20. Bölüm

20. Bölüm

ırmaknur cengiz
incmvegsbk

HOPE

Uyandığımda nasıl uykuya daldığımı ya da Enrique'nin ne zaman yattığını hatırlamıyordum ama şu an yanımdaydı.

Bir parçam ondan nefret ediyor olsa da bir parçam dokunuşlarını arzuluyordu. Bunun sadece hormonal bir durum olduğuna emindim, ki bu da sadece tek bir anlama geliyordu: Âdet olmak üzereydim.

Lanet olsun.

Ayrıca dün gece neden bu kadar korktuğumu da açıklıyordu. Âdet döneminde aşırı duygusal, aşırı hormonal, kısacası her şeyin aşırısı oluyordum.

Tüm duygularım keskinleşmişti. Kendimi yeni dönüşmüş bir vampir gibi hissediyordum. Tek fark onlar kan içerken ben kan kaybediyordum.

Şeytanı uyandırmamaya dikkat ederek sessizce yataktan çıkıp banyoya girdim. Üstümdekileri çabucak çıkarıp suyun altına girdim.

Duştan çıkınca bacaklarımdan bir şeyin aktığını hissettim. İlk başta su sansam da lanet olası vajinadan böyle bir şey gelmeyeceğini biliyordum. Bacaklarıma bakınca en nefret ettiğim şeyi gördüm: Kan.

Lanet olsun, harika.

Islak vücuduma bir havlu sarıp tampon avına çıktım.

On dakika boyunca bütün çekmecelere baktıktan sonra sonunda birkaç paket tamponla ped buldum. Neyse ki en sevdiğim tampon olan O.B. mini tampondu.

Muhtemelen onları çalmak zorunda kalacaktım çünkü lanet olası İngiltere'nin hiçbir yerinde bulunmuyorlardı.

İşim bitince Enrique'nin gömleğini tekrar giydim. Odaya döndüğümde mışıl mışıl uyumaya devam ediyordu. Çok sevimli, huzurlu görünmesine rağmen içimden bir ses keyfini bozmamı söylüyordu.

Kötü tarafım bana yaptıklarından sonra böyle huzurlu olmayı hak etmediğini düşünüyordu.

Çabucak giyinip saate baktım. Tam olarak sabah ondu, ki bu da hap zamanı olduğu anlamına geliyordu.

Komodinin üstündeki su şişesini alıp, ağzıma bir hap atıp suyla yuttum. Neden hâlâ hap kullandığımı bilmiyordum ancak sonradan pişman olmaktansa tedbir almak daha iyiydi.

Enrique'nin yavaş yavaş uyandığını fark ettim. Fakat normalde yalamak istediğim kaslarını şu an göresim yoktu.

Lanet olsun. Hayır. Yunan tanrısı gibi vücudunu, ne kadar kaslı olduğunu, hareket ettiğinde kaslarının nasıl şiştiğini düşünmeyi bırakmak zorundaydım.

Kahretsin! Artık yeter. Buradan çıkıyorum.

Odadan çıkıp dün kahvaltı yaptığım üst güverteye gittim.

Matt çoktan kahvaltı etmeye başlamıştı. Aç olsun ya da olmasın daima açlıktan ölmüş bir hayvan gibi yiyordu.

Bu yönden biraz bana benziyordu. Tek fark benim daima aç olmamdı.

“Selam, Matt,” deyip karşısındaki koltuğa geçtim. Cevabını bekleme zahmetine girmeden tabağımı bitireceğimden emin olduğum türlü yiyecekle doldurmaya başladım.

“Selam. Âdet döneminde misin?” diye sordu.

Yemeğimden başımı kaldırıp şaşkın şaşkın yüzüne baktım. O kadar mı belli oluyordu?

“Nereden biliyorsun?” diye sordum.

“Hope, son dokuz ayımı seninle geçirdim. Tüm ruh hâli değişikliklerinin, isteklerinin nedenini biliyorum. Ayrıca, Clue uygulaman hâlâ telefonuma bağlı,” dedi, sırıtarak.

Kahretsin, bunu değiştirmek zorundayım.

Hemen telefonumu çıkarıp âdetimin bugün başlaması gerektiğini gösteren Clue uygulamasını açtım.

Birkaç tıklamadan sonra uygulamanın Matt'in telefonuyla olan bağlantısı kestim, böylece özel hayatım hakkında daha fazla bildirim alamayacaktı. Gerçi o bir şekilde yine anlardı.

Telefonumu bırakıp yemeğime baktım. Görgü kurallarını umursamadan hapur hupur yemeye başladım.

