Yeni Üyelik
36.
Bölüm

🐣69🐣

@imposiblety

Minel okulundan bu sabah erken dönmüştü çünkü Gökhan davaya yetişecekti, tabii ki kız çocuğu bunu bilmiyor ve adamın alelade bir işi dolayısıyla evde olması gerektiğini zannediyordu.

 

Odasında oynamaktan sıkılmıştı, zaten babası da gelmemişti, tavşanını alıp komodinin üzerindeki kamerayı -video çekmeyi bu aralar biraz ihmal etmişti- boynuna taktıktan sonra odasından çıktı.

 

Artık ekime girdikleri için tişört ve şort giymeyen, babası tarafından hırka ve uzun kol giymesi için tembihlenen kız çocuğu gözünü ovuşturdu koyu pembe bluzunun koluyla.

 

“Kusey abicim, giyebiyiy miyim?”

 

İçeriden ses gelmedi, bu sefer de dün evdeki diğer tüm kapılar gibi kapı kolu değiştirilen, artık çok daha kolay açılan kapıyı tıklattı ancak yine bir ses duyamadı, içeri girdi.

 

“Abicim?”

 

Oda boştu, yüzü karıştı, Kuzey abisi yanına gelip saçlarından öptükten sonra odasında olacağını söylemişti. Dudakları aşağı doğru bükülmeye başladı, abisiyle vakit geçirmek istemişti fakat o da yoktu, onun da mı önemli bir işi vardı?

 

“Prensesim?”

 

Arkasından gelen sesle irkildi, Kuzey bunu görünce “Benim abim.” dedi yumuşak bir sesle. Kız çocuğunun sırtına onu rahatlatmak niyetiyle gayriihtiyari dokundu dizleri üzerine çökerken.

 

“Koyktum.”

 

İyi anlaşabilmek için kendisini ifade etmesi gerektiğini ailesinden öğrenen, bu yüzden kısa süreliğine de olsa hissetmiş olduğu korkuyu çekinmeden dillendiren inci tanesinin yanağını nazikçe okşadı Kuzey. “Özür dilerim.” dedi hiç gocunmadan. “Korkabileceğini düşünemedim bir an güzelim.”

 

Tebessüm etti Minel. “Soyun değiy.”

 

Kuzey de tebessüm etti; babaannesinin ne halde olduğuna bakmaya indiği ve onunla sohbet ettiği, sohbetin sonunda küçük bir çocukmuşçasına yanaklarının sıkılmasına ve sulu öpücüklere maruz kaldığı on dakikalık sürenin sonunda Minel’i neden odasında bulduğunu merak etti. “Neden beni arıyordun abim?”

 

Minel’in yüzündeki tebessüm gidiverdi, tavşanına daha sıkı sarılırken “Canım sıkıydı!” diye yakındı. “Babam gitti, geymedi! Dedi ki geyicem, daha geymedi. Sizinye de aytık oynamıyoyuz.” Yüzü Kuzey abisini odasında bulamadığı andan da fazla asıldı, küskün çıkmıştı sesi.

 

Derin bir nefes aldı Kuzey, Minel’i ve birbirlerini ihmal ettiklerinin farkındaydı Aktuna torunları olarak. Herkesin okula başlaması ve yeni rutinler aksatmıştı aile ilişkilerini.

 

“Seni biraz ihmal ettik, özür dileriz güzelim.”

 

Minel mahzun mahzun baktı abisine. “Yaza kaday böyye mi?” diye mırıldandı, onunla daha az vakit geçirmelerini anlayabiliyordu fakat neredeyse hiç vakit geçirmiyorlardı, kız çocuğu odalarına gitmediği sürece denk gelmiyorlardı bile.

 

“Hayır, hayır. Biz biraz…”

 

Nasıl açıklayacağını bilemedi Kuzey, okul rutinlerinin içine inci tanesi daha önce hiç dahil olmamıştı, dolayısıyla bocalıyorlardı. Öncesinde birbirleriyle yalnızca hafta sonu vakit geçirseler bile önemli olmuyordu çünkü aralarındaki bağın sağlamlığı ne kadar zaman beraber olduklarıyla ölçülmüyordu ve bunu biliyorlardı ancak Minel öyle değildi, sevilmeme korkusu olan bir çocuktu ve yoğun programları anlamıyordu.

 

“Ben cumartesi günü için çok güzel bir plan yapacağım, tamam mı?”

 

Avuç içlerini okşadı Kuzey Minel’in. “Geyçekten mi?” diye sordu kız çocuğu o sırada. Aktuna torunları olarak uzunca bir süredir eskisi gibi vakit geçirmemişlerdi.

 

“Gerçekten abim, biz de seninle oynamayı istiyoruz.” Burnuna vurdu inci tanesinin, kız gözlerini kırpıp kıkırdayınca devam etti. “Kıskanıyoruz arkadaşlarını, seninle bizden daha çok vakit geçiriyorlar.”

 

“Ne?” Kıskanıldığını çok nadir duyuyordu Minel kıskançlık genlerinin büyük bir parçası olan Aktunalarla aylardır yaşamasına rağmen, bu yüzden şaşırmıştı. Toprak’ın yaptığı tanım aklıma gelince “Üsüyüyoy muşunuz?” diye sordu. Daha sonra cevap beklemeden tavşanını nazikçe yere bırakıp kollarını boynuna sardı Kuzey abisinin.

 

“Ben şizi çok seviyoyum!” dedi bir an dahi tereddüt etmeden. “Kimşe oyamaz.” Başını sallayarak kendini onayladı, hayatına girecek hiç kimse hiçbir Aktuna’nın yerini tutamazdı. Yumruğu kadar olan kalbi büyüdükçe onlara olan sevgisi de büyüyecekti.

 

Kuzey kollarını Minel’e sardı, kuzeninin bu sıkı sarılışının ve yüzünü gıdıklayan kıvırcık saçlarının tadını çıkardı, aynı evin içinde olsalar dahi inci tanesini özlediğini ancak fark ediyordu.

 

“Şimdi söyle bakalım, buraya bunun için mi geldin?”

 

“Şey…” Geri çekildi kız, gözlerini aça aça konuşmaya başladı böyle çok daha sevimli olduğu için ısırılma ihtimalini artırdığından bihaber. “Geydim çünkü… Konuşayım şeninye. O yüsden.”

 

Kuzey tebessüm etti, tavşanı bir eline aldıktan sonra diğer koluyla kızı bacaklarından kavrayarak kucağına aldı, odasındaki koltuğa oturup onu da dizine oturttu. “Konuşalım abim.”

 

Minel gülümseyerek başını ferah kokulu abisine yasladı, çok seviyordu Kuzey’i, çok güvende ve huzurlu hissediyordu onun yanındayken, sakinleşiyordu yumuşak sesinin ve şefkatinim etkisiyle.

 

“Naşıyşın abicim?”

 

“İyiyim prensesim, sen nasılsın?”

 

“Ben de iyiyim, teşekküy edeyim. Şey, okuyun naşıy?” Herkes ona okulun nasıl olduğunu sorduğu için benzer bir soruyu kendisi gibi bir öğrenci olan Kuzey’e yöneltmek istemişti.

 

“Çok iyi.” Kuzey cümlesinde ciddiydi. İstediği okulda okuyordu, arkadaşları da oradaydı ve dersleri iyiydi, canını sıkacak bir durum çok nadiren gelişiyordu ancak onu da hızlıca çözebiliyordu mantığının, kibar tavrının etkisiyle.

 

“Senin okulun nasıl gidiyor?”

 

Gözlerini kırpıştırdı Minel. “Ne?” dedi şoke olmuş bir şekilde, dehşete düştüğü bile söylenebilirdi. “Neyeye gidiyoy okuyum?”

 

Kuzey sırıttı dayanamayıp, tam açıklama yapacakken bu gülüşü seslileştiği için birkaç saniye konuşamadı, Minel’den sonraki en küçük kişi olan Ayaz’la aralarında yalnızca yedi yaş vardı, bu yüzden onun bu saflıklarının ve şaşkınlığının oldukça şirin oluşunun tadını pek çıkaramamıştı çünkü kendisi de bir çocuktu o dönemde.

 

“Neyeye gidiyoy okuyum? Neden cevap veymedin? Gitmicem mi daha? Ama, şey… Ama aykadaşyayım vay, Baybi evi yaptık, neden gitmicem? Ösyüyoyum aykadaş, hem onyay önce. Tavşandan şonya, sisden şonya önce aykadaşyayım. Noyucak? Cevap veyiy mişin Kusey?”

 

Kuzey daha da telaşlanıp cevabını Gökhan amcası dışında kimsenin tam anlamıyla bulamayacağı sorularına başvurmasına mahal vermemek için yanıtladı telaştan abi demeyi bile unutan kızı.

 

“Okulun bir yere gitmiyor abim.”

 

“Ama dedin ki naşıy gidiyoy. Yayan mı söyyedin? Hayıy, şaka.” Ailesine yalan söylemeyi yakıştırmıyordu, çocuk olmasına rağmen ona çoğu durumu açıklıyorlardı. “Şaka mı yaptın? Şaka anyamıyoyum, yine anyamadım mı?”

 

“Yalan da söylemedim, şaka da yapmadım.” Yanaklarından öptü inci tanesinin sabırsızlığını o an için umursamayıp, çok sevimli gözükmüştü gözüne.

 

“Okulun nasıl gidiyor demek okulun nasıl demekle aynı şey, anlamı böyle. Sen bana okulumun nasıl olduğunu sorunca ben de sana sormak istedim, o yüzden öyle bir cümle kullandım.”

 

Minel bir süre daha Kuzey’in yüzüne baktıktan sonra başını salladı, anlamıştı. “İyi.” dedi yavaşça. Ardından daha enerjik bir şekilde devam etti. “Eğlenceyi! Güyüyoyum çok.”

 

Kuzey kızın saçlarını okşadı nazikçe, gülümsedi farkında bile olmadan, onun eğlenmesi ve gülmesi tüm ailenin neşelenmesine olanak sağlıyordu, bir çocuğun bir eve ne kadar büyük bir şenlik getirebileceğini babaannesi söyleyip dururdu fakat ancak bu yaz bu kadar net bir şekilde fark etmişlerdi bu durumu.

 

“Senin de aykadaşın vay mı? Tanıştıkımız abiyey değiy, diğey… Vay mı aykadaşın?”

