22. Bölüm

22. Bölüm

ırmaknur cengiz
incmvegsbk

ENRIQUE

Artık duygularımı içimde tutamadığım için sarhoş olmak zorundaydım. Ancak gün içinde her türlü alkolü karıştırıp içmiş olmama rağmen alkol toleransım yüksek olduğu için bir türlü sarhoş olamamıştım.

Yürürken hafifçe sallanıyor olmam dışında tamamen ayıktım.

Korumalarıma beni içeride beklemelerini söyleyip misafir odasına giyinmiştim. Aslında odada da hazırlanabilirdim ama Hope’un biraz sakinleşmeye ihtiyacı olduğu için onu rahatsız etmek istememiştim.

Uykusunda inleyerek adımı sayıklamasından bana olan ilgisinin arttığını anlayabiliyordum. Onun yüzünden kendimi rahatlatmak için erkenden duş almak zorunda kalmıştım.

Odaya girdiğimde çok çarpıcı göründüğünü fark ettim. Zarif, seksi elbisesi herhangi bir erkeği baştan çıkarmaya yetecek kadar açık ama ondan hiçbir şey alamayacaklarını gösterecek kadar kapalıydı.

Ona dokunmamak için aramızda biraz mesafe bırakarak yanına yaklaştım.

Yüz ifadesinden nasıl yürüdüğümü gördüğünü ve naneli gargaranın yakın zamanda içtiğim alkol kokusundan kurtulmama yardımcı olmadığını anladım.

“Neden sarhoşsun?” diye çıkıştığında bile sesi kulağımı okşuyordu. Ne söylerse söylesin, ne kadar kızarsa kızsın sesini duymayı seviyordum.

“Rahat hayatımı yaşıyorum,” dedim. Aslına bakarsanız kayıtsızlığına patlamamda alkolün de küçük bir rolü vardı. Hope’un hiçbir şeyden haberi yoktu.

Karşılığında sadece hareket çekti. Sonra her beraber limanın hemen yanında bulunan kongre merkezine gitmek için dışarı çıktık.

Her yerde resmimizi çekmeye çalışan haber muhabirleri vardı. Sonuçta, bugünün haberi bizdik. Düğünümüz herkese sürpriz olduğu için bütün kanallar en iyi haberi yapmak için yarışıyordu.

Kırmızı halıdan olabildiğince hızlı geçmeye çalıştık. Sadece, beraber olduğumuzu bilmeleri için birkaç fotoğraf vermek için durduk. Matt de sabırla bizi takip edip sinirimi bozuyordu.

Kendini kaybedip Hope'a asılmasını istiyordum, böylece onu öldürmek için yeterince iyi bir nedenim olacaktı. Onu öldürmemi haklı çıkaracak kadar iyi bir neden…

O, ortadan kalkarsa hayat çok daha kolay olur, Hope her türlü duygusal destek için sadece bana gelirdi.

Tamam, güçlü bir kızdı ancak en güçlü insanın bile bir kırılma anı olduğu için bu olduğunda yanında olmak istiyordum. Düştüğünde ayağa kalkmasına, daha güçlü olmasına yardım edecek kişi olmak istiyordum.

Hope salona girer girmez birilerinin yanına gitti. Ben de sadece büyük mafya liderlerine selam verip diğerlerini görmezden geldim.

İşim bittiğinde kızıl saçlı bir kadınla konuşan Hope'un yanına gittim.

Beni yanlış anlamayın, kadın güzeldi. Hope'tan biraz daha kısaydı, ki büyük ihtimalle nedeni Hope’un platform topuklu ayakkabılar giymiş olmasıydı. Ayrıca fiziği de çok güzeldi. Kısacası her şeyiyle mükemmel görünüyordu.

Fazla mükemmel…

Her zaman kusursuz görünen insanlara katlanamıyordum. İnsanların birkaç kusuru olmalıydı. Bu kadının da düşündüğümüzden çok daha kötü olabilecek kusurları olduğuna emindim.

Beni fark etmesi için “Hope,” dedim. Kızıl saçlıyı da tamamen görmezden gelmeye karar verdim.

Hope, “Enrique, arkadaşım Ruby ile tanış. Ruby, bu benim eşim Enrique,” diyerek bizi tanıştırdı. Beni Ruby'ye yaklaştırmaya ne kadar istekli olduğunu fark edince gerildim.

Hope'un bir planı vardı. Her şeyimi kaybetmeme neden olacak bir plan.

Şimdilik anlamamış gibi davranmaya karar versem de bela yayan Ruby'ye yaklaşacak kadar aptal değildim. Hope'un yanında sessizce durup etrafı izledim.

Fransız mafyasının temsilcisi Malcolm'ın bize doğru yürüdüğünü fark ettim. Temsilci dememin nedeni işlerle asıl ilgilenenin Malcolm’ın ikiz kardeşi olmasıydı.

Kolunu Ruby’nin omzuna attığını gördüğümde bütün taşlar yerine oturdu. Ruby, Malcolm’ın birkaç yıl önce gördüğüm şımarık kızıydı. İtiraf etmeliyim ki bir hayli değişmişti ancak böyle bir değişim birkaç ameliyat olmadan mümkün değildi.

Malcolm, “Enrique,” diyerek selam verdiğinde kaskatı oldum. Biraz sola kaydığına bakılırsa sanırım Hope da bunu fark etmişti.

“Malcolm! Ne güzel bir sürpriz,” dedim, hafif kinâyeli bir şekilde. Hope bana şaşkın şaşkın bakarken Malcolm ile Ruby hiçbir tepki vermediler.

Ne yaptıklarını, daha doğrusu ne yapmadıklarını iyi biliyorlardı. Malcolm’ın kardeşi her şeyi hallederken onlar da paranın sefasını sürüyorlardı.

Malcolm kızıl saçlı kızını alnından öpüp, “Kalıp konuşmayı çok isterdim ama biraz iş konuşmam lazım,” deyip ayrıldı.

“Eminim öyledir,” diye mırıldandım. Gittiği için rahatlamıştım. Ruby'nin varlığını görmezden gelmek kolay olsa da Malcolm’a böyle bir şey yapamazdım.

Ona sırtınızı dönemezdiniz. Dikkatinizin dağıldığı an gelip sizi şaşırtırdı. Gerçekten zavallı biriydi.

Hope ve Ruby’nin yanında yarım saat daha dikildikten sonra Ruby'nin kulaklarımı çınlatan, başımı ağrıtan tiz sesini duymaktan sıkılmıştım.

Hope’a göz kulak olacağını düşünerek Matt'i bulmaya karar verdim. Ona hiç güvenmiyor olsam da Hope'u önemsediğini biliyordum ve sırf bu yüzden onu tekrar tekrar bıçaklayıp acı içinde ölmesini izlemek istiyordum.

Hayatı sona ererken vücudundaki bütün kanın kurumasını istiyordum. Ama bu olmayacaktı. Asıl önceliğim Hope’tu. Matt'i şimdi öldürürsem beni asla affetmezdi.

Yanına giderken ona olan nefretimi saklamaya çalışsam da bunu yüzümden okuyabildiğini biliyordum. Dürüst olmak gerekirse ne düşündüğünü pek umursamadığım için nefretimi çok da saklayamadım.

Yanından geçerken, “Hope’a göz kulak ol. Gözlerini kızıl saçlının üzerinden ayırma,” dedim.

Sertçe başını salladı. Hope’un koruması gibi davrandığını biliyordum. Hope'u korumak için her şeyi yapacak acımasız bir katildi.

Hakkında çok şey duymuştum. Ben okuldayken bir sınıf altımdaydı. Ben on sekiz yaşında mezun olmuşken o, son senesine başlamak için gereken sınavları geçtiğinde sadece on beş yaşındaydı.

İnsanlar ona saygı duymazlarsa öleceklerini bildikleri için camiamızda çok saygı gören biriydi. Ondan daha da çok nefret etmeme neden olan şey de buydu; neredeyse benim kadar güçlü olmasıydı.

Gerçek Fransız mafyasını bulmak için balkona çıktım. Marque'nin insanların en az olduğu yerde olacağını biliyordum. Bu gece o yer balkondu.

Onu hemen fark ettim. Rusya'daki üç seçkin mafya patronundan biri ve sevgili kız kardeşim Vlada'nın babası olan rakipsiz Boris ile konuşuyordu.

Birbirleriyle konuşmalarına şaşırmadım. Müttefik oldukları için hangi “partide” olurlarsa olsunlar iş konuşurlardı.

“Marque. Boris,” diyerek selam verdim. Eski karısı babamla evlendiği için Boris beni pek sevmezdi.

Aileme neden hâlâ kin tuttuğunu bilmiyordum. Karısını zaten hiç sevmemiş, onu sadece zevk için kullanmıştı. Anastasia en azından babamla evlenince istediği her şeye kavuşmuştu.

“Enrique. Seni buraya getiren nedir?” diye sordu Marque.

Ne demek istediğini biliyordum. İçeride kardeşi dururken niçin burada onunla konuştuğumu sorguluyordu.

“Kardeşine saygı duymadığımı biliyorsun. Seninle iş yapmayı tercih ederim,” dedim.

Marque Boris'e başıyla gitmesini işaret etti. Boris biraz sinirlense de itiraz etmeden gitti.

Ailem artık Hope'un ailesiyle ortak olduğu için diğer olası müttefiklerimizi konuşuyorduk. İspanyol ve İngiliz mafyaları en büyük mafyalardan ikisi olduğu için büyük güce sahiptik.

Ancak güçlü mafyaları düşmanımdan ziyade müttefikim olarak görmeyi tercih eden biriydim. Marque'ye de bu yüzden ihtiyacım vardı.

Tekrar içeri girdiğimde gece yarısıydı. İnsanların çoğu sarhoştu. Matt'in Hope'un elini tuttuğunu, yanlarında duran Ruby’nin de sinsi bir şekilde gülümsediğini gördüm.

Hope’u ağzından bilgi almak için sarhoş etmeye çalıştığından emindim ancak Matt bunun olmasına izin vermeyecek kadar yakınlarındaydı.

Matt’e “Buradan sonrasını ben devralırım,” dediğimde şükürler olsun ki itiraz etmedi. Bu pislikle tartışacak havada değildim. Sadece yata dönüp tüm bunları unutmak için uyumak istiyordum.

Bu uzun günün bir an önce bitmesini istiyordum.

“Siktir git, Enrique,” dedi sesi oldukça sarhoş gelen Hope. Elini tutup canını acıtmayacak şekilde sıktım.

Hope düz bir çizgide yürüyemeyecek kadar sarhoş olduğu için yata dönmemiz normalden uzun sürdü. Ağırlığının büyük kısmını bana veriyor olsa da oldukça ufak tefek olduğu için sorun olmuyordu.

Onu odamıza bıraktıktan sonra bara gidip bir şişe viski aldım. Odaya geri döndüğüme boş gözlerle etrafa bakıyordu.

“Uyu, Hope,” deyip viskimi yudumlamaya başladım. Tadı boğazımı yaksa da beni fazla etkilemeyeceğini biliyordum.

“Senden. Nefret. Ediyorum,” dedi üstüne basa basa. Sadece yüzüne baktım. Hâlâ boş boş duvarı izliyordu.

“Söyle bana, tigre. Neden?” dedim. Bana soğuk davrandığı için sinirlenmeye başlamıştım.

“Sana nedenini defalarca söyledim! Ama tekrar söyleyeceğim,” dedi küçük tigrem, iğrenme ve nefret dolu bir sesle.

İğrenip nefret ettiği kişi bendim…

“Hayatımı mahvettin! Sen ortaya çıktığın an hayatımdaki her şey boktan bir hâl aldı. Seni tanımadan önce mükemmel bir hayatım vardı!” diye bağırdı, gözlerini duvardan ayırmadan.

Gözlerinin dolduğunu, ağlamamak için kendini tuttuğunu görünce sarılıp her şeyin yoluna gireceğini söylemek istedim ama yaptıklarımı kabullenemeyecek kadar gururluydum.

“Ve şimdi! Hayatımı yaşayan bir cehenneme dönüştürmeye devam ediyorsun. Paramparça olmanın, cehennemde yaşamanın nasıl bir şey olduğunu bilmediğine eminim. Ne yaptığını asla anlayamayacaksın!” diye bağırdı.

Sarhoş konuşması bittiğinde elimdeki şişeyi parçaladım. Neyse ki neredeyse boş olduğu için hiçbir şey dökülmedi.

Zihnimin ücra köşelerindeki anıları bastırmaya çalışarak, “Hiçbir şey bilmiyorsun!” diye bağırdım.

Sonunda bakışlarını duvardan çekti. Kızarmış, şiş gözlerinden gözyaşları süzülüyordu.

Aklından neler geçtiğini bilmiyordum. Tek bildiğim olup biten her şeyi bana bağlayıp beni suçlu görüyor olmasıydı.

Kulaklarımı delip geçen bir sesle, “O zaman söyle! Hissettiğim acıyla karşılaştırabileceğim bir şeyler söyle!” diye bağırdığında anılar zihnime akın etmeye başladı. Onları daha fazla saklayamayacağımı biliyordum.

 

İspanya, 2003

 

Tıpkı diğer günlerde olduğu gibi ailem için çalışan Claire ile birlikte ödevimi yapıyordum. Annemin beni büyütmesine yardımcı olmuş Claire’i ikinci annem gibi görüyordum.

O zamanlar sıradan bir çiftçi olarak çalışan babamla evli olan annem beni doğurduğunda sadece on sekiz yaşındaydı.

Yanlış zamanda doğmuştum.

Çiftçiler 1990’larda kendilerini doyuracak kadar bile kazanamadıkları için ailelerine bakmaya para bulamıyorlardı. Babamın karısını ve yeni doğmuş bebeğini besleyecek parası yoktu.

Bu yüzden, yani benim yüzümden kirli işlere bulaştı. Küçük çeteler için çalışa çalışa zirveye ilerledi. Eline masum kanı bile bulaşmış olabilirdi. Dolayısıyla benim elime de…

Her şey benim yüzümdendi.

On yaşıma kadar ailemi tanımıyordum. Annem bana bakmak için fazla genç olduğu, babam da elit mafyanın bir üyesi olmakla meşgul olduğu için beni Claire büyütüyordu.

Babam aslında kim olduğunu onuncu doğum günümde açıkladı. Sırf bunun için geri dönmüştü; kendime nasıl bakmam gerektiğini öğretmek için. Onun kim olduğunu kabul etmem biraz zaman aldı. İki yıl sonra hâlâ kabullenmeye çalışıyordum.

Dış kapı açılınca annemle babam içeri girdi. İkisini birlikte görmek garipti. Genellikle sadece annemi görebiliyordum. Babam neredeyse hiçbir zaman evde değildi.

Taburemden atlayıp “Anne,” diyerek koşup sarıldım. Onu gördüğüme ne kadar sevindiğimi gördüğü için gülümsüyordu. Bana mükemmel bir anne olmak için elinden gelenin en iyisini yapsa da bunun onun için ne kadar zor olduğunu biliyordum.

Annem Claire ile sohbet ederken sabırla yanlarında bekledim. Masada oturan babam bir tür proje üzerinde çalışıyordu.

Babamın elit mafyanın bir parçası hâline gelmesiyle ilgili tek güzel şey artık kimseyi öldürmek zorunda olmamasıydı çünkü bunu yapması için adamları vardı.

Mafyanın koruması gibi görünüp devlet için çalışıyordu. Çok ideal olmasa da önceki işinden iyiydi.

Sonunda kendimi normal bir ailede yaşıyormuş gibi mutlu hissediyordum. Ama uzun sürmedi...

Saniyeler içinde her şey değişti. Her şeyi ağır çekimde gördüm. Kapımız büyük bir gürültüyle kırılıp yere düştü.

İçeri simsiyah maskeli adamlar girdiğinde annemin kaçmam için çığlık attığını duydum ama artık çocuk değildim. Ailemin bana ihtiyacı olduğunu biliyordum.

Ailemi korumak için yerimde durdum ancak biri tarafından kaldırılıp odanın diğer tarafına fırlatıldığımda duvara çarpıp yere düştüm.

Sonra silahlar ateşlendi. Hareket edemiyor olsam da artık hiçbir şeyin normal olmadığını biliyordum.

Tam gözlerim kapanırken az sonra yanıma düşecek olan annemin çığlığını duydum. Vücudundan ahşap zemine kanlar akarken gözleri yavaşça kapandı.

Gözümden bir damla yaş süzüldü. Bilincimi kaybetmemek için dirensem de başaramadım.

Son gördüğüm şey annemin kendi kanıyla kaplı cansız bedeni oldu.

Tekrar gözlerimi açtığımda evimize bir terörist saldırısı olduğunu ancak tehdidin ortadan kaldırıldığını öğrendim.

Babam annemin ölümünü haber verdiğinde şok olmuş gibi davransam da annemin gözlerimin önünde çaresizlik içinde izlemek zorunda kalmıştım. Babamın buz gibi bakan gözlerinden annemin ölümü için teröristleri değil beni suçladığını anlamıştım.

Annem benim yüzümden ölmüştü. Ben doğduğum için ölmüştü...

 

Günümüz

 

“Lanet olsun, anlatsana!” Hope'un sesiyle hayatımın en karanlık gününden; beni sonsuza dek değiştirip öfkeli, acımasız bir katile dönüştüren günden çıkıp gerçek hayata döndüm.

Gözleri gerçeği öğrenmeye kararlı olduğunu söylese de bu şekilde öğrenmesini istemiyordum. Bunları farklı koşullar altında duymasını istiyordum.

Odadan çıkarken sakin bir sesle, “İyi geceler, Hope,” dedim. Kalmamı istemediğini biliyordum. Ben de istemiyordum. Bu gece olmazdı…

Odadan çıktıktan sonra, Marque'den Hope'un Ruby'yi yatıma davet ettiğine dair bir mesaj aldım. Hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimi biliyor olsam da belki de... Belki de Hope'u kendi silahıyla vurabilirdim.

Bana karşı güçlü duygular beslemediğini biliyordum ama yapmak üzere olduğum şeyden kim olsa rahatsız olurdu.

Bu oyun iki kişiyle de oynanabilir, tigre.

Bölüm : 16.08.2024 18:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...