@imposiblety
|
Imposiblety’den
“Nasıy oydu yeşmim?”
Arda yanında bir saattir sessizce oturan, kalemlerinin neredeyse tüm renklerini kullanarak bir şeyler çizen Minel’in gösterdiği açık sarı kâğıda baktı. “Çok hoş olmuş abiciğim.” dedi anında, inci tanesinin çizdiği her şey şaheserdi onun için.
“Teşekküy edeyim.”
Minel mutlu mutlu kâğıdını masaya geri koydu, yalnızca dudaklarını oynatarak bir şarkı söylemeye başladı. Sessizliği Arda abisine olan saygısındandı, onun dersini bölmek istemiyordu.
“Diğer renkteki kâğıtlardan da kullanabilirsin.”
Arda odasına gelip yanında oturarak resim yapan kız çocuğu için farklı renklerde kâğıtlar almıştı, bir sürü kırtasiye gezmişti bulabileceği her tonu satın almak için.
“Şey… Bu kâğıtı kuyyandım, bugün başka yok. İsyaf etmememis geyek. Hem, şey… Kâğıt için ağaç gidiyoy, Hakan amcam öyye şöyyedi.”
Hakan çalışırken onun çalışma odasında dolandığı, etrafı incelediği bir gün amcasının masasında bir dünya kâğıt görmesiyle meraklanmış; o kâğıtların hangi malzemeden yapıldığını sormuştu. Hakan da yeğeninin sorusunu olabilecek en iyi şekilde açıklamayı kendine görev bilerek bahsetmişti ağaç ve kâğıt ilişkisinden.
“Haklısın abiciğim fakat istersen kullanabilirsin, her birine resim çizdiğin sürece sorun değil, israf etmiş olmazsın.” Minel’in bir kâğıda bir çizik atarak başka bir kâğıdı kullanmayacağını biliyordu, dolayısıyla böyle konuşmasında bir sakınca yoktu.
“Tamam abicim.”
Arda elini yavaşça kaldırdı, Minel’in saçlarını karıştırdı hafifçe. Kız çocuğu gözlerini büyüttü. “Ayda abi…” diye sitem etti. “Dağınık oydu saçyayım!”
Sandalyesinde bir anda ayağa kalkan kız çocuğunun sırtına elini koydu hemen Arda, düşmesinden korkmuştu, bu korkusu yüzünden inci tanesinin ne yapmaya çalıştığını görmedi ve saçlarında hissettiği eller yüzünden irkildi.
“Ben de dağınık yapıcam!” Kötücül bir şekilde güldü kız, Arda’nın özenle şekillendirilmiş saçlarını elinden geldiğince dağıttı çocuğun şaşkınlıktan tepki veremeyişini de fırsat bilerek.
Geri çekildi, Arda’nın hâlâ daha tam anlamıyla dağınık olmamasına rağmen normal düzeninden de oldukça uzak saçlarına bakarak el çırptı. “Oydu!”
Derin bir nefes aldı Arda, kendisine karşısındakinin canından çok sevdiği ve kız kardeşi yerine koyduğu çocuk olduğunu hatırlattı. İçindeki “Saçlarını düzelt.” sesini umursamayıp gülümsedi. “Beni gafil avladın.”
Minel anlamadı. “Ne?” diye sordu şaşkınca.
Arda nasıl açıklayacağını bilemedi, etrafına bakındı. “Bir insanın…” diye başladı cümlesine saniyeler sonra. “Bir duruma dikkat etmeyişinden yararlanmak olduğunu söyleyebiliriz. Dikkat etmeyen insan benim, bu durumu kullanan bireyse sensin.”
“Kötü biy şey mi?”
“Bir insanın o halini kötü niyetle kullanırsan evet fakat sen öyle yapmadın, bu yüzden değil abiciğim.”
“Değiy.” diye tekrar etti Minel, iki yana sallanarak resmine döndü. Arda onun bu haline tebessüm ettikten sonra test kitabına baktı, konuları önceden çalışıyordu hem her şeye hazırlıklı olmak istediği hem de derslerin böyle yaparsa daha verimli geçtiğini düşündüğü için.
İnci tanesi siyah kalem uzandı, “Babamın sevdiki yenk.” dedi kendi kendine, uzun süredir gitmedikleri evlerini çizmeye çalıştı kâğıdın boş kalan bir yerine, elinden geldiğince. Yanına mavi kalemle deniz yapmayı da unutmadı.
Evlerini, odasını, denizi izlemeyi, balkonlarındaki salıncakta otururken babasının göğsüne yaslanarak uyuyakalmayı ve adamın onu anında battaniyeye sarmalamasının verdiği sıcaklığı özlemişti. Ne zaman Gökhan’a “Ne zaman evimise gidicez?” diye sorsa “Az kaldı.” yanıtını alıyor ve iyice sabırsızlanıyordu.
“Çiçekyeyimi çizicem.” Duraksadı, düzeltti. “Çiçekyeyimisi.” O çiçekler babasınındı ayrıca.
Çiçek çizemedi, onun yerine çiçekler için çizikler attı evlerinin önüne. Kedi kulübesini çizdi sonra, çimenleri, gökyüzünü, sakladığı ve sorduğunda babasının “Hiçbirini bulamadım, çok güzel saklamışsın.” diyerek kıkırdamasına neden olduğu ördekleri, sarı ve siyah oyuncak arabaları, tavşanını ve en son babasıyla kendini.
“Çok güzey oydu!” dedi içinden, kâğıdını kaldırıp gururla baktı kalem izlerine. Arda’nın dikkati ister istemez kaydı inci tanesine, kız çocuğu ne kadar uğraşırsa uğraşsın dağıtıyordu dikkatini şirinliğiyle, neşesiyle. Parmaklarını buklelerinden birine uzattı, Minel kendisine dönünce yanağına ufak bir öpücük kondurdu.
Minel gülümsedi. “Yeşmimi, yeşmimi babama gösteyicem!” dedi heyecanla, sandalyeden yere zıpladı, tavşanını masanın üzerinden aldı. “Gey tavşan, babamı buyayım.” Arkadına döndü. “Göyüşüyüz abicim!” diyerek el salladı dağınık saçlı Arda’ya.
“Görüşürüz Minel.”
Minel odadan çıkar çıkmaz şarkı söylemeye başladı. “Say, say, say makayayı. Çös, çös, çös makayayı.”
İki yana sallandığı için adımları normalden yavaştı fakat şarkı söylemeyi bırakmadı, neşelendiriyordu onu böyle olmak. Hem gördüğü o kadar kâbustan kaçma yöntemi buydu. Kaçırılınca bile şarkı söyleyerek kendini rahatlatmıştı kız çocuğu.
“Prensesim…” Kuzey’in sesini duyunca başını kaldırdı. “Abicim, naşıyşın?” diye sordu Arda’nın odasına gitmeden önce Kuzey’in yanında değilmiş, abisinin gövdesine yaslanıp on dakikalık bir Barbie bölümü izleyip sonrasında o bölüm hakkında, çizgi film karakterlerinin sevdiği elbiseleri hakkında dakikalarca abisine bir şeyler anlatmamış gibi.
Güldü Kuzey. “İyiyim güzelim, sen nasılsın?”
“Ben de iyiyim, teşekküy edeyim. Babamın, babamın yanına gidiyoyum. Yeşmimi gösteyicem, bak!”
Kuzey resimdeki dağınık renkleri gördü önce, sonra köşedeki dikdörtgene kaydı gözleri. “Evinizi mi çizdin?” diye sordu gülümseyip, iki figür de görmüştü çünkü. Gülmeden edemedi, çizdiği insanlardan biri upuzundu, Gökhan amcası olmalıydı.
“Evet!” Heyecanlandı Minel, o söylemeden anlamıştı Kuzey abisi ne çizdiğini. Ellerini salladı bir elinde tavşan, bir elinde kâğıt olduğu için zar zor da olsa. “Güzey oydu mu?”
“Tabii ki oldu abim, büyüyünce ressam olmayı bile düşünebilirsin.” Minel’e mesleği ne olursa olsun destek olacaklarının bilinciyle kuruyordu bu cümleyi, satışa çıkan ilk tablosunu satın alabilmek için tüm Aktunaların açık artırmaya katılıp birbiriyle yarışmasını ve en son Gökhan Aktuna’nın kazanmasını görüyor gibi oldu.
