
HOPE
Gözlerimi açıp etrafa bakınca evde olmadığımı gördüm. Düğün bir kâbus değil; gerçekti. Cehennemin tam ortasındaydım.
Yabancısı olduğum yataktan doğrulurken parlak ışık yüzünden gözlerimi kıstım. Gözlerim ışığa alıştığında çevreme baktım.
Oda bir otel odasına benziyordu. Temel ışık kaynağı olduğu ortaya çıkan büyük pencereye bakınca parlak güneş ışığı yüzünden hiçbir şey göremedim.
Ayağa kalktığımda başka birine ait bir tişört giydiğimi fark ettim. Koklayınca şeytanın tişörtü olduğunu düşündüm. Bu kadar güzel bir koku ancak ona ait olurdu.
Şeytan da bir melek olduğu için bir meleğin güzelliğine sahipti. Gerçi düşmüş bir melekti ama olsun...
Pencereye doğru yürüyüp ellerimi gözlerime siper ettim. Nerede olduğumuzu anlayınca dehşete düştüm.
Önümdeki açık denize bakarken, “Lanet olsun,” diye mırıldandım. Anladığım kadarıyla bir yattaydık. Enrique'nin yatında. Ancak sadece denizi ve yatın pruvasını görebiliyordum.
Pruvasının en az kırk metre olduğuna bakılırsa devasa bir yat olmalıydı.
Dalgaları hissetmiyor olmamın nedeni de muhtemelen yatın büyüklüğüydü. Pencereden çekilip bir banyo bulabilme umuduyla etrafa baktım.
Oda çok büyük olmasına rağmen birkaç kapıyı açtıktan sonra banyoyu buldum. İçeri girince tasarımının güzelliğinden dehşete düştüm.
Banyonun her yeri camdı. Lavabonun yanında küçük bir kumanda duruyordu. Ancak jaluzileri indirmeye niyetim yoktu. Oda bu hâliyle çok daha güzel görünüyordu.
Lavaboya yaklaştığımda üzerinde güzel bir el yazısıyla yazılmış bir not olan küçük bir kâğıt parçası gördüm.
Günaydın, tigre. Umarım iyi uyumuşsundur. Hazırlanmayı bitirdiğinde seni bana getirecek birini bul.
Hayır, bu çok çirkin bir el yazısıydı. Kâğıdı küçük parçalara ayırıp lavabonun yanındaki çöp kutusuna attım.
Etrafıma bakıp pelüş bir havlu görünce o pislikle buluşmak zorunda kalmadan önce duş almaya karar verdim. Deniz ve dağ manzarasının tadını çıkararak hızlı bir duş aldım.
Bir süre sonra aslında hareket ettiğimizi fark ettim. Nereye gittiğimizden emin olmasam da burası kadar güzel olduğu sürece sorun etmeyecektim.
Duş alıp bir bikini bulduktan sonra o pislik Enrique ile Matt'i aramaya başladım. Matt burada değilse sinir krizi geçirip zorla getirtecektim.
Böyle berbat bir duruma ancak bir arkadaşım olursa katlanabilirdim.
Yatın nefes kesici iç dekorasyonunu görünce böyle boktan bir insanın bu kadar güzel bir şeye nasıl sahip olabileceğine inanamadım. Enrique böyle bir güzelliği hak etmiyordu.
“Hope.” Adımı duyunca hemen sesin geldiği yöne dönüp üstünde şorttan başka bir şey olmayan Matt’i gördüm. Apaçık ortada olan dövmelerini görünce ağzımın suyu aktı.
Matt’in vücuduna, daha doğrusu dövmelerine zaafım vardı.
Hemen kollarına atlayıp bacaklarımı beline doladım. Onu tekrar gördüğüm için çok mutluydum. Beni yaklaşık bir dakika sonra yere indirip bir adım geri çekildi.