Matt'in hafifçe kıkırdadığını duyunca homurdandım. Gerçi yemek yiyişimle eğleniyor olması umurumda bile değildi. Tek istediğim şey yemekti.

Yaklaşık yirmi dakikalık bir sessizlikten sonra, “Peki, limana ne zaman varacağımızı biliyor musun?” diye sordum.

“Kaptanla konuştum. Küçük bir aksilik yaşadığımızı için limana zamanında yetişemeyeceğimizi, bu yüzden yarın sabaha kadar beklememiz gerektiğini söyledi,” dedi.

Bunu duyunca iç çektim. Sürekli hareket edip durmayan beton zemine basmak istiyordum.

“Denizden bıktım,” diye bağırdım. İkimiz de bunun hormonlarım yüzünden olduğunu biliyor olsak da ruh hâlim sinirlerimi bozuyordu. Âdet döneminde olmaktan nefret ediyordum.

“Sadece bir gündür buradasın. Nasıl yorgun olabilirsin, tigre?” diyen şeytan kısa bir süre sonra tüm ihtişamıyla ortaya çıktı.

Onu görünce ağzım sulandı; tadına bakmak istedim.

Lanet hormonlar!

“Senden uzaklaşmaya her zaman hazırım,” diye bağırıp hem kendimi hem de onları şaşırttım.

Yerimden fırlayıp, kimseye bakmadan, ev sinemasına, daha doğrusu yat sinemasına doğru ilerledim.

Yolda, dün yemek servisi yapan kızlardan biriyle karşılaşıp büyük bir kâse tuzlu patlamış mısır, çikolatalı dondurma ve iki ağrı kesici getirmesini istedim.

Salona ulaştığımda hangisi daha rahat görmek için bütün koltukları deneyip şaşırtıcı olmayan bir şekilde tam ortaya oturdum.

Film listesine göz gezdirip üzücü bir film izlemek istediğime karar verdim.

O zaman Eight Below olsun, deyip filmimi seçtim.

İstediğim yiyecekler geldikten sonra başım ağrıyıncaya kadar ağlamaya hazırlandım.

Ayrıca filmin etkisinden kurtulabilmek için çok sevdiğim Rick and Morty’den en az beş bölüm izlemem gerektiğine karar verdim.

Planladığım her şeyi izlemeyi bitirdiğimde saat onu geçiyordu.

Evet, bütün günümü film izleyerek, abur cubur yiyerek, Rick and Morty'den iki bölüm izledikten sonra bile ağlamaya devam ederek geçirmiştim.

Bu kadar şeyi izlemenin verdiği yorgunlukla esneyip kanepeye benzeyen yumuşak sandalyeden kalktım.

Odasına geri döndüğümde Enrique şaşırtıcı olmayan bir şekilde sadece şortuyla uzanıyordu. Hormonlarım onu arzulamama sebep olduğu için bakmamam imkânsızdı.

Onu bir dakika kadar izledikten sonra sonunda kendime gelip banyoya gittim.

Hızlı bir duş alıp rutin işlerimi hallettikten sonra odaya dönüp yatağa atladım.

Bunun üzerine aksi bir bakış atan Enrique, “Bugün neyin var böyle?” diye sordu.

Sanırım Matt ona iyi haberi vermemişti.

Sohbet havasında olmadığım için, “Yok bir şey. Sadece yorgunum,” dedim. Neyse ki üstelemeyip örtülerin altına girip yumuşak yastıklara gömülmeme izin verdi.

Birkaç saniye sonra uykuya daldım.

***

Boynumda gezinen bir dil hissedince daha fazlasını ister gibi sızlandım. Gözlerimi yavaşça açtığımda Enrique'nin kalemle çizilmiş gibi güzel yüzünü gördüm. İkimizin de bakışları şehvetle doluydu.

Daha fazla dayanamayıp dudaklarımı dudaklarına bastırıp yavaş ama tutkulu bir öpücüğün içinde kaybolup daha fazlasını arzuladım.

Birisi “Hope!” diyerek içeri dalınca Enrique’yi istemsizce üstümden uzaklaştırdım.

Matt kapıyı kapatarak, “Kahretsin. Üzgünüm,” dedi. Tek sorun, kapının arkasında değil önünde duruyor olmasıydı.

Enrique, “Hayır, üzgün falan değilsin,” diye homurdandı.

Kontrolünü kaybettiğini görebiliyordum.

