "Kim söyledi bunu?" derken gözlerini gezdirdi tüm ailesinde. "Niye canımın içine..." Yalan kelimesini kullanmak istemedi, Minel dikkatle onu izliyordu, ailesine olan güveninin sarsılmasını istemezdi. "Şaka yapıyorsunuz?"

"Şaka mı?"

"Evet bebeğim, şaka." dedi Hale yatağın ucuna otururken. "İstediğin herkese yakışıklı diyebilirsin."

Minel gözlerini kırpıştırdı şaşkınca, Aktunaların söylediği her şeye koşulsuz şartsız inandığı ve o kurala uymaya çalıştığı için aklına gelmemişti böyle bir şey olacağı. "Neden? Şey... Neden..." diye sorarken kaşlarını çattı. "Şaka yaptınıs bana?"

Gökhan hariç herkes inci tanesiyle göz göze gelmemek için başını çevirdi, adam anladı cevap verme sorumluluğunun kendisine yüklendiğini, düşündü "Güneşim..." diyerek Minel'in dikkatini üzerine çekerken.

"Gülelim diye şaka yaptık, sonra sana söylemeyi unuttuk. Başka bir amacımız yoktu."

Hale güldü kollarını kavuştururken. "Çevir kazı, yanmasın." Engin hafifçe dürttü onu. "Susar mısın güzelim?" diye fısıldadı kızgın kızgın. "Her şey senin başının altından çıktı zaten." Başka bir yöne bakarken söylenmeye devam etti adam. "Sevgiliymiş, yakışıklıymış."

"Neden unuttunuz? Hep unutuyoyşunuz. Neden?" Sitemliydi inci tanesi, kaşları da hâlâ çatıktı. Hakan yeğeninin bu haline güldü, Minel kendisine dönünce hemen dudağının kenarını kaşıyormuş gibi yaparak gülüşünü gizledi. Onun bu telaşı Doruk'un sırıtmasına neden oldu, Aktunaların yöneticisinin üç yaşındaki bir kız çocuğuna yakalanmamak için girdiği haller gazetede yayımlanmalıydı.

"Hafızamız kötü bir tanem, o yüzden." Raif destek çıkmıştı Gökhan'a, tecrübeli bir kız babasıydı ve senelerce uğraştığı kişi yerinde duramayan, ailesini hiç zorlanmadan parmağında oynatabilen Hale'ydi; Gökhan'ın nasıl sıkışmış hissettiğini bu yüzden anlıyor ve ona destek olmaya çalışıyordu.

"Hafıfsa... Ne o?"

"Hafıfza değil abiciğim, hafıza." diye düzeltti Arda.

"Evet." Başını salladı Minel ciddi ciddi. "Hafıfsa."

Güldü Ayaz, kolunu Arda'nın omzuna atarken "Düzeltme daha, huysuz filozof." dedi yavaşça. En küçük abisiyle, abi dahi demediği abisiyle, uğraşmayı özlemişti. İki haftadır birbirlerine ancak destek oluyorlardı, o zamanlar Ayaz'ın çok işine yaramıştı bu halleri fakat canı alay etmeyi çekiyordu düze çıktıkları andan beri. "Bir şeyi yanlış söylüyorsa hep yanlış söylüyor, düzeltmiyor. Büyüyünce öğrenir."

"Yanyış mı... Şöyyemedim yanyış. Hafıfza dedim. Şen de... Şey... Hafıfsa dedin. Neden yanyış şöyyedim?"

"Bir harfi fazla söylüyorsun ufaklık." Genelde sessiz kalan, tüm ailesini ve özellikle de yeğenini kontrol eden Hakan'dı konuşan; kız çocuğunun bir şeyleri anlamayışı çok şirin geliyordu adama, her şeyi mantıklı bir şekilde anlatarak onu aydınlatmayı istiyordu.

"Hayfi... Şey... Okumak için, di mi? Okuma biymiyoyum. O yüzden yanyış... Yanyış şöyyedim."