“Enrique'nin seni geride bırakmasından korkuyordum,” dedim. Başını hayır der gibi sallasa da yüzündeki ifadeden Enrique'nin bunu denediğini anladım.
“Merak etme, Hope. Hiçbir şey yanında olmamı engelleyemez,” dedi.
Bunları öylesine söylemediğini, son derece ciddi olduğunu biliyordum. O benim hem arkadaşım hem korumamdı. Beni her zaman koruyacaktı. Ben de hayatımda böyle bir insan olduğu için her zaman minnettar olacaktım.
“Teşekkür ederim,” dediğimde yüzünde kısa süreliğine tuhaf bir ifade belirdi.
Sözlerini abartılı jestlerle destekleyerek, “Devasa bir yatta olduğumuza göre bence tadını çıkarmalıyız,” dedi. Ee, haksız da sayılmazdı.
Sonra hafif alaycı hafif öfkeli bir sesle, “Seni yeni kocana götüreyim mi?” diye sordu.
Endişelenme, Matt. Ben de en az senin kadar öfkeliyim.
“Ah, ne kadar naziksin. En açık saçık bikiniyi bulabilmek için bütün bikinilere bakmak zorunda kaldım. Sırf kocam için,” diye dalga geçtim.
Matt Enrique'nin tam olarak neye katlanmak zorunda kalacağını bildiği için güldü.
“O zaman daha fazla zaman kaybetmeyelim,” deyip yürümeye başladı. Hiç tereddüt etmeden takip ettim.
Merdivenlerden çıkarken Matt'in yolu çok iyi bilmesine şaşırdım. Bu yatı incelemek için günler harcamış gibi görünüyordu.
Sonunda merdivenin tepesine ulaştığımızda güneşten neredeyse kör oluyordum. İngiltere havasına alışkın gözlerim bu kadar güneşe alışkın değildi. Gözlerimi ölümcül ışıktan korumak için elimi alnıma koydum.
Nereye gittiğimi göremiyor olsam da hâlâ Matt'i takip ettiğimi umuyordum. Birinin sırtına çarpınca durmak zorunda kaldım. İçimden umarım Matt'e çarpmışımdır diye düşünüyordum.
Enrique’nin “Sana da günaydın, tigre,” diyen seksi ama bir o kadar da sinir bozucu sesini duydum.
Yolumu bulmama yardım etmediği için Matt'e içimden küfrettim.
Enrique’ye “Budala,” deyip bir adım geri çekildim. Gözlerim ışığa alışıp etrafa baktığımda Matt’in birkaç metre ötede durduğunu gördüm. Yüzünde hafif bir suçluluk vardı.
Ona ölümcül bir bakış attığımda “Üzgünüm,” deyip uzaklaştı.
Lanet olası herif!
Enrique'den yeterince uzaklaştıktan sonra nasıl göründüğüne baktım. Gerçekten çok değişmişti.
Kaslı bedeni oldukça ağız sulandırıcı görünüyordu. Düğünde giydiği takım elbise yüzünden yeni kaslarını görememiştim.
Daha da genişlemiş olduklarını farkettiğim omuzları ile biraz daha şişmiş pazularını yalayıp ısırmak istedim.
Gözlerim biraz daha aşağılara inince öyle kolay rastlanmayan sekizli karın kasına sahip olduğunu görüp daha da heyecanlandım. Ona dokunmak için kıvranıyordum.
Bakışlarımın son durağı penisini belli edecek kadar dar olan şortu oldu.
Enrique bir anda, “İstersen resmini çek. Daha iyi olur,” deyince kendime gelip başımı kaldırdım. Enrique kazandığını düşünerek sırıtıyordu.
Bunu söylemek istemezdim ama bu oyunu sen kazanmıyorsun.
Bu sefer bilerek dudaklarımı yaladım. Dudaklarıma bakarak inledi. Ona biraz daha yaklaşıp gözlerinin içine baktım.
Bakışlarının tıpkı benimkiler gibi şehvetle dolu olması işime yarıyordu.