Matt, “Haklısın. Değilim,” deyip, sırıtarak yatağa yaklaştı. Bundan sonra ne olacağını bilmemenin tedirginliğiyle ürperdim.

Tam “Neler oluyor?” diye soracaktım ki sözlerim iki talepkâr ses tarafından bölündü.

İkisi birden, “Sessiz ol,” deyince ağzımı kapattım. Seslerindeki güç ve otoriteyi duyunca istemsizce bacaklarımı birbirine sürttüm.

“Ayy, şuna bak, Enrique. Küçük Hope bundan bile tahrik oluyor,” dedi, şu an yatağın hemen önünde duran Matt.

İtiraz etmek istesem de haklı olduğu için yapamadım.

“Sen tahrik mi oldun?” diye sordu Enrique.

Bu sorunun bir cevaba ihtiyacı olmadığını bilsem de yine de başımı salladım. Onların önündeyken vücudumun hâkimiyetini kaybediyordum.

“Sence ona bir ders verelim mi?”

Bunları söylediği an Matt'e baktım. Şok içindeydim. Burada neler oluyordu? Dün bir şey mi kaçırmıştım?

Enrique bir Matt’e bir bana bakarak, “Hım, iyi fikir,” dedi. Sanırım şu an benimle ne yapmak istediğini düşünüyordu.

Enrique, “Tigre, yüzünü becermemi istemiyorsan o küçük ağzını kapat,” deyince bacaklarımı tekrar sıktım.

Ancak ağzımı kapatamadım. Ağzımı becermesini, tadına bakmayı istiyordum.

İkisi birden, “Dizlerinin üstüne çök,” dediklerinde hemen yere atladım.

Matt şortunu çıkarıp beni her becerdiğinde çılgınca inlememe sebep olan piercingli penisini ortaya çıkardı.

“Yakman gerekeni yap,” dediğinde hiç vakit kaybetmeden ucunu ağzıma alıp yavaşça yaladım. Hafifçe inlediğini duyduktan sonra çok daha fazlasını almaya zorlandım.

Piercinginin boğazıma değmesi bile onu daha derine almamı engellemedi.

Mümkün olsaydı yapardım. Saçlarımı kavrayan ellerinin gevşediğini hissettiğimde kontrolü elime alıp, penisini her seferinde daha derine iterek ileri geri hareket ettirmeye başladım.

Solumdan hafif bir hırıltı gelince bize bakarak kendisini okşayan Enrique’yi gördüm.

Matt'in penisini ağzımdan çıkarıp elimle okşamaya başladım.

Enrique'ye yaklaşıp uzun zamandır ne dokunabildiğim ne de tadına bakabildiğim penisine bakarak dudaklarımı yaladım. Ucunda biriken ıslaklığı görünce dayanamayıp biraz daha yaklaştım.

Penisini inleyerek ağzıma aldığım an başımın arkasında bir baskı hissettim. Saçlarımı kavrayış şeklinden nazik olmayacağını anladım.

Kalçalarını her itişinde Matt'in girdiğinden çok daha derine giriyordu. Darbeleri çok daha hızlı, tereddütsüzdü.

Ağzımla yaptıklarımın aynısını elimle de yaparak Matt'i tatmin etmeye devam ediyordum.

Gözlerim yaşarsa da nefes almam zorlaşsa da asla durmak istemiyordum.

İkisinin penisinin de gittikçe büyüdüğünü hissedip daha da cesaretleniyordum.

Enrique penisini boğazıma kadar itince zayıf öğürme refleksime rağmen neredeyse boğuluyordum.

Saçlarımı çok sıkı kavradığı için geri çekilemiyordum. Kısa bir süre sonra sıcak sperminin boğazımdan aşağı aktığını hissettim. Ancak penisi çok derinde olduğu için tadına bakamadım.

Sonra Matt’in de boşaldığını hissettim. Dakikalarca nefessiz kaldıktan sonra Enrique nihayet saçlarımı bıraktığında geri çekildim.

Bir şey söylememe fırsat kalmadan etrafımdaki her şeyin kararmasına sebep olan sinir bozucu bir alarm sesi duydum.

Yataktan doğrulurken nefes nefese kaldığımı fark ettim. Hepsinin bir rüya olduğunu anlayınca rahat bir nefes aldım.

Etrafıma baktığımda odanın boş olmadığını gördüm. Banyodan gelen su sesinden Enrique'nin duşta olduğunu anladım.

Tamamen hayal kırıklığına uğramış ve sinir olmuş bir şekilde, “Lanet olası hormonlar!” diye homurdandım.

Bölüm : 16.08.2024 18:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...