“Şey… Oyabiyiy. Yeşim çismeyi şevdim. Ayda abim yesmimi aştı.”
Kuzey şirinliğine dayanamayıp cümlenin ortasında öptü kız çocuğunu yanaklarından, sonra “Ben de senden güzel bir resim alabilir miyim?” diye rica etti. Minel’in çiftlikteyken topladığı taşlardan birini çantasında taşıyordu, nesnelerin şans getirmesi olayına inanmazdı fakat o ufak taşın her görüşünde yüzüne bir tebessüm kondurduğu kesindi, aynısının bir resim için de olmasını isterdi.
“Bu yeşimi veymeşem oyuy mu? Başka yeşim, şey, yapayım.”
“Olur tabii ki prensesim, senin çizdiğin herhangi bir resim olur.”
Minel tebessüm etti, Kuzey’in yanağına parmak ucunda yükselerek bir öpücük armağan ettikten sonra şarkısına devam etti yürümeye başlamadan önce.
“Babacım, giyebiyiy miyim?”
Gökhan dosyalardan kısa bir süre de olsa ayrılacağının, kızıyla konuşacağının bilinciyle gülümserken “Gel bebeğim.” diye seslendi.
Kapı zorlanarak açıldı, Minel söylene söylene girdi içeri. “Açıymıyoy. Buyaşı babamın odaşı, giyicem. Böyye oymas.” Siyah, ahşap kapıya bir süre daha baktı çatık kaşlarıyla, Gökhan ne dediğini duymasa da izledi meleğini. “Kesin kapıya kızıyor.” diye geçirdi içinden.
“Güneşim?”
Minel Gökhan’ın sesiyle ayırdı yeşillerini kapıdan. “Babacım!” dedi eski enerjisi yerine gelirken. “Ben geydim!”
Masanın başındaki sandalyesini yana çevirerek kollarını açan adama koştu, zayıfladıkları için endişelendiği ama eski haline dönmeye başlayan kolların arasına attı kendini düşmeyeceğinin güveniyle.
“Hoş geldin en güzelim.”
Minel duyduğu hitapla gülümsedi, babasının en güzeliydi. “Hoş buydum baba, naşıyşın?” Başını yastık gibi kullandığı omuza yaslayıp adamın her zamanki boylarına dönen sakallarına dokundu işaret parmağıyla.
Gökhan yüzüne değen küçük fakat tombul parmağın ucunu öptükten sonra konuştu. “İyiyim inci tanem, teşekkür ederim, sen nasılsın?”
Daha da büyük bir şekilde gülümsedi kız çocuğu, kaba olduğunu söylediklerinde büyük bir coşkuyla karşı çıktığı adamın kibar sorusunu aynı derecede bir kibarlıkla yanıtladı. “Ben de iyiyim. Sana yesmimi göşteymek için… İçin geydim.”
Tavşanını siyah masanın üzerine özenle koyduktan sonra kâğıdı iki eliyle tutup açtı, Gökhan düşmesin diye kollarını hemen beline sararken sabırla bekledi inci tanesini.
“Bak!”
Kızının hevesi Gökhan’ın da gözlerinin parlamasına neden oldu. “Çok güzel olmuş çiçeğim.”
Minel kıkırdadı, kâğıdı masaya bırakırken “Ne çisdim? Tahmin edebiyiy mişin?” diye şımardı babasına, kollarını da boynuna sarmıştı bu sırada.
Gökhan kâğıda baktı, Minel evlerini çizmişti, anlıyordu kargacık burgacık çiziklere rağmen. Mavi kısım denizdi, yeşil çizgilerin üzerindeki sarı ve pembe renkler çiçeklerdi, ufak dikdörtgen Kedi’nin kulübesiydi. Upuzun çizgi kendisiylen yanındaki kısa varlıksa Minel’di.
“Bir bakayım…” diye mırıldandı çiçeğinin me tepki vereceğini merak ettiği için, kaşlarını hafifçe çatarken hımladı. “Galiba…” dedi yavaşça. “Bir balık çizdin.” Son zamanlarda akvaryumun inşasıyla haşır neşir olduğu, Kâmil’i bu konuda bunalttığı için balıklar gelmişti aklına ilk olarak.
