Yeni Üyelik
29.
Bölüm

🐣62🐣

@imposiblety

Imposiblety’den

 

“Abimyey ne zaman geyicek?”

 

Gökhan bu soruyu en az elli kez yanıtlamıştı fakat sabırlıydı, bir kez daha aynı cümleyi kurdu. “Okulları bitince gelecekler babam.”

 

“Ne zaman biticek?” Gökhan tam saatleri bilmediğini, söylerse bile anlayamayacağını söyleyecekti ki kız çocuğunun mahzun bakışlarını fark etti. Minel ilk kez bu denli yalnız kalıyordu bu evde, hiçbir abisi yoktu. Yalnız başına oynamaktan hoşlansa da rahatsız ediyordu onu başka bir odaya giymek istediğinde karşılaştığı boşluk.

 

“Çok mu özledin abinleri babacığım?” Dizleri üzerine çöktü Gökhan, Minel’in ellerini tutup parmaklarından öptü. “Söyle güzelim.”

 

“Özyedim.” Dudakları aşağı büküldü; hafif küskün, hafif üzgün bir tavırla babasına anlatmaya başladı dertlerini.

 

“Onyay okuya… Okuya gidiyoy. Ben bekyiyoyum. Sonya Doyuk abim geyiyoy. deyş yapıyoy, odaşına gidemiyoyum. Müzik… Müzik dinyiyoy, duymuyoy beni. Hepşi… Şey, okuy yapıyoy. Okuy yoktu, şimdi vay, abimyey hep gidicek mi? Ayas?.. Oynamıcak mıyıs daha? Büyüdüm diye mi? Ama çocukum, diyiy miyim?”

 

Yine kendi kendine kurmuştu inci tanesi, Gökhan onun bu aşırı düşünmeleriyle ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Gerçek olma ihtimali çok düşük olan gelecekleri kafasında tasarlayıp üzülüyor, çadırına girip ağlıyordu.

 

“Sen bunları ne zaman düşündün bebeğim?”

 

Gözlerini kaçırdı inci tanesi, bu sabah neşeli bir şekilde ailesini uyandırmış ve beraber kahvaltı yapacaklarını düşünmüştü fakat gerçek öyle olmamış, dersleri erken başlayan Kuzey, Doruk ve Arda evden erken çıkarken amcalarıyla halası da ihmal ettikleri şirket işlerini tamamlamak için kahvaltıya katılmadan evden ayrılmışlardı. Ayaz da kahvaltıya inmemişti zira ancak hazırlanabilmişti evden çıkacağı zamana kadar. Bu evde yapılan büyük kahvaltılara alışkındı kız çocuğu, kendini kötü hissetmiş ve çadırına girip düşünmüştü.

 

Bir cevap alamayacağını anlayınca derin bir nefes verdi Gökhan, kızını kucağına alıp arkasındaki siyah, deri sandalyeye oturdu. Gökhan’ın duvarları beton bırakılan, siyah ağırlıklı, çoğu insanın içini karartacak çalışma odasındalardı, Gökhan şirkete gitmese de döndüğü zamanlar çok işi olmaması için en azından günde birkaç saat çalışmaya çalışıyordu, inci tanesi de odadaki halının üzerinde bebekleriyle oynuyor yahut boyama yapıyordu.

 

“Dört mevsim olduğunu biliyorsun güzelim, değil mi?”

 

Minel bu sorunun az önceki konuştuklarıyla olan alakasını anlamasa da başını salladı. “Hıhı. İykbahay, yas, sonbahay, kış.”

 

Gülümsedi Gökhan. “Evet çiçeğim.” Minel’in buklelerini okşadı. “Yazları öğrencilere tatil olur, okula gitmeyip dinlenirler. Diğer mevsimlerde bir tek cumartesi ve pazar günleri tatil olur, diğer günler okula giderler. Şu an sonbahara girdik, bu yüzden abinler okula…”

 

“Ve Ayas.” diye sözünü kesti kız çocuğu, kendisi bazen “abimler” diyerek onu da kastetse bile başka birinin öyle yapmasından hoşlanmıyor ve o kişi kim olursa oldun düzeltiyordu.

 

“Ve Ayaz, haklısın. Kusura bakma güzelim, bir an unuttum. Abinler ve Ayaz da bu yüzden okula gidiyorlar, hafta sonu kursları yoksa gitmeyecekler ve yine yaz tatilleri olacak.”

 

Minel fıstık yeşili, kot elbisesinin karın kısmındaki ceple oynarken düşündü. Babasının dedikleri mantıklıydı fakat üzüntüsü veya can sıkıntısı azalmıyordu, bir süre sonra babasının işe döneceğinin de farkındaydı, o zaman ne yapacaktı?

 

“Yanyız mı kayıcam yasa kaday?” Başını Gökhan’ın göğsüne yasladı. “Abimyeyin okuyuna gidebiyiy miyim? Ayaz’ın okuyuna… O da küçük, oymas mı?”

 

Gökhan son cümleye gülmek istedi ama tuttu kendini, ciddi bir durumdan bahsediyorlardı, meleğinin üzüntüsü söz konusuydu.

 

“Okula aynı yaştakileri alıyorlar güneşim, siz Ayaz’la ikiz olabilirsiniz ama aynı yaşta değilsiniz, biliyorsun bunu, değil mi?”

 

“Hıhı.” Başını salladı inci tanesi, Arda abisi ona anlatmıştı aynı anne babaya sahip olan ikizlerin aynı yaşta olduğunu, Ayaz ve Minel’inse gerçekten kardeş olmadıkları için birbirlerine ikiz dedeler dahi farklı yaşta olduklarını.

 

“O yüzden gidemezsin bebeğim, hem dersleri anlamazsın hem de daha çok küçüksün onlar için, anlaşamazsınız çiçeğim.”

 

Minel iç çekti, daha fazla bir şey söylemedi. Anlaşılan burada veya kendi odasında oynamaya devam edecek, kimsenin odasını gezemeyecek ve o odadakilerle sohbet edemeyecekti.

 

Gökhan biriciğinin üzüntüsünü anladı iç çekişinden, onu kendi haline bırakamazdı böyleyken, mutlu olacağı bir şey düşündü. Eve dönüşü için hazırlattığı sürpriz olan havuz hazırda bile onun yanındaki duvara boydan boya inşa edilen büyük akvaryum daha tamamlanmamıştı, bu yüzden orayı göstererek mutlu edemezdi güneşini.

 

Kara kara düşünürken bu kaçırılma ve hastane olaylarından önceki planı geldi aklıma, Minel’i yaşıtlarıyla bir araya getirecekti. Dudaklarını ıslattı, artık bir tehdit oluşturamazdı hiç kimse, Kubilay’ın tüm adamları yakalanmıştı ve yargılanacaklardı tıpkı Kubilay ve babası Fuat gibi.

 

“Senin için olan bir okula gitmek ister misin?”

 

“Ne?” Başını kaldırdı Minel şaşkınca.

 

“Sana senin yaşındaki arkadaşlar getireceğimi söylemiştim, hatırlıyor musun?”

 

Kahvaltı masasında konuşulanlar inci tanesinin gözlerinin önüne geldi. “Hatıyyıyoyum.”

 

“Onun yerine bir okula gidebilirsin, tüm gün kalmazsın, çıkınca ben seni alırım veya kimi istersen, önemli değil. Oyunlar oynarsın, öğretmenlerin olur, ister misin?”

 

Minel yeni arkadaşlar edinmeye karşı olan korkusunu babasının daha önce söyledikleriyle çoktan bastırmıştı, başka bir deyişle hâlâ korksa dahi o korkuyu ciddiye almıyordu. Bu yüzden bu teklifi sevmişti, tereddütle de olsa başını salladı.

 

“İşteyim.”

 

Gökhan derin bir nefes aldı, hemen üç yaşındaki çocuklara uygun olan birkaç saatlik okullara bakmaya başlatacaktı. Minel’i üstün zekalı olup olmadığını anlamak için götürdüğü uzmanların üstün zekalı ve aynı yaşlarda olan çocuklar için yapılmış bir okuldan bahsettiğini hatırladı.

 

“Şimdi üzülme daha fazla biriciğim, olur mu? Seni üzgün görünce ben de çok üzülüyorum, hadi, gülümse.”

 

Gülümsedi Minel, Gökhan bu tebessümü beğenmemişti. “Hayır, bak, böyle.” dedikten sonra komik gözükecek olmasını umursamadan otuz iki diş sırıttı.

 

Minel ister istemez güldü babasının bu haline. “Çok şiyinşin babacım.” deyip kollarını boynuna sardıktan sonra hafifçe yükseldi, adamın sakallarına öpücükler kondurdu. “Yakışyıkyı babam, canım babam, güsey babam… Seni çok şeviyoyum, hep şevicem!”

 

Gökhan Minel’i bazen “Güzel kızım, biriciğim, çiçeğim…” diyerek sever ve her hitabından sonra saçlarından öperdi. En sonunda da “Seni çok seviyorum, her zaman seveceğim.” derdi. Minel de aynısını babasına yapıyordu.

 

“Ben de seni seviyorum bebeğim.”

 

Minel’in keyfi yerine gelmişti, gülümseyip babasının kucağından indi, iki yana sallanarak çıktı odadan masanın üzerine oturttuğu tavşanını aldıktan sonra. “Bakkay amca, bakkay amca, yağın vay mı, vay vay, şekeyin vay mı, vay vay…”

 

Gökhan güldü ister istemez, bu çocuk şarkılarını söyleyerek dolaştığında daha da tatlı oluyordu mümkünmüş gibi.