Engin hafifçe kaşlarını çattı. "Harfleri nereden biliyorsun sen bal kızım?" Gökhan'ın da dikkatini çekmişti bu, kız çocuğunun bir harfin ne olduğunu üç yaşındayken bilmesi tuhaftı.

"Şey... Vidyoda isyedim."

"Videoda?" Kaşlarını kaldırdı Doruk, acaba Minel üstün zekalı olduğu için mi dedikleri hakkında habire soru sormak zorunda kalıyorlardı, cidden merak ediyordu. "Ne videosu fıstık?"

"Şey..." Nasıl söyleyeceğini düşündü Minel, bu isteğinden kimseye bahsetmemişti daha önce, bahsetmeye de pek niyeti yoktu ama Hakan amcası "harf" deyince dayanamamıştı. "Ben vidyo izyedim. Okuma... Okuma vidyoşu. Meyak ettim. O yüsden isyedim."

Aklını yokladı Gökhan ama hatırlayamadı, Minel ondan harflerle alakalı bir video açmasını isteseydi olurdu zihninde. "Nereden izledin babacığım? Öyle bir video açmadık."

Minel gülümsedi. "Ayas'ın tabyetinden!"

Tüm bakışlar Ayaz'a döndü, ensesini kaşıyarak gözlerini kaçırdı çocuk.

"Ayaz tabletini mi veriyor sana?"

Gökhan Minel'in televizyon izleme süresini bile sınırlıyordu daha çok küçük olduğu için, Ayaz'sa ona tablet veriyordu demek.

"Evet ama... Şey, azıcık babacım. Geyçekten. Baybi... Baybi oyunyayım vay. Şonya... Kediyi oyunum vay! Kedim... Kedim büyüyoy. Ama geyçek Kedi'mi daha çok... Şey, daha çok şeviyoyum. Çifyik oyunumus vay. Onyayı oynuyoyum. Biy de, biy de vidyo izyiyoyum. Ayaz bana öğyetti. Söyyüyoyum, vidyo açıyoy."

Minel oynadığı oyunları bu kadar hevesli anlatırken Gökhan ona kızamazdı, zaten hiç kızamıyordu meleğine, karşısına geçip sarı, kıvırcık saçları ve yeşil gözleriyle ona baktığı an tüm öfkesini unutmak gibi bir huyu vardı. Hem şu an hastanedelerdi, daha yeni yeni toparlanıyordu çiçeği.

"Çok güzel oyunlarmış biriciğim ama bir daha sadece Ayaz abinle oyna, tamam mı? Fazlası zararlı, Ayaz da zaten fazla oynamana izin vermeyecek, değil mi Ayaz?"

Ayaz başını salladı hemen, Gökhan amcası Minel yüzünden yumuşamış olabilirdi ama şakaya da gelmezdi öfkesi, hiç gerek yoktu itiraz etmeye.

"Ee halacığım, harfleri öğrendin mi bari?"

Heyecanla başını salladı Minel, Hale olumsuz bir cevap beklediği için afalladı, Minel'se bunu fark etmeyip devam etti.

"A'yı öğyendim, b'yi öğyendim. C'yi... Şey... Yasamıyoyum, faykyı oyuyoy. Anyamadım." C'nin yuvarlak kısmını fazla uzatıyordu, bu yüzden yan çevrilmiş bir U'ya benziyordu C'si C'den çok.

"Bana hiç söylemedin bunları güzelim, neden?"

Minel dikkatle baktı Gökhan'ın yüzüne. Öfkeli değildi adam. "Şey..." dedi kız çocuğu yavaşça. "Kızmadın bana. Çünkü, şey... Şen bana kızmıyoyşun. Biy de... Biy de... Kötü şey yapmadım. Meyak ettin. O yüsden... O yüsden şoydun, di mi?"

Gökhan tebessüm etti. "Kızdın mı?" diye sormamıştı Minel, babasının ona kızmayacağını biliyordu artık. Avuç içinden öptü birkaç kez, bir kez öpmek niyetindeydi ama dayanamamıştı.

"Evet inci tanem, merak ettiğim için sordum. Cevap verebilir misin?"