Minel bariz bir şekilde bozuldu fakat sakinliğini korudu. “Hayıy, başka.” dedi babasının ikinci seferde doğru tahmin edeceğini umarak, onun şakaya dair emellerinden bihaber bir şekilde.
“O zaman… Bir gemi?”
Kaşlarını çattı kız çocuğu, başını adamın omzundan kaldırarak “mutyuyuk yengi” olan gözlerine baktı.
“Hayıy.” Ciddiydi bu sefer. “Başka.” Biraz sert konuşurmuş gibi olduğunu fark edince hemen yumuşattı yüz ifadesini, babası bir tanecikti, onu üzemezdi. “Başka babacım.”
Gökhan gülmemek için kendini tuttu Minel’in mimiklerine yansıyan içsel çatışmalara. “Şimdi anladım.” dedi rolüne kendini iyice kaptırarak. “Arabamızı çizdin.”
Minel anladığını söyleyen babasıyla oluşan tebessümünü kaybetti, buklelerinin gizleyemediği sarı kaşları şirin bir sitemle çatıldı. Hayıy.”
Kâğıdını ve tavşanını masadan aldı, Gökhan’ın kucağından inip kollarını kavuşturdu, söylene söylene kapıya yürüdü.
“Naşıy anyamadı tavşan? Hey şeyi çisdim! Kusey abim de anyadı! Hem Kuzey abim evimise… Evimise biy tanecik geydi, biy kescik!”
Gökhan güldü, Minel adamın gülüşünü duyunca iyice bozuldu, söylenmeyi bırakırken dudakları aşağı doğru büküldü.
“Nereye gidiyorsun güzelim, öyle kaçamazsın.” Bu cümleyi duyduğu anda havaya kaldırılınca irkildi, gözlerini kırpıştırarak babasına baktı. “İnicem.” dedi şaşkınlığını atlatınca. “Şen bana güydün.” Başını yana çevirdi.
Gökhan Minel’in isteğini geri çevirmeyecekti, onu yere indirdi. İsteğinin yapılmasını beklemeyen kız çocuğu afalladı, babası gönlünü almayacak mıydı?
Adam güldü bir kez daha, Minel’in yere değen ayaklarına baktıktan sonraki şoku çok şirindi zira. Dizlerinin üzerine çöktü gülüşünün izlerini yüzünden silemeden.
“Şu yeşil ve renkli kısımlar çiçeklerimiz.” dedi kâğıdı hafifçe kaldırdıktan sonra. “Şurası evimiz, burası evimizin denizi. Şu şekil Kedi’nin kulübesi. Bu benim, bu da sensin, doğru bildim mi?”
Minel bir an anlayamasa da sonra “Evet!” dedi gözlerini büyüterek, yerinde zıpladı heyecanla. “Evet, biydin! Biydin babacım!” Gökhan’ın boynuna atladı.
“Neden önce söyyemedin?” dedi hâlâ sarılırken.
“Şaka yapmak istedim, yüzün çok sevimliydi meleğim.”
Derin bir nefes aldı en küçük Aktuna, artık kabullenmeliydi ki bu aileyle yaşadığı sürece başı şaka olduğunu söylenene kadar anlamadığı şakalarla belada olacaktı.
“Düşündüm ki… Şey, anyamadın. Kısdım şana.”
Gökhan Minel’in artık öfkesini rahatça dillendirebilmesi karşısında derin bir nefes alırken elini inci tanesinin yanağına koydu. “Hemen anladım.” diyerek övdü kendini.
“Evet babacım, anyadın. Tebyik edeyim.”
“Tebriğini yerim senin.” Yanağından sert öpücükler çaldı, ne kadar öperse öpsün doymuyordu sanki, ne yapacaktı içindeki bu babalık sevgisiyle hiçbir fikri yoktu.
Minel yanağını babasının omzuna yasladı, künyesiyle oynamaya başladı. Kendi künyesi de kolundaydı, ikisinin aynı anda ses çıkartması hoşuna gidiyordu.
“Baba?”
“Efendim biriciğim?”
“Şey… Hayama gittim, şey, gündüs.”
Başını salladı Gökhan, Minel’in neden gittiğini anlatacağını biliyordu, kız çocuğunu kucaklayarak ayağa kalktı ve çalışma masasının önündeki koltuklardan birine oturdu.
“Şana söyyücem ama şey, Eşya Hanım’a gittik, söyyeyemedim.”
Bir kez daha başını sallayarak dinlediğini belli etti adam. Minel pedagoğa giderken ve dönüşte uyuyakaldığı için soramamıştı hiçbir şey, kızının gözyaşlarınım sebebini öğrenmek şimdiye kalmıştı Hale’ye konu hakkında hiçbir soru sormadığı ve Minel’in anlatmasını bekleyeceğini söylediği için.
“Üsüydüm çünkü annem… Kötü adamyay dedi ki… Dedi ki anneşi bıyakmış. O yüsden geyince, geyince Kuzey abimye Doyuk abime şoydum.”
“Ne sordun bebeğim?” Saçlarını okşadı Gökhan sorgulanıyormuş gibi hissetmemesi için.
“Dedim ki anneniz şevdi mi… Şevdi mi bıyakmadan önce. Doyuk abim dedi ki evet, sevmiş anneşi.”
Gökhan anladı çiçeğinin cümlelerinin nereye varacağını, kollarını sımsıkı sardı beline, alnından öptü. Ceyda’yla tanıştığına toz taneciği kadar dahi pişman değildi Allah ona Minel’i verdiği için fakat dilerdi, annesinin başka bir insan olmasını ve kızının yalnızca üç yaşındayken bunları düşünmek zorunda kalmamasını dilerdi.
“Sonya üsüydüm, heykesi anneşi sevmiş. Doyuk abimyeyin anneşi gitmiş ama, ama, şey, önce sevmiş. Annem beni sevmedi.”
O kadar kırgın konuşuyordu ki Gökhan’ın içi sızladı, sırtını sıvazlamaktan ve şefkat göstermekten başka bir harekette bulunamamak zoruna gitti.
“Ben onu şevdim. O beni şevmedi.” Bir süre sessiz kaldı, bu gerçeği düşündü gözleri bir yere dikili biçimde. Gökhan şakağından öpünce kendine geldi, halasına sözü vardı, üzülmeyecekti.
“Ama üzüymücem aytık, hayam dedi ki bası anneyey… Anneyey anne oymaz. Hayam güzey anne, o biyiy.”
Gökhan başını salladı. “Evet bebeğim.” dedi hiç tereddüt etmeden. “Bazı anneler anne olmaz, hiçbir şey senin suçun değil. Biz seni çok seviyoruz, ben seni çok seviyorum.”
Derin bir nefes alıp kızının yüzünü avuçları arasına aldı. “Sana anne yokluğunu hissettirmeyeceğim.” Durdu, düzeltti. “Hissettirmemek için elimden geleni yapacağım.”
Gülümsedi Minel. “Biyiyoyum babacım.” dedi tatlı tatlı. “Sen çok güsey biy babaşın.”
Gökhan’ın duyduğu en iyi iltifat bu olabilirdi, kalbi adeta pır pır ederken “Sen de çok güzel bir meleksin.” dedi şefkatle. “İyi ki varsın babacığım.”
. . .
Babası terden yüzüne yapışmış saçlarını geriye itince gözlerini kırpıştırdı kız çocuğu, gün ışığı korkulu göz bebeklerine dolsa da bir anlığına farkına varamadı gündüz olduğunun.
“Güzelim… İnci tanem… İyi misin? Benimle konuşur musun babacığım?”
İç çekti Gökhan’ın endişeli gözlerine bakarken, hâlâ daha o geminin karanlık odasındaydı sanki. Yanağı sızlıyordu o tokat yanağıyla yeni buluşmuş gibi. Algılayamadı kendisine söylenenleri.
“Evimizdeyiz bebeğim, her şey yolunda. Kurtuldun, iyisin.”
Etrafına baktı birkaç saniye sonra, kendi odasındaydı, sarı ağırlıklı mobilyaları göz kırpıyordu kız çocuğuna. O an hatırladı gece masal dinlerken uyuyakaldığını, uyuyakalmadan önceyse babasına odasında uyumak istediğini söylediğini.
“İyiyim.” diye mırıldandı Minel; Gökhan kan ter içinde ve sayıklayarak, kesik ve hızlı nefeslerle uyanan kızından bilinçli bir cümle duyunca derin bir nefes aldı.
“Evet babam, iyisin.”
Kız çocuğu başını babasının göğsüne yaslarken “Kötü yüya göydüm.” dedi birini şikâyet edermiş gibi. Hoşlanmıyordu o karışık görüntülerden, rüyadakilerin seslerini on kat daha fazla duyuyormuş gibi hissedişlerinden.
“Geçti bir tanem, geçti. Sabah oldu, odandayız, birazdan herkesle kahvaltı yapacağız.” Aktunalar Minel’in üzüldüğünü fark edince on dakika da olsa masada oturmaya çalışıyorlarda tüm aile olarak, zaten kısa bir süre sonra her biri kendi evlerine ve kahvaltısız rutinlerine döneceklerdi.
“Şonya okuya gidicem.”
“Evet, okula gideceksin. Arkadaşlarınla tanışacaksın.”
Gökhan üstün zekâlılar için olan okulu ayarlamıştı, Minel bugün oraya başlatacaktı. Kız çocuğu o kadar hevesliydi ki arılı çantasını akşamdan hazırlamış, matarasını doldurmuş ve tavşanını çantasının yanına oturtmuştu onu da götüreceği için.
“Aykadaşyayımla tanışıcam.”
Kurduğu hayalleri, heyecanı yine göğsüne dolmaya başladığında karanlık anlar geride kaldı. Doğruldu yataktan destek alarak. “Geç kaymayayım babacım.” dedi gözlerini büyütüp. “Yütfen hasıy oyayım.”
Gökhan “Olalım hazır.” diyerek ayaklandı. Minel ona kıyafet seçerken elini yüzünü yıkadı, daha sonra Minel banyoya girip yüzünü yıkadı babası ona kıyafet ayarlarken.
“Bir tanem, bu ne güzellik böyle?” Onu gören dedesinin cümlesiyle tüm bakışlar odaya giren kız çocuğuna kaydı. Sarı, dizlerinin biraz altına gelen ve onu tam anlamıyla civciv gibi gösteren bir elbise giyiyordu kız. Saçları babası tarafından iki yandan olacak şekilde, sarı ponponlu tokalarla bağlanmıştı. Arılı çantasıysa babasındaydı.
“Teşekküy edeyim.” Utansa da sordu. “Geyçekten güzey miyim?”
Tüm Aktunalar, dün bir oyunla turnuvası için ayakta kalan, gece boyu hem oyunla hem de annesinin radarından kaçmaya çalışma çabalarıyla yorulan ve uykudan ölen Ayaz bile, onayladılar Raif’in söylediğini.
“Şu tokalara bak, yiyeceğim seni!”
“Çok yakışmış elbisen amcasının gülü!”
“Çok şirin olmuşsun canımın içi.”
“Tabii ki çok güzel oldun bebişim!”
“İkizimden de bu beklenirdi.”
Yanakları kıpkırmızı oldu; başını kaldırıp Gökhan’a bakınca onun da kendisine, kızarışına güldüğünü görüp iyice utandı. Saklanacak yer aradı.
Aktunalar anladılar inci tanelerini fazla utandırdıklarını, bakışlarını masaya çevirip Minel gelmeden önceki sohbetlerine devam ettiler olayın tatlılığına dair olan tebessümleriyle.
Minel kendi sandalyesine çıktı, artık alışmıştı boyundan büyük eşyalarla boğuşmaya, saçlarını geriye iterek ördekli tabağına baktı, Gökhan çoktan birkaç parça yiyeceği koymuştu.
“Hepsi bitecek, okula gidiyorsun, güzelce yemen lazım güneşim, tamam mı?”
Babasının yemek konusunda ne kadar katı olduğunu bildiği için başını salladı, dün akşam Gökhan ona çantasına da yiyecek koyacaklarını ve onları da okulundaki öğün arasında bitirmesi gerektiğini anlatmıştı uzun uzun, bu sırada yeterince beslenmesinin ne kadar önemli olduğundan ve bu konuda taviz vermeyeceğinden de bahsetmişti tabii.
Gökhan inci tanesinin tabağına dengeli olacak şekilde yiyecekleri yerleştirdikten sonra kendisi yemek yemeye başlatacaktı ki Minel yerinde kıpırdandı. “Biyascık daha, daha domateş ayabiyiy miyim?”
Duraksadı herkes. “Fıstığım…” dedi Doruk dün akşam çözemediği, onu adeta çıldırtan trigonometri sorusunu düşünmeyi bırakırken. “Sen fazladan yemek mi istedin?”
Minel neyin herkesin yemeğine ara vermesine neden olacak kadar şaşırtıcı olduğunu idrak edemese de başını salladı.
Gülten “Sana domates kurban olsun canımın içi!” diyerek yükselip masanın Minel ve Gökhan’ın olduğu tarafında da bir domates tabağı olmasına rağmen kendi taraflarındaki domatesleri o tarafa uzattı, Engin “Sen yiyip büyüyecek misin sonunda, yerim seni.” diyerek güldü, Hakan fırsattan istifade ederek “Peynir de al güzelim.” derken Hale “Zeytin de alsın.” diye ekledi. “O da sağlıklı. Yani, herhalde öyledir.”
Tabağı bir anda iki katına çıktı kız çocuğunun, omuzları çökerken “Babacım…” dedi tatlı tatlı. “Hepşini mi yicem?” Bu tepeleme tabak ona çok fazlaydı.
Gökhan kızı sonunda rahatça yemek isteyebildiği için omuzlarından gökyüzü kalkmışçasına rahatlamıştı, buklelerini hafifçe karıştırırken “Hayır bebeğim.” diyerek inci tanesini rahatlattı. “Bunlar biraz fazla.”
Minel gülümseyerek döndü ördeği artık gözükmeyen tabağına, çatalını alıp canının nedense çok çektiği domateslerden yemeye başladı kibar kibar.
Yarım saat kadar geçtiğinde masada yalnızca Gökhan ve Minel kalmıştı, kız çocuğu kalkmak istediğini ve doyduğunu söylemeden yerinden kıpırdamazdı adam, yatma saatinin geldiğini ailesine belli etmemeye çalışan çocuklar gibi hareketsizce bekliyordu bu yüzden.
“Yedim!”
Başını meleğine çevirdi, tabaktakilerin büyük bir kısmı bitmişti. Yandaki peçeteyle Minel’in fıstık ezmesi bulaşmış dudaklarını nazikçe sildi. “Afiyet olsun güzelim.”
“Şana da afiyet oyşun babacım.”
Gökhan arılı çantayı ve tavşanı alarak ayağa kalktığında Minel eteğine dökülen ekmek kırıntılarını dikkatle topladı bir avcunda, Gökhan sabırla bekledi.
“Öğyetmenyeyim oyucak, aykadaşyayım oyucak. Oyun oynucam, yeni şeyyey öğyenicem.”
Ayakkabılarının bağcıklarını babasının bağlamasını beklerken kendini motive ediyordu Minel. Tüm aile üyeleri onunla konuşmuş ve eğer devam etmek istemezse hemen onu o okuldan alabileceklerini yahut eve erken dönmek isterse dönebileceğini söylemişlerdi her şeyin çok eğlenceli olacağına emin olduklarından bahsetmenin yanı sıra.
“Çantana terliklerini koydum biriciğim, ben okul bahçesine giremediğim için ayakkabılarını ben çıkaramayacağım ama öğretmenlerim bağcıklarını çözmene yardımcı olacak, sonra çantandaki terlikleri giyeceksin.”
“Ev teyyikyeyim, okuy temis oyşun diye. Dışayıdan ayakkabıyya giymiyoyuz.”
“Evet babam.”
“Şen bahçenin dışayıda bekyicekşin, işteyşem şana geyebiyiyim. Penceyeden de göyücem.”
“Evet çiçeğim.”
“İşteyşem şeni ayıcakyay.”
“Evet biriciğim.”
Derin bir nefes aldı Minel, her şey yolunda olacaktı. Bahçeye çıktılar, elinin içindeki ekmek kırıntılarını yolun kenarına bıraktı kuşların yemesi için, ardından garaja yürüdü yavaş yavaş.
“Koytukuma otuydum, okuyuma gidiyoyum. Sen ve babam benimye. Kedi’ye geyince bakıcam, sabahyayı uyuyoy. Gece mamaşını koydum, onunya oynadım. Okuya gidicemi söyyedim ama geyicem, Kedi bu yüsden üzüymücek Tavşan.”
Tavşanına rutinini anlatan kızıyla dudağının bir kenarı kıvrıldı Gökhan’ın, okul konusunda kendisine benzemeyip oldukça disiplinli ve çalışkan olacağı hem bu konuşmalarından hem de yatma saatinin geldiğini anladığı an ballı sütünü içip “Yayın okuyum vay.” diyerek yatağına girmesinden anlaşılıyordu.
Sabah trafiği biraz zorlasa da okula vaktinde vardılar, Gökhan Minel’in geç kaldıkları için üzülmesini istemiyordu, bütün kestirme yollar bilgisini son bir saatte bu yüzden kullanmıştı.
“Gel bebeğim.”
Minel babası tarafından kaldırıma konduğunda gülümsemiyordu, fazla gergindi. Elbisesini sıkıyordu istemeden, kendi bahçeleriyle karşılaştırılınca alçak olan duvarların dıştan görünümü bile adımlarının geri geri gitmesine neden oluyordu yaklaştıkça.
Bahçe kapısına geldiklerinde parmak boğumları bembeyaz olmuştu, Gökhan dizlerinin üzerine çöktü, elini açıp avuç içini okşadı.
“Sakin ol babacığım, buradayım güzelim.”
Minel Gökhan’a çevirdi bakışlarını. “Eve gideyim.” dedi ağlayacak gibi. “Yütfen, iştemiyoyum.” Kendisine söylediği tüm olumlu cümleler sanki havaya karışmıştı, tüm ailesinden uzaklaşıp yabancı bir ortama girmenin düşüncesi dahi onu soğuk soğuk terletiyordu an itibariyle.
Gökhan derin bir nefes aldı, tabii ki meleğini zorlayacak değildi. Yalnızca şansını denemek, onu cesaretlendirmeye çalışmak istedi.
“Buraya kadar gelmişken kısa bir süre de olsa okula gitmeyi denemek istemez misin inci tanem?” Minel cevap vermedi, ayakkabılarının ucunu birbirine değdirdi sadece.
“Bir zamanlar beni de tanımıyordun.” diye devam etti Gökhan. “Bu yüzden bizimle yaşamak istemeseydin, evimizde kalmasaydın daha güzel mi olurdu?”
“Hayıy.” Mırıltısının yanlarındaki yoldan vızır vızır geçen arabalar nedeniyle duyulmayabileceğini düşünerek başını iki yana salladı. “Böyye güzey, sizi seviyoyum.”
“Belki buradaki insanları da çok seveceksin meleğim, böyle düşünebilirsin. Evet, istersen geri döneceğiz, senin üzülmemen için elimden gelen her şeyi yaparım ama en azından denemeni istiyorum. Sen benim cesur, güçlü prensesimsin.”
Kötü adamlardan, sevgisizliğin kalbinde oluşturacağı buz soğukluğundan ve ölümden kurtulmuştu Minel. Gökhan’ın gözünde her ne kadar her zaman bir bebek, nahif bir melek olarak kalacak olsa da adam ara sıra kızına ve kendisine kızının bu sebeplerden ötürü güçlü olduğunu da hatırlatmak istiyordu.
Minel bu dünyadaki en çok güvendiği insan olan babasının sözlerinin ardından bir sarı binaya bir de bahçe kapısının açık mavi demirlerinin aralıklarından gözüken çocuklara baktı. Babası kapıda bekleyecekti, bir sorun olursa bile istediği zaman dönebilirdi.
“Tamam.” dedi yavaşça. “Gidicem.” Ve böylece, Minel Aktuna kendi yaşındaki ilk arkadaşlarını edinmek için ilk adımını güçlü bir prensese yakışacak bir şekilde -cesurca- atmış oldu. |
0% |