Dudaklarımız neredeyse birbirine değecek kadar yaklaştığında hafifçe gülümsedim. Ancak ona istediğini vermeye niyetim yoktu.
“Sana söyledim; benden hiçbir şey alamıyorsun,” deyip yanından geçip giderek yiyeceklerle dolu masaya ilerledim. Enrique'nin küfrettiğini duyunca güldüm.
Karşımdaki sandalyeye geçerek, “Göreceğiz,” dedi. Önümdeki yemek daha önemli olduğu için dediklerini zerre kadar takmıyordum.
Masada hayal edebileceğim her şey vardı: Krepler, kekler, meyveler, hamur işleri, yumurtalar ve kesinlikle silip süpüreceğim diğer şeyler...
Yemeğimi yemeye başladığımda genç, güzel bir kadın gelip başka bir şey isteyip istemediğimi sordu. Enrique’den öğrendiğime göre onlar için çalışan görevlilerden biriydi ve adı Ellie idi.
Ellie'den nazik bir şekilde çayla kurabiye istedim.
Tanrım, yemek yemeyi gerçekten seviyorum.
Bir süre sonra, Enrique’ye “Bu yatta ne kadar kalacağız?” diye sordum. Yemeğim bittiği için artık sohbet edebilirdik.
“Şey, Fransa kıyılarında dolaşıyoruz ancak iki hafta içinde geri dönmemiz lazım. Bu süre zarfında bol bol güneşin tadını çıkarabilirsin,” dedi, lanet olası seksi sesiyle.
Lanet olsun. O, seksi falan değil! Sadece sinir bozucu bir pislik.
Başka bir şey söylemeden başımı salladım. Yat yavaşlayıp dönene kadar manzaranın tadını çıkararak çayımı yudumladım. Körfezi çevreleyen bir düzine yatı görünce bir süre burada kalacağımızı düşündüm.
Ayağa kalkıp her şeyi görebileceğim güverte kenarına yürüdüm. Yatın pruvasına giden birkaç adamı görünce buraya demir atacaklarını düşündüm.
Enrique, “Yüzme zamanı, tigre,” diye fısıldayınca ürperdim. Ancak bunun iyi bir ürperme mi yoksa kötü bir ürperme mi olduğunu bilmiyordum. Sadece başımı sallayıp peşinden gittim.
Üç kat merdiven indikten sonra zemin kata ulaştık. Matt'in suya ters takla atarak daldığını görünce ben de biraz hava atmak istedim.
Derin bir nefes alıp atlayış yapabileceğim bir köşeye koştum. İçgüdülerimin devreye girmesine izin verip merdivenlerden aşağı koşarken içimden adımlarımı sayıyordum.
Derin bir nefes alıp, geriye doğru bir buçuk burgulu salto yaparak mükemmel bir iniş yaptım.
Tuzlu sudan kurtulmak için yüzümü ovuştururken Matt'in meydan okuyucu bakışlarını gördüm. Daha iyi bir iş çıkardığımı bildiğim için sırıttım.
Enrique tüm öfkesini Matt'e yöneltip, dişlerini sıkarak, “Korumaların konuklarla yüzmesine izin verildiğinden emin değilim,” dedi. Matt dişlerini sıksa da karşılık vermedi.
“Ah, bu denizde kolayca boğulabileceğim için eşlik etmesini ben rica ettim,” dedim, masum bir şekilde. Enrique cevabıma kesinlikle sinirlenmiş olsa da hiçbir şey söylemedi. Bu turu kaybettiğini biliyordu.
Hope: 2, Enrique: 0
Kazanmaya devam ediyorum.
Suda biraz zaman geçirdikten sonra uzunluğu yüz metreyi geçen yata baktım. Yatın etrafında yüzmek istediğimde Matt bunun kötü bir fikir olduğunu söyledi. Ne yazık ki onu dinlemek zorunda kaldım.