 

Derin bir nefes aldıktan sonra gülüşü söndü, masasının üzerindeki dosyalara bakarken yüzünü ovuşturdu. Bazen annesinin izlediği, küçükken bahçeden su içmek için döndüğünde denk geldiği pembe dizilerdeki iş adamlarından olmak ve yalnızca bir saat çalışmak, yalnızca anlaşma imzalamak istiyordu fakat farklıydı gerçekler.

 

“Önce okul…” dedi kendi kendine. Görüştüğü uzmanların numaralarını almıştı Minel’in zekasıyla, eğitimiyle alakalı çözemediği bir durum olursa onlara danışabilmek için. Kızına ona en uygun olacak yaklaşımı göstermek istiyordu.

 

Telefonda yalnızca birkaç dakika konuştu, okulun tüm detaylarını öğrendi. Üç ve dört yaş grubu için sınıflar vardı, sadece üç saat orada kalıyor ve dağılıyorlardı. Veliler, yabancılar içeri kesinlikle alınmıyordu; çocukların oynadığı bahçe yüksek duvarlarla çevriliydi, kadrosu da tamamen üstün zekalı çocuklarla çalışmak konusunda kendilerini geliştirmiş insanlardan oluşuyordu.

 

“Onu yormalarını istemiyorum.” dedi Gökhan konuşmanın sonlarına doğru. “Üstün zekalı diye her şeyi öğrenmek zorunda değil, çocuk ve ona öyle davranmalarını istiyorum. Oyun oynamasını istiyorum, matematik işlemleriyle uğraşmasını değil.”

 

Telefondaki kadın öyle olacağının garantisini verdi. Zaten o okulun amacı üstün zekalı çocukları bir araya getirmek ve anlaşacakları yaşıtlarını bulmayı sağlamaktı; onlara eğitim vermeyi hedeflemiyor ve bunu tüm velilere öncesinde söylüyorlardı. “Oyun saati.” diyorlardı hatta yaptıkları iş için. “Bize okul diyorlar ama okul daha farklı bir kavram, biz çocuklara oyun saatleri ayarlıyoruz. Bazen kitap okuyoruz, çizim yapmalarını teşvik ediyoruz ama hiçbir şey zorunluluk değil. Biz bunları yaparken kendi istedikleri oyunu oynayabilirler, onları kollayacağız fakat onlara müdahale etmeyeceğiz.”

 

Telefonu kapattığında Gökhan’ın aklına yatmıştı o “oyun saati” yeri, tabii ki müdürüyle özel olarak görüşecek ve onu soru yağmuruna tutacaktı. Kızının muhattap olacağı insanlar önemliydi, çok önemliydi. Minel’i iyi düşünen, iyi düşünmeye sevk eden, ön yargısız insanlarla bir araya getirmek istiyordu. Sevgi dolu meleğimin hayatına böyle insanlar yakışırdı ancak ve ancak.

 

“Çok mutlu olacak.” diye düşündü dosyalarına dönerken. “Arkadaşları olunca çok mutlu olacak.”

 

Gökhan bunları düşünürken Minel odasına gitmişti çoktan, o sırada bebeklerinden birkaçını babasının odasında unuttuğunu fark etti ancak geri dönmedi, fazlasıyla oyuncağı vardı.

 

On beş dakika kadar kendi kendine oynadı, Gökhan rahat edemeyip iki üç dakikada bir kontrol ediyordu onu. En son “Güzelim…” dedi adam. “Benim yanımda oynar mısın? Böyle çalışamıyorum.”

 

Minel anladı babasının bunu söyleme nedenini. Oyuncaklarını topladı hızlı ama özenli bir şekilde, sonrasında “Geyiyoyum babacım.” deyip pıtı pıtı yürüdü Gökhan’ın bacağına sarılmak için. “Kucakına ayıy mışın beni?”

 

Yalnızca birkaç oda öteye yürüyeceklerdi, yine de bir şey demedi Gökhan, inci tanesini kucağına aldı, kız cocuğu kollarını boynuna sarınca ve bebek kokusu burnuna dolduğunda gülümsedi.

 

Minel iki üç saat boyunca, hiç ses çıkarmadan oynadı babasının çalışma odasında. Bir ara Gökhan’ın isteği üzerine mutfaktakiler ikisine de kuru meyvelerden oluşan tabaklar getirmişlerdi.

 

Minel bazen oturmak, bazen yüzüstü yatmak ve kuru meyvelerinden yemek haricinde hareket etmedi Gökhan’ın dikkatini dağıtmamak için, böylece işi daha çabuk biterdi ve parlak mavi gözlü bu adama kavuşurdu.

