21. Bölüm

21. Bölüm

ırmaknur cengiz
incmvegsbk

HOPE

Müthiş rüyamdan sonra, Enrique'nin duştan çıkmasını bekleyip kızarmış yüzümle ıslanmış iç çamaşırımı görmemesi için o çıkar çıkmaz içeri girdim.

İşim bitince her zamanki gibi doğum kontrol hapımı içip kahvaltının servis edildiği üst güverteye çıktım.

Bir gariplik hissedip denizin olması gereken yere bakınca Cannes Limanı’nda olduğumuzu görüp sevinçten havaya zıpladım.

Matt ve Enrique’nin neredeyse huzur içinde kahvaltı ettiklerini görünce rüyamı hatırladım. O talepkâr halleri aklıma gelince bacaklarımı sıktım.

Aklımdaki görüntüler sanki gerçekte yaşanmış gibi canlıydı.

“Günaydın,” dediğimde yüksek ve gür çıkmasını beklediğim sesim neredeyse bir fısıltıdan farksızdı.

Bakışlarını bana çevirdiklerinde biraz gerildiklerini fark ettim.

İlk “Günaydın,” diyen Matt oldu.

Ardından Enrique de “Günaydın,” dedi. Masaya geçmeden önce kimin yanına oturmam gerektiğini düşündüm.

Güvenli seçeneği tercih edip Matt’in yanına oturduğumda Enrique biraz daha gerildi. Yanlış kararı verdiğimi bilsem de bunu belli etmeyecektim.

Kahvaltımı etmeye başladığımda Enrique ile Matt önümüzdeki iki gün boyunca burada kalacağımızı söylediler.

Aklımda hemen bir plan belirdi. Önce alışverişe gidecek, sonra da Enrique’ye iradesini kaybettirip kendisiyle sevişmesini sağlayacak birini bulacaktım.

Bu kızın nasıl görüneceğini şimdiden tasarlamıştım. Enrique'nin normalde herkesi becerebileceğini bilsem de şu anki koşullarda baktığında bile penisini titretecek birine ihtiyacı vardı. Benden çok daha iyi birine.

Ayağa kalkıp, “Şimdi alışverişe gidiyorum. Matt de benimle geliyor,” dedim.

Enrique hemen itiraz edip, “Hayır, yanına başka birini vereceğim,” dedi, zehirli bir ses tonuyla.

Onunla aynı fikirde olamayacak kadar inatçıydım. Geri çekileceğini umarak dik dik yüzüne baktım ama hiçbir şey söylemedi.

O an ne oldu bilmiyorum. Sanırım hormonlarım ve bastırdığım duygularım bir anda birbirine karışıp bir şeyleri tetikledi.

“O benim lanet olası korumam, Enrique. Bir an önce kendine gelip Matt’in her zaman yanımda olacağı gerçeğini kabullen.”

“Hayatım istediği her şeyi sorgusuz sualsiz elde eden bir mafya ile sırf bencilliği yüzünden hayatım boyunca bana yalan söyleyen babam tarafından mahvedildiğinde yanımda bir kişi hariç kimse yoktu.”

“Peki o bir kişi kimdi biliyor musun?” Beni biraz sakinleştireceğini umarak derin bir nefes alsam da olmadı. Başladığım şeyi bitirmem gerekiyordu.

“Evet, doğru. Matt yanımdaydı. Tekrar ayağa kalkmama, kendimi nasıl savunmam gerektiğini öğrenmeme yardım etti.”

“Ailenin sadece kan bağı anlamına gelmediğini, insanın bazen kan bağı olmayan biriyle ailesinden bile daha yakın olabileceğini öğretti.”

Artık gerçekten bağırıyordum. Gözlerim farkında bile olmadığım gözyaşlarımdan bulanıktı.

“Bu yüzden çeneni kapatıp arkadaşımı yanımda tutmama izin ver. Yeterince şey yaptın, bu yüzden o rahat hayatını yaşamaya geri dön!” dedim, bağırmaktan çatallanmaya başlamış sesimle.