Enrique'nin sudan çıkışını izlerken sırtındaki dövmenin tamamlandığını gördüm. Ancak bu mesafeden sadece daha önce gördüğüm kaplanı görebiliyordum. Bu konuyu şimdilik bir kenara koymaya karar verdim. Onu gece de sorgulayabilirdim.
***
Güneşlenerek, yüzerek, yatı keşfederek geçen günün sonunda yatın ne kadar büyük olduğunu tam olarak anlamıştım.
148 metre uzunluğunda, 14 metre genişliğinde olduğunu biliyordum, ki bu da kelimenin tam anlamıyla küçük bir yolcu gemisi olduğu anlamına geliyordu.
Neden bilmem ama yatın yaşam alanının altında bir yüzme havuzu vardı. Çoğunlukla denizde olan bir yatın içine yüzme havuza konmuş olması gerçekten çok saçmaydı.
Ayrıca içinde kişisel masaj terapistleri bulunan bir spa kompleksi de vardı. Daha spesifik olmak gerekirse tam olarak yedi masaj terapisti vardı. Enrique'nin söylediğine göre her biri tüm masaj tekniklerinde uzmandı. O zaman neden yedi tane vardı? Hepsi aynı şeyi yapmıyor muydu?
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, yatın kendi spor salonu ile küçük bir sineması vardı. Evet, lanet olası bir sinema. Bu yat kelimenin tam anlamıyla küçük bir kasaba gibiydi.
Sadece üç kişi olmamıza rağmen en az üç kaptan ve yüz personel vardı.
Günün büyük kısmını Matt ile manzarayı izleyerek geçirmiştim. Gece manzarasının da çok güzel olduğunu duyduğum için şu an tam olarak bunu yapıyordum.
Demir atabileceğimiz en yakın liman hâlâ bir gün uzaklıkta olduğundan bütün gece gitmeye devam edecektik. Ancak gece gökyüzünü çok sevdiğim için sorun değildi.
Şu anda baktığımı şeye sadece gökyüzü demek haksızlıklık olurdu. Samanyolu'nu oluşturan milyonlarca yıldızı açık açık görebiliyordum.
O kadar büyüleyiciydi ki son iki saatimi sadece gökyüzüne bakarak geçirmiştim. Hele kayan yıldızları görmek daha da muhteşemdi.
Ancak, insanı üşüten bir rüzgâr çıkınca derin bir iç çekip uyumaya karar verdim. Saate baktığımda, gece yarısını çoktan geçtiğini görsem de buna değdiğini düşündüm.
Zifiri karanlıkta kapıyı bulmaya çalışmak oldukça zordu. Ancak ay ışığının yardımıyla yatın sıcak kamarasına kavuştum.
Film izleyen Matt’e çabucak sarılıp iyi geceler diledikten sonra “kocamın” odasına döndüm. En azından yatağı çok rahattı.
Banyonun kapısının kapalı olduğunu ve içeriden su sesi geldiğini fark edince çabucak soyunup Matt'in tişörtlerinden birini giydim. Uyurken hep onun tişörtlerini giyerdim. Büyük, rahat olmanın yanı sıra çok güzel kokuyorlardı.
Yatağa oturup pisliğin duştan çıkmasını bekledim. Sonsuzluk kadar uzun gelen bir sürenin sonunda üstünde sadece baksır olan kaslı vücudunu sergileyerek dışarı çıktı.
Dövmeli kollarına bakarken sabah dövmesini tamamlandığını gördüğümü hatırladım.
Birden “Arkanı dön,” dediğimde ikimiz de şaşırdık.
Sözümü dinleyip arkasını döndüğünde hemen yataktan kalkıp yanına gittim.
Elimi bir süre önce yapılmış olan kaplan dövmesinin üzerine gezdirdim. Tıpkı önceki gibi güzel görünüyordu. Ancak asıl dikkatimi çeken şey dövmenin geri kalanıydı.