Kollarını kavuşturdu Hale Raif'in koluna yaslanırken. "Şu çocuğu marangoz bu kadar yontamazdı!" Gurur dolu bir ifade vardı yüzünde.

Gökhan dolaylı yoldan "odun" olarak hitap edilmesine tepki vermedi, umrunda değildi, kızıyla konuşuyordu zira.

"Şey... Şüpyis yapıcam. O yüzden şöyyemedim. Yazıcam işmimizi, süpyis oyucak. Oymadı. Söyyedim. Ama oyşun, başka süpyiz yapayım."

"Yaparsın tabii dedeciğim, bir iyileş tamamen, istediğin sürprizi yaparız istediğin kişiye."

Minel tebessüm etti dedesinden bu cümleyi duymasıyla, Gökhan'sa "iyileş" kelimesini duyunca hatırlamıştı Minel'i yürüteceğini. Kız çocuğu çok sıkılıyordu yatağında, ayrıca bacaklarını hareket ettirmek istediğini söylemişti.

"Tamam." diyerek ayaklandı adam, herkes ona bakınca gözlerini gezdirdi onlarda. "Siz gidin." Kaba olup olmamak umrunda değildi. "Yarın okul var, iş var. Doktor da 'bir refakatçi' dedi. Gidin, biz de kızımla yürüyeceğiz."

Aktunalar gürültü yapmak istemiyorlardı, Minel'i yoracak her şeyden kaçınacaklardı. Bu yüzden kimse itiraz etmedi. Her biri Minel'i öptü, kız çocuğuna sarıldı ve kendilerinden beklenmeyecek bir sakinlikle terk ettiler hastaneyi.

"Neyde yüyücez baba?"

"İstersen koridorda yürürüz bebeğim, istersen dışarı çıkarız. Hangisini istiyorsun?"

"Şey... Dışayı yüyüyeyim. Aşanşöye bineyim, öyye."

Gökhan inci tanesinin alnından öptü, Hale ve Gülten'in Minel'in hastanede geçireceği vakit için hazırladıkları çantanın bir gözünden beyaz spor ayakkabıları ve açık sarı çorapları çıkardı. Hastane serin olduğu için Minel'in beline kadar örtülü olan ince pikeyi açtı, yatağın kenarına oturdu.

"Çoraplarını ve ayakkabılarını giyelim babam, sonra gidelim."

Başıyla onayladı kız çocuğu. Bir sessizlik oldu. Gökhan dikiş kısımlarına dikkat ederek iki çorabı da giydirdikten sonra "İyisin, değil mi çiçeğim?" diye sordu. "Bir yerin ağrımıyor, değil mi?"

"Iıh, ağyımıyoy."

"Korkuyor musun peki biriciğim?" Kızının fiziksel sağlığına önem verdiği kadar zihinsel sağlığına da önem veriyordu, korkmaması da çok değerliydi.

"Sen yanımda oyunca... Oyunca koykmuyoyum babacım."

Gökhan gülümsedi, Minel'i kucağına aldı, birazdan yere indirecekti fakat öncesinde biraz tadını çıkarmak istedi kızının başının omzuna yaslı olmasının, çok özlemişti böyle durmayı. İstemeye istemeye tavşanı da aldı yatağın kenarından, kendisi almazsa Minel alacaktı, kızına bir şey taşıttırmak istemiyordu.

"Ne zaman banyo yapıcam? Kiyyendi... Kiyyendi saçyayım. İğyenç."

Gökhan bunu duyar duymaz inci tanesinin saçlarını koklayarak öptü. "Ne iğrenci bebeğim? Mis gibisin, mis kokulumsun."

Minel babasının dediklerinden hoşlansa da inanmadı o kelimelere, rahatsız oluyordu, ittirdi adamın başını. "Saçyayımı öpme. Yanakyayım daha güzey."

Gökhan güldü. Yanaklarından da öptü bebeğinin, hiç itirazı olmazdı onu daha fazla öpmeye. "Doktora sorarım, izin verirse banyo yaptırırım sana, olur mu güzelim?"