 

“Güneşim…”

 

Başını kaldırdı hemen. “Bitti mi işin babacım?” Ayaklandı. “Bitti mi?” diye sorarken gözleri parıldıyordu, Gökhan o an fark etti ki işi bitmemiş olsaydı bile bu bakışlara karşılık ancak “Bitti.” kelimesi çıkardı dudaklarından, gerekirse sabahlardı çalışmak için ama o yeşilleri söndürmezdi.

 

“Bitti biriciğim ama bunu söylemeyecektim.”

 

“Ne söyyücekşin babacım? Hı?” Bir anda dizlerinin dibinde belirdi Gökhan’ın. “Ne söyyücekşin, söyyey mişin? Meyak ettim, ben meyakyı çocukum.”

 

Kendine engel olamadı Gökhan, sesli bir şekilde gülüp sertçe öptü yanaklarından meraklı hareleri o an için umursamayıp.

 

“Doruk, Arda ve Ayaz birazdan gelecek.” Ayaz Doruk ve Arda’yı okul bahçesindeki çardakta oturarak bekliyordu, sonrasında Raif’in işe aldığı bir şoförle eve dönüyorlardı.

 

“Hııı…” Gözleri büyüdü. “Geyçekten mi?” Salladı ellerini. “Geyiyoyyay mı?” Cevabı beklemedi, halının üzerindeki tavşanını alıp dışarı fırladı. Gökhan hızla ayağa kalktı merdivenleri düşünüp, “Atom karınca.” diye söylendi şikayetçiymiş gibi fakat değildi, böyle olmaya devam etmesi için canını dahi verirdi.

 

Minel yalnızca saniyeler içinde dış kapının önüne gelmişti, fıstık yeşili elbisesini ve çoraplarını düzeltti, babasının ayakları üşümesin diye aldığı beyaz, pofuduk terliklerin temiz olup olmadığına baktı.

 

“Ne zaman geyicekyey?”

 

Başını daha önce kaldırmamasına rağmen biliyordu Gökhan’ın hemen yanı başında olduğunu.

 

“Beş dakikaya burada olurlar çiçeğim.”

 

Minel dakika ne demek bilmese de beş dakikanın kısa bir zaman dilimi olduğunu artık anlamıştı, daha fazla soru sormadı. İçinde tatlı bir heyecanla, pır pır eden bir kalple bekledi.

 

“Acıktım ya…”

 

Anahtarını çabucak bulduğu için kapı çalmaya gerek duymayan Doruk kapıyı açtığında kendisine pırıltılı gözlerle bakan inci tanesiyle karşılaştı. Tüm yorgunluğunu evin içine fırlattığı mavi çantası gibi üzerinden attı.

 

“Fıstığım!”

 

Minel gördüğü tepkiyle heyecanlandı, ellerini hafifçe salladı. Doruk gülerek onu kucağına aldığındaysa kollarını boynuna sarıp başını omzuna yasladı YKS’nin yükünü şimdiden hissetmeye başlamış çocuğun. “Hoş geydin abicim, seni çok ösyedim.”

 

Doruk gülümsedi, kızın saçlarından öperken ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi, Gökhan amcasına bir baş selamı vardı. Doruk’un arkasından gelen ve Minel’i almak için bekleyen Arda ve Ayaz da aynı hareketi yaparak belli ettiler Gökhan’ın oradaki varlığını fark ettiklerini.

 

“Ben de seni çok özledim fıstık, kapıda mı bekledin bizi?”

 

Başını salladı inci tanesi, babasına baktı sonra. “Abimyeyye ve Ayaz’ya… Şey, yukayı çıkabiyiy miyiz babacım?”

 

Tebessüm etti Gökhan. “Tabii ki çiçeğim, neden soruyorsun?” Doruk’a çevirdi mavilerini sonra. “Dikkat et.” Doruk başını salladı, tabii ki dikkat edecekti bu atom karıncaya, akıllı bir çocuk olsa da çocuktu en nihayetinde, pencereden bakarken bile düşebilirdi.

 

“Senin odana mı gidelim bebeğim?”

 

Ayaz’a baktı Minel Doruk’un omzu üzerinden, birkaç saniye düşündü. Kendi odasında koltuk yoktu, bu yüzden yere oturmaları gerekebilirdi fakat babaannesi her zaman “Yere oturmayın, minder alın.” diyerek uyarıyordu onları, minderi de olmadığına göre başka bir odaya geçmeleri lazım gelirdi.

 

“Doyuk abimin odaşına gideyim.”

 

Doruk inci tanesinin dediğini emir bildi, adımlarını hızlandırdı. Odasına girdiklerindeyse bir köşedeki rahat, yay şeklindeki koltuğa oturdular Arda dışarıda giydiği kıyafetlerle oturmak konusunda içten içe biraz titizlense de. Ayaz fark etmişti bu hallerini ancak ses çıkarmadı, böyle böyle atlatacaktı Arda.

 

“Ne yaptın bugün fıstık?”

 

“Şey… Oyun oynadım babamın odaşında. Ama şey, uyku odaşı değiy, çayışma yeyinde. İşyeyi vay, şiykete gitmediki için… İçin buyda yapıyoy. Biy şüyü kâğıtı vay. Sonya sisi bekyedim. Canım sıkıydı.” Duraksadı, Hakan amcası “Duygularımızı söylemeliyiz ki daha da yakın olalım.” demişti, bu yüzden söyledi birkaç saat önce hissettiğini. “Biyascık da üzüydüm.”

 

Üç Aktunanın da kaşları çatıldı hemen, Arda’nın zihninden uçup gitti okulda giydiği kıyafetlerle Doruk abisinin koltuğuna oturduğu, “Neden abiciğim?” diye sordu ilgiyle, sesini olabildiğince anlayışlı tutmaya çalışmıştı Minel’e ne anlatırsa anlatsın kızmayacaklarını hissettirmek amacıyla.

 

“Şey… Okuya gittiniz siz, kahvaytı yapmadık. Şonya, şey… Üzüydüm, sizi özyedim. Babama dedim ki… Dedim ki daha oynamıcak mıyıs. Bu yüzden üzüydüm, şonya, şey, babam dedi ki yas oyunca okuy oymucak, diğey mevşimyey okuy vay. Böyye dedi, sonya dedi ki okuya gitmek iştey mişin. Ben de okuya gidicem, üsgün değiyim aytık. Sizinye de oynucaz, siz deyş yapmayınca oynucaz, di mi?”

 

Derin bir nefes aldı üçü de, Minel’in fazla düşünerek kendini üzme perileri iş başındaydı. Kız çocuğu artık ailesine tamamen güvense bile kötü ihtimalleri düşünüp çadırına girerek ağlamaya devam edecekti anlaşılan, yapacak bir şey yoktu, her seferinde bıkmadan o perileri kovacaklardı.

 

“Tabii ki oynayacağız fıstığım, sen bizim kız kardeşimizsin, biriciğimizsin, biz seni ihmal eder miyiz? Sadece biraz işimiz var, okul olunca öyle oluyor ama yine seninle oynayacağız.”

 

Minel rahatlayarak yasladı başını Doruk’a, Ayaz ve Arda’ya baktı, Ayaz bu bakışlarla gülümseyip diz çöktü Doruk’un önünde, Minel’in elini tutup parmaklarından öptü. “Okula gidince beni unutma sakın, başka birine ikiz demek yok, tamam mı?”

 

Minel hızla başını iki yana salladı. “Demicem! İkisim biy tanecik! Kimşe ikiz oymucak. Şadece, şey… Aykadaşyayım oyucak, oyucak, di mi?”

 

“Olacak tabii fıstığım!” diye yükseldi Doruk, bu iyi kalpli melekle arkadaş olmazlarsa çocukların seçiciliğini kesinlikle sorgulardı. “Senle arkadaş olmayıp da kimle olacaklar? Çok eğlenceli bir çocuksun, seninle oyun oynamak aşırı iyi, değil mi la-“ Yarıda kesti kelimesini, “lan” demek yoktu, prensesler böyle kelimeler duymazdı, “lan” demek yoktu.

 

“Öyle.”

 

“Evet, Minel eğlenceli bir birey.”

 

Güldü Minel. “Biyey.” diye tekrar etti abisini, sonra eline baktı, parmaklarını hipnotize olmuş gibi hareket ettirirken “Biy ey.” dedi sesini hafifçe kalınlaştırarak.

 

Ayaz kahkaha attı Arda’ya bakarak, “Antin kuntin kelimeler kullanırsan böyle olur, felsefe mi yapıyoruz, niye birey diyorsun çocuk yerine?” diye dalga geçti asla rahat bırakmadığı gençle. “Birey”in antin kuntin bir kelime olmadığının ve kullanılabileceğinin farkındaydı fakat Arda’ya bunu itiraf etmezdi.

 

“Birey söylediğin gibi bir sözcük değil. Gündelik hayatta kullanılabilir.”

 

Başını salladı Ayaz Arda’yı daha da sinir etmek için. Kızardı Arda, kaşlarını hafifçe çatarak başını eğdi, Ayaz kolunu onun omzuna atarken “Huysuz filozof.” deyip yanağını sıktı. “Abimin şu yanaklara bak, lokum!”

 

Arda duyduğu kelimeyle başını kaldırdı. “Abi mi?” diye mırıldandı parlayan gözlerle. Ayaz ne dediğini fark edince elini geçiştirircesine salladı. “Evet, arada sırada diyeyim dedim. Kimlik karmaşası yaşama falan, kim uğraşacak, yeterince karışık bir aileyiz zaten.”

