
HOPE
Birinin boynumu öptüğünü hissedince hafifçe inleyip gözlerimi açtım. Karşımda bir kaplan dövmesi görünce gözlerimi kapatıp tekrar inledim. Enrique olduğunu bildiğim için kendimi dokunuşlarına bıraktım.
Boynumu ısırıp emmeye başladığında duyduğum yoğun hazdan çığlık attım. Boynumu ısırırken bile sırıttığını hissedebiliyordum.
Gerçekten çok kendini beğenmiş…
Boynumu öptükten sonra yavaşça gerdanıma indi. Omzumu öpmeden önce onu da ısırdı. Sonunda göğüslerime ulaştığında durdu.
Dikleşmiş meme uçlarımdan birini ağzına aldığında yüksek sesle inledim.
Lanet olsun, bu harika…
Bir göğsümü öpüp ısırmaya devam ederken elini yavaşça aşağılara indirdiğini hissettim. Ancak istediğim yerde durmak yerine göbeğimin biraz altında durdu.
Göğüslerimle oynamaya devam ederek bacaklarımın üstünde küçük daireler çizmeye başladı.
Neden biraz daha yukarı çıkmıyor?
Daha fazla dayanamayıp, “Benimle dalga geçmeyi bırak,” diye bağırdım.
Birden tek hamlede tamamen içime girdiğinde çığlık attım. Ama bu sefer mutluluktandı.
Gözlerimin içine bakarak, “Bunu mu istiyordun?” diye bağırdı. Göz bebeklerinin genişlemesinden onun da kendini zor tuttuğunu anladım. Ağzımı bile açamadığım için başımı salladım.
Bir santim bile kımıldamadan, “Söyle,” diye inledi.
Bu işkenceye daha fazla dayanamadığım için kalçalarımı ileri geri hareket ettirmeye başladım. Tam zevkten inlemeye başladığımda ellerini kalçama bastırdı.
“Söyle!”
Bir şey söylemek için ağzımı açsam da hiçbir şey söyleyemedim. Sanki dilim tutulmuş gibiydi.
“E… Evet,” diye fısıldadım. Tekrar hareket etmeye başlamasından beni duyduğunu anladım.
Sessizce inlemeye çalışsam da içimi tamamen doldurduğu hissi bunu zorlaştırıyordu.
Beni yavaşça becermeye devam ederken dirseklerinin üzerine yaslandı. Dayanılmaz bir dokunma arzusuyla ellerimi göğsüne götürüp bronz tenini okşadım.
Biraz ürperse de hızlandı. Göğsüne dokunmaya devam edip dudaklarından öptüm. Kısa bir öpüşme olmasına rağmen nefesimi kesti.
“Daha hızlı,” dediğimde isteğimi hemen yerine getirdi.
İçimdeki baskı giderek büyüyünce daha yüksek sesle inlemeye başladım. Onun da çok yaklaştığını biliyordum ancak önce benim orgazm olmamı istiyordu.
Eğilip dudaklarımdan öptü. Tam istediğim noktayı bulduğunda daha da yüksek sesle inledim. Sürekli aynı noktaya vurmaya devam ettiğinde daha fazla dayanamayıp sarsılarak orgazm oldum.
Titreyip çığlık atmaya başladığımda sıcak sıvısının içime boşaldığını hissettim.
Doğrulup gözlerimi açtığımda hâlâ giyiniktim.
Tanrı'ya şükürler olsun ki sadece bir rüyaydı. Etrafıma baktığımda Enrique'nin dolabının yanında durduğunu fark ettim. Dövmesi her zamanki gibi mükemmel görünüyordu.
Bana dönerek, “Sanırım çok güzel bir rüya görüyordun,” dedi.
Yanaklarım kıpkırmızı oldu. Nasıl anladı ki?
Neden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yokmuş gibi, “Ne?” dedim. Bakışlarımı biraz indirince göğsünün hâlâ çürük içinde olduğunu gördüm. Başına kim bilir neler geldiğini düşününce yüzümü buruşturdum.
“Uykunda konuşuyordun,” dedi. Sırıtışına bakılırsa ne tür bir rüya gördüğümün farkındaydı.
Nasıl kızardığımı görmesin diye ipek çarşafların içine gömüldüm. Bronz tenli olduğum için pek kızarmasam da şu an kıpkırmızı olduğuma emindim.
Sessizce oturup giyinmesini izledim. Morluklar onu daha da çekici gösterdiği için gözlerimi üstünden alamıyordum.
Ben tam bir manyağım.
Kapıyı açarken, “Bir dahaki sefere bana sor. Hayır demem,” dedi.
Beni yine burada mı bırakacak?
“Sakın...” Cümlemi bitirmeme fırsat kalmadan kapıyı üstüme kilitledi.
Harika, yine buraya tıkılıp kaldım...
Buradan çıkamayacağımı anlayınca üstümü çıkarıp duşa girdim.
Kırk dakika sonra yenilenmiş, ayılmış hissediyordum. Üstüme dünkü giysilerimi geçirirken yedek iç çamaşırım olmadığı için altıma bir şey giymemeye karar verdim.
Duştan çıkınca Vlada’nın gülen yüzüyle karşılaştım. O da mı bu işin içindeydi?
Yüzümdeki ifadeyi görünce, “Sen çığlık atmaya başlamadan önce o mankafanın yaptıklarını onaylamadığımı söyleyeyim. Buna hakkı yoktu,” dedi.
Bana yardım etme ihtimali olduğunu düşününce rahatlayıp, “Kaçmama yardım edebilir misin?” diye sordum. Ancak yüzündeki ifadeden bunu yapamayacağını anladım.
Başını eğip, “Evden bir şekilde çıksan bile dışarıda düzinelerce koruma var. Ayrıca bu ev herhangi bir yerleşim alanına otuz mil uzaklıkta,” dedi.
Sonuçta arkadaşım olduğu için babamdan ve Willow'dan uzakta nasıl bir tutsaklık hissettiğimi anlayabiliyordu.
Kendini suçladığını hissedince içini rahatlatmak için “Bu senin suçun değil,” dedim. Bunun onun suçu olmadığını, mankafa ailesinin bir üyesi olmayı kendisinin seçmediğini biliyordum.
“Yine de kendimi kötü hissediyorum, Hope. Sen burada kapana kısılmış durumdasın ama ben sana hiçbir şekilde yardım edemiyorum,” dedi. Vlada’nın bunları yüksek sesle söylediğini fark edince çok şaşırdım. Sanırım birbirimize düşündüğümden daha çok benziyorduk.
“Tamam, şimdilik içinde bulunduğum bu boktan durumu unutalım,” deyip içini rahatlatmak ister gibi gülümsedim.
İçinde bulunduğum durumu bir an için bile unutamayacağımı bilsem de kendini suçlu hissetmesini istemiyordum.
Yavaşça kafa sallayıp gülümsedi. Bunun zoraki bir gülümseme olduğunu bilsem de üstünde durmadım; sonuçta ikimiz de elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorduk.
“Hadi aşağıya inelim. Eminim açlıktan ölüyorsun,” dediğinde midem guruldadı.
Kahretsin, tüm bu olup biten yüzünden bebeğimi beslemeyi unuttum.
Karnımı okşayarak, “Zavallı bebek. Bir dakika içinde yemeğini alacaksın,” dediğimde yüzüme şaşkın şaşkın baktı.
Ona karnımla konuştuğumu söyleyemeyeceğim için sadece başımı salladım.
Odadan çıktığım an modern bir stille döşenmiş, duvarlar yerine pencerelerle kaplı, sade renkli, mermer zeminli malikâneye bir kez daha hayran oldum.
Vlada’nın peşinden merdivenleri inip mutfağa girdim. İçeride Enrique'nin çalışanları gibi görünen, aynı üniformayı giymiş birkaç kişi vardı.
Kadınlardan biri Vlada’yı “Hanımefendi,” diye selamladıktan sonra bana dönüp başını salladı.
Vlada, “Bu Enrique'nin misafiri Hope. Arkanızda hiç iz bırakmadan kaybolmak istemiyorsanız ona iyi davranın,” deyip zoraki bir şekilde gülümsedi.
Söyledikleri karşısında şok olsam da üstünde durmadım.
Vlada elimi tutup, “Hadi oturalım. Yemek bir dakika içinde hazır olur,” dedi.
Orta yaşlı bir kadın, “Merhaba canım,” diyerek her türlü yiyecekle dolu iki büyük tabakla masaya yaklaştı.
Vlada kadına içten bir şekilde gülümseyip tabakları koymasına yardım etti. Sanırım bu kadın iyi olandı.
Gülümseyerek, “Bakalım burada kim varmış?” dedi. Evet, kesinlikle iyi olandı.
“Ben Hope. Sanırım bir süre burada kalacağım,” dedim. Burada gerçekte ne yaptığımı nasıl açıklayacağımdan emin değildim. Öylece, “Ben Hope. Enrique tarafından kaçırıldım,” diyemezdim.
“Sevgili abim ona ilgi duyduğu için kaçırıp buraya getirmenin harika bir fikir olacağını düşündü.”
Sanırım Vlada’nın her şeyi açıkça söylemek gibi bir alışkanlığı vardı. Kadın Vlada’nın söylediklerini duyunca öfkelendi.
“Bu çocuk gücünün sınırlarını bilmek zorunda. Böyle bir şey yapmaya hakkı yok,” diye mırıldandı. “Üzgünüm canım. Bunu hak etmiyorsun.”
Onu şimdiden sevmiştim.
Ondan “kadın” diye bahsetmekten bıktığım için “Affedersiniz, adınız neydi?” diye sordum.
“Ah, adım Claire, canım,” dedi. Gülümsemesi geri dönmüştü.
Önüme konan tüm yiyeceklere dudaklarımı yalayarak bakarken karnım tekrar guruldadı.
Claire, “Kızlar, şimdi sizi yalnız bırakacağım. Bir şeye ihtiyacınız olursa beni çağırın,” deyip ayrıldı.
Daha fazla sabredemeyip hemen yemeğe gömüldüm. İki tabak sucuklu yumurta ile iki reçelli ekmekten sonra nihayet doymuştum. Başımı kaldırıp beni şaşkın gözlerle izleyen Vlada'ya baktım.
“Çok yediğimi sanırdım ama sen benden de betermişsin. Şimdi seni daha da çok seviyorum,” dedi, gülerek.
Tepkisine gülümseyerek karşılık verdim. Sonuçta yemek yemek dünyanın en muhteşem şeyiydi.
Mutfaktan çıkıp daha önce gitmediğimiz bir tarafa yöneldiğimizde, “Peki, mankafa nerede?” diye sordum.
“Her zamanki gibi ofisinde. Bizi akşama kadar rahatsız edemez,” dedi.
Birkaç merdiven inip bir kapıdan içeri girdiğimiz an ağzım açık kaldı. Çok güzel olduğunu düşündüğüm evim bile bu evin yanında kulübe gibi kalırdı.
Karşımda rengarenk taşlarla süslü, alttan aydınlatmalı, muhteşem bir kapalı havuz vardı.
İçeri girerken havuzla aynı derecede güzel bir jakuzi olduğunu fark etsem de asıl dikkatimi çeken şey bir balon koltuk oldu. Çocukken hep bunlardan birine sahip olmak istemiştim.
Vlada’yı bile unutup resmen “Buraya gel!” diye haykıran koltuğa koşup, üzerine atlayıp sallanmaya başladım.
Vlada, “İlk gördüğümde aynı tepkiyi verdiğimi söylesem inanmazsın,” deyip gülse de umurumda değildi; bu çok havalıydı.
Vlada on dakika sonra, “Tamam, hadi yüzmeye gidelim,” deyinceye kadar sallanmaya devam ettim.
Rahat koltuğumdan zıplayarak kalkarken, “Olur ama bikinim yok,” dedim.
“Sanırım bedenlerimiz aynı. Benimkilerden birini giyebilirsin,” deyip kapalı bir kapıya yürüdü. İçeri girince çok şık bir giyinme odası olduğunu gördüm.
Vlada kocaman bikini koleksiyonunu göstererek, “En çok hangisini beğendin?” diye sordu. Önce en kapalı olan seçmek istesem de sonra fikrimi değiştirdim.
Birkaçını inceleyip kırmızı olanlardan birini seçtim. Elime aldığımda doğru seçimi yaptığımı anladım.
Vlada bir bikini alıp, “Sen burada giyin. Ben banyoda giyinirim,” dedi.
Bikiniyi giyince ne kadar açık olduğunu fark ettim. Göğüslerimi zar zor kapatıyordu. Güya bikini altı olan şey küçük kırmızı kristallerle üst tarafa bağlanıyordu.
Lanet olsun, bu kadar pahalı zevklere sahip olmayı bir an önce bırakmalıydım.
Giyinme odasından çıkınca Vlada'nın aynı bikininin siyahını giydiğini gördüm.
Beni görünce, “Hemen fotoğraf çekmeliyiz. Çok seksi görünüyorsun,” dedi.
Birlikte güzel havuza doğru ilerlerken, “Aynı şeyi senin için de söyleyebilirim. Kızım, bu yaşta bu kıvrımlar ne böyle?” dedim.
“Pekala, zaman kaybetmeden suyun tadını çıkaralım,” deyip kafa üstü suya atladı. Şu an ne kadar garip göründüğümüzü umursamadan peşi sıra suya atladım.
Suda oynayıp konuşarak bir saat geçirdik. Vlada daha on beş yaşında olmasına rağmen bir yetişkin gibi davranıyordu. Sanırım insan bizimki gibi ailelere sahip olunca çabuk büyümek zorunda kalıyordu.
Bir süre sonra havuzun kenarına gidip, “Jakuziye girmek ister misin?” diye sordu. Biraz üşümeye başladığım için seve seve kabul ettim.
Dışarı çıkıp jakuziye koştuk. Barın önünden geçtiğimizde Vlada bir düğmeye bastı. Ilık suya girdiğimiz sırada aynı üniformadan giymiş iki kız geldi.
“Bana bir mojito, arkadaşım için de kola ve en iyi viskimizden getirebilir misiniz? Sanırım karıştırmadan içiyorsun, değil mi?”
Sadece başımı salladım. Vlada’nın ne içtiğimi biliyor olmasına çok şaşırmıştım. “Bunu ner…” diye söze başladığımda çabucak sözümü kesti.
“Enrique, sahip olduğu şeyler hakkında çok fazla konuşuyor,” dedi, bu sanki garip bir şey değilmiş gibi.
“Sahip olduğu şeyler derken?” dedim. O an kendimi bir aptal gibi hissettim..
“Evet. Bir şey ya da biri tarafından ele geçirilmiş şeyler…”
“Onu anladım da ben neden onun sahip olduğu şeylerden biri oluyorum?” diyerek sorgulamaya devam ettim.
“Seninle ilgileniyor. Enrique güç sarhoşu olmuş bir şeytan gibidir. Her şeyin ve herkesin kendi kontrolünde olmasını ister. Eğer seni istiyorsa bunu ne pahasına olursa olsun yapacaktır,” dedi. Bunları söylerken çok ciddi görünüyordu.
Enrique'nin bencilliğine ne kadar sinirlensem de beni kontrol etmesine izin vermeyecektim. Beni kaçırmış olması istediğini elde edeceği anlamına gelmiyordu.
“Bana asla sahip olmayacak,” dediğimde kendim bile inanmadım. Ne de olsa beni tekrar tekrar becermiş, kaçırmış, hatta rüyama bile girmeyi başarmıştı.
Vlada, “Umarım haklısındır,” deyip birkaç saniye önce getirilmiş olan kokteylini yudumlamaya başladı.
Viskimi alıp bir dikişte içtim. Acilen sarhoş olmam gerekiyordu.
Vlada boş bardağıma bakarak, “Sanırım biraz daha istiyorsun, değil mi?” dedi.
Daha çakırkeyif bile olmadığım için, “Çok daha fazlasını,” dedim.
Jakuzide ne kadar zaman geçirdiğimizi Tanrı bilirdi. Sanırım beş bardak viski sonrasında ikimiz de yeterince rahatladığımızı düşünüp sudan çıkmaya karar verdik.
Jakuziden çıktığımda soğuk hava vücuduma tokat gibi çarptı.
Titreyerek, “Havluları nereye bırakmıştık?” dedim. Öncesinde sarhoş olmuş olsam bile şu an kesin ayılmıştım.
Belki yanılıyorumdur, dedim, kendi ayağıma takıldığım için yere düşüp bir aptal gibi kıkırdarken. Evet, kesinlikle sarhoştum…
ENRIQUE
Bir ton işle uğraştığım yetmiyormuş gibi bir de Daniel'ın tehditleriyle uğraşıyordum. Değerli kızını geri istediğini biliyor olsam da onu geri veremeyecek kadar bencil ve öfkeliydim. Hope artık benimdi.
Öğle yemeği vakti geçmiş olmasına rağmen henüz kahvaltı edememiştim. Bu yüzden işin biraz beklemesi gerektiğine karar verip odadan çıktım.
Alt kata inerken iki kızın da kıkırdadığını duydum. Neyin peşindeydiler?
Havuz alanına gidince Vlada ile Hope'un bir su birikintisi içinde yere yayıldıklarını gördüm.
Lanet olsun, sarhoş mu olmuşlar?
Vlada, “Ah, merhaba, canım abim. Kar meleklerimizi beğendin mi?” deyip kocaman açtığı bacaklarıyla kollarını aşağı yukarı hareket ettirdi.
Lanet olsun, ne içtiler ki bu kadar?
Küçük tigrem kıkırdayarak, “Kahretsin, bu adam Enrique'ye çok benziyor,” dedi. Evet, kesinlikle sarhoş olmuşlardı.
Herkesi susturan hükmedici sesimle, “İkiniz de kıçınızı kaldırıp duşa giriyorsunuz,” dedim.
Hope, “V, hadi gidip birlikte duş alalım,” deyip ayağa kalkmaya çalışırken nefis vücuduna bir göz attım. Vlada’nın bikinisinin de Hope’un bikinisinden kalır yanı yoktu.
“Farklı duşlara giriyorsunuz,” dememe rağmen hiç takmadan, kıkırdayıp gittiler. Merdivenlerden düşmemeleri için peşlerinden gittim.
Duş almalarının saatler süreceğini bildiğim için mutfağa gidip Claire'in öfkeli yüzüyle karşılaştım.
Claire benim hizmetçimdi. Dürüst olmak gerekirse, yirmi yıldan fazla süredir ailem için çalıştığı ve benim için neredeyse bir anne gibi olduğu için “hizmetçim” demek pek doğru olmazdı.
“Enrique, neden masum bir kızın hayatını mahvediyorsun?” diye sordu.
Vlada muhtemelen Hope'un neden burada olduğunu anlatmıştı.
“O, Daniel'ın kızı. Sadece bir taşla iki taş vurmaya çalıştım,” diye açıklamaya çalıştım. Claire’in bana kızgın olmasından nefret ediyordum.
“Onun kızı olsa bile böyle bir şey yapmaya hakkın yoktu. O hâlâ bir çocuk,” dedi. Beni ikna etmeye çalıştığını biliyor olsam da başkasının lafıyla fikir değiştiren biri değildim. Ben ne istersem onu elde ederdim.
“Claire, bunu umursamayacak kadar bencilim,” dediğimde şiddetle başını salladı. Kararımı kabullendiğini umuyordum. Hem Hope bir çocuk değil; on sekiz yaşında bir kadındı.
Belki babasının nasıl biri olduğunu söylersem kendi isteğiyle yanımda kalırdı.
Dün, o pisliğin bana neler yaptığını gördüğünde dehşete düşmüştü. Eminim bunu yapanın sevgili babası olduğunu öğrenmek hoşuna gitmezdi.
Yemeğimi bitirdikten sonra bazı ithal silahlarla uyuşturucular hakkında birkaç önemli telefon görüşmesi yapıp John ile bu gece ne yapması gerektiği hakkında konuştum.
Gecenin bir yarısı uyandıklarında baş ağrısı çekecek iki aptal kıza bakmak zorunda olduğum için toplantıya gidemeyecektim.
Vlada'nın odasına giderken ayrı ayrı duş olmaları konusundaki talimatıma muhtemelen uymadıklarını düşünüyordum. Merdivenlerden çıkarken kulağıma bangır bangır müzik sesi gelmeye başladı.
İçeri girdiğimde iki kız da dantel iç çamaşırları içinde dans edip şarkı söylüyorlardı. Gömleğimi çıkarıp karşı koyamayacak kadar sarhoş olan Vlada'nın üstüne geçirdim.
Aramızda kan bağı olmasa da kardeşim sayıldığı için böyle yarı çıplak hâlde görmem doğru değildi.
Korkunç müziği kapattığımda bile şarkı söylemeye devam etti. Hem de daha yüksek sesle…
Bir yandan Hope’un kolundan tutarken, bir yandan da “Vlada, yatağa girip uyu,” dedim. Vlada yatağına atlayıp dans etmeye başladı.
“Senin aşkına saplantılı,” diye mırıldanıyordu.
Şarkının sözlerini yanlış söylediğinden emin olsam da tigreye saplantılı olduğum konusunda haklıydı.
Aslında, tigrenin kendisinden çok insanın başını döndüren bedenine saplantılıydım. Tanrım, gerçekten çok seksiydi. Dantel iç çamaşırına bakarken bu sabah adımı söyleyerek inlediğini hatırlayınca penisim sızlamaya başladı.
“Eğer bu kadar sarhoş olmasaydın seni şuracıkta becerirdim,” diye mırıldandım.
Saniyeler sonra yavaşça elimden kaydığını hissedip düşmesin diye kucaklayıp odamıza taşıdım.
Kaburgalarım hâlâ çok acıdığı için kollarımda fazla hareket etmemesine dikkat ettim.
Yatağa yatırıp üstünü örttükten sonra banyoya gidip bir bardak suyla iki ağrı kesici aldım. Uyandığında bunlara ihtiyacı olacaktı.
İlaçları komodinin üstüne koyup, hoşuna gideceğini düşündüğüm bir not yazıp kapıyı kilitlemeden çıktım.
Vlada’nın ona buradan kaçmasının mümkün olmadığını söylediğinden emindim.
Çözmem gereken onca boktan işi düşünerek ofisime gittim. Mafya babası olmanın sıkıcı kısmı buydu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 54.11k Okunma |
1.14k Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |