12. Bölüm

12. Bölüm

ırmaknur cengiz
incmvegsbk

ENRIQUE

Nickolas dinlenirken ben de plan yapıyordum. Yakında karşısına çıkacak şeyin farkında bile değildi.

“Nickolas,” deyip sert bir yüz ifadesiyle başımı salladım. Ondan daha güçlü olduğumu anladığından emin olmak istiyordum.

Nefret dolu bir sesle, “Ne istiyorsun?” diye sordu. Değerli kız kardeşini kaçırdığım için aramız bozulmuştu.

Komik olan şu ki eğer Hope’un ikizini alsaydım muhtemelen kimsenin umurunda bile olmazdı. Değerli olanın Hope olduğu kesindi ve artık benimdi.

Son derece ciddi bir sesle, “Babanın görevini bırakmasını istiyorum,” dedim. Nickolas babası istediğimi yapmazsa bir savaş başlatacağımı düşünüyordu.

Ama babasının ondan daha öngörülü olduğunu biliyordum. Olası bir savaş ikimiz için de yenilgi anlamına gelirdi. Ve benim kaybetmeye niyetim yoktu.

Eğer babası görevden çekilirse hem intikamımı alacak hem de Hope’u kullanarak Nick'i manipüle edebilecektim.

Beni yanlış anlamayın, Hope’u incitmek gibi bir niyetim yoktu. Ancak Nick bunu bilmiyordu.

“Tamam, hallederiz. Peki, karşılığında Hope'u gerçek evine yollayacak mısın?” diye sordu.

Telefonum çaldığında küçük Hope'umun kalbini çalmak için yeterli zamanım olup olmayacağını düşünüyordum. Bu numarayı bilen tek kişi olduğu için arayan kesin John’du.

Nick aptalının ne düşüneceğini umursamadan telefonu açtım.

Duygusuz bir sesle, “Evet?” dedim.

“Enrique, sanırım eve gelmelisin,” dedi John, biraz huzursuz bir sesle.

John yine ne yaptı?

“Neden?” diye sordum. Nick bir şey anlamasın diye cevaplarımı kısa tutuyordum. Babası kadar zeki olmasa da bir şeyler döndüğünü kolayca anlayabilirdi.

“Hope'a sinirlenip gerçeği anlattım.”

Şerefsize bak sen!

Çok öfkelenmeme rağmen Nick anlamasın diye sakin görünmeye çalıştım. Ancak sırıtışından bir şeylerin yolunda olmadığını anladığı belli oluyordu.

“Ve?” Neler olduğunu hâlâ bilmediğim için daha da öfkelendim.

“Hope bayıldı.”

Telefonumu masaya çarpıp derin derin nefes aldım.

“Nick, bir şey çıktı. Ne istediğine karar verip babanı denklemden çıkardığında seni evimde görmekten mutluluk duyarım. Eğer Hope gitmek isterse onu da alabilirsin.”

Bununla beraber dişlerimi sıkıp dışarı çıktım.

O John pisliğini öldüreceğim.

Arabaya bindiğimde yeni sağ kolum Alex sürücü koltuğunda oturuyordu. Yüzümdeki ifadeyi görünce hemen başını sallayıp, geleceğimi haber vermek için evdekileri aradı.

HOPE

“Lanet olsun, neden ona söyledin ki?” diyen Enrique'nin sinir bozucu sesini duydum. Daha doğrusu sinir bozucu ama seksi sesini… Bir türlü huzur içinde uyuyamayacak mıydım?

“Ama beni çok sinirlendirdi!” diye bağırdı John.

Olup biteni hatırlayınca panik oldum. Başım zonkluyor olmasına rağmen yataktan kalktım. John ile Enrique arkalarına dönüp şaşkın bir şekilde bana baktılar.

Enrique, “Hope, iyi misin?” diye sordu.

Sadece başımı salladım. Neyin doğru neyin yalan olduğunu hâlâ bilmiyordum. Ama ikisi de doğruyu söylüyormuş gibi davranıyorlardı.