 

Arda Ayaz’ın dediklerine bozulmadı, abi lafını duymak ona yeterdi, gülümsedi yanakları kızaracak şekilde. Minel Arda’nın bu halini görünce coşkuyla “Ayda abicim!” diyerek üç Aktuna’nın da irkilmesine neden oldu, bu durumu umursamayıp Doruk’un dizlerinden yere atlayarak Arda’nın bacaklarının dibinde bitti. “Kucakına ayıy mışın?” Kollarını kaldırdı.

 

Arda bir anda ne olduğunu anlayamasa da Minel’i kucağına aldı dikkatle, dizlerine oturttu. Kız çocuğu “Abicim, çok şiyin oydun!” deyip güldükten sonra Arda’nın kırmızı yanaklarına yapıştırdı ufak ellerini. “Yüsüne bak, çocuk gibi oydun abicim!”

 

Arda ne diyeceğini bilemedi, utandı, daha da fena kızardı, Minel de daha fazla güldü bu nedenden ötürü. “Çok şevimyi, di mi?” Doruk abisiyle Ayaz’a baktıktan sonra sorusuna bir onay beklemeden Arda’ya döndü, hafifçe doğrularak iki yanağına da ufak öpücükler kondurdu.

 

“Çok tatyı biy biyeyşin Ayda abicim.”

 

“Birey”in ne demek olduğunu ilk başta anlamasa da sonradan cümleyi düşününce fark etmişti, “birey” çocuk anlamına geliyor olmalıydı kesinlikle!

 

Arda utançtan bir köşeye saklanmak istiyordu artık, öyle ki Ayaz bile acıdı haline, Minel’i belinden tutarak kendi kucağına alırken “Oyun oynamak ister misin bebeğim?” diye sordu. “Gel, seninle Kedi’nin yanına inelim.”

 

“Oyuy, ineyim.”

 

Ayaz Minel’i kucağından indirmedi, yandaki tavşanını da alıp odadan çıktı konuşa konuşa. “Kedi’ye bakıp beni unutmak yok, tamam mı? Beraber oynayacağız.”

 

Ayaz ve Minel gözden kaybolduklarında derin bir nefes bıraktı Arda, utançtan patlayacağını düşünmüştü bir an, aile üyeleri genelde Arda kızarınca sessizleşir ve onu daha fazla utandırmazlardı fakat Minel tam tersini yapmıştı.

 

“İyisin yine, Ayaz’ın insaflı olacağı tuttu.” dedi Doruk arkasına yaslanırken. Sırada oturunca sırtı ağrıyordu, gerindi. “Nasıldı okul?” Aynı liseye gitmiyorlarmış gibi sormuştu bunu, Arda tebessüm etti. “İyiydi Doruk abi.”

 

“Tabii ki iyi olacak, senin gibi bir öğrenciden kaçar mı?” Göz kırptı Arda’ya, Arda utanıp gözlerini kaçırınca sırıttı, Kuzey üniversitede olunca ve bazı günler arkadaşlarıyla takıldıkları için eve geç dönünce onun abilik görevini üstlenerek Arda’yla Ayaz’a motivasyon konuşması yapacak olsa da sonrasında kendine engel olamayıp kişiliğini belli ediyordu şu an sırıtırken yaptığı gibi.

 

“Senin çalışman nasıl ilerlemekte?” Üzerinde olan dikkati dağıtmak istiyordu Arda ve başardı, Doruk okuldan konu açılınca sırıtmayı bıraktı ve omuz silkti. “Her zamanki gibi, sadece hocalar daha ciddi, üniversite sınavı falan var diyorlar da öğrencilerin neredeyse hepsi özel okula gidecek, ne bu konuşmalar anlamıyorum.”

 

Hak verdi Arda, kolejlerinden çıkan her öğrenci bir üniversiteye yerleşirdi. Ya Kuzey gibi başarılı olur ve özel bir üniversiteye gerek duymazlardı ya da arkadaşlarının gittiği okullardan birine giderlerdi paralarını vererek.

 

“Sen ne yapmayı planlıyorsun?”

 

Doruk’un cevabı belliydi, duraksamadı hiç. “Özele gitmek istemiyorum, gideceksem bile iyi bir puan almam lazım. Babamın oğluna bu yakışır.” Hakan’ın tüm okul hayatı boyunca ne kadar başarılı ve çalışkan olduğu tüm aile tarafından bilinen bir gerçekti.

 

“Hakan amcam iyi bir insan olduğun müddetçe puanının hangi aralıkta olduğuyla alakadar olmaz.”

 

“Doğru ama olsun.” Omuz silkti Doruk, babasını abisinin mezuniyetindeki gibi gururlu görmek istiyordu, gözlerinin parlamasını istiyordu çünkü hak ediyordu o mutluluğu, gururu; onlara hem anne hem baba olmuşken, hiçbir zaman şikayet etmeyip her türlü fedakârlığı yapmışken kesinlikle hak ediyordu.

 

Onlar yukarıda bunları konuşurken Minel ve Ayaz Kedi’yi alıp bahçeye çıkmışlardı, yavru kedi çimenlerin üzerinde yuvarlanırken Minel de kıkırdayarak onunla oyun oynuyordu, Ayaz’sa pantolonunda iz kalacak olmasını umursamadan çimlerin üzerine oturmuştu.

 

“Kendini fazla yorma bebeğim.”

 

Minel buklelerini yüzünden geriye iterken başını salladı. Ayaz derin bir nefes aldı, hâlâ daha aklı çıkıyordu o zehrin şu ana kadar fark edemedikleri bir etkisi ortaya çıkacak ve Minel’i kaybetmekle yine karşı karşıya kalacaklar diye.

 

Kız çocuğu küçük, beyaz kelebekleri kovalayan, atlayan zıplayan kedisiyle bir süre oynadıktan sonra nefes nefese kaldığını fark etti; Ayaz’ın söylediği cümleye onay verdiğini hatırlayıp Kedi’yi kendi haline bırakarak Ayaz’ın yanına ilerledi.

 

“Neyeye otuyucam?” Fıstık yeşili, güzelim elbisesinin kirlenmesini istemediği için çimen veya toprak ihtimaller dahilinde bile değildi.

 

Ayaz Minel’in kıyafetine göz attıktan sonra “Burada bekle, ben geliyorum.” diyerek ayağa kalktı. “Sakın havuzun yanına gitme.” Havuzdan bayağı uzaktalardı, Minel oraya gitmeye kalkacak olsa bile o gidene kadar Ayaz dönerdi, bu nedenle rahattı içi çocuğun.

 

Beş dakikada bir örtü alıp geldi, krem rengi örtüyü dikkatlice yere serdi. “Gel, buraya oturabilirsin.” Minel eteğini düzelterek oturdu, Ayaz da onun yanına geçti.

 

“Ayascım?”

 

“Efendim bebeğim, söyle.”

 

“Biy şey soyabiyiy miyim?”

 

“Sorabilirsin.”

 

“Şey…” Kedi’ye bakıyordu Minel, kelimeleri toparlamaya çalıştı aklında. “Kusey abimye Doyuk abimin anneşi… Şey, öydü mü geyçekten?”

 

Ayaz afalladı, ne diyeceğini bilemedi. Gaye ölmemişti, gayet sağlıklıydı ve bir sürü reklam çekiminde yer alıyor, basının ve sosyal medyanın dilinden düşmüyordu fakat bunu inci tanesine açıklayamazdı, Kuzey’le Doruk’un terk edildiğini terk edilme fobisi olan bu kız çocuğuna nasıl söyleyebilirdi?

 

“Neden sordun?”

 

“Şey…” Hakan amcasının odasıyla Engin amcasının odası gözlerinin önüne geldi kızın, daha sonra Arda abisinin komodinindeki fotoğraf ve artık bir hatıradan ibaret olan kahverengi, dalgalı, uzun saçlı; beyaz tenli o kadın.

 

“Engin amcamya Ayda abimin odaşında… Odaşında fotoğyaf vay. Hakan amcamya diğey abimyeyde yok. Anneyeyi öyünce… Öyünce neden koymadıyay fotoğyaf?”

 

Söyledikleri çok mantıklıydı Minel’in, bu nedenden dolayı onu şaşırtmak istedi Ayaz. “Senin odanda da fotoğraf yok.” dedi yavaşça. “Gökhan dayımda da yok.”

 

Minel Ayaz’a yan bir bakış attı, bunu söylediğine inanamıyordu. “Annemye babam evyi değiy.” dedi “Bunu nasıl düşünemiyorsun?” der gibi. “Annem Aykut’ya, o yüsden babamda fotoğyaf… Şey, yok fotoğyaf. Bende de yok. Çünkü çocukum, teyefonum yok.”

 

Ayaz anladı ki kaçış yoktu, Minel’e mantıklı bir şey söylemesi gerekiyordu. Bu yüzden “Bu konuyu seninle ben konuşamam.” dedi yumuşak bir sesle. “Kuzey abine sor bebeğim, tamam mı?” Doruk’u söylememişti çünkü onun Gaye konusundaki hassasiyetini biliyordu.

 

Minel anlayışlıydı, Ayaz’ın bunu söyleme nedeninin kötü olmadığını biliyordu. Başını salladı, ardından sordu. “Kusey abim ne zaman geyicek?”

 

“Bilmem.” Cebinden telefonunu çıkardı. “Soralım.” Kuzey’i aradı, dersteyse eğer zaten telefonu kapalı olurdu, göbek adı sorumluluktu en büyük torunun.

 

Telefon bir iki kez çaldı, ardından Kuzey konuştu. “Efendim abim?” Telefon hoparlördeydi, Minel gülümseyip “Meyaba abicim!” dedi Kuzey görecekmiş gibi el sallayarak.

 

“Prensesim?”