"Oyuy ama, şey... Neden doktoya soyucaz?"

Gökhan koridora çıkarken ve Minel'in koridorda yürüyebilmesi için asansöre mesafe kalması amacıyla olduğu yerde gidip gelirken açıklamaya başladı tane tane.

"Çünkü babam, bazı hastaların banyo yapması yaralarına zarar verir. Senin bir yaran yok bebeğim ama yine de soralım, yoksa endişelenirim çünkü sana bir şey olmasını istemiyorum, anladın mı biriciğim?"

Başını salladı kız çocuğu. Babası her şeyi böyle açık açık anlatınca kendisini çok iyi hissediyordu, adamın onu ciddiye aldığını anlıyor ve ona daha da çok güveniyordu.

"Şimdi seni yere bırakacağım çiçeğim ama önce ellerini tutacağım, dengeni kaybetmenden korkuyorum, sonra istersen bırakırım, olur mu?"

Uzun süredir yürümediği için düşmesinden korkuyordu Gökhan'ın, kızında oluşacak ufacık bir çiziğe bile tahammülü yoktu.

"Oyuy babacım."

Minel'i yavaşça, canını acıtmaktan korka korka yere bıraktı. Yürümeyi daha öğrenmeyen bebeklerini ellerinden tutarak yürüten babalar gibi tuttu meleğinin ellerini, ilk adımında yanında değildi ve ona, düşmesine izin vermeyeceğini hissettirememişti ancak bundan sonraki tüm adımlarında arkasında duracaktı.

Bir adım attı inci tanesi, sonra bir adım daha... Bir tuhaflık yoktu ayaklarında, gülümseyip başını geriye doğru kaldırdı; göz göze geldikleri an büyük, sıcak bir tebessümü dudaklarına misafir eden adama neşeli neşeli konuştu. "Yüyüyoyum babacım! Haşta değiyim! Bıyakabiyiyşin!"

Gökhan endişelense de belli etmedi, olumsuz duygularıyla kızını kısıtlamayacaktı. Minel ileride paraşütle bir helikopterden atlamak istese dahi izin verecekti ona, yalnızca kendisi de bir paraşütle gidecekti peşinden, bir terslik olursa onu kurtarabilecek helikopterler dizecekti gökyüzüne ama izin de verecekti.

Minel hasta yatağından kalkmanın enerjisini hissetti, ayaklarına baktı gülümseyerek. Çöken yanakları tebessümünün etkisiyle biraz da olsa tombullaşmıştı, Gökhan ne zaman bu görüntüyle karşılaşsa kızarana kadar ısırmak istiyordu o yanakları.

Minel'in minik adımlarının hızına uyarak girdi asansöre Gökhan, zemin katın düğmesine bastı, Minel şarkı söyleyerek iki yana sallanmaya başladı hemen, adam gülümsedi ister istemez, her hareketini deli gibi özlemiş olabilir miydi? Özlemişti.

"Kıymızı bayık göyde, kıvyıya kıvyıya yüzüyoy."

Zemin kata indiklerinde birkaç kişi dönüp baktı kız çocuğuna, çok şirindi sarı tişörtü ve bukleleriyle, onu haberlerden tanımayanlar merak ettiler ne gibi bir hastalığın bu ufaklığı buraya düşürdüğünü.

"Bahçeye çıkayım, ağaçyaya bakayım. Güzey ağaçyay, yeşiy ağaçyay... Mavi gökyüsü, pembe evyey... Pembe ev vay mı babacım? Yok mu? Haştane ne yenk? Kaydıyım... Yayayay yüyüyoy kaydıyımda, o ne yenk?"

Gökhan "Bilmiyorum güzelim." diyerek dürüst oldu, hastanede oldukça fazla vakit geçirmişse de dikkat etmemişti hiçbir şeye, gözü görmüyordu etrafı.

Neşesini kaybetmedi inci tanesi, etrafına o mutluluğu saçarak yürümeye devam etti. Bahçeye çıktıklarında ellerini iki yana açıp havaya baktı. "Gökyüsü!" dedi yüksek bir sesle. "Buyutyay!" Daha sonra irkildi kendi sesinden. "Şey..." Tedirgince Gökhan'a baktı. "Güyüytü mü yaptım baba?"