Dünyanın en iyi yalancıları olsalar da içimden bir ses bu sefer doğruyu söylediklerini söylüyordu. Belki de bunu başından beri bilip kabullenmekten kaçıyordum.

O bir katildi. Babam bir katildi. Bunu anlayamayacak kadar aptal biri olmuştum.

Enrique’ye “Benden uzak dur,” diye bağırdım.

İğrenç biriydi. İnsan öldürmüştü. Eline kan bulaşmıştı. Muhtemelen masum insanların bile canını almıştı. Eğer babam bir çetenin içindeyse Enrique de öyleydi.

Sakin bir sesle, “Lütfen sakin ol, tigre. Her şeyi açıklayabilirim,” dedi. Beni teselli etmeye çalışıyor olsa da bu durumda olmamın sebeplerinden biri de oydu.

“Sen. Bir. Canavarsın,” derken bana en yakın kişinin, öz babamın da bir canavar olduğunu fark edip daha çok öfkelendim.

Neden bu kadar öfkelendiğimden tam olarak emin değildim. Beni asıl kızdıran şeyin ne olduğundan emin değildim. Bir yalanı yaşamış olmam mı yoksa damarlarımda bir canavarın kanının akması mı?

Enrique tekrar şansını deneyip, “Beni dinlemelisin,” dediğinde tek hissettiğim şey öfkeydi. Tamamen öfkemin kontrolüne girmeden buradan kaçmam gerekiyordu.

Yataktan fırlayıp kapıya koştum. Arkamdan bir şeyler söylediklerini duysam da kulaklarım öyle bir çınlıyordu ki duyduklarımdan hiçbir şey anlamıyordum.

Nereye gittiğimi bilmeden koşmaya başladım. Gözlerinin önünde ağlamaya başlamadan önce kaçmalıydım. Zayıf olamazdım. Hayır, olamazdım...

Dış kapıdan hızla çıkarken gözlerim birkaç yüz metre ötedeki büyük yapıya takıldı. Willow'a ulaşmam gerekiyordu. Elimden geldiğince hızlı bir şekilde koşmaya başladım.

Willow'un ahırını görünce durdum. Yularını çıkarıp ucuna düğüm attıktan sonra kapıyı açtım. Yuları boynuna geçirip tüm gücümü kullanarak sırtına atladım.

Karnına biraz baskı uyguladığımda öfkemi hissetmiş gibi hızla ahırın çıkışına koşmaya başladı. Düşmemek için dizginlerine tutundum.

Ahırdan çıktığımızda büyük tarlaya yönlendirip, biraz daha baskı uygulayarak dörtnala koşturmaya başladım. Saçlarım rüzgârdan uçuyor, gözlerimden yaşlar akıyordu. Ama Willow’a güveniyordum.

Güvenebileceğim tek varlık oydu. Hayatımdaki herkes bana yalan söylerken o bana bir kez bile ihanet etmemişti.

Ben onun dizginlerine tutunurken o da enerjisini atıp sakinleşmeme yardım etti. Ne o kadar olduğunu bilmediğim bir süre sonra dizginlerini çektiğimde yavaşlayıp yürümeye başladı.

İkimiz de kan ter içindeydik. Ne kadar uzaklaştığımızı görmek için arkama baktım. Evden en az birkaç mil uzaktaydık. Beladan uzaktaydık...

Willow'un sırtından inip dizlerimin üstüne çöktüm. Başım hâlâ zonkluyordu. Kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Biraz dinlenmek için kıçımın üstüne oturdum. Dakikalar sonra Willow da yanimda uzanıyordu.

Ona sokulup gövdesine yaslandım. Uzun bir süredir koştuğu için çok sıcak olsa da en azından nefesi normale dönmüştü. Hayatımın son birkaç ay içinde nasıl değiştiğini düşününce gözlerim doldu.

Dramasız bir yıl olmasını beklerken Enrique'nin kulübüne gitmiş, onunla seks yapmış, kaçırılmış, sonra da bir yürüyüş esnasında bütün gerçekleri öğrenmek zorunda kalmıştım.

Bunları bilmek isteyip istemediğimden bile emin değildim. Her şey bir sır olarak kalsaydı daha kolay olurdu.

Gözlerimi kapatıp rahatlamaya çalıştım. Willow'dan biraz uzaklaşıp çimlere uzandım. Yatınca başımın ağrısı diniyor gibi oluyordu. Sadece bir saniyeliğine gözlerimi kapattım. Çok yorgundum...

Willow’un ıslak diliyle uyanıp, tiz bir çığlık atarak yüzümü sildim. Onu sevmesine seviyordum ama bu hareketiyle çok ileri gitmişti.

Doğrulup oturduğumda güneşin batmak üzere olduğunu gördüm.

Birinin güzel, siyah bir Friesian atının üzerinde dörtnala bana doğru geldiğini görünce çok şaşırdım. Kim olduğunu görmek için gözlerimi kısıp dikkatle baktığımda gördüğüm şeye inanamadım.

Enrique gece siyahı atın üzerinde dünyanın sahibi gibi oturuyordu. Daha şaşırtıcı olan şey ise atın üzerinde bir eyer bile olmamasıydı, ki bu da Enrique'yi çok daha etkileyici gösteriyordu.

Ayağa kalkıp kurumuş gözyaşlarımı sildim. Enrique’nin önünde güçlü görünmek zorundaydım. Beni ağlarken görmeyi hak etmiyordu.

“Burada ne yapıyorsun?” diye sordum. Bunu yüksek sesle söylemeye çalışsam da sesim bir fısıltı gibi çıkmıştı.

Hem yorgun hem öfkeli bir sesle, “Benimle gel,” dedi.

“Sen hem bir katil hem de bir yalancısın. Asla geri dönmeyeceğim,” dedim. Bu sefer sesimi yükseltmeyi başarmıştım.

Karanlık bir bakış atıp yere indi.

Yanıma yaklaşarak, “İnsanları öldürmüş olabilirim ama bunu hak ettiler, tigre,” dedi.

Başımı şiddetle iki yana salladım. Kimse öldürülmeyi hak etmiyordu. Hem de hiç kimse...

Sözlerine zerre kadar inanmayıp, “Kimse ölmeyi hak etmiyor,” diye fısıldadım. Benden sadece birkaç santim uzakta olduğu için duyduğuna emindim.

“Masum insanları öldürmüşlerdi, Hope. bir mafya lideri olmam haysiyetim olmadığı anlamına gelmiyor. Bir masumu asla öldürmem,” dedi, öfkeyle. Öfkesinin gerçek olduğuna emindim.

Ama ben de çok öfkeli olduğum için “Yine de lanet olası bir yalancısın,” dedim. Lanet herif utanmadan sırıttı.

“Tigre, sana bir kere bile yalan söylemedim,” diye fısıldadığında sırtımdaki tüyler diken diken oldu.

Tam cevap vermek için ağzımı açtığımda haklı olduğunu fark edip sustum. Gerçekten de bir kez bile yalan söylememişti. Yüzüne çarpabileceğim tek bir yalanı yoktu. Az önceki emrine uyacağımı göstermek için başımı salladım.

Willow'un sırtına atladığımı görünce kaçmayacağımı anlayıp rahat bir nefes aldı. Onunla eve geri dönmem gerektiğini biliyordum.

Dışarıda uyuyamazdım. İngiltere'de sonbahar oldukça soğuk ve yağmurlu olduğu için Willow'un da sıcak bir yerde olması gerekiyordu.

Enrique de atına bindikten sonra eve doğru dörtnala koşmaya başladık. Enrique’nin atının bize ayak uydurabilmesi için Willow'u yavaşlatmak zorunda kaldım.

Atları dinlendirmek için eve birkaç metre kala iyice yavaşladık. Söylenecek hiçbir şey olmadığı için ikimiz de susmaya devam ediyorduk.

Willow'u ahırına bıraktıktan sonra Enrique ile birlikte odasına gittim. Hızlı bir duş alıp çıktığımda üstünde baksırından başka bir şey olmadığını gördüm.

Göğsündeki morluklar tam olarak görünüyordu. Yavaş yavaş iyileşmeye başlamış olsalar da birkaç gün önce gördüğüm hâllerinden çok farklı görünmüyorlardı.

Babamın gerçekte kim olduğunu öğrendiğimden beri aklımı kurcalayan soruyu sorup, “Bunu babam mı yaptı?” dedim.

İç çekerek “Evet,” derken yüz ifadesi hafifçe değişti. Kızgın olduğunu biliyordum ama ben de öyleydim. Babamın ellerinin neden morardığını, Enrique'nin neden bu hâlde olduğunu şimdi anlıyordum.

John bunu zaten söylemiş olsa da emin olmak zorundaydım.

Normal bir insan olsaydım canının ne kadar yandığını düşünüp üzülürdüm. Ama normal olmayan tarafım devreye girdiği için üzülmek yerine göğsünü boydan boya yalamak istiyordum. Bunu gerçekten istiyordum. Onu istiyordum.

Bunu babama olan öfkemden mi yoksa incindiğim için mi istediğimi bilmiyordum. Tek bildiğim onu istediğimdi. Ve kendime engel olmayacaktım.

Ona doğru yürüyüp dizlerimin üstüne çöktüm. Baksırına dokunduğumda dehşetle yüzüme baktı.

Elimi tutup, “Ne yapıyorsun?” dedi.

Elimi geri çekip başımı salladım. “Lütfen izin ver. Buna gerçekten ihtiyacım var. Unutmaya ihtiyacım var. Bana her şeyi unuttur…”

Elimi baksırının üzerine koydum. Beni durdurmaya çalışmadığını görünce aşağı indirdim.

Beni ayağa kaldırarak, “Bana güven,” dedi.

Tişörtümü yüzüme kadar çekip gözlerimi kapattığında nefesim kesildi. En sık kullandığım duyum olmadan yapamazdım.

“Ne yapıyorsun?” dedim. Üstümdeki baksırı indirdiğinde tamamen çıplak kaldım. Beni neyin beklediğini bilmiyordum.

İki parmağını içime soktuğunu hissettiğimde, “Lanet olsun,” diye inledim. Klitorisimi ağzına aldığında tekrar inledim. Gözlerim kapalı olduğu için diğer duyularım keskinleşmişti.

Birkaç dakika süren bir dil ve parmak muamelesinden sonra zangır zangır titriyordum. Ellerimi saçlarında dolaştırmak istesem de gözlerim kapalı olduğu için yapamıyordum. Tek yapabildiğim tişörtün kumaşına karşı debelenmekti.

“Sana dokunmak istiyorum,” dediğimde daha çok titreyip inlememe sebep olacak bir sesle kıkırdadı. Yaşadığım zevk yüzünden nefes bile alamıyordum.

Bir parmağını daha içime sokarken, “Kendini tutmayı bırak, tigre. Rahatla,” diye fısıldadı.

Dediğini yapıp keskin bir zevk çığlığı atarak rahatladım.

Ben orgazmımın titremelerini yaşarken o da parmaklarını kıvırıp daha çok zevk almamı sağladı.

Birden tişörtümü tamamen çıkardığını hissettim. Gözlerim ışığa alışınca bakışlarım direkt parmaklarını ağzına götürüp yalayan Enrique’ye gitti.

Bu manzara karşısında inlememem imkânsızdı.

Baştan çıkarıcı olmasını isterken yalvarmaya dönüşen bir sesle, “Lütfen beni becer artık,” dedim.

“Nasıl istersen,” deyip çekmeceye uzandı. Ama daha fazla sabredemeyip ikimizi de yere devirdim. Yüzündeki dehşet ifadesine bakarken tek düşündüğüm şey bir an önce içimde olmasıydı.

“Hope...” İtiraz edecek gibi olsa da yavaş yavaş üstüne oturmaya başladığımda sustu. Penisinin yarısını bile içime almadığım hâlde zangır zangır titremeye başladığımı görünce bacaklarımı tuttu.