 

Kuzey birkaç saniye durdu, öğrenci kulüplerinden ve sınıftan tanıştığı insanları düşündü. Hiçbiriyle sırrını paylaşmamış, onlara çok yakın davranmamıştı fakat sohbetleri vardı. “Var abim.” dedi, bu durumun Minel’in arkadaş tanımına gireceğini düşünmüştü kız çocuğunun yalnızca birkaç gündür tanıştığı çocuklar -Toprak ve Miraç- bebeklikten beri yanındaymış gibi davrandığını göz önüne alınca.

 

“İyi inşanyay mı abicim? Kötü inşanyayya aykadaş oymamayışın, sana kötüyük yapabiyiyyey. Kibay aykadaşyayımız oymayı, iyi kaypyi, yaydımşevey, sonya… Canyıyaya zayay veymeyen, yayan söyyemeyen…”

 

Minel’in büyümüş de küçülmüş tavsiyelerini dikkatle dinledi bunları bilmiyormuş, kızın yaşı tek basamaklıyken onun yaşının başında iki yokmuş gibi.

 

“Çok haklısın prensesim, iyi kalpli insanlarla arkadaş olmalıyım. Sen de öyle olmalısın.”

 

“Biyiyoyum abicim.”

 

Babası dizlerini üzerine çökmüş, ellerini tutup avuç içlerini okşayarak anlatmıştı ona bunları. “Sen çok iyi kalplisin güneşim, çok sevgi dolusun ama bu dünyada kötü insanlar da var. Senin yaşındaki çocuklar kötü olmasa da sana kaba davranabilirler, buna izin verme bebeğim, hem kendini savun hem de gelip bana anlat, tamam mı?”

 

Kuzey nereden bildiğini sormadı Gökhan amcasının dediklerini tahmin edip. Amcası her zaman insanlara karşı güvensizdi, Kuzey ve Doruk küçükken onların başını okşamak isteyen teyzelere bile izin vermezdi, çok berrak bir şekilde hatırlıyordu Kuzey o anları.

 

“Bensiz mi oturuyorsunuz?”

 

Minel de Kuzey de gözlerini kapıya çevirdi, kahverengi saçları dağınık, mavileri mahmur ancak yüzü güleç bir Doruk’la karşılaştılar. Minel artık odasına pek gitmediği abisinin kıyafetlerini inceledi, açık mavi pijamaları görünce “Uyuyoy muydun abicim?” diye sorup yanıt beklemeden ekledi. “Günaydın.”

 

“Günaydın abim.” Kuzey de kardeşini selamsız bırakmamıştı.

 

“Günaydın ufak ev ahalim.” Minel’in yanağına küçük bir öpücük bırakıp koltuğa oturdu.

 

“Bugün biraz daha uyuyayım dedim, uykum vardı.” Gözünü ovuşturdu, Kuzey on sekiz yaşındaki kardeşinin sekiz yaşındaymışçasına sevimli oluşuna tebessüm etti, o olmasaydı ne olurdu diye düşündüğü bazı zamanlarda her zaman “İyi ki var, iyi ki benim kardeşim.” diye düşünmesine sebebiyet veriyordu bu şirin çocuk.

 

“İyi yaptın, kendine yüklenme. Sağlığından, uykundan önemli değil.”

 

Minel önce Kuzey’e baktı, dersleri kastettiğini anlayamadı fakat cümleye katıldığını belli etmek adıma başını salladı.

 

“Evet abicim, sağyıkın önemyi. Sağyıkyı oymazsak, ağıy haşta oyuyşak… Şey, güzey değiy.”

 

“Tamam.” M’yi uzattı koltuğa iyice yatıp başını koltuğun arkasına yaslayarak beyaz tavana bakarken. “Dikkat edeceğim.”

 

Minel bir tepki veremedi çünkü yeşilleri Doruk abisinin atlamaya çok müsait duran karnına takılmıştı, yavaşça ve Kuzey’in de yardımıyla kamerasını boynundan çıkardı, abisi tüm saç tellerini kayıştan kurtarıp kamerayı koltuğun diğer tarafına bırakınca tebessüm etti fakat Doruk’un bakmaması için teşekkür etmedi.

 

“Abicim!”

 

Doruk bir anda üzerine fırlayan ufak kütleyle neye uğradığını şaşırdı, irileşmiş gözlerini hemen tavandan çekerken kız kardeşinin sesini duymasının getirdiği korumacılığın bir yansıması olan reflekslerle kollarını da uzatarak kız çocuğunu sırtından kavradı.

 

Tatlı tatlı güldü Minel şoke olmuş Doruk abisine alttan alttan bakarken. Çocuk “Minel…” deyince ve ağzı açık kalınca daha çok güldü. “Şaşıydın, di mi?” diye sordu haylaz bir edayla, sonra gülüşü daha kötücül -çizgi film karakterlerinin kötücüllüğü- bir hal aldı, çok eğlenmişti.

 

Kuzey sırtını koltuğa yasladı derin bir nefes bırakırken, inci tanesi bir anda kollarından fırlayınca neye uğradığını şaşırmış ve onu yakalamak, düşmesine engel olmak için öne kaykılmıştı fakat anlıyordu ki gerek yoktu, kız çocuğu her şeyi hesaplamıştı.

 

“Sen çok yaramaz bir çocuk olmaya başladın.” Güldü Doruk ama kısa sürdü bu gülüşü, yaramaz kelimesine Minel’in gösterdiği hassasiyeti hatırladı, tam açıklama yapacaktı ki “Evet!” dedi kız enerjik bir şekilde. “Yayamaz oydum!” Ellerini ovuşturdu sinsi sinsi gülüp.

 

Kuzey ve Doruk birbirlerine baktılar birkaç saniye, sonra güldüler hafif bir şaşkınlığın esiri olmuş biçimde. “Ya fıstığım…” Narince öpmeyi bir kenara bırakıp sesli bir öpücük çaldı Doruk Minel’in yanaklarından.

 

“Seni yerim, seni ısırırım. Bu ne şirinlik, sen abilerine kalp krizi mi geçirttireceksin?”

 

Minel duyduğu farklı kelime grubunun verdiği merak dolayısıyla Doruk abisinin iltifatlarının tadını çıkaramadı.

 

“Kayp kyisi…” dedi yeşillerini babasının açık, parlak gözlerinin aksine bir koyuluktaki mavi gözlere dikip. “Ne o? Anyamadım. Şey… Kaybimiz kıyıyınca… Kıyıyınca üzüyüyüz. Bebe’nin kaybim kıyıydı… Öyye şaykışı vay. Kayp kyisi öyye mi? Cevap veyiy mişiniz?”

 

Kuzey Minel’in buklelerine uzanıp dikkatini çekti kardeşine bakmakta olan kız çocuğunun. “Hayır abim, bir hastalık ama Doruk abin hastalık anlamında kullanmadı, şaka olarak kullandı.”

 

Minel hastalık kelimesiyle bile solgunlaşan yüreğine hakim olmaya çalıştı. “Ağıy haştayık mı?” diye sordu mahzun mahzun, kendisi hastanede olduğu zaman ağır hasta olmuştu, kimse ona söylemese de biliyordu ve babasından annesinin haberini alırken ölüme yol açtığını öğrendiği bu durumun ne kadar kötü olduğunu arabadaki hayal meyal hatırladığı anlarla fark etmişti.

 

Doruk kendisine kalp krizi dediği için kızarken nasıl inci tanesini korkutmadan ama ona yalan da söylemeden açıklayabileceğini düşündü.

 

“Ağır hastalık fıstığım ama şaka olarak söyledim, önemli değil, gerçekten abim.”

 

“Tamam.”

 

Yanağını Doruk’a yasladı inci tanesi, Doruk tebessüm edip kızın kıvırcık saçlarından öptü, daha sıkı sardı onu, yazın başında varlığından haberdar olmadığı kız kardeşinin sarılışı şimdi tüm olumsuz duygularını sıfırlıyordu.

 

“Şey… Babamı ayayayım mı? Konuşmak iştiyoyum, babaneme dedim ki ayayayım, sonya, şey…” Gülten Gökhan’ın mahkemede olduğunu bildiği için Minel’in dikkatini Kedi hakkında konuşarak dağıtıp arama isteğini savuşturmuştu. “Konuştuk babanemye, babamı ayamadık.”

 

Kuzey Minel’in hevesini kırmak istemiyordu fakat amcalarını da arayamazlardı, mahkemenin sonucunu babaları onları arayıp söylemediğine göre hâlâ daha davadalardı.

 

“Babanın işi vardır abim, aramayalım.”

 

Kaşlarını çattı Minel. “Babam işi oyunca da… Oyunca da benimye konuşabiyiy.” Kızgın kızgın konuşuyordu, Doruk bu haline gülmemek için yanağının içini ısırdı.

 

“Bana dedi ki önemyi değiy, şen daha, şey… Daha şeviyoy beni, bu yüsden ayayabiyiyiz.” Başını sallayarak kendini onayladı küçük kız.

 

“Bu seferki işi biraz daha farklı prensesim. Toplantıda gibi düşünebilirsin.”

 

Minel bunu duyunca daha da çattı sarı, ışıkla renkleri daha da açılan kaşlarını. “Babam topyantı sevmes!” dedi kendinden emin bir şekilde. “Topyantıda açay, böyye kaçabiyiy, canı sıkıymaz.” Birkaç saniye durduktan sonra “Hakan amcama söyyemek yok.” diye ekledi, babası her toplantıdan kaçışında özellikle “Hakan amcan duymasın.” diyordu zira.

 

“Tamam, söylemek yok.” Doruk konuyu dağıtmak için son cümleye takılmıştı, başka bir soru daha sorarak arama işinden iyice uzaklaşacaktı ki “Ayayayım!” dedi kız çocuğu. Abisinin kucağından hızlıca indi, koltuğun ucundan Doruk’un telefonunu alıp Kuzey ve Doruk’un arasındaki boşluğa yerleşti, telefonun basit şifresini girdi.

 

“Hey Şiyi…” Telefonu kendisine yaklaştırdı. “Gökhan amcamı aya.” Babasına amca olarak hitap etmek tuhafına gitse de yapacak bir şey yoktu, Doruk abisi ne zaman birini aramak istese ve başka bir işle meşgul olsa telefonuna böyle diyordu.

 

“Fıstığım!..”

 

Doruk telefonu Minel’den aldı, kız çocuğu boş kalan avuç içlerinde gözlerini kırpıştırarak baktıktan sonra başını kaldırdı.

 

Doruk derin bir nefes verdi. “Arayamayız abim babanı.” Gökhan amcalarının Minel’e bir şey olmasından endişe duyarak telefonunu kapatmadığından yahut sesini kısmadığından emindi, bundandı telefonundaki asistana aramak için fırsat bırakmadan telefonunu inci tanesinin ellerinden çekişi.