 

Kuzey’in ses tonuna konuk olan neşe fark edilmeyecek gibi değildi, Minel bunu fark edince iyice gülümsedi. “Pyenşeş miyim?” dedi tatlı tatlı.

 

“Tabii ki öylesin güzelim. Nasılsın?”

 

Ayaz araya girdi. “Abi, benim telefonumdan aradık; bana da mı bir sorsan?”

 

Güldü Kuzey. “Haklısın abim, sen nasılsın?”

 

“İyiyim abi.”

 

“Evet abicim, iyiyis, teşekküy edeyiz, şen naşıyşın?”

 

Bir kafede oturuyorlardı, hemen karşısındaki Arın ona bakınca telefonda bekleyen kardeşlerine cevap vermeyi birkaç saniyeliğine erteleyip sessizce “Minel ve Ayaz.” diye açıklama yaptı onu bir an bile yalnız bırakmayan ve Minel hastanedeyken habire arayan üç arkadaşından biri olan bu çocuğa.

 

Arın anladığını belli edercesine kaşlarını kaldırıp kollarını masadan ayırdı, oturduğu yerde dikleşti merak ettiği şeyi öğrendiği için.

 

“İyiyim ben de.”

 

Minel daha fazla beklemek istemiyordu, konuya girdi. “Ne zaman geyicekşin abicim?”

 

“Bir iki saate gelirim güzelim, neden sordun? Bir şey mi oldu?”

 

Minel “Oymadı.” dedikten sonra sorusunun sebebi hakkında ne söyleyeceğini bilemedi, Ayaz’a baktı. Ayaz onun masum yüz ifadesine dayanamadı, saçlarından öptü kaşları hafifçe çatık bir şekilde telefonun öteki ucunda tam bir cevap bekleyen abisinin bu bekleyişine son vermeden önce. “Merak ettiği bir şeyi soracaktı abi.”

 

“Buradan da sorabilirsin prensesim, ben cevap veririm.”

 

Minel sormak için ağzını açtı fakat Ayaz “Eve gelince konuşursunuz.” diyerek önünü kesti Gaye’yle alakalı soruların. Minel anlamadı Ayaz’ın böyle yapma nedenini, sarı kaşları çatılırken kollarını kavuşturup geri çekildi.

 

Ayaz birkaç şey daha söyleyip telefonu kapattı, sıra Minel’in gönlünü almaktaydı ama pek oralı değildi kız çocuğu. Başını diğer tarafa çevirdi, en çok küstüğü kişi Ayaz’dı onu arkadaşı gibi gördüğü için, çocuk da farkındaydı bu durumun ve tuhaf bir şekilde hoşuna gidiyordu inci tanesi üzülmediği sürece onun gönlünü almak.

 

“Bebeğim… Neden bana bakmıyorsun?”

 

Yan bir bakış attı Minel Ayaz’a. “Bakıyoyum.”

 

“Yok, bakmıyorsun.” Omuzlarını çökertti Ayaz, üzülmüş gibi astı suratını. “Anladım.” diye mırıldandı sırtını hafifçe dönerken. Daha sonra içinden saydı. “Bir, iki ve üç.”

 

“Ayas, üzüyme. Özüy diyeyim.” Ve boynuna sarılan kollar, sırtını gıdıklayan bukleler… “Küşmedim.” Daha sıkı sarıldı inci tanesi ikizine ona kırgın olmadığını göstermek için. “Şen de küşme, yütfen. Üzgün oyuyoyum öyye.”

 

Ayaz daha fazla tutamadı kendini, gülüp Minel’i belinden kavrayarak önüne çekti, yanaklarından öptü. “Küsmedim, şaka yaptım.”

 

Minel Ayaz’ın küsmeyişine sevinse de söylendi. “Anyamıyoyum şaka, neden yapıyoyşunuz öyye? Akıyyı çocukum ben, anyamıyoyum ama.”

 

Ayaz gülüp bir kez daha öptü yanaklarından. “Çok şirin oluyorsun bebeğim, o yüzden.” diyerek doğruyu söyledi. Sonrasında önceki ciddi konularına döndü Kedi’yi göz ucuyla kontrol edip. “Sen neden abimlerin annesini merak ettin?” Minel gözlerini kaçırıp “Şey…” deyince “Hayır, bahane bulamazsın.” dedi peşin peşin. “Söyle.”

 

Minel köşeye sıkışmıştı, elbisesini sıkıp bırakırken otuz metre kadar ötedeki Arda abisi çıkış kapısı oldu. “Abicim!..” Coşkuyla, senelerdir Arda’yı görmemiş gibi ellerini sallayarak kalktı Ayaz’ın kucağından. “Hoş geydin abicim!”

 

Ayaz derin bir nefes aldı, daha fazla zorlamayacaktı inci tanesini. Nasılsa kokusu çıkardı yakında bu merakın.

Loading...
0%