Enrique'nin cevabını beklemeden Matt'in elinden tutup arkama çektim. Ayakkabılarımı mümkün olduğunca hızlı bir şekilde giyip para ve kredi kartlarımın olduğu çantamı aldım.

“Hope…” Arkamda Matt'in umutsuz sesini duydum. Kasabaya inmek üzere olsam da önce söyleyeceklerini duymak istedim.

Yavaşça arkama döndüğümde mahcup yüzüyle karşılaştım. Elindeki mendili görünce hafifçe gülümsedim.

Hiç tereddüt etmeden boynuna sarıldım. O da aynısı yaptığında sıcaklığı evimi hatırlatıp sakinleşmemi sağladı. Şu an muhtemelen çok şapşal görünüyor olsak da umurumda değildi.

“Tamam. Şimdi biraz üstünü başını düzeltelim. İstismardan hapse atılmak istemiyorum,” diye takıldığında ince düşünceliliğini takdir ettim.

Yatın içine girip, çabucak elimi yüzümü yıkadıktan sonra biraz rimel ve ruj sürdüm. Aynaya bakınca gözlerimin ağlamaktan kızarmış olduğunu fark ettim ama düzelmesi için beklemekten başka çare yoktu.

Sonunda dışarı çıktığımda, “Tamam. Hadi gidelim,” dedim.

Yatın yan tarafındaki küçük merdivenlerden aşağı inip beton zemine adım attım. Kahretsin, daha iki gün olmasına rağmen yere basmayı özlemiştim.

Yatın yanında yürümeye başladık. Buradan gerçekten daha etkileyici görünüyordu. Üstünde yazan ismi görünce ağzım açık kaldı.

Spero

Yani, Hope…

Enrique yatına benim yüzümden mi bu ismi vermişti? Yoksa sadece Latince “hope” kelimesini sevdiği için mi? Aklımdan pek çok ihtimal geçti.

Matt’in “Evet. Şu an ne düşündüğünü biliyorum,” dediğini duydum. Bunun bir rüya ya da hayal gücümün ürünü olmadığından emin olmak için gözlerimi kırpıştırdım.

Şaşkın bir şekilde “Neden?” diye sordum. Artık ne düşüneceğimi bilmiyordum. Jesti tatlı olsa da Enrique tatlı değildi.

“İlk gördüğümde ben de en az senin kadar şaşırmıştım. Sanırım sana karşı düşündüğünden daha fazla şey hissediyor,” dedi Matt, yanıma gelirken.

Ne söyleyeceğimi bilemediğim için sadece başımı salladım. Ardından alışveriş merkezine doğru yola çıktık.

***

Bir Philipp Plein mağazası olan son dükkâna girdiğimizde Matt’in elinde yeni kıyafetlerle dolu bir sürü çanta vardı. Ayrıca benimkiler kadar çok olmasa da kendine de birkaç şey almıştı.

Mağazanın içine girmek cennete girmek gibiydi. Işıl ışıl parlayan giysiler satın alınmak için adeta yalvarıyorlardı.

Normalde alışverişe meraklı biri değildim. Bunun yerine daha faydalı işler yapmayı tercih ederdim ancak şu an hâlâ hormonlarımın etkisinde olduğum için alışveriş mağazaları en iyi arkadaşlarım oluvermişlerdi.

Otuz dakikalık bir bakma, deneme, karar verme sürecinden sonra on bin avroluk bir alışveriş yapmıştım.

Bu kadar parayı bir hiç için harcadığımı düşünerek iç çektim. Gerçi Philipp Plein'ı en az benim kadar seven Kat'e de birkaç şey almıştım.

Tam dışarı çıkmak üzereyken birinin adımı söylediğini duyup, arkama dönünce eski arkadaşım Ruby'nin tanıdık yüzüyle karşılaştım.

Babam Fransa’ya gittiğinde Ruby’nin babası ile çalışırdı. Şimdi düşününce, muhtemelen onun babası da mafyaydı.

Küçükken onu gerçekten sevdiğim için samimi bir şekilde gülümsedim ama tanınmayacak kadar değişmişti.

On beş yaşındayken yüzünü pek hoş göstermeyen kocaman gözlüklerle diş telleri takıyordu. Saçları ile ilgilenmeyi sevmediği için hep kısa modeller kullanırdı.

Onu tanımamı sağlayan tek şey eskisi gibi sakin, kendinden emin olan sesi ve safir mavisi gözleri oldu.

Vücudunu incelerken herhangi bir erkeği rahatça tavlamasını sağlayabilecek mükemmel bir kum saati figürüne sahip olduğunu fark ettim. Sanırım gözlüklerini yerini de kontakt lensler almıştı.

Şu an uzun olan kızıl saçlarında muhteşem bukleler vardı. Mükemmel makyajı ne çok fazla ne de çok azdı. Mükemmel şekilli, dolgun dudaklarını ortaya çıkaran kırmızı ruju görünümünü tamamlıyordu.

Ona sarılıp “Merhaba,” derken içimde bilinmeyen bir duygunun küçük kıvılcımı çaktı. Ruby gerçekten güzeldi. Yan yana yürüsek kimse dönüp bana bakmazdı. Bu histen nefret ettiğim için yutkundum. Ancak birden kafamda bir şimşek çaktı.

Eğer bir çizgi filmde olsaydık şu an başımın üzerinde dünyanın en büyük ampulü olurdu. Görünüşte sebepsizce sırıtıyor olsam da aslında müthiş planımı düşünüyordum.

Ve Ruby planım için mükemmeldi…

“Nasılsın?” diye sorduğunda mükemmel planımı düşünmeyi bıraktım.

“İyiyim. Liseyi daha yeni bitirdim. Peki ya sen?” diye sordum, en az onun kadar coşkulu bir şekilde. Her zaman dışa dönük, nazik biri olmuş olsa da bazı özelliklerinin değişmiş olabileceğinden emindim.

Eğer çok nazik olursa insanlar onu ezip geçebilirdi. Hayat bazen boktan bir şeydi.

“Evet. Ben de iyiyim. Birkaç ay önce mezun oldum. İstersen bir restorana gidip biraz oturalım,” dedi.

Bu, planım için mükemmel aday olup olmadığını görmek için harika bir fırsattı.

Havadan sudan konuşarak yürümeye başladık. Bir ara Matt'in hemen arkamızda olduğunu hatırlayıp ikisini tanıştırdım.

Matt’ten biraz uzaklaştığımızda Ruby Enrique yerine onunla takılıp planı bozmasın diye Matt’in kadınlarla ilgilenmediğini söyledim. Takılma işini daha sonra da yapabilirlerdi.

Sonunda çok sessiz, sakin bir restoran bulduk. Masaya geçtiğimizde garson hemen menülerimizi getirip bir şey isteyip istemediğimizi sordu.

Sadece su isteyip “Teşekkürler,” dedik.

Öğle yemeğinin geri kalanı sorunsuz geçti. Ruby ile ben son dört yılda neler olduğu hakkında konuştuk. Ona hikâyemi anlattım. Gerçekte ne kadar mutsuz olduğumu anlamasın diye içine biraz romantizm ekledim.

Matt yüzüme “Pişman olacağın bir şey yapma,” der gibi bakıyordu.

Pişman olmayacağımı biliyordum. Güzel, bekâr, dışa dönük Ruby mükemmeldi. Mafyatik tiplerin yanında nasıl davranacağını biliyordu.

Ayrıca farkında olmadan onları buluşturabileceğim yer hakkında da fikir vermişti. Bu gece, aslında hepsi mafya olan seçkin “iş adamları” toplantısı vardı.

Enrique'nin gideceğinden emindim. Nick'e gelmemesini söylediğim için ailemi temsilen ben gidecektim.

Ruby ile yatın olduğu yere kadar yürüyüp akşam görüşeceğimizi söyleyerek vedalaştık. Sonra telefon numaralarımızı alıp ayrı yollara gittik.

Saate bakıp dört olduğunu gördüm. Bu da hazırlanmak için beş saatim olduğu anlamına geliyordu. Ailemin en iyisi olduğunu göstermek zorundaydım.

Bu tür toplantılara daha önce de katılsam da gerçekte ne hakkında olduklarını hiç bilmiyordum. Oraya sadece iş için değil gösteriş yapmaya da giderdik.

Böylece ne kadar güçlü olduğumuzu gösterirdik ve şu an tam bu işe uygun bir elbisem vardı.

Neyse ki sabahtan beri görmediğim pislik Enrique uğraşmak zorunda kalmadan rahat rahat hazırlanabilecektim.

Saat tam dokuzu gösterdiğinde gitmeye hazırdım. Aynaya bakıp mümkün olan en iyi şekilde giyindiğimden emin oldum. Bu tür etkinlikler için özel olarak yapılmış bir Philipp Plein elbisesi giyiyordum.

Sıradan insanlar için değildi. Tam istediğim gibi siyah olsa da tasarımı nefes kesiciydi.

D-cup göğüslerimi mükemmel bir şekilde saran dekolteli üstü ve yerlere kadar inen eteğiyle sıradan bir gece elbisesinden çok daha iyi görünüyordu. Ayrıca sol tarafında bronz bacağımı kalçama kadar gösteren uzun bir yırtmacı vardı.

Arka kısmı elmas şeritlerle kaplı olduğu için sırtımın büyük bir kısmı açıktaydı.

Saçlarımı ekstra hacimli göstermek için büyük bukleler, yeşil gözlerimi ortaya çıkarmak için de dumanlı göz makyajı yapmıştım. Dudaklarımda rengi kaliteli bir şaraba benzeyen, koyu kırmızı bir ruj vardı.

Boynumu statümle gücümü göstermek istercesine elmaslarla süslemiştim. Artık bir genç kıza değil sahip olduklarını korumak zorunda olan yetişkin bir kadına benziyordum.

Kendime son bir kez bakıp Matt ile karşılaştığım büyük oturma odasına gittim. Seçmesine yardım ettiğim siyah, Dior takım elbisesiyle çok çarpıcı görünüyordu.

Muhtemelen yatın içine ve dışına dağılmış birkaç koruma daha vardı.

Saniyeler sonra her zamanki gibi ihtişamıyla Enrique geldi. Ama yürüyüşünde bir tuhaflık vardı; sanki biraz sallanarak yürüyor gibiydi. Gerçi bunu benim dışımda kimsenin fark etmeyeceğinden emindim.

Gelip yanımda durmasına rağmen hiçbir şey söylemedi. Sadece hızlı hızlı nefes alıyordu. Nefesi dış dünyadan bir şey saklıyormuş gibi nane ve bilinmeyen bir şeyin karışımı gibi kokuyordu.

Tabii ki alkol...

“Neden sarhoşsun?” diye çıkıştım. Artık ailemle akraba olduğu için iyi bir izlenim bırakmak zorundaydı.

Başka bir zaman olsa kendisini rezil ettiğini görmek için kendi ellerimle sarhoş ederdim.

“Ne yapayım, rahat hayatımı yaşıyorum,” diye karşılık verdiğinde çok şaşırdım.

O an onu öldüresiye tokatlamak istesem de basit bir nedenden ötürü yapmadım. Sarhoş olduğu için Ruby'den etkilenme ihtimali daha fazlaydı. Böyle bir durumda işime yarayacak her faktörü değerlendirmeliydim.

“Neyse. Gitmemiz lazım,” deyip Matt ve diğer korumaların yanına gittim.

Enrique nihayet hazır olduğunda topuklu ayakkabılarımı giydim. Korumaların bizden önce çıkıp kalabalığa karışmasına izin verdikten sonra Matt, Enrique ve ben yattan indik.

Bölüm : 16.08.2024 18:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...