 

“Ama neden? Babam teyefonumusu açay.” Kollarını kavuşturdu, bakışlarını abilerinden çekip somurttu. Özlemişti babasını fakat onunla konuşmasına izin vermiyorlardı.

 

“Odama gidicem.”

 

Kuzey de Doruk da Minel’i böyleyken bırakırlarsa kız çocuğunun babasına ulaşmak için bir yol arayacağını biliyorlardı ve üstün zekâlı kuzenlerinin nasıl parlak bir fikir üretebileceğinin farkındalardı, dolayısıyla Kuzey koltuktan inen kızı karnından kavrayarak geri oturttu.

 

“Bugün polislerle konuşacaklar abim.”

 

“Ne?”

 

Doruk abisine baktı, mavi gözlerini belertti. Kuzey “Bana güven.” dedi dudaklarını oynatarak.

 

“Kötü adamlara ceza verilecekti güzelim, hatırlıyor musun? Amcam sana anlatmıştı, korkmamanı söylemişti.”

 

Küskün halinden kurtulan, yüzü düzelen fakat merakla gölgelenen inci tanesi başını salladı. “Hıhı. Kötü adamyay geyemez, onyayı yakayadık.”

 

“Evet, o yakalanan adamlarla ilgili konuşacaklar. Hapiste daha uzun süre kalmaları, hatta oradan hiç çıkmamaları için konuşacaklar. Bu yüzden babanı arayamayız, polislerle konuşuyordur prensesim. Ararsak açar, işi bölünür.”

 

Minel tavşanının kulağıyla oynarken bir süre daha baktı Kuzey’in suratına, daha önce duyduklarıyla şu an söylenenleri bağdaştırmaya çalıştı. “Tamam.” dedi yavaşça. “O zaman ayamayayım. Ama neden, neden bana söyyemediniz önce?”

 

“Korkarsın diye düşündük fıstığım, kötü adamlardan sana bahsetmek istemedik.”

 

“Koykuyoyum asıcık.” Minel bunu söylerken tişörtünü sıkmadı, gözlerini de yummadı. “Çünkü onyayya koyktum. Oyaşı kayanyıktı, biy de bana kısdıyay.” Gözlerini kaçırdı, bu sefer tişörtünü sıkıp bıraktı. Gözlerinin önünde belirmişti o anlar.

 

“Ama sizinyeyken koykunca… Şey, geçey. Çünkü siz ayyemsiniz, ben de inci taneşiyim ayyemin. Kötü adamyay geyemez.”

 

“Tabii ki gelemezler.”

 

Kapıdan gelmişti ses, Ayaz’dı konuşan. Minel yeşillerini o tarafa çevirince Arda abisinin de orada olduğunu gördü, anlaşılan Ayaz Arda’nın odasına uğrayarak onunla uğraşmış ve sonrasında onu da alarak buraya gelmişti.

 

“Evet abiciğim, gelemezler.” diyerek Ayaz’a sinirlendiği için yüzü kızaran Arda yine Ayaz’ın sözüne katıldı.

 

İnci tanesi tebessüm etti. Arda ve Ayaz koltuğun iki tarafına geçtiklerinde kollarını açtı. “Sayıyayım mı?” Tüm abileri uydular küçük kıza, birbirlerine sarıldılar, Minel ortadaki boşlukta kaldı.

 

“Nefeş ayamıyoyum!”

 

.

.

.

 

“Fuat’tan bir haber yok, hâlâ olaylara dahil olup olmadığını araştırıyorlar.”

 

Telefonunu cebine koydu Raif bunları söyledikten sonra, dava dündü ve Kubilay bekledikleri gibi müebbet cezasına çarptırılmıştı, Engin rahatlamış gibiydi, yine de normalde çok daha öfkeli olacak Gökhan dahi -biraz da baba oluşunun getirdiği olgunlukla- gözünü onun üzerinde tutuyordu.

 

“O da belli olur yakında, onu da atlatacağız.” Raif Gülten’in tebessümüne karşılık verdi elini tutup öptükten, mavi gözlerine kahve gözlerini dikip içi gidercesine baktıktan sonra.

 

Hale’nin gözleri anne babasındaydı, hallerine gülümsedi dayanamayıp. Bir hüsranla sonuçlansa da bir zamanlar o da aşıktı ve bu hissi, aşık olduğu insanın gözlerinin içine bakarak gülümsemek gibi basit bir hareketin verdiği o cıvıl cıvıl huzuru tanıyordu.

 

“Bİyas daha hayf öğyendim abicim, geyçekten. Biyaz oyunca, oyunca okumayı öğyenicem. İşmimizi yazıcam, yeşmimin yanına yazıcam. Önce babamya ben, sonya sis.”

 

Minel’in bıcır bıcır konuşması gitgide yaklaştı, işaret parmağını tutuşu çok hafif olmasına rağmen asla bir adım dahi uzağına gitmediği Arda’yla içeri girdi.

 

“Biz geydik!”

 

Arda tebessüm etti odadaki babasına, dedesi, babaannesi, halası ve amcalarına.

 

“Hoş geldin güneşim.”

 

“Hoş buydum deniz babacım.”

 

Gökhan’ın yanına meyledecekti ki Arda abisinin yanında olduğunu hatırladı, onun Engin’in yanında rahat edeceğini düşünüp Engin amcasının yanına oturdu.

 

“Babam, bal kızım…” Bir yanına geçen Arda’nın omzuna kolunu atarken diğer elini de Minel’e sardı Engin, Gökhan’a baktı hemen ardından, sırıttı. Gökhan gözlerini devirirken kollarını kavuşturdu, kendi kızıyla ona hava atmaya çalışıyordu.

 

“Şenin yanına otuyduk amcacım, şevdin mi?”

 

“Sevdim tabii.” Minel’in buklelerinden öptükten sonra Arda’nın da saçlarından öptü, dün gece daha rahat uyumuştu, Nida’nın ölümünden sorumlu olan adamın cezasını çekecek ve bir daha gökyüzünü özgürken göremeyecek olması biraz da olsa nefes aldırtıyordu ona.

 

Arda babasının yüzüne, yorgun fakat ufak pırıltıları yerine gelmeye başlamış kahve gözlerine baktı. Babası gelip ona anlatmamıştı duygularını, Engin ne kadar duygusal olursa olsun hep güçlü dururdu oğlunun yanında ancak anlamıştı Arda; Engin’in düşüncelerini, rahatsızlığını, vicdan azabını ve ihtimaller denizinde çırpınmasını… Her bir hissi kendisi de yaşamıştı çünkü, hem de annesi öldüğünde on yaşında bir çocuk olmasına rağmen. Şimdi babasını düzeliyor görmek onun da gözlerini parıldatıyordu.

 

“Kusey abim neyde?”

 

Ayaz ve Doruk’u sormamıştı çünkü Ayaz’ı odasındayken ziyaret etmiş, onunla biraz oyun oynadıktan sonra -kovalamaca oynamışlardı ve en son Minel kıpkırmızı olduğu için Ayaz durmuş, “Tamam, sen kazandın.” demişti- Doruk abisinin yanına gitmiş, abisinin kendisine verdiği biyoloji kitaplarını karıştırarak resimlere gözlerini büyüte büyüte bakmıştı.

 

“Arkadaşlarıyla dışarıda ufaklık.” dedi Hakan. Kuzey okuldan çıkınca Arın, Kağan ve Selim’le halı sahaya gideceklerini arayıp söylemişti. Oğulları bir yere gidecekleri ve eve geç kalacakları zaman merak etmemesi nedeniyle Hakan’a mutlaka haber verirlerdi, bu da o anlardandı.

 

“Neden dışayıda? Deyşi mi vay? Ama çayıştı abim, bence yeteyyi. Doyuk abim de çok çayışıyoy, Ayda abim de. Şen de amcacım.”

 

Minel korkuyordu ailesinin çok çalışıp yorgun düşmesinden, ona göre dinlenmelilerdi her zaman. Zaten babasından da alışık değildi bu yoğun rutinlere zira Gökhan şirket işlerini gece, Minel uyuduktan sonra, hallediyordu hafta sonu rahatça kızıyla vakit geçirebilmek için.

 

“Biz dinleniyoruz güzelim, sen lütfen endişelenme.”

 

Hakan amcasının kibarlığı Minel’i bir kez daha çarçabuk ikna etti. “Tamam.” dedi yavaşça. “Size güveniyoyum.”

 

Engin gülüp yanaklarından öptü Minel’in, bitiriyordu onu bu kızın büyümüş de küçülmüş halleri.

 

Bir saat daha sohbet ettiler, akşam yemeği hazırlanıyordu o sırada. Gülten mutfağı bir süre idare etmesinin verdiği alışkanlıkla gidip yemekleri kontrol ediyor, oradaki insanlarla hızlı bir sohbet edip geri dönüyordu. Beraber yiyecekleri yemeklere bu kadar önem vermesinin bir nedeni de tüm çocuklarının bu hafta evlerine dağılacak olduğunu bilmekti biraz da.

 

“Ben geldim.”

 

Kuzey içeri girdi, terli kıyafetlerinin olduğu çantayı ayakkabılarını çıkardıkları yere bırakmıştı çantanın altı pis olduğu için.

 

“Oğlum…” dedi Hakan Kuzey’in normalde gri, şu ansa siyaha yakın duran tişörtüne ve su damlayan saçlarına bakarak. “Bu halin ne?”

 

“Yağmur yağdı.” Islak saçlarından geçirdi ellerini Kuzey, sakalsız yüzü de su damlalarıyla doluydu. Biraz daha geç saatler olması ve evlerine yakın bir halı saha seçmeleri nedeniyle çarçabuk gelmişti eve, kurumaya vakti olmamıştı.

 

Endişeyle derin bir nefes aldı Hakan, elini Kuzey’in sırtına koyup başıyla merdivenleri işaret etti. “Hemen üzerini değiş ama önce sıcak bir duş al, hastalanacaksın.”

 

“Ne?”

 

Minel’e baktı Kuzey. “Babam hafif hastalıktan bahsediyor abim.” diye açıklama yaptı kıza, zaten hasta olacağına da ihtimal vermiyordu, bağışıklığı güçlüydü.

 

“Neden? Işyandın diye mi?” Cevap beklemeden devam etti. “Bence amcam hakyı abicim, giyşiyeyini değişmeyisin.”

 

Kuzey birkaç adım atıp Minel’in saçlarına yağmur suları dolayısıyla hafifçe ıslanmış ellerini uzattı, buklelerini karıştırdı. Minel gözlerini kırpıştırarak başını eğerken sevimli bir şekilde güldü.

 

“Tamam, değişiyorum prensesim.”