Gökhan başını iki yana salladı yavaşça. "Hayır bebeğim, yapmadın." Yeşillerdeki endişeyi tamamen silmek için kollarını iki yana açtı adam, havaya baktı, insanların ne düşüneceğini zerre umursamadan "Gökyüzü!" dedi yüksek bir sesle. Bağıra da bilirdi ancak hastanenin bahçesindeydiler, utandığından değildi sesini biraz daha yükseltmeyişi. "Bulutlar!"

Minel sevimli bir şekilde güldü, çocukça olan davranışlarına bile ayak sağlıyordu babası, hoşuna gidiyordu bu durum.

"Yüyüyeyim babacım."

Ağaçlara, hastanenin geniş bahçesinin etrafına dizilmiş yüksek binalara, otoparktaki renk renk arabalara ve banklarda oturan insanların kıyafetlerine bakarak yürüdüler. Bir dakika kadar geçtiğinde tanıdık bir ses duydu Gökhan.

"Gökhan!.."

Başını o yöne çevirdi, Vural Elgin'in mavi gözleriyle karşılaştı. Kızını kurtaran bu adama öyle bir minnet duyuyordu ki samimi bir tavırla gülümsedi. "Merhaba."

El sıkıştılar, Demet de Vural'ın yanındaydı, Gökhan'ın elini sıktıktan hemen sonra dizleri üzerine çöküp inci tanesiyle konuşmaya başladı. Kızının küçüklüğüne benzetiyordu bu miniği, annelik duyguları kabarıyordu onu gördüğü an.

"Daha önce de geldik ama senin yanına çıkmadık, zor bir zamandan geçiyordun, bir de biz yormayalım istedik ama haberlerden Minel'in uyandığını duyunca dayanamayıp geldik."

"İyi yapmışsınız." Bir banka doğru ilerlediler yavaş yavaş. "Minel de sizi soruyordu." Laf olsun diye söylemiyordu Gökhan, kız çocuğu Elginlerin nerede olduğunu birkaç kez sormuştu kendisini kurtaran bu insanlara ve onların şefkatine, sıcaklığına çok kısa bir sürede dahi hayran olduğu, bağlandığı için.

Banka oturduklarında Minel oturmadı, Demet'le bir şeyler konuşuyorlardı, Vural aşık olduğu kadını tanıyordu, kesinlikle kızlarından -Canel ve Çise'den- bahsediyordu, birazdan da fotoğraflarını gösterecek ve "Artık iki ablan var, sakın unutma." diyecekti.

Gökhan gözlerini ayırmadı inci tanesinden, bir tık daha uzaktalardı Demet'le Minel çünkü sohbet sarınca yolun ortasında durmuşlardı, yine de görebiliyorlardı birbirlerini, zaten göremeselerdi telaşlanırdı Minel, korkardı.

"Seni çok iyi anlıyorum."

"Ne?" Hakan abisiyle yakın yaşlarda olan Vural'a baktı Gökhan, adama minnettardı, evet fakat sevmiyordu "Seni çok iyi anlıyorum." cümlelerini, kızını az kalsın kaybedecek olmanın acısı çok başkaydı çünkü.

Vural sanki gözlerinden anladı Gökhan'ın ne hissettiğini, burukça tebessüm etti, boş konuşmuş olmayı dilerdi ama öyle yapmıyordu, cidden anlıyordu kendisinden on yaş kadar küçük olan bu taze babayı.

"Küçük kızımı az kalsın kaybediyordum bu yaz." Düşüncesi bile mahvediyordu adamı, o anlara dönmemeye çalıştı. "Bir ay kadar komada kaldı, bunun yarısında Minel gibi entübeydi. Doktorlar olumlu konuşmuyordu, durumu kötüye gitti hatta ama sonra toparladı, bize geri döndü."

Gökhan derin bir nefes aldı aynı acıyı paylaştığı bir babayı bulduğunu anladığında. "Neden?" diye sordu Vural'a bakmayı kesip Minel'i izlerken. "Kızına ne oldu?"

"Ondan hoşlanan, güya hoşlanan bir çocuk varmış eski lisesinde. Önce psikolojisini mahvetti kızımın, sonra... Sonra dövdü onu birkaç kişiyle. Kırıklar, çürükler, iç kanama... Toparladı ama, daha da toparlayacak, biz yanındayız."

Dişlerini sıktı Gökhan, aynı senaryoyu Minel'in yaşadığını düşünmek... Bir benzerini yaşasa dahi acıyı tahmin edemiyordu, Minel o yaşa gelince onu çok daha fazla seviyor olacaktı, şu anki sevgisinin artmasını tuhaf buluyordu çünkü güneşler kadar seviyordu meleğini ama gerçek buydu, her gün onu daha çok severken lise dönemlerindeki bağlılığını hayal bile edemiyordu.

"Seninle de konuşmak istedim çünkü Çise hastaneden çıktıktan sonra çok büyük bir öfke hissettim. O hastanedeyken öfkelenmeye pek fırsatım yoktu, kızımın başındaydım ama çıkınca tüm duygular da gün yüzüne çıktı. Sende de benzer bir şey olabilir ve bu öfkenin ne kadar kötü olduğunu... Yani, yaşayarak görmeni istemem. Bu yüzden geldim, ne kadar iyi babalar olmaya çalışırsak çalışalım bazen kızlarımızı koruyamıyoruz. Ne yazık ki koruyamıyoruz."

Boğazı düğümlendi Gökhan'ın, bu gerçeği kabullenmesi çok zordu. Cıvıl cıvıldı güneşi, şu an Demet'e bir şeyler soruyordu gülerek, ellerini sallıyordu heyecanla, yere inerken babasından aldığı tavşanı da kolunun altındaydı, ara sıra ona dönerek bir şeyler anlatıyordu.

"Ama onları koruyacağımıza inanıyorlar ve biz koruyamıyoruz, öyle mi?" Düşünceliydi Gökhan, dalgınlaşmıştı mavileri, çoğu insana göstermediği zayıf kısmı açıktaydı şu an, aynı acıyı yaşayan birini bulmak neden olmuştu buna; bahaneler bularak, "Beni anlayamazsın." deyip aksileşerek kaçamıyordu sert gerçeklerden.

Vural derin bir nefes aldı. "Evet, öyle oluyor ama inanmaya devam ediyorlar, edecekler çünkü elimizden gelseydi onları koruyacağımızı biliyorlar. Gerekirse canımızı vereceğimizi, onların yerinde olmayı tercih edeceğimizi..."

Gökhan'a çevirdi bakışlarını, o da kendisine dönünce tebessüm etti. "Biz kızlarımızı korumak için elimizden gelen her şeyi yapacağız ama bazen olmaz, bazı şeyler bizim elimizde değil. Bunu kabullenmemiz lazım. Kendimize öfkelenmemiz bir işe yaramıyor, bunu sana kızı ölümden dönmüş bir baba olarak söylüyorum."

Bir sessizlik oldu, Vural Minel'i kendi teknelerine çıkartıp battaniyeye sardıklarında kız çocuğunun sayıkladığı cümleyi hatırladı. "Babayay kısyayını koyuy, babayay kızyayını koyuy." Bu cümleyi ona Gökhan söylemiş olmalıydı, çok inançlıydı çünkü ufaklık.

"Babalar kızlarını korur, deme." Gökhan afalladı, anlayamadı Vural'ın bu cümleyi nereden bildiğini, ikisinin de mavi olan gözleri kesiştiğinde devam etti Vural. "Babalar kızlarını korumak için elinden geleni yapar, de. Bazen olmaz, Allah'ın bize yazdığı kader farklıdır. Bu, bizim kötü babalar olduğumuz anlamına gelmez."

Ses çıkarmadı Gökhan, inci tanesini izlerken içinden konuşuyordu çünkü. "Babalar kızlarını korumak için elinden geleni yapar."

Loading...
0%