Beni tutmazsa canımı yakacak bir hareket yapacağımı biliyordu.

Penisini onun yardımıyla yavaş yavaş içime alıp sonunda tamamını hissettiğimde inledim.

“Lütfen, izin ver,” deyip yavaşça hareket etmeye başladım. Bu şekilde daha derine ulaşabiliyor olması hoşuma gidiyordu. Üzerinde gidip gelmeye devam ederken inlemelerimi durduramaz hâle geldim.

Bu yavaş işkenceye daha fazla dayanamayıp hızlansam da bir türlü doruğa yaklaşamıyordum. Üstünde zıplamaya başladığımda tırnaklarını bacaklarıma geçirdiğini hissedip daha da hızlandım.

Bir türlü rahatlayamadığımı görünce “Beni becermeni istiyorum,” diye bağırdım. İstediğim sona bir türlü yaklaşamadığım için beni sert bir şekilde becermesine ihtiyacım vardı.

Bunu duyunca beni ters çevirip dört ayak üstüne çöktürdü. Hiçbir uyarıda bulunmadan aniden içime girdiğinde zevk ve acıdan haykırdım.

Beni acımasızca becermesine bayılıyordum.

Zevkten titremeye başlayınca çok yaklaştığımı anladım. Vücudum sadece bir şeyi bekliyordu: Enrique’yi.

“Benim için gel,” dediğinde tüm vücudum kasıldı. Kollarımın üzerinde duramayıp yatağa yığıldım. Enrique’nin yavaşlaması orgazmımı uzattı.

Enrique'nin tekrar hızlandığını hissettiğimde hâlâ titriyordum.

Ellerini kalçalarıma yaslayıp, “Tekrar boşalacaksın,” dedi. Ayakta durmaya bile hâlim olmadığı için itiraz ettim.

“Ben… Yapamam,” derken daha çok ıslandığımı hissettim. Popoma vurduğunda hem nefesimi kesen hem de daha çok inlememe sebep olan bir acı hissettim.

Beni acımadan becermeye devam ediyordu. Başparmağını popo deliğimin etrafında gezdirmeye başladığında doruğa yaklaştığımı hissettim. Hazır olduğumu hissedince kaskatı oldum.

Parmağını deliğe bastırdığında “Ah!” diye haykırdım. Daha fazla itmese de geri de çekmedi. İçimde daha da büyüdüğünü, kendinden önce beni boşaltacağını hissedebiliyordum.

Bir kez daha titremeye başladığımda orgazm olmaktan birkaç saniye uzakta olduğumu biliyordum. Enrique “Gel,” diye inleyince titreyerek orgazm oldum.

Hemen arkamdan boşalan Enrique’nin sıcak sıvısının içime dolduğunu hissetsem de sonuçlarını umursayacak hâlde değildim. İçime boşalması orgazmımı uzattığı için çığlık atmaya devam ettim. Daha önce hiç hissetmediğim kadar yoğun bir zevk içindeydim.

İkimiz birden yatağa yığılırken “Aferin sana,” diye fısıldadı. İçimden çıkmasını istemediğim için yataktan kalkıp gittiğini gördüğümde sızlandım.

Banyoya giderken, “Çocuk olma,” deyip kıkırdadı. Tam gözlerim kapanmaya başladığında bir havluyla dışarı çıktı.

Nazik, sakinleştirici bir sesle “Bacaklarını aç,” dedi.

Dediğini yaptığımda sıcak havluyu bacaklarımın arasında gezdirdiğini hissettim. Beni temizlemeyi bitirdiğinde havluyu bir kenara attı.

Tekrar nazik bir sesle, “Kollarını kaldır,” dedi. Hiç düşünmeden itaat edip kollarımı kaldırdığımda üstüme bir tişört geçirdi.

Beni göğsüne çekerek, “İyi geceler, tigre,” dedi. Bir şeyler mırıldanmaya çalışsam da cevap veremeyecek kadar yorgundum. Bu yüzden gözlerimi kapatıp uykuya daldım.

Bölüm : 16.08.2024 18:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...