 

Arda rahatladı, Minel yorum yapınca kendisi bir şey söylemek istememişti fakat o da aynı şekilde düşünüyordu, Kuzey abisinin bünyesi ne denli güçlü olursa olsun bunda vakit ıslak kıyafetlerle durması hataydı. Üstelik hava serindi, kış soğuğu olmasa dahi serindi.

 

Hakan oğlunun arkasından baktı, derin bir nefes aldı başını iki yana sallarken, kendisi dediğinde Kuzey yukarı çıkmak için bir hareket yapmamıştı ama şimdi tıpış tıpış tırmanıyordu merdivenleri, kızamıyordu da oğluna, kendisinin de bir kız kardeşi vardı ve hâlâ daha onun bir dediğini iki etmiyordu, gönlü elvermiyordu bir kere.

 

“Yayın biz abimyeyye biy yeye gidicez.”

 

Ailedeki herkesin bundan haberi vardı, Kuzey inci tanesi hariç herkese lunaparka gitme planından bahsetmişti, yine de şaşırmış gözüktü her biri.

 

“Nereye gideceksiniz babacığım?”

 

Minel gözlerini babasına dikip düşünürken ayaklarını salladı, tavşanının kulağıyla oynuyordu bir yandan. “Beyki payka gideyiz.” dedi yavaşça. “Beyki şey, dedemyeyye gitmiştik. Şey… Şinemaya. Beyki oyaya. Söyyemedi abim, süpyiz dedi. Heykese soydum. Süpyismiş.”

 

Gökhan Minel’in umutsuz umutsuz başını eğişine, duygu sömürüsüne gülecek gibi olsa da kendini tuttu; gülen Engin ve Hale zaten işkillendirmişlerdi kız çocuğunu planı bilmeleri konusunda.

 

“Sonunda geldin.”

 

Kuzey’in araba sesini duyduktan sonra yukarı çıkmasını bekleyen Doruk abisinin odasına kapıyı çalmadan girmişti. Kuzey kahve, orta uzunluktaki saçlarında gezdirdiği havluyu bir kenara bırakıp başını kaldırdı.

 

“Bir şey mi oldu?”

 

Doruk cevap vermedi, abisinin üzerine baktı. “Aferin.” dedi birkaç saniye sonra, belirgin bir sitem yüklüydü sesinde. “Uzun süredir hasta olmamıştın, şimdi olacaksın, aferin gerçekten.”

 

Güldü Kuzey. “Bir şey olmaz abim, sakin.” dedi giyinme odasından bir tişört ve eşofman seçip orada giyerek Doruk’un yanına dönmeden önce.

 

“Çocukken böyle ıslanınca hasta olmuştun çok fena, unuttun mu?”

 

Kaşlarını çattı Kuzey. “Ne zaman?” derken zihnini yokluyordu, kendi hastalığını hatırlaması zordu, daha çok ailesine odaklanırdı o.

 

Doruk yılı hatırlamaya çalıştı. “Ben on iki yaşında falandım herhalde.” dedikten sonra biraz daha dolaştı anılarında. “Evet.” Daha emindi bu sefer kendinden. “Sen lise sınavına hazırlanıyordun o sene, evet, aynen.”

 

Kuzey koltuğun üzerindeki gri havluyu aldı, su damlalarından kurtulsalar da hâlâ nemli olan saçlarını bu sefer yavaşça kuruladı, dalgındı. “Ne zaman?” diye mırıldandı, Doruk cevap vermedi, abisinin birazdan hatırlayacağını biliyordu.

 

“Tamam, şimdi hatırladım.” Yine arkadaşlarıyla olduğu bir gündü ve yine yağmurun altında kalmış, eve gelip kıyafetlerini değiştirmeden uyuyakalınca da ateşi çıkmıştı. Babasının ve Doruk’un kendisine ulaşan boğuk seslerini, nasıl titrediğini ve boğazındaki sızıyı anımsadı.

 

.

 

“Baba, baba…” Doruk hızla babasının odasına girdi, uyuyamayınca abisinin odasına gitmiş fakat onu ateşler içinde bulmuştu, babasına haber vermeliydi.

 

“Oğlum…”

 

Hemen doğruldu Hakan, mahmur gözlerinde bir endişe belirdi. “Ne oldu?” diye sordu on iki yaşındaki oğlunu kollarından kavrayarak vücudunu bir yara bere bulmamak ümidiyle tararken.

 

“Abim hasta oldu.”

 

“Ne?”

 

Hemen kalktı adam, bugün eve Doruk’la geç gelmişlerdi, veli toplantısı vardı çocuğun. Bu yüzden Kuzey’le konuşamamış, onu uyuyakalmış bir şekilde bulup üzerini örtmüştü alnından öptükten sonra. Demek kendini kötü hissettiği için uyuyordu, şimdi hastaydı.

 

Elinden tuttuğu Doruk’a endişesini belli etmemeye çalıştı, birkaç adımda geniş fakat eşya bakımından mütevazı evlerinin salonunu aştı, Kuzey’in odasına girip yatağının kenarına oturdu elini yanakları elma gibi olmuş çocuğun alnına dokundururken.

 

“Soğuk.”

 

Titreyerek büzüştü. Önce Doruk’un sıcak ellerini buz gibi hissetmişti yüzünde, şimdi de babası. Gözlerini açamıyordu ama kokusundan anlamıştı Hakan’ın geldiğini.

 

“Hastaneye gidiyoruz.”

 

Hakan bez koymayı bile düşünmemişti o an, ateşi fazlaydı ve Kuzey’in en son ne zaman ciddi bir şekilde hastalandığını hatırlamıyordu, karşılaşmadığı bir durum olunca belki gereğinden bile fazla endişelenmişti bu nedenle.

 

“Doruk…” Doruk koyu mavi pijamalarıyla yakın renkteki gözlerini hemen babasına kaldırdı. “Bana arabanın anahtarını getirir misin?”

 

“Tamam.”

 

Doruk odadan fırlayınca Hakan elini Kuzey’in yanağında gezdirdi. “Kuzey, oğlum… Duyuyor musun beni babam?”

 

Kuzey kirpiklerini araladı. “Duyuyorum.” diye mırıldandı, hasta olduğunun farkındaydı, neden olduğunu da biliyordu ama açıklayacak gücü yoktu.

 

“Yürüyebilir misin?”

 

Doruk elinde anahtarla içeri girince Hakan’ın bakışları bir an o tarafa döndü, Kuzey bu sırada düşündü. Yürüyemeyeceğini söylerse babası onu taşırdı fakat bunu istemiyordu, beli ağrıyabilirdi adamın, artık on dört yaşında ve yaşıtlarına göre uzun boylu, haliyle daha ağır bir çocuktu zira.

 

“Yürürüm.”

 

“Tamam, hadi, kalk o zaman.”

 

Oğluna destek oldu Hakan, Doruk bu sırada dolaptan Kuzey’e bir hırka aldı, ardından babasının odasından ona ve kendi odasından kendisine hırka aldı; hemen salona çıkıp kolayca giyebilecekleri ayakkabılarını yere koydu ışığı açtıktan sonra.

 

Sarsak adımlarla geldiler Kuzey ve Hakan Doruk’un yanına, Hakan’ın kolu güçsüz ve halsiz oğlunun belindeydi sıkı sıkı, düşmesini istemiyordu.

 

Hastaneye gitmeleri çok kısa sürdü, gece vaktiydi, trafik yoktu. Bu sırada başını koltuğa yaslayarak gözlerini kapatmıştı Kuzey, etrafa bakacak kadar sağlıklı değildi veya elini sımsıkı tutan kardeşine tebessüm edip kolunu onun omzuna atacak, saçlarını karıştıracak kadar.

 

“Ateşi çıktı, yolda da öksürdü.” diye açıklama yaptı Hakan yoldayken arayıp hastaneye gelmesini istediği aile doktoruna, onu evlerine de çağırabilirdi ama şu an yaptığının -doktorla hastanede buluşmanın- daha az zaman alacağını düşünmüştü.

 

Kuzey baygın gözlerle baktı babasına, iyi olduğunu ve endişelenmemesi gerektiğini söylemek için ağzını açtı fakat sert bir öksürük tıkadı kelimelerini. Başını yana çevirdi hemen, Doruk’a bulaştırmak istemiyordu hastalığını, hastalınca kötü hastalanırdı o da.

 

“Bir muayene edelim.”

 

Sedyede uzanan Kuzey’i doğrulttu Hakan, derin ve sessiz nefesler alıyordu o sırada, iki oğlu da yanındaydı ve sakin kalmalıydı ancak zordu bunu oğulları için atan kalbine anlatmak, mantığına yaslanan bir adam olmasına rağmen hem de.

 

Doktor Kuzey’in sırtını dinledi, boğazına baktı. Daha sonra çocuğu bıraktı, Kuzey anında başını beyaz, hastane kokulu yastığa yaslayıp gözlerini kapattı. Söylenenlerden serumu seçebildi sadece; burada, beyaz ışıkların altında durmayı istemiyordu ancak biliyordu ki eve dönmek için ısrar ederse daha da kötüleşir, ailesini daha çok endişelendirirdi.

 

“Oğlum, Kuzey, duyuyor musun beni?”

 

“Duyuyorum, iyiyim.”

 

Hakan derin bir nefes aldı titremesine rağmen iyi olduğunu söyleyen oğluna, daha sonra yol verdi damar yolu açmak için gelen hemşireye.

 

Kuzey’in yüzü buruşmadı iğne tenine batınca, başını yana çevirdi yalnızca, gözlerini hafifçe aralayıp babasının az önce beyaz ışıklarını kapatıp sarı, loş ışığını ayarladığı odanın penceresinden karanlık gökyüzüne baktı. Boğazına ağrıdan farklı bir his geldi, bir yumru gibi.

 

Yanında anne olmasını istiyordu, annesini istemiyordu; Gaye, onları bırakıp giden ve bir daha aramayan o kadın, annesi değildi. Onu istemiyordu, bir annenin varlığını istiyordu sadece. Hastaneye girdiklerinde oğlunun saçlarını okşayarak sessizce eşiyle konuşan kadın gibi bir anne…

 

“Işıkları biraz daha kısayım mı oğlum?”

 

Kuzey babasının yaşaran gözlerini hastalığına, gözlerinin hassaslaşmasına bağladığını düşündü, “Olur.” dedi çatlak bir sesle.

 

Hakan ışıkları kapattı. Kuzey’in gözünden yalnızca bir damla yaş aktı, Doruk’un tutmadığı eliyle sessizce sildi şakağını, halsizdi ama gözyaşlarını silmeliydi, ışıklar açılırsa ve babasıyla kardeşi onu bu halde görürlerse açıklama yapamazdı, üzerdi onları.

 

Sessizce geçti yarım saat, Kuzey uykuyla uyanıklık arasında gidip geldi, bir damla dahi olsa ağlamak biraz daha mayıştırmıştı onu. Düşse de hâlâ var olan ateşinin etkisiyle gördüğü saçma, birbirinden alakasız rüyaların biri “İyi mi?” diyen bir sesle bölündü, gözlerini açtı. Odanın loş ışıkları geri gelmişti, babaannesi ve halası baş ucunda duruyorlardı.

 

“Halacığım?” Hale hemen yanında bitti, saçlarına uzattı ellerini, şefkatle okşadı dağınık tutamları. Nida’yı kaybedeli yalnızca iki ay olmuştu ve bu sürede Arda’ya yoğunlaşmış, ona annesinin eksikliğini olabildiğince az hissettirmeye çalışmış, bu sırada da ister istemez annesi olmayan diğer yeğenlerini -Kuzey ve Doruk- ihmal etmişti.

 

“İyi misin?”

 

“Hayır hala, boğazı acıyormuş, bana öyle dedi.” diyerek ispiyonladı Doruk Kuzey’in odasına gittiğinde abisinin onu rahatlatmak için çatlak bir sesle “Biraz boğazım ağrıyor abim.” şeklinde söylediği cümleyi.

 

Babaannesi gözlerini kendisi gibi mavi gözlü olan torunundan çektikten sonra Kuzey’in diğer tarafına geldi, elini alnına koydu. “Ateşi hafif.” derken hâlâ daha rahatlamamıştı yüzü, Hale gecenin bir yarısı kapılarını çalıp “Kuzey hastalanmış.” deyince hem Raif hem de Gülten çok endişelenmişti, uykulu ve uykulu olduğu için mızmız olan Ayaz’ı güvenle bırakabilecekleri başka biri olsa Raif de onlarla gelecekti fakat yoktu, Engin’e gidemezlerdi, en ufak seste uyanıyordu Arda ve böyle bir hastalık haberinde onu zapt edemezlerdi.

 

“İyiyim.”

 

Hiç kimse dikkate almadı bu cümleyi, Kuzey hiçbir zaman kötü olduğunu söylemezdi. Derin bir nefes aldı Hakan, oğluna bu özelliğini geçirmek istediği en son şeydi ama olmuştu işte, Kuzey’in az önce sessizce gözyaşı dökmesi bunun işaretiydi. Rahatça ağlayabilmesi, içini dökmesi için fark ettiğini belli etmemişti Hakan; yoksa biliyordu ağladığını ve ağlama nedenini, Hale’ye haber verip annelerini de alarak gelmesini isteme nedeni buydu, Kuzey’in hayatında anne figürüne en yakın isimler onlardı çünkü.

 

“Yağmurda ıslandın, sonra da kıyafetlerini değişmeden uyudun, değil mi?” diye kızdı torununu çok iyi tanıyan Gülten. “Tabii hasta olursun, hep ‘Bağışıklığım güçlü.’ diyorsun ama o da bir yere kadar!”

 

Gülümsedi Kuzey bitkin bitkin. “Haklısın.” derken bir huzur vardı sesinde, babası da aynı şeyleri söyleyebilirdi ama babaannesinin bu “anne” tavırları daha farklı hissettiriyordu.

 

“Kızamıyorum da.” diye söylendi kadın, Hakan’ın kalktığı sandalyeye oturdu. “Bir hafta bizdesin.” İtiraz kabul etmeyeceğini belli ediyordu yanan mavi gözleri. “Çorba içireceğim sana, yeni tarifler buldum.”

 

Kuzey babasına baktı, Hakan başını yana çevirdi oğlunun Gülten’in biraz “değişik” tariflerinden kurtulmak için yalvarırcasına bakan gözlerini görmemek amacıyla.

 

Derin bir nefes aldı Kuzey. Başa gelen çekilirdi.

 

.

 

“Sen nasıl hatırlıyorsun, bir iki gün hastaydım sadece.” diye sordu düşüncelerinden kurtulunca. Toparlanması zor olmamıştı serumdan ve Gülten’in o karışımlarından sonra.

 

Doruk “Cidden mi?” der gibi baktı abisine. “Sen benim hasta olduğum anları hatırlamıyor musun?” diye sormakla yetindi.

 

Anneleri yoktu; belki bunun, belki de Kuzey’in olgunluğunun getirdiği huzur ortamının etkisiyle normal kardeşlerden daha çok kenetlenmişlerdi birbirlerine. Bu yüzdendi Doruk’un Kuzey’in en ufak hastalığını, hatta burnunun akışını bile kalbine hâlâ zuhur eden bir endişeyle hatırlayışı.

 

“Doğru, ben de senin hastalıklarını hatırlıyorum.”

 

Kuzey kolunu Doruk’un omzuna attı, aralarındaki iki yaş olmasına rağmen kardeşine ikinci bir baba gibi davranmayı seviyordu.

 

Doruk Kuzey’in şefkatine kanmadı. “Neyse ne Kuzey.” dedi onun için endişelendiğini belli eder bir öfkeyle. “Hasta olmuştun, yine olacaksın.”

 

Güldü Kuzey. “Minel gibi davranıyorsun Doruk.” Ne kız kardeşinden ne Doruk’tan rahatsızdı, yalnızca Doruk’un hareketini sağlık konusunda fazla hassas olan Minel’e benzeterek Doruk’a abarttığını göstermeye çalışıyordu.

 

Kollarını kavuşturdu Doruk burnundan bir nefes verirken, ne derse desin Kuzey ona inanmayacaktı ama hissediyordu işte, yarın sabah hasta bir Kuzey Aktuna’yla karşılaşacaklardı.

 

.

 

“Bu nasıl olabilir?”

 

Burnunu çekti Doruk, ardından ağzını kapatmadan hapşırdı. Kuzey derin bir nefes aldı, bir tane peçete daha uzattı burnu ve gözleri kızarık kardeşine.

 

“Yağmurda ıslanan sendin, ben neden hasta oldum?”

 

Peçeteyi almamıştı Doruk yakınmakla meşgul olduğu için, Kuzey kardeşinin burnunu iğrenmeden sildikten sonra yatağın yanına çektikleri çöp kutusundaki peçete yığınına elindeki kirli peçeteyi de ekledi.

 

“Cam açık ders çalışıyorsun, terliyorsun, sırtına vuruyor.”

 

Bu konuda ses çıkarmadı Doruk, abisi haklıydı, suratını astı. “Gezmeye de gelemeyeceğim.” Kollarını kavuşturdu çocuk gibi, ailesiyle vakit geçirip eğlenecekti fakat o da olmamıştı.

 

“Saçmalama abim.” Kaşlarını hafifçe çattı Kuzey, kardeşinin gözlerinin içine baktı. “Sensiz gitmeyeceğiz.”

 

“Asıl sen saçmalama.” Doruk da kaşlarını çattı. “Minel ne kadar hevesliydi bugün için, birazdan odalarımızı dolaşmaya başlar, giyeceklerini bile düşünmüştür.”

 

“Senin hasta olduğunu görüp gider mi zannediyorsun?” Doruk’un verecek cevabı yoktu, inci tanesi ailesinden biri öksürse hemen “Doktoya gideyim.” diyordu, Doruk’u böyle görünce yerinden kımıldamazdı o doktorun eve geldiğini veya Doruk’un hastaneye gittiğini görmeden.

 

“Amaç beraber vakit geçirmekti, birimiz yoksa anlamı yok.”

 

Doruk ciddiyete daha fazla dayanamadı, Kuzey’e sarılırken “Canım abim!” dedi abartılı bir tavırla, Kuzey kardeşinin hastalığını umursamayıp bir kolunu ona sarılmak için kaldırdığında “Tişörtüme burnunu silme, sana peçete veririm.” uyarısını da ihmal etmedi.

 

Doruk burnunu Kuzey’in tişörtünden uzaklaştırdı çaktırmadan, abisinin onu bu kadar iyi tanıması böyle anlarda fazlasıyla sinir bozucuydu. “Niye öyle bir şey yapayım?”

 

“Abicim, giyebiyiy miyim? Şeşini duydum, uyumuyoyşun, biyiyoyum!”

 

Minel koridorda gezinirken önce uyanık olduğunu düşündüğü Kuzey’in odasına girmiş fakat onu yerinde bulamamış, dolayısıyla adımlarını diğer odalara çevirmişti. O sırada Doruk abisinin “Canım abim!” nidası gelmişti kulaklarına, kapının dibinde bitmişti çarçabuk.

 

“Gel fıstığım.”

 

Öksürdü Doruk sesini yükseltmesinin boğazına getirdiği tuhaf hisle. “Önümde dur.” diye mırıldandı odanın havalanması için camı açan Kuzey’e, “Minel yanıma gelmesin, ona da bulaşır.”

 

“Günaydın!”

 

Sarı, civcivli pijamaları ve kolunun altındaki tavşanıyla içeri girdi Minel. Ayak bileklerinden tık daha aşağı sarkan pijaması artık tam oluyordu, dün “Boyum usamış babacım, büyüyoyum!” demişti neşeli neşeli.

 

“Günaydın prensesim.”

 

Kuzey kız çocuğunu kucağına aldı, böylesi sürekli eğilmiş durmaktan daha kolay geliyordu. Saçlarından öptü hafifçe, Doruk’tan uzak bir köleye oturdu.

 

“Neden eyken kayktınız abicim? Kötü yüya mı göydünüz? Kötü yüyayay güneş geyince geçey, geçti mi sisin kötü yüyanız?”

 

Gülümsedi Kuzey. “Kötü rüya görmedik güzelim.”

 

“Neden eyken kayktınız?”

 

Kuzey derin bir nefes aldı, sakin ve aynı duygunun karşıdakine de tesir etmesine neden olacak bir sesle konuşmaya başladı. “Doruk abin biraz hastalanmış.” Hemen ekledi. “Ama hafif hastalık abim, o yüzden…”

 

Minel Kuzey’in cümlesinin bitmesini beklemeden ve “hafif hastalık” dendiğini duymadan, daha doğrusu duyduğu halde anlamadan gözlerini büyüterek baktı Doruk’a. “Ne?” dedikten sonra Kuzey’in kucağından yere atladı çarçabuk, burnunun kızarık olduğunu yeni fark ettiği Doruk abisinin yatağının yanında bitti.

 

“Ağıy haşta mı oydun? Napıcaz?” Her zaman özenle bıraktığı tavşanı bu sefer yere düştü, elleri Doruk’un lacivert örtüsünü sımsıkı kavradı, telaşlı yeşilleri Kuzey abisine döndü saniseler içinde. “Napıcaz? Noyucak?”

 

“Sakin ol fıstığım, iyiyim.” diye müdahale etti Doruk, Minel’in suratı sapsarı kesilmişti çünkü. Doğruldu kendi hastalığını unutup, Minel’in ellerini örtüden çekmeye çalıştı. “Hafif hasta oldum abim, iyiyim.”

 

Minel inanmadı, yumrukları çözülmedi hiç, aklından onlarca düşünce geçti göz bebekleri titrerken. Doruk abisine bir şey olursa ne olacaktı, onu da annesi gibi görmeyecek miydi hiç? Ona sevgi göstermeyen, aksine eziyet eden o kadının ölümü bile onu anlatılmaz derecede üzmüşken biricik Doruk abisini kaybederse ne yapardı?

 

“Minel, prensesim…” Kuzey de yerinden kalktı, vaktinde Arda da hastalık lafını duyduğu an normalden çok daha dazla endişeleniyordu fakat o daha büyüktü, onu ikna etmek daha kolay oluyordu zira biliyordu ufak bir hastalığın atlatılabileceğini ancak Minel öyle değildi.

 

“Cidden kötü bir şey yok, bak, ben sakinim. Doruk abin iyi, konuşuyor, gülüyor.” Doruk’a baktı Kuzey, Doruk anlayıp otuz iki diş güldü gülesi hiç gelmese de. “Bak, gayet iyi.”

 

Minel yumruklarını çözdü fakat üzüntüsünü illaki belli etmek zorundaymışçasına gözleri doldu bu sefer de. “Doktoya gideyim.” diye mırıldandı. “Doktoya gideyim. Haşta… Haştayay, ağıy haştayay öyüy. Doktoya gideyim. Doktoya gitmemiz geyek, doktoya gideyim.”

 

“Tamam.” Doruk iğne olmaktan, tüm o ilaçları içmekten zerre kadar hoşlanmaz ve genelde hastalığını mızmızlanarak da olsa kendi başına, babaannesinin şifalı çaylarıyla, çorbalarıyla geçirmeye çalışırdı ancak inci tanesi rahatlayacaksa kabulüydü gerekirse hastanede saatler geçirmek.

 

“Tamam fıstığım, babam…” Bir öksürük tırmandı boğazına, durdu, öksürürse daha beter bir endişeye sebep olacağını bildiği için kıpkırmızı oluncaya kadar öksürüğünü tutmak için uğraştı, Kuzey sözü devralarak Minel’in dikkatini çekti o sırada. “Babama söyleriz, doktor gelir, sen de yanımızda durursun, doktoru dinlersin, tamam mı? Her hastalık ağır hastalık değil abim, bazen hasta oluruz, sen de olmuştun, unuttun mu?”

 

Minel “Oydum.” diye mırıldandı, endişesi biraz olsun hafifledi. Kendisi hasta olmuş ve iyileşmişti, Doruk abisi gibi güçlü bir insan da iyileşirdi. “Doktoy geyicek, di mi?”

 

“Gelecek güzelim, şimdi arayacağız.”

 

“Tamam.”

 

Tavşanını yerden aldı, Doruk’un yatağına çıktı, Doruk başını yana çevirirken ellerini Minel’in beline koydu hemen, onu kendinden uzak tutmaktı niyeti. “Gelme fıstığım, sana da bulaşacak.”

 

“Biy şey oymas!” diye kızdı Minel, Doruk abisinin ellerini itip boynuna sarıldı. Doruk bakakaldı kız çocuğuna, nefesini onun olduğu tarafa vermemek için başını kaldırdı, mavileri Kuzey’in kahveleriyle kesişti. “Hasta olacak.” dedi yalnızca dudaklarını oynatarak.

 

Derin, sıkkın bir nefes aldı Kuzey. Ayaklandı “Ben babama haber vereyim, doktoru arayalım.” diyerek. Doğruyu söylüyordu, yalnızca eksikti cümlesi, Gökhan amcasına da haber verecekti Minel’i Doruk’tan kopması için ikna etmesi hususunda.

 

“Fıstığım…” Burnu hafifçe tıkalı olduğu için tuhaf bir ses tonuyla konuşuyordu Doruk. “Bana sarılmasan mı güzelim? Sana da bulaşacak, farklı yerlerde oturalım abim.”

 

Kaşlarını çattı Minel, başını daha fazla gömdü Doruk’un boynuna, kollarını da sıkılaştırdı görünmez bir güç her an gelip onu çekecekmişçesine. “Hayıy!”

 

Doruk pes etti, fazla konuşacak hali de yoktu, bir öksürük Minel’i kovalarken merdivenlerden çıkışı gibi bir hızla boğazına tırmanıyordu birkaç kelimeyi art arda getirmeye çalıştığında. Başını yatak başlığına yaslayıp kafasını yukarı kaldırdı, sızlayan gözlerini kapattı. Yarım saatten daha az bir süre önce uyandırıp “Ben hasta oldum.” dediği Kuzey’e mızmızlanışı boşuna değildi, cidden kapmıştı şifayı.

 

“Doruk?”

 

Doruk babasının sesini duymayı bekliyordu, kendi ismi Gökhan amcasının ağzından çıkınca şaşkınlıkla araladı hemen uykuya meyleden mavilerini, mahmur mahmur baktı birkaç büyük adımda yatağın dibine gelen adama.

 

“Amca?”

 

Gökhan’ın kaşları çatıktı, elinin tersini Doruk’un alnına koydu ilk iş olarak. Ateşi yoktu ama bu, çıkmayacağı anlamına gelmezdi zira kanlanmış, yorgun gözleri, solgun suratı ve dudaklarıyla tezat bir görüntü oluşturan kızarık burnu ele veriyordu çocuğun basit bir burun akıntısından ibaret olmayan gribini.

 

“Nasıl hasta oldun evden okula giderken?” diye kızdı Gökhan. Minel haricindeki herkesin bağışıklığının güçlü olduğu bir gerçekti, sağlıklı beslenmelerinin ve spor yapmalarının bunda etkisi çok büyüktü, bu yüzden soruyordu bu soruyu, hasta olmak için ekstra bir çaba sarf etmesi gerekiyordu Doruk’un.

 

“Oldum işte.” diye mırıldandı Doruk gözlerini kaçırıp.

 

Gökhan hasta yeğenine kıyamadı. Doruk’a sımsıkı sarılan Minel’e çevrildi bakışları, odaya girdiği andan beri zihninin büyük bir parçası da ondaydı zaten, hasta olmasından endişeleniyordu ancak girer girmez onu kucaklamak istememişti, ters tepebilirdi bu aceleciliği.

 

“Güneşim, benim kucağıma gelmek ister misin? Seninle Doruk abine sağlıklı çorbalar bakalım, daha çabuk iyileşsin.”

 

“Ne?”

 

Minel Doruk abisinden koparılmak istemediği için göz göze gelmekten özenle kaçındığı babasına çevirdi yeşillerini. “Geyçekten mi?” diye sordu yavaşça, bir aile üyesini iyileştirmeye yönelik bir şey yapmak çok ama çok mutlu ederdi onu.

 

“Gerçekten babacığım.”

 

Kollarını kaldırdı kız çocuğu, Gökhan onu aldı, yataktan yeterinde uzak bir konumdaki koltuğa onu bıraktıktan sonra tekrar Doruk’un yanına geldi tavşanı alma bahanesiyle.

 

“Doktora mesaj attım, birazdan gelir. Mutfaktakiler de sana çay ve çorba yapıyor, hepsini itiraz etmeden içeceksin, doktor sana ilaç verince de ilaçlarını içip uyuyacaksın, dediklerimi yapmadığını görürsem seni soğuk suya sokarım, tamam mı?”

 

Ateşi olmaaa bile hastalığın etkisiyle üşüyen, ürperen Doruk için son cümleyi duymak bile ölüm gibiydi. Başını salladı hızlıca, bu sırada şakağına giren ağrıyla yüzü buruştu.

 

Gökhan bir elini beline koyarken çatık kaşlarını bir saniye dahi düzeltmeden izledi, öfkeli değildi, endişesini gizlemek için böyle sert davranıyordu, Kuzey “Doruk hastalandı.” dediği an hem doktoru hem mutfaktakileri arayıp annesiyle babasını da kaldırması bu endişesinin en büyük işaretiydi.

 

“Hangi çoybayı seçicez? Doyuk abimin iyiyeşmeşi geyek.”

 

Gökhan arkasını döndü, telefonunu tutarak ona bakan kızıyla göz göze gelince gülümsedi. “Ben bir çorba biliyorum çiçeğim.” dedi yanına giderken, o sırada Hakan ve Kuzey içeri girdi, Gökhan Doruk’un yalnız kalmayacağını anlayınca “Seninle mutfaktakilere söyleyelim o çorbayı.” dedi bu çok önemli bir görevmiş, çorba yapılmaya daha başlanmamış gibi. “Hemen iyileşsin abin.”

 

Minel babasının sözlerine kandı, odadan çıkmamak isteyişini unutup adamın işaret parmağını kavradı koltuktan inerken. “Hemen gideyim.” dedi gözlerini büyüterek. “Abim, şey…” Hasta olduğu zaman boğazında oluşan ağrıyı hatırladı. “Canı acıyoy abimin.”

 

Doruk duyduğu cümleyle gülümsedi babasının “Ne oldu oğlum? Neren ağrıyor?” sorusuna Minel’in odadan çıkmasını bekleyip dramatik bir “Ölüyorum.”la cevap vermeden önce.

 

Hakan oğlunun mübalağalı cevabına kızmadı, yatağın kenarına oturup elinin tersini alnına koyup ateşine baktı, daha sonra kızarım gözlerini inceledi. En azından iki gün boyunca bu hastalıkla uğraşacaklardı, oğullarının hastalık belirtilerini tanıyordu.

 

“Kendine dikkat etmeliydin.”

 

Sesinde öfkeden ziyade bir şefkat vardı, onun canı daha fazla acıyordu böyle anlarda. Doruk’u sırtından hafifçe öne ittirip artık düzleşen yastığı düzeltti, yatay bir biçimde yatağa koyup “Uzan, dinlen.” dedi yavaşça.

 

“Evet, dinlenmem lazım.” Yattı, burnunu çekti. “Çok hastayım.” Kelimeleri uzatıyordu. “Çok fenayım.” Kuzey kardeşinin bu hallerine alışıktı. “Evet abim, çok hastasın.” diye onayladı.

 

Kısa bir sessizlikten sonra “Ne çorbası istersin babam?” diye sordu Hakan, parmağı rehberindeki bir numaranın üzerindeydi, mutfaktakileri arayacaktı.

 

“Bilmiyorum.” Burnunu çekti Doruk, Gökhan amcasının cümlesini hatırlayıp ürperdi. “Gökhan amcam bir çorba hazırlatıyor, ondan içeceğim.”

 

Hakan kaşlarını kaldırdı, Gökhan ev tedavisi yöntemlerinden pek anlamaz ve annesinin yaptığı o hasta çorbalarından nefret ederdi, böyle bir çözüm sunması tuhaftı bu yüzden.

 

“İçmezsem beni soğuk suya sokacakmış, öyle dedi.”

 

Başını iki yana salladı Hakan dudağının kenarı hafifçe kıvrılırken, Gökhan baba olup daha evcimen bir hale bürünse de yine Gökhan’dı, hasta yeğenini soğuk suya sokmakla tehdit eden bir amcaydı başka bir deyişle.

 

“Canımın içi?”

 

Gülten odaya girdi, önce mutfağa uğrayıp şifalı çaylarından yapılmasını istediği için gecikmişti biraz. Raif de peşindeydi, adımlarının arasındaki büyüklük farkından dolayı aralarındaki mesafeyi o kısacık anda kapatıp daha önce geldi Doruk’un yanına.

 

“İyi misin oğlum, kendini nasıl hissediyorsun?”

 

Doruk dedesinin babacan tavrının, Hakan’ın önüne geçip saçlarını okşamaya başlayan babaannesinin şefkatinin tadını çıkarsa da bunu yüz ifadesine yansıtmadı, aksine daha da hazin bir hale büründü.

 

“Çok kötüyüm, her yerim kırılıyor sanki.”

 

Raif doğruldu, Doruk her zamanki tavrında olduğuna göre ağır hastalanmamıştı, yüzündeki endişe yerini bir normalliğe bıraktı Gülten anne olmasının verdiği duygusallıkla Doruk’un mübalağacı kişiliğini unutarak “Çok mu kötüsün canımın içi?” diye sorarken.

 

“Evet babaanne, aşırı.”

 

Hakan elini annesinin omzuna koydu, kadın başını kaldırdığında “İki güne ayağa kalkar.” dedi sakince, Doruk gözlerini hafifçe aralayıp babasına yan bir bakış attı, adamın ses tonu alaycı değildi, kahverengi gözlerindeki şefkat ve özen, oğluna gösterdiği dikkat de kaybolmamıştı fakat ne olursa olsun böyle söylememeli, oğlunun dramatikliğine ayak uydurmalıydı.

 

“Çok mu kötü?”

 

Engin içeri girdi fırtına gibi, yatağın başındaki kalabalığı görünce kalbi sertçe çarptı, uçarcasına ulaştı yatakta solgun fakat kendinde olan, uzanan yeğenini görebileceği bir konuma.

 

“Evet amca, tam da ne kadar kötü olduğumdan bahsediyorduk.”

 

Derin bir nefes aldı Engin, dudaklarını ıslatırken elini merdivenin mermerine yasladı, Doruk Hakan’a baktı masum ancak kafası karışmış bir edayla, Hakan da fark etti hem oğlunun bakışlarını hem de kardeşinin iki gün içinde çok büyük bir ihtimalle son bulacak bir hastalık için bembeyaz oluşunu, bir yerden destek alma ihtiyacı hissetmesini.

 

“Oğlum…”

 

Raif Hakan’dan önce davranarak Engin’e neden bu derecede endişelendiğini soracakken kapı tekrar açıldı, siyah, saten pijamaları; düz, telleri hafifçe birbirine karışmış saçları; makyajsız yüzü, şişmiş göz altlarıyla Hale girdi içeri. Terliksiz ayakları hızlıydı. “Nasıl Doruk?” dedi kahve gözlerini herkesin üzerinde büyük bir hızla gezdirirken.

 

“İyi.” diyebildi Kuzey yalnızca, şaşkındı herkesin bir bir odaya gelişine ve bu sırada rüzgar gibi oluşlarına, Engin amcası biraz daha anlaşılabilirdi, Arda gibi o da hassastı sağlık konusunda fakat halası, halası genelde metanetli olurdu böyle durumlarda, şefkatli ancak metanetli ve güçlü.

 

“Doruk abi?”

 

Bu sefer içeri giren Arda’ydı, solgundu yüzü. Doruk’un hastalık haberiyle uyandığı normal günlerde yataktan çıkar çıkmaz değiştirdiği pijamalarının bir takımın üzerinde olmasından da belliydi mahmur ve endişeli gözlerinden belli olduğu kadar.

 

Başka bir şey demedi, sormadı on altı yaşındaki çocuk. Babasının yanına geçti hızlıca, Doruk abisini görür görmez derin ve iki aşamalı bir nefes çekti ciğerlerine. Sonra o nefesi ağlak olmayan bir titreklikle verdi, aklı çıkmıştı yalnızca bir dakika içinde.

 

“Ne oluyor lan?” Doruk gördüğü ilgiden keyiflenecekti fakat yapamıyordu çünkü anlamamıştı ne döndüğünü, herkesin odasına sanki o yoğun bakımlıkmışçasına dalışını. “Neden böylesiniz siz?”

 

Hale cevap vermek için dudaklarını ıslattığı sırada açık kalan kapıdan koridordaki adım seslerini duydular, Minel’in kelimeleri de eşlik ediyordu bu adımlara.

 

“Evet Ayascım, çok haşta oydu Doyuk abim. Çok yoygun, gösyeyi böyye… Çok tuhaf, hemen haştaneye gitmemis geyek. Doktoy haya geymedi. Doyuk abime biy şey oyabiyiy.”

 

Ayaz kucağında Minel’le içeri girdi, saçları oldukça dağınıktı, bir şey demeden ve Minel’i yere bırakmadan annesinin yanına gidip arada bir boşluk oluşturarak Doruk’a baktı. “Abi?” Gözlerini Doruk’un üzerinde gezdirdi. “İyi misin?”

 

Herkesin gözleri bükülmüş kaşlarla, masumca ve aynı zamanda endişeyle Doruk’a bakan Minel’e çevrilince aldı Ayaz sorusunun cevabını, mutfaktaki babasının yanından bir bahaneyle kaçıp odaları dolaşan kız çocuğunun ufak (!) bir abartısına maruz kalmıştı tüm aile.

 

“Haşta oydu Doyuk abim.”

 

Minel’in dünyanın en acıklı şeyiymişçesine söylediği cümle az önce endişeden kalpleri normal üstü bir hızla çarpan Aktunaların bu sefer gülmelerine -Doruk da dahil olmak üzere- neden oldu.

 

“Neden güydünüs?” Kaşlarını çattı kız çocuğu, kollarını kavuşturdu, ellerini kollarına o kadar hızlı çarpmıştı ki ufak bir ses çıktı pijamasından. “Haştayık ciddi biy şey, güymemeyiyis.”

 

“Güzelim, neredesin?”

 

Ailenin tek eksiği Gökhan içeri girince inci tanesi bakışlarını o tarafa çevirdi, kollarını hemencecik çözerek babasına doğru uzattı, Gökhan kızını Ayaz’ın kucağından aldı odadaki kalabalığa şaşırmasının etkisiyle hafifçe çatılan kaşlarını kızı yanlış anlamasın diye düzeltmeye çalışırken.

 

“Bana güyüyoyyay babacım.” diye şikayetçi oldu kız çocuğu, Ayaz ve Engin kollarını kavuşturarak, kaşlarını kaldırarak izlediler bu manzarayı Hakan, Kuzey ve Gülten gülümser, Raif ve Hale Hale’nin bir benzerini görüyormuş gibi oldukları için gururlanır, Doruk’sa bu şikayetin içine dahil olmayacağını, hastalığının etkisiyle Minel’in gözündeki bir numaralı kişi olduğunu bilmenin keyfiyle her şeyi büyük bir hevesle -hastalığının izin verdiği ölçüde bir hevesle- izlerken.

 

“Öyle mi güneşim?”

 

Kaşlarını kaldırdı Gökhan, ailesine baktı. Güldülerse Minel yine komik bir tepki vermiş yahut safça bir şey söylemiş olmalıydı, dolayısıyla kendisi de o ana şahit olsa kesinlikle güler, ardındansa kızının yanaklarından öperdi fakat belli etmedi bu tepkiyi vereceğini, vermeyi normal bulacağını.

 

“Neden güldünüz benim kızıma?”

 

Minel başını Gökhan’ın omzuna yasladı, yüzünün bir kısmı babasının çenesinin gölgesinde kalırken şikayete devam etti. “Ben dedim ki Doyuk abim haşta, ona güydüyey. Haştayıka güyüymez.”

 

“Hepimizi Doruk’un çok ama çok hasta olduğunu söyleyerek uyandırdı, senin bile aşırı endişelenip çorba yaptırdığını, hemen doktoru aradığını söyledi.” diyerek açıklama yaptı Engin, gözlerinin önünde belirdi beş dakika kadar önce yatağının dibinde belirip onu işaret parmağıyla nazikçe dürterek uyandırdıktan sonra ayılmasını beklemeden büyümüş ve endişeli gözlerle, hızlı hızlı konuşmaya başlayan inci tanesi.

 

Minel başını salladı, söylediklerini inkâr etme gereği duymuyordu çünkü gerçekleri söylemişti, Doruk abisi gerçekten hastaydı. “Evet, öyye dedim.”

 

Gökhan kızına baktı, baktı, sonra derin bir nefes aldı. “Herkes hasta olabilir güneşim.” dedi anlayışlı anlayışlı. Kız çocuğunun yüz ifadesi ve tüm aileyi buraya toplayışı gerçekten şirin ve komik olsa da gülerek onu ciddiye almıyormuş gibi davranmak istememişti. “Her seferinde bu kadar endişelenemezsin, hasta olmak normal bir şey, hepimiz hasta oluruz.”

 

“Evet, daha önce de hasta olmuştum fıstığım, hiçbir şey olmadı.” Cümlesi biter bitmez hapşırdı Doruk, ayak ucundaki Ayaz yüzünü buruştururken “Dua et ki hastasın.” diye homurdandı, başka bir zaman olsa hapşırırken ağzını kapatmadığı için tartışırlardı ve bu tartışma Doruk’un cüsse üstünlüğünü kullanıp Ayaz’ı kolunun altına alarak canı artık istemeyinceye kadar saçlarını karıştırmasıyla sonuçlanırdı.

 

“Ben de sakinim ufaklık, hem ben Doruk abinin babasıyım, endişelenecek bir şey olsa ilk ben endişelenirdim.”

 

“Canım babam…”

 

Gözlerini silermiş gibi yaptı Doruk, Engin’in yanından çıkarak yatağın kenarına kendini iliştiren Arda gülümsedi, Doruk’un hastalığının etkisiyle gerçekten yaşaran gözlerini büyük bir şefkatle ve kahverengi gözlerinden eksilmeyen tanıdık bir korku, bir endişeyle sildi.

 

“Gerçekten iyisin, değil mi?” diye mırıldandığında “Tabii ki iyiyim oğlum.” diye fısıldayarak karşılık verdi Doruk. “Grip oldum altı üstü ama böyle söylediğimi söyleme, sefa süreceğim.”

 

Minel bir babasına bir de amcasına baktıktan sonra “O saman neden…” diye sordu kaşları çatık bir şekilde. “Ben haşta oyunca koyktunuz? Heykeş haşta oyabiyiy, noymay biy şey, o zaman koykmamanız geyek. Ama koyktunuz.”

 

Gökhan bakakaldı kızına. Ona “Sen daha küçüksün.” minvalinde bir cevap verse bu sefer de “Heykes hasta oyuy, küçüküm diye değiy.” tarzında bir cevap alacaktı, vücudunun güçsüz olduğunu söylerse de “Doruk abimin de öyye, hasta oymuş, bak.” yanıtıyla karşılaşacağına emindi, bu yüzden birkaç kez açıp kapattı ağzını ancak hiçbir şey söyleyemedi.

 

Gökhan cevap veremeyince Minel kendinden emin bir şekilde baktı odadakilere, daha sonra prenseslere özgü bir mağrurlukla “İnebiyiy miyim?” diye sordu, babası onu yere bırakınca yatağın dibinde bitti bir saniye içinde.

 

“Çok fena.”

 

Engin’in başını iki yana sallarken elini de sallayarak söylediği cümleyle gülümsedi Hale. “Evet.” dedi sakin bir hevesle, her zamanki enerjikliğinden alıkoyuyordu onu Doruk’un başının ağrıdığı gerçeği, bundandı sesinin yüksek olmayışı. “Tatlı cadım benim, biraz daha büyüyünce hepinizi mahvedeceğiz.”

 

Yatağa çıktı Minel zor bela, daha sonra Doruk’un yanına yatıp başını kolunun üzerine koydu. Raif “Bir tanem sen de hastalanacaksın.” deyip endişeli bir yüz ifadesiyle onu almak için ellerini kıza uzattığında “Heykeş halta oyabiyiy.” dedi Minel. “Hey saman bu kaday endişeyenemezşiniz.” Babasının söylediklerini dedesine karşı kullanıyordu.

 

Gökhan inci tanesine baktı, onu bu odadan çıkmaya ikna etmesi imkânsız gibiydi, zorla çıkarırsa da Minel çok içerlerdi, hasta olduğu zaman ona zorla çorba içirdiği için ne kadar kırıldığını hatırlıyordu, bu yüzden orta yolu bulmaya karar verdi, yanına gidip dizlerinin üzerine çöktü. O sırada Engin içeri giren çalışan kadından üzerinde büyük bir çorba kasesi ve buharı tüten sıcak bir çay olan tepsiyi teşekkür ederek aldı, Hakan telefonuna gelen mesajı kontrol edip doktorun beş dakika sonra burada olacağını öğrenerek rahatladı.

 

“Babam, bak, Doruk abin çorba içecek. Sen buradayken rahat edemez fazla, hem yatak da tek kişilik, sıkıştırıyorsun onu, hastayken daha da yorulmasını ister misinin abinin?”

 

Minel bir yatağa bir de Doruk abisine baktı. “İştemem.” dedikten sonra doğrulup babasının boynuna sarıldı. “Ama odadan çıkmıcam. Ben, şey…”

 

Az önceki tatlı, oyuncu halleri yerini o hallerin arkasında gizlenen o büyük korkuya bıraktı. “Koykuyoyum. Biy şey oymucak, di mi?” Abisine çevirdi yeşillerini, Doruk “Hayır fıstığım, gayet iyiyim, bir şey olmayacak.” dedi rahat, güven verir bir tavırla.

 

Arda Minel’i en iyi anlayan insan olabilirdi, Doruk’un yastığının kenarından kalktı, amcasından gözleriyle izin alarak aldı kız çocuğunu kollarının arasına, arkadaki koltuğa yerleşti, Ayaz bir tarafına otururken Kuzey de diğer tarafına çöktü. Doruk da ona çorba içirmek konusunda oldukça kararlı olan babaannesinin, başında kollarını kavuşturarak dikilen ve adeta “Soğuk su seni bekliyor.” diyen Gökhan amcasının insafına kaldı.

 

“Sen bizimle yeni tanıştığın için bilmiyorsun bebeğim ama biz her kış hasta oluruz, illaki birimiz olur.” dedi Ayaz. Doğruyu söylüyordu, Aktunalar kalabalık bir aileydi ve bünyeleri kuvvetli olsa dahi on kişiden birinin basit bir hastalığa yakalanması kaçınılmazdı.

 

“Evet.” Kuzey’di cümleye devam eden. “Sonra kim hasta olduysa onun evine gideriz, onun odasında otururuz, konuşuruz.” Fısıltıyla devam etti. “Bazen çorbasını içmesine yardım ederiz ama bu aramızda, tamam mı?”

 

Minel başını salladı sessizce. “Ayamızda.” Doruk’u kontrol etti, yüzünü buruşturup homurdana homurdana ve bazen elini alnına koyup bayılma numarası yaparak çorba içen abisinden gözlerini çekip “Başka ne yapıyoyşunuz?” diye sordu sonra, kendisi için bu denli korkunç olan hastalıkların abileri ve Ayaz için normal şeyler olması, hatta bu durumun bir geleneğe dönüşmesi tuhafına gitmişti.

 

“Ben kitap okurum.” Arda abisine baktı kız çocuğu, onun bu bakışlarını gördükten sonra devam etti Arda utangaç bir tebessümle. “Grip, gribe neden olan etkenler ve tedavi yöntemleri konusunda kitaplar okurum. Böylece içim biraz rahatlar, ayrıca hasta olan kişiye yardım edebilirim.”

 

Minel pijamasıyla oynadı. “Ben de katıyabiyiy miyim?” diye sordu bir dakika kadar sonra. “Ben de, şey… Baybi oynayabiyiyim, boyama yapabiyiyim…”

 

Ayaz dayanamadı, eğilip Minel’in iki yanağından da öptü. “Tabii ki katılacaksın!” demeyi de ihmal etmedi. “Sensiz hasta kuzen günü mü olur?”

 

“Evet prensesim, artık sen de varsın, her şeye sen de dahil olacaksın.”

 

Minel korktuğu o hastalıkların bir anda az da olsa toz pembeye bürünüşüyle, yeni bir şeye dahil oluşuyla tebessüm etti. Başını Arda abisinin göğsüne yasladı, onun sakin kalp atışlarını dinledi, yarım saat kadar önce göğüs kafesinden çıkacakmış gibi çarpan ufak yüreği dinginleşti, herkes hasta olabilirdi ve bu, her sene oluyordu, korkacak bir şey yoktu.

 

“Buyda mı duyucaz? Buyda mı uyucaz? Ama o zaman, şey, naşıy oyucak? Neyde yatıcaz?”

 

Soruları arka arkaya olsa da hızlı konuşmuyordu, bir mayışmışlık çökmüştü üzerine zira normalde gürültünün vücut bulmuş hali olan Aktunalar şu an sakin bir merhamet, şefkat ve özenin etkisiyle sessizlerdi, Hale ondan beklenmeyecek bir dinginlikle Doruk’un saçlarını okşarken Gülten tatlı tatlı, mırıldanan bir şarkı tonuyla konuşuyordu torunuyla.

 

“Gece ben burada uyurum. siz odalarınıza dönersiniz abim, hasta günümüze yarın gündüz devam ederiz.”

 

“Neden?”

 

Yanağını okşadı kız çocuğunun. “Size de bulaşır.” dedikten sonra gözlerindeki o sevgi pırıltısından hiçbir zerre eksilmeden Arda ve Ayaz’a baktı, çok seviyordu kardeşlerini, omuzlarına bu yüzden ne kadar sorumluluk yüklenirse yüklensin abi olmayı.

 

“Ama şen, şey… Sana da oyabiyiy öyye.”

 

Arda başını salladı ciddiyetle. “Evet abi, Minel haklı.”

 

Ayaz arkasına yaslandı. “Ben de hak verdim, farkımız ne?”

 

“Farkımız benim abi olmam, abiler kolay kolay hasta olmaz.”

 

Ayaz gözlerini devirdi. “Görmesem inanacağım.” diye homurdandı, Kuzey’i en son hastayken gördüğünde küçük olsa da hayal meyal hatırlıyordu bir şeyler, tuhaf gelmişti çünkü her zaman yıkılmaz duran ve tebessüm eden abisini bitkin bir gülümseyişle yatarken görünce.

 

“Hadi, itiraz yok.”

 

Ses çıkarmadı bitirim üçlü, Ayaz bu gece uyumayıp oyun oynamayı ve her oyunun sonunda Doruk’un yanına gelmeyi, uyumuyorsa onu sinir etmeyi, uyuyorsa da nefes alıp almadığını kontrol etmeyi planlıyordu.

 

Arda her saat başına alarm kuracaktı, zaten Minel’in gribi sırasında kaydettiği bazı makaleleri -grip hakkındaki makaleleri- okuyamamıştı, onları okumaktan uyumaya vakti kalacağını düşünmüyordu.

 

Minel’se babasının yanından sessizce halının üzerine süzülecek, daha sonra bu odaya gelip Kuzey abisini uyandırmamak için parmak ucuna basa basa gelerek Doruk abisine bakacak, onu odada göremediği an tüm evi, hatta İstanbul’u ayağa kaldırma potansiyeli olan babasının yanına atom karınca hızıyla dönmeden önce iki abisinin de yanağına ufak birer öpücük bırakacaktı.

 

Kuzey kardeşlerinin yüzünden anladı bu planları ama belli etmedi, arkasına yaslanıp “Babaanne vallahi yeter, doydum!” diyerek yakınan ve rengi yerine az da olsa gelen kardeşine bakarken hafifçe gülümsedi, Gökhan amcasının söylediği cümleyse bu tebessümü düzgün dişlerinin gözükmesine neden olan bir gülüşe çevirdi.

 

“Anneme biraz daha itiraz edersen seni havuza atacağım Doruk.”

Loading...
0%