Sonradan eklenmiş olan baykuş dövmesini parmağımın ucuyla takip ettim. Enrique biraz gerilse de beni durdurmak için herhangi bir hamle yapmadı.
Ağzımı sulandırıp Enrique’yi daha çok arzulamama sebep olan dövmenin her küçük detayını, her kıvrımını inceledim.
Lanet olsun.
Size bir puan, bay seks bombası!
Ellerimi çektiğimde arkasına dönüp beni incelemeye başladı. Ancak asıl odaklandığı şey üstümdeki gömlekti.
Ellerini iki yumruk yapıp dişlerini sıktı. Kaslı kollarındaki damarlar neredeyse patlayacak hâle geldi. Nasıl bir hata yaptığımı anlayınca yutkundum.
Tartışmaya mahal vermeyen son derece sert bir ses tonuyla, “Şu lanet olası gömleği çıkar!” diye bağırdı.
Eyvah.
Bittim ben.
“Bu abimin gömleği. Senin sorunun ne?” dedim, hem kendimi hem de Matt'i kurtarmak için. Ne bugün ne başka bir gün kimsenin burnu kırılsın istemiyordum.
Nefret dolu bir sesle, “Bana yalan söyleme!” diye bağırdı.
Korkuyla geri çekildim. “Tamam. Üzgünüm. Sadece rahat diye giydim,” diyerek elimden geldiğince sakinleştirmeye çalıştım ancak ifadesinden bunun mümkün olmayacağını anladım.
“Çıkar onu,” diye bağırdı tekrar. Kendini kontrol etmekte zorlandığını görebiliyordum.
Gömleğin ucundan tutup kaldırmaya başladığımda ellerimin titrediğini fark ettim.
Enrique'den korkacağımı hiç düşünmezdim. Bir pislik olsa da hiç bu kadar öfkelendiğini görmemiştim.
En nefret ettiğim kişinin önünde yarı çıplak dikilmek gibi bir planım yoktu. Ama işte buradaydım. Beni ele geçiren korku yüzünden çıkardığım gömleği yavaşça yere bıraktım.
İkimiz de hiçbir şey söylemedik. Sessizliği bozan tek şey açık balkon kapısından gelen dalga ve rüzgâr sesiydi.
Enrique arkasını dönüp elbise dolabına yürürken gözlerim istemsizce her hareketini takip etti.
Hareket etmek ya da bir şeyler söylemek istesem de donup kalmış gibiydim. Sanki bacaklarım yere yapışmıştı, ki bu kendimi çok daha savunmasız hissetmeme neden oldu.
Enrique saniyeler sonra bir giysiyle geri döndü. Ağzını oynattığını görsem de hiçbir şey duyamıyordum.
Az önceki dalga sesini bile duyamıyordum. Belki duysam biraz sakinleşebilirdim.
Ne olduğunu bilmiyordum. Artık hiçbir şey mantıklı gelmiyordu. Enrique yapmasını beklemediğim bir şey yapmıyordu. Sadece her zaman olduğu gibi talepkâr bir mafyaydı. O böyle biriydi; her zaman da böyle olacaktı.
Hâlâ aynı noktada duruyor olmama rağmen çevreme yabancılaşmış gibiydim. Üstümde az önce Enrique’nin elinde duran gömlek vardı.
Gömleğin kokusu beni nedensiz yere sakinleştirmeye başladı.
Sonra duyularım yavaş yavaş geri gelmeye başladı. Enrique’nin bir şeyler söylediğini duysam da ne dediğini tam olarak algılayamıyordum.
“Lanet olsun, Hope. Bir şey söyle.”
Sonunda yakarışını duyduğumda tek yapabildiğim başımı sallamak oldu. Çok yorgundum. Sadece uyumak istiyordum.
Hiç bitmeyecek gibi uzun gelen bir süre sonra sonunda bacaklarımı oynatmayı başarıp on iki saat önce uyandığım yatağa ilerledim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 54.11k Okunma |
